İlk duraktan bindiğim metroda ayakta kaldım. Enteresan!
Dedim ki “trafik çıldırmış olmalı”. Okuyamayınca kafanda bir şeyler yazmaya başlıyorsun otomatikman. Yani ben öyle yapıyorum en azından. Hatta yazının başlığı bu olabilir; “trafik çıldırmış olmalı”. Sonra baktılar ki yeni sırt çantamı yere koymayıp ayaktayken iki kişilik yer kaplamakta ısrarcıyım, yer verdiler,oturdum, sayemde metroya bir vücut daha sığıştı.
“Bundan sonra böyle mi” dedim Gül’e. Görünümde mutfaktan sorumlu, özünde ilaveten bir Office boy yükünü taşıyabilecek mesai arkadaşım Gül, arabayı satıp da metroya geçiş yaptığım o ilk günlerde, bana toplu taşıma inceliklerini bir bir anlatmış, “yaz aylarını ararsın Yeliz hanım, okul açılsın çok fena oluyor” diye de uyarmıştı. Sabah seyahat saatlerimi öne almayı planlarken “yok” dedi, “böyle olmaz, bu hafta böyle sonra oturur herkesin saatleri”. “Trafik de fenaymış ha, napalım yapcak bişey yok!” diye de ekledi. Hmm dedim böyle demek ki “yapcak bişey yok!” güzel bir başlık olur ha!
Bak mesela Arca da sümüklü! Yapcak bişey yok! Aslında vardı, uyuyakalmayabilirdim ve gecede minimum dört defa atlet değiştirme merasiminin Cuma akşamı üçünü kaçırmayabilirdim ve çocuğu don atlet uykuya teslim etmeyebilirdim. Böylece üşütmezdi. Ama üşüttü ve tüm günü yarı baygın uykulu ve hasta geçirdi.
Oysa hafta sonu için müthiş planlarım vardı, cumartesi sabah Arca’yı da alıp kuaföre gidecektim. Yer cücesini olaya hazırlamıştım, ipad yanımızda olacaktı, söz! Hem çıkınca ona Urfa kebap ısmarlayacaktım (evet hamburger pizza değil, urfa. O uzun köftelerden seviyor, yerel lezzetler tercih ediyor bebem) sonra da arkadaşlarıyla buluşacaktık. Arca’yı ama daha önemlisi kendi psikolojimi hazırlamıştım, kaçmamayı garantilemek için Cuma akşamı metrodan inince doğru kuaföre gittim, randevu alırsam eşek gibi gideceğim çünkü, biliyorum. Üstelik telefonla da olmaz Ömür’ün halimi görmesi lazım, “ne bu halin!” bakışı atması lazım, hatta kolumdan tutup röfle kesim kaş manikür pedikür kısaca “beni baştan yarat” işlemlerine derhal başlamak için beni ikna etmeye çalışması lazım. Ama olmadı. Akşam İtalyaya gidiyordu. Hayır yapamayacaktı. Ama “ne bu halin” bakışı atmayı ihmal etmedi, pis! İnsan bir teselli eder, “o kadar kötü değil, hem saç diplerin canlanmış” der, ne bileyim “bak uzatmak için fırsat doğdu, biraz daha düşün kesimi” der ama demedi ve façamı derhal düzeltemeyecek olmasına benden daha fazla üzüldüğünü iliklerimde hissettim. E “napalım yapcak bişey yok!” Baksana hem zaten gidemeyecekmişim, Arca hastalandı ve evden çıkamadık.
Evet “yapcak bişey yok” konu başlığı olarak açık ara önde gidiyor derken…
Bir pazartesi sabahı için hiç olmaması gereken bir şey oldu. Bazı şeylerin Cuma bilemedin Perşembeleri olması gerekir. Ne de olsa hafta sonu geliyordur ve sinirlerini tamir edebileceksindir. O bazı şeylerin haftanın ilk saati vuku bulması demek sinir krizinin eşiğine gelmek demektir. Almodovar beni kast etmedi tabii ki o filmi yaparken ama isim bir pazartesi sabahı iğrenç bir diyalogun peşi sıra aklına gelmiş olabilir. “Sinir krizinin eşiğindeki kadınlar” çok tehlikeli olabilir. Bizzat şahsıma ait sesim ve akabinde telefonun ahizesinin telefona çarpma sesi ofisin duvarlarında yankılandığında, aklımdan bu başlık geçiyordu ve diğer tüm konu başlıklarından at başı öne geçmişti bile!
Kop da gel “sinir krizinin eşiğinde” kop da gel kızım!
Sonra arkadaşımı aradım, konuyu anlattım ve sohbetin sonuna doğru kahkahalarla gülmekte, arkadaşıma “bir yerlerde birileri ölüyor şu an, ben neye takıyorum, peh!” demekteydim.
“Bir yerlerde birileri ölüyor şu an” başlık budur abicim!
Tamam itiraf ediyorum, bu pek adamsendeci “aman ben işime bakarım arkadaş” bakış açısını kazanmamda tam “başlarım lan, çantamı alır çıkarım!” derken henüz taksitlerini ödemeye başlamadığım, yere koymaya kıyamadığım sırt çantamın “bana bak salak mısın kira, okul, borçlar… otur oturduğun yerde başlatma şimdi” şeklinde çemkirircesine suratıma bakmasının da etkisi olmuş olabilir. Ama hadi gerçekçi olalım, biz burada başkalarının komplekslerine kafayı takarken harbiden birileri bir yerlerde ölüyor!
Hayat aslında bu kadar basit.
bazen edilmeyecek şeyleri çok kafaya takıp üzüldüğümde o meşhur michael jackson bile elli yaşında öldü derim kendi kendime o kadar üzülme
YanıtlaSil