2 Mart 2014 Pazar

Yalnız yapayalnız

Bilgisayarın şarjı bitti iki parmak daktilo yazar gibi ipadden yazıyorum, hani git şarja tak aleti adam gibi yaz değil mi? Değil... Bu da böyle üşengeçliğin anormalitesi.

Geçtiğimiz haftalarda Litvanya'dan misafirler vardı. Adamlar dört günlerini İstanbul'a ayırmışlar. Boşver dedik toplantı dediğin bir günde biter. Ne yaptılar ne ettiler üç gece kaldılar. İstanbulu da vesileyle gezdiler. Vay be .... Ben Bratislava'ya utanmasam günübirliğine gidip gelecektim. Bir de maşallah acayip iştahlı adamlar. Öğlen antep lokantasındaki son çiğ köfte savaşı o kadar hoşumuza gitti ki aldık bir de balığa götürdük. Allah seni inandırsın indirim almak için yırtındığım Çinlileri bi yere götürmek içimden gelmiyor, yemiyorlar iştahsız tipler, rakıdan da anlamıyorlar peh! Neyse bu Litvanyalılar bir container mal bile almayacaklar ama yemekten anlıyorlar dedik, rakıyı bizden çok içeceklerini hiç düşünmemiştik. Sohbetleri de süper! "Baltık yolu"nu anlattılar. Biliyon mu bacım? Yok ben bilmiyordum. Ne?! Şaşırdın mı? Genel kültürde zirveye oynadığımı hiç söylemedim. Sonradan sonradan öğreniyoruz işte.

Bu küçük ülkelerin (estonya, litvanya, letonya) güzel insanları yaklaşık iki milyon kişi el ele tutuşarak 600 km'lik bir yol yapmışlar. Baltic Way... 

Ve böylece dünyaya seslerini duyurmuşlar. SSCB boyunduruğundan kurtulmuşlar. Bir elimde rakı bardağı (paşa rakısı içerim ben, su içine birkaç damla rakı bi de buz yok. Uyutuyor beni meret ama balıkla da güzel gidiyor şerefsiz! Rakı sofrasını üslubumla rencide ediyor olsam da... İçtim mi? İçtim! O kadar) diğer elim yanağımda dirseğimi dayamışım sofraya ağzım bir karış açık "what a protest!" Deyivermişim. Kansız şiddetsiz insanca...

Konuklarımızdan biri o yıllar delikanlıymış, katılmış. Elele tutuştuk dedi, inanılmazdı... Diğeri çocukmuş o vakitler ama anne babası gitmiş. 

Çok içerledim, şansıma tükürmüş de olabilirim. Türkiye'de yaşamakta olduğum için, ya ne için olacak! 

Çok yalnız hissediyorum kendimi bu ülkede. Hayır abicim iki gömlek üstünlük filan değil. Milli duyguları güçlü biri sanırdım kendimi değilmişim demek ki. Önce bu milletten olmak gerek, azınlık olmamak yalnız olmamak gerek milli duygularının olabilmesi için. O milletin büyük çoğunluğunun ülkesinin geleceğini çaldığını öğrendiğinde çaresizce gülmemesi gerek. Hepimiz gülüyoruz hepimiz geyiğe vuruyoruz. Çünkü yapacak bir şey kalmadığında geriye sadece gülümsemek kalır. Bu da bir nevi savunma mekanizması. Adam senin benim yedi ceddimi.... Tövbe....

Katıldığım toplantılarda ara sohbetler, kulak kabarttığım havaalanı gündemi, uçaktaki diyalogların sesi her ne kadar senin benimki gibiyse de yalnız hissediyorum kendimi. Yapayalnız. Çünkü hiçbir şey yapmıyoruz. O kayıtları dinledik hepimiz, sokağa çıkmıyoruz. Sandıkta demokratik haklar aranır sandık hırsızların hesap verme yeri değildir. Ama bizim ülkemizde hırsızlar hapiste bile değil. hırsızlar salıveriliyor daha fenası hapishane çıkışı milyonluk ciplerine binerken alkışlıyor o şerefsizleri bu millet de ondan. Niye çıkacaksın ki? Ne değişecek? 

Öğrenilmiş çaresizliğimize mıçayım. 

Görsel: wikipedia

5 yorum:

  1. Yarama tuz bastın. Bas olsun. O kadar haklısın ki her kelimende. Evet işte o alkışlayanlarda son nokta. Hırsızlıkta son nokta. Neyse ya öyle bir konu ki bu mantıklı birşey söyleyemiyorum sacmaliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Yine çok güzel bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  3. bizde elele tutuşulmaz..bizde her koyun kendi bacağından asılır..bizde birlik olunmaz..bizde bal tutan parmağını yer..bizde millete hizmet yalandır..bizde devletin malı deniz yemeyen kerizdir..

    yani bizde işlemez yelizcim böle şeyler..bize napsalar, kıçımızdaki donu dahi alsalar müstehak bu saatten sonra..

    YanıtlaSil
  4. biz de böyle el ele tutuşup bebe battaniyelerini bile mermilerin üstüne örtüp savaşan/direnen bir milletken ne zaman bu hale geldik...

    YanıtlaSil