10 Ağustos 2008 Pazar

Seferi Düdükcan Milano'da

Milano seyahatine eğitim olması açısında özellikle gitmek istiyordum. Ama sabah bulantılarının artacağı bir döneme geldi diye tereddütteydim. Hatta birlikte gideceğim arkadaşlarıma ben gelemeyebilirim bile demiştim. Ama gel gör ki, 4 kişiyiz, ikisi ingilizce bilmiyor ve dili olan diğer arkadaşın vizesi çıkmayınca iş başa düştü. Bu arada genel müdüre hamile olduğumu söyledim. Hani bekar ve çocuksuz biri olduğundan halden anlamayacağını biliyordum da daaan diye "doğumdan sonra işi bırakmayı düşünüyor musunuz?" diye sorması şok etti. bendeki iş yükü o kadar fazla ki kime neyi kaktıracağını düşündü herhalde:)
Neyse... eğitim benim için çok yorucuydu, çünkü;
1. İzmirden aktarmalı uçuş yaptım, saatler sürdü.
2. Dil bilmeyen 2 arkadaşıma tüm eğitimi çeviri yaptım.
3. Düdükcan öğleden sonralarımı uyuyarak geçirmemi uygun gördüğünden mütemadiyen 2-3 arası nerdeyse baygın geziyorum
4. İzmirdeki projenin otomasyon sıkıntısına çare bulmaya çalışmak saatlerimizi aldı.

İlk gün havaalanından akademiye gitmek saatler aldı. Meğer akademi de otelde Milanonun dışındaymış. Normal catering ayarlanırmış biz 3 kişiyiz diye bir lokantayla anlaşmışlar her yemeği orda yedik. İlk gün, öğlen oturduk masamıza hemen şarap kadehleri önümüzden kalktı. Raviole de dahil olmak üzere sadece deniz ürünleri yedik. Benim de dikkatimi çekti ama özellikle şarap içemediğimden çok oralı olmadım. Akşam aynı lokanta ve benzer menü ile şarap teklifi gelmeyince, iyice kıllandık. Akademini bıcır asistanı Lauraya sordum. Meğer biz müslümanız diye sadece deniz mahsülleri söylemişler. Tamam domuz etine alışkın değiliz de şöyle bir bifteke de kimse hayır demez. Hele bizim çocuklar şarap diye kuduruyorlar.
Ertesi günden itibaren her yemeğe şarap dahil oldu ve de kırmızı et. Eğitmenin de 25 günlük bir kızı varmış. Tutturdu bana şarap iç diye. Diyorum ki alkol yasak kardeşim, yok diyor benim hanım 9 ay içti, demir var şarapta çok faydalı mutlaka içmelisin. Kıllık da yapmak istemiyorum diye 1-2 yudum aldım, nefisti:)
İkinci gün tüm gün eğitimin ardından elimize bir metro haritası aldık, sorduk soruşturduk. Alışveriş mekanına yönlendirdiler, bir de katedrale. İçim gidiyor ama alışverişe yanaşmıyorum. Benim bedenim değiecek bakalım seneye giyebilecek miyim aldıklarımı? Sonra bebeğin cinsiyeti bile belli değil, ne kıyafet alınacak? Arkadaşların çocuklarına hanımlarına birkaç birşey alıp Kathedrale gittik. Milano'nun görülecek tek yeri burasıymış. Tek kelimeyle dibim düştü!!! Bizim camiler filan ne ki adamlar bina üstüne hikaye inşaa etmiş. Manyaklık işte!!
Binlerce heykele ne gerek var? Bir de derler ki Milano'da pek birşey yok, siz gidin Romayı görün. Ben işte Romayı düşünemiyorum. O gün tam 4 saat yürümüşüz. İşin kötü tarafı dönüşte otelin metronun çok yakınında olduğunu söylemişlerdi, yarım saatten fazla aradık bulamadık. Ben artık bir lokantaya girip taksi çağıralım diye tutturmaya başlamıştım. Yorgunluktan yemek bile yiyemedimYemek deyince aklıma geldi, akademinin anlaştığı lokanta tam bir İtalyan lokantasıydı. Muhteşem makarnalarını anlatmaya gerek yok da bir tanesi çok ilginçti.
.
Garson bir servis masası ile yaklaşık 50 cm çapında bir permasan peyniri ile domates sosuyla pişirilmiş penne makarna getiriyor. Peynirin ortası tabak gibi oyulmuş, içine biraz alkol döküyor, sonra ateşe veriyor peyniri ve peynir eriyor.
Akabinde sıcak makarnayı ilave edip iyice eriyen peynire buluyor. Muhteşem bir görüntüydü.
Makarnadan bay gelince risottoyu önerdiler. Ben daha önce hiç yememiştim. Pilav diye geçme çok ciddi bir pişirme prosedürü ve ustalık gerektiren bir usulü varmış.
Önce bir tür etli sulu çorba hazırlanıyormuş. Diğer tarafta sebzeler soteleniyormuş. Pirinçler ve kremali et sulu çorba ilave edilip az bir süre pişiriliyormuş. Gerçekten çok lezzetli bir yemek. İnsan yemeklerini ,şarabı tadınca İtalyada yaşayabilirim diyor. Ama insanları yazık ki bir Akdeniz ülkesine göre çok soğuk. Ben daha dost canlısı olmalarını bekliyordum.
Sonunda aktarma uçuşları ile İzmirime varabildim. Elim kolum makarna paketleri dolu. Bak kaç zaman oldu daha pişirmedim o makarnaları, öyle çok yemişim ki oralarda hala tezgahın üzerinde duruyorlar.
Bir süreliğine seyahatlere ara verdiğimi düşünürken İtalyadayken aldığım mail ile pazartesi İstanbul yolcusu olduğumu öğrendim. Düdükcanın görmediği bir orası kalmıştı!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder