Allah biliyor ya, hafta sonu dışarı çıkmayı çok istedim. Cuma ateş 40 dereceyken bile İlker’e “yarın hava güzel olacak, biraz oksijen alsın Arca, yürüyüşe çıkarayım” demiştim. Cumartesi balkona bile çıkamadık tabii ki.
Pazar günü kararlıydım, korkunç geçen gecenin ardından her yere ben gitmek istedim. Sabah gevrek almaya, pazara ve hatta İlker’in berberine bile ben gitmek istedim. Bünye uzaklaşmak için kendince mekanizmalar üretiyordu. Böyleyim ben, hastalık sevmiyorum. Misal evde biri hasta ise, hemen “hasta” olurum ben. Çünkü hastalığa tahammül edemem. Kaçmak isterim, kaçamıyorsam ben öyle bir hasta olurum ki cemi cümle benimle ilgilenmek zorunda kalır. Daha doğrusu –dı! Hiç öyle fedakar evlat, eş profili çizmezdim eskiden. Ama anneysen yiyorsa kaç! Yiyorsa sen hasta ol! Olamadım tabii saçma sapan kaçış planlarını devreye soktum.
İlker Robinson Cruso modeli saç sakalından kurtulmak için berbere gideceğini söylediğinde hemen başladım “kaçta geleceksin? Ben pazara gidicem, hemen gel geç kalma” Pazar kaçıyor sanki, bir hafta gitmesem ne olacak? Cücenin beni üzdüğü filan yok, o kendi kendine oynadı ben oturdum aslında ama duvarlar üstüme üstüme geldi, bir baktım yarım saatliğine giden İlker, iki saat olmuş ortalarda yok! Merak da ettim, bir şey mi oldu acaba? Apartmanın önünde Nazlılara rastlamış, laflıyorlarmış. O geldiğinde çoktan öğlen olmuştu. Bir gayret öğlen yemeğini yiyip uyuyan bebeden fırsat bulup kaçarım dedim. Yok İlker, tüm iyi niyetiyle Pazar alışverişi için annesini organize etti. “Ben giderdim, anneni yorma, zaten hava almak istiyorum” gibi cümleler cılız birer tını olarak atmosferde kayboldu.
İlker beni Arca uyanınca çıkarız hava alırız vaadiyle sakinleştirdi, pazarda yorulma yavrum evde dinlen biraz… Bu iyi niyete mahçup gülümsedim. Çamaşır asmaya balkona çıktım. Bir yandan çamaşırları silkeliyorum, hırsımı alıyorum, bir yandan içimden “ulen kaçmak istiyorum len sizden! Hazır düdük uyumuş, bir hava alayım len, iki pazarcıyla hoş beş edeyim bir sosyalleşeyim len! Sizinle çıkmak demek Arca demek, hastalık demek, kaçmak demek değil! Ben kaçmak istiyorummmmm” diye esip gürledim. Tam bunları kendisine de beyan edecektim ki, ılık bir kış güneşi kemiklerimi ısıtmaya başladı. İçeriden taze kahve kokusu geldi burnuma, kedi gibi gevşedim. Kahvemi kitabı aldım, tozlu plastik sandalyeyi çektim, sırtımı da bir güzel güneşe verdim. Hafta sonunun en keyifli yarım saatiydi. Derken telefon çaldı, İlker Orçun ve Gül’ün kapıda olduğunu haber verdi. En güzel keyif, tadını kaçırmayan damakta bırakan keyiftir.
Önce gıcık oldum sonra arkadaşlarımı ne kadar özlediğimi fark ettim, ay oldu görüşmeyeli. Annem aradığında hala içimde Arca uyanınca dışarı çıkacağımızın umudu vardı. Gelmeden önce ara, dışarıda olabiliriz dedim. Annem geldi, mis gibi ballar, pekmezler… Güller gitti, Arca uyandı, İlker’in annesi pazardan geldi, annem gitti. İlkerin annesi gitti. Saat beş oldu.
Güneş bizi terk etti.
Balkonda, temiz çamaşır kokusunun kahveninkine karıştığı o yarım saatlik güneş banyosu ne güzeldi be! İyi ki yapmışım iyi ki!
E bazen kaçmak istiyor insan. Biz de bunalabiliriz insanız sonuçta, şöyle bir dolaşmak istiyorum ben mesela forumda, amaçsız avare avare, herşeyden uzak, bir kahve molası vermek istiyorum mesela ama nerdeeee, kaç arkadaşım kaç ilk fırsatta kaç şöyle bir iki saat:)
YanıtlaSilYeliz, ben de bize her gelenin peşine düşüp kaçmak isterdim bu gibi durumlarda. Neyse Arca tam forma girsin acısını çıkarırsın bu günlerin.
YanıtlaSilBu ara sana yaptığım yorumlar uçup gidiyor, daha önceki yazılarına da döşendiğim yorumlara gönderi bastıktan sonra kendimi kapının dışında buldum. Şimdi başka bir taktik buldum ad ve url yazıyorum öyle gönderiyorum.
Bu tür durumlarda "google earth" ve "www.3dmekanlar.com" çok işime yarıyo gezmiş kadar oluyorum :)))
YanıtlaSilaynen fadişçim,
YanıtlaSilaa bilemedim Lale ablacım bir kontrol edeyim.
Çölyak, süper bir öneri teşekkürler