Annelik anlamında çok yanlışlarım oluyor, biliyorum. Vicdan yapıyorum sonra bir şekilde dalgaya alıyorum. Böylelikle hem kendimi hem de çocuğumu “annelikte mükemmellik” zehrinden korumaya çalışıyorum. Bu da benim savunma mekanizmam, kişiye özel, herkese uyacak bir şey değil.
Bazen dellenip “tu kaka” yaptığımız kitaplar var ya… Hani aslında hepimizin içine düştüğü satır satır hatmettiğimiz, sonra da işler boka sarınca mutlaka hayatımızın bir devresinde “attım kitapları, hiç işe yaramıyorlar, tamamen içgüdülerime göre doğal analık yapıyorum” dediğimiz ana baba eğitim kitapları… İşte ben o kitaplardan aslında çok şey öğrendim.
İşler yolunda gitmediğinde kitaplara ve uzmanlara bok atmak işin kolay yanı ve kaçmak… Aslında en iddialısı bile size mükemmelliği vaat etmez. Etmesin de zaten. Sadece öneride bulunur, kendine adapte edebilmeli, yoksa hemen hepsinin aslında ortak bir paydada buluştuğunu görmek çok zor değil.
Ne diyordum, dağıldım? Benim kitaplardan öğrendiğim en önemli şey, “çocuğa inebilmek” …
Arca kadar olduğum zamanları hatırlamadığım için böyle bir muamele gördüm mü bilmiyorum, dolayısı ile benim için çok yeniydi ve o kadar benimsedim ki artık bir reflekse dönüştü.
İrtifa diyorum.
Çok basit aslında. Tamamen fiziksel. Senin boyun uzun onunki kısa. Diz çöküp gözümü gözüne diktiğimde vermek istediğim mesajdan aldığım performans, tepesinden bakıp parmağımı sallayarak verdiğim mesajın performansına açık ara fark atar.
Bu öneriyi ilk okuduğumda İstanbul'daki bir restoran aklıma geldi. Sahi adı neydi? Fridays mi? Hiç hatırlamıyorum, çünkü o dönem bütçemizi biraz aşan bir mekandı, sadece bir defa ve çok özel bir günde gitmiştik. Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun (hatırlamıyorum, hatırlasam sayarım, hiç kibarlık filan yapmam:P) aklımda kalan tek şey, garsonların masanın yanına geldiklerinde diz çökmeleri ve göz hizanıza inmeleri idi. İletişimimizin daha kolay olduğunu hatılıyorum. Valla "garsonla iyi iletişimin olsa ne olur" diyene cevabım şudur ki, garson başımda dikildiğinde inan sipariş verme konusunda stres yaşıyorum, bir türlü karar veremiyorum, bazen de adamı bekletmeyeyim diye hızlı ve aslında o kadar da istemediğim bir şeyi ısmarlıyorum. Böyle işte...
Hafta sonları giydiğim pamuklu bir pantolonum var, siyah. Pek rahat nerdeyse bütün hafta sonu kıçımda, altına spor ayakkabı filan kottan daha kullanışlı kısacası. Geçenlerde fark ettim, dizleri ağarmış.
Demem odur ki, irtifa kaybetmek belki pantolondan eder adamı ama cüce ile iletişiminizi güçlendirir.
“Çocuğa inmek” keşke sadece diz çökmek olsaydı. Duygusal anlamda da çocuğa inebilmek var sırada.
Yani nasihat etmek değil, sohbet etmek… Bundan sonrası Doğan Cüceloğlu’na ait şahane bir yazıyı aktaran Ayşe Arman köşesinde… O kadar hoşuma gitti ki, posta kutumda okunmuş silinmişlerin arasında kaybolmasını istemedim ve buraya ekledim.
Süper bir yazı olmuş,ellerinize, yüreğinize sağlık.Bende bunu refleks haline getirmeliyim:)
YanıtlaSilSevgiler...
çok doğru bende olabildiğince dikkat ediyorum onun boyutunda konuşmaya anlayacağı şekilde birşeyleri aktarmaya.. yazıyıda çok eğenmiştim sende görünce tekrar tekrar okudum çok etkilendim..
YanıtlaSilsevgiler..
ps: arkadan arkadan takipçiniziz pek beğeniyoruz ailecek sizi ve maceralarınızı :))