16 Şubat 2014 Pazar

Rüzgarın Gölgesi

An itibariyle… İlker Sugar Crush oynuyor, Arca deli sorularıyla babasının sabrına ömür testi yapıyor ve İlker bazen Arca’nın kendisini ziyadesiyle yorduğundan yakınıyor. Ben? Sindim okuma köşesine, ışığı bile açmıyorum beni unutmuş olmalarını umuyorum. Zira yaklaşık yarım saat önce Arca’ya “bu benim dinlenme saatim bana ilişme” şeklinde ültimatom vermiştim. Beni okuyor sanıyorlar, ama ben sosyal medyada fittiri dünya:P Hava da karardı hafiften açtım bilgisayarı.

Parmaklarım deli yazmak istiyor, zihnim sürekli neler yazacağıma karar vermekle meşgul. Ben ise…
Evet yakalandım. Arca geldi ve “aa annem ne yazıyorsun? Ben de yazacağım!” diyerek tepeme çıktı, götüyle kendine koltukta yer açtı ve göz açıp kapayana kadar beni koltuktan şutladı. Hadi bilgisayarı alıp sineyim başka köşeye diye düşünürken görmezden gelmem mümkün olmasın diye salonun orta yerine yığdığım ve İlker’in gün içinde bir kısmını yaptığı ama yarısından fazlası bana göz kırpan çamaşır sepeti ile göz göze geldik. Dün aynı saatlerde kitabın son sayfaları ütüye – tabii ki – tercih edilmişti. Bugün sepetin dibinin görülmesi gerekiyordu. Gördüm.

Yani bu paragraftan itibaren Arca’nın beni koltuktan şutladığı zamanın üzerinden epeyce geçmiş bulunuyor. Ne yaptın dersen… Efendime söyleyeyim…
Ütü, yemek, yarınki yemek, Arca ile puzzle, Arca ile yatak ritüelini müteakip yanında uyumamayı başararak duş… yaptım!

Dünden kalan şarap ile Antep fıstığını yamacıma aldım ve an itibariyle… yazıyorum.

Evet bacım yazma azmi diye buna deniyor.

Şükür ki bitti. Ütü diyorum…

Hayır tabii ki atletler filan değil. Hadiiii hayat atlet ütülemek için çok kısa! NA’ya da söyleyeceğim boşversin, ne gerek var yav! NA demişken… iki haftalığına yurtdışında ve ben onu şimdiden özledim. Hatta dün whatsapp’tan mesajlaşırken ve Arcayı çok özledim derken “ben de seni özledim” şeklinde bir itirafta bulundum. Demek NA olmasa benim sosyal hayatım olmayacakmış. Meğer bir kap yemek ütü ve bir insanın yaşaması için gerekli asgari temizlik koşullarını sağlamak insanın hayatını sekteye uğratabiliyormuş. Hayat derken gece kulübü, sinema, tiyatro konser gezme tozma alışveriş filan demiyorum yav! Bildiğin iki satır oku, yaz filan… Yazık lan bana! Hayatıma bak peh!

Neyse okumak deyince… Son on gündür çok şahane bir kitap ile birlikteydim.

Rüzgarın Gölgesi…


Arca az buçuk okuyor demiştim değil mi? Hah bu kitabın adını -yaklaşık on dakikada ve beş defa soru sorup - okuduktan sonra eleştirel bakış açısını ortaya koyarcasına “peh” dedi “rüzgarın gölgesi olmaz ki!” yani ne olur? “olmaz annem rüzgarın gölgesi olmaz, güneşin gölgesi olur!” Kendisine asıl güneşin gölgesinin olamayacağını anlatacaktım ama enerjimin yetmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Sustum!

Neyse beş yaş edebiyat eleştirmenini ve naçiz görüşlerini bir tarafa bırakıp kitaba gelirsek…. Yıllar olmuştur belki Lale’nin bahçesinde görmüş, listeme eklemiştim. Uzun süredir raftaydı. Tavsiye olmasına rağmen ve hatta dehşet merak etmeme rağmen okumamamın çok geçerli bir sebebi vardı. Kitabın ilk birkaç sayfasını kitap kargoyla ofise geldiğinde okumuştum ve dört yaşında annesini kaybeden bir oğlan çocuğunun hisleri o kadar koymuştu ki beni çok derinden yaralamayacak bir zamanın, doğru zamanın gelmesini beklemeye karar vermiştim. Ne salakmışım! Boşuna zaman kaybetmişim. Zira kitap öyle duygusala filan bağlamıyor.

Nasıl derler? Şimdi heyecanlı sürükleyici bir kitap okumak mı istiyorsun? Tamam! Tasvirler seni kitabın içinde ta derinlerinde tutsun mu istiyorsun? Tamam! Kurgu iyi olsun, seni şaşırtsın mı istiyorsun? Ona da tamam! Tamam yani her şekilde gideri var kitabın. Allah seni inandırsın ben buna bir sarmışım bir etkilenmişim bundan gecenin bir vakti birini ellerimle öldürüyordum.. Rüyamda lan! Ve herkesin ama herkesin katil olabileceğini anladım. Empatinin dibi diyeyim sen anla!

Yalnız bir şey diyeyim mi dün akşam kitap bitmiş, salata yapar, bir yandan da demlenirken… Kitabı düşünüyordum. Salata yapmak terapi gibidir. Ne yaptığını fazla düşünmeden otomatiğe bağlamış şekilde malzemeleri yıkar, soyar doğrarsın… 


Salata hakkında düşünmediğinden başka şeyleri düşünme fırsatı doğar. Hah ben de Rüzgarın gölgesini düşünüyordum. Var ya kurgu evet şahaneydi ama ön görülemez, tahmin edilmez cinsinden değildi. Ne yapmış yazar biliyor musun? Edebiyatın inceliklerini öyle güzel kullanmış ki, kendini bir macera kitabı okumakta olduğuna dair motive edemiyorsun ve aslında tam da orada gözünün önünde durmakta olan birçok ipucunu kaçırıyorsun.

Öyle işte… Duyduğuma göre yeni kitapları dilimize çevrilip basılmış. Bundan gayrı kaçırmam bacım, sana tavsiyem sen de kaçırma. Sonra bu çorbacı dediydi dersin, bunun Lale ablasının önerisiymiş dersin. Dersin yani…


Yalnız var ya gecenin bu vakti ne güzel çalıyor yav bu şerefsiz Joy FM! Hey yavrum hey! Digiturk 424 şu an okuyanlar açsınlar beraber dinleyelim:P

8 yorum:

  1. Listeme ekledim kitabı. yorumların için teşekkürler. Bu arada okunacak kitap listem zaten uzundu seninle tanıştıltan sonra iyice uzadı. Okumam lazım!
    Hoşçakal.

    YanıtlaSil
  2. Şimdi ben bunun ikinci kitabına başlayacağım, Meleğin Oyunu ve ardından Cennet Mahkumu. Bakalım onlar da ilk kitap kadar güzel mi...

    YanıtlaSil
  3. ne guzel yazmissin be Yeliz...

    YanıtlaSil
  4. her insanın harcı değildir böyle içten, samimi gönül teline dokunarak yazmak, valla ne yalan söyleyeyim imrenmekten öte ara ara kıskanıyorum da böyle yazılarına :) ben de diyorum böyle yazar gibi yazabilsem :) bu arada kitabı çok merak ettim ben de okunacaklar listesine aldım. bir gün bir yerlerde tanışabilmek umuduyla selamlar saygılar !

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nasıl güzel bir yorum şu an arca öksürüyor aüve acayip sinir oluyorum ama bu yorumla terbiyelendim yumuşayıverdim:) sevgiler kitap evet çok güzel:)

      Sil