İlker'in askerde olduğu dönemdi. Annem İstanbul'daydı, birlikte Carousel'e sinemaya gittik. Babam ve oğlum. Film bu. O zamanlar Çağan Irmak'ın seyirciyi ağlatma konusundaki üstün yeteneğinden filan haberdar değiliz, giyindik süslendik ana kız film izleyeceğiz.
Sonuç belli tabii, ağla ağla içimiz çıktı. Şimdi ben Cars filmindeki o Şimşek Mcqueen'in kazadan sonra Kral'ı iterek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede böğüre böğüre ağlamış bir insanım, "babam ve oğlum" filminin üzerimdeki etkisini düşün, düşün yav o kadar hayal gücünün sınırlarına dayanmasına gerek yok.
Film bitti ama etkisi geçmedi tabii, soğuk kış akşamında Bakırköy çarşısında kolkola filmden bahsederek ağlaya ağlaya yürüyoruz. Tamam akşam karanlığında kimsenin bizi fark ettiği yok. Yok da evinize gidin be kadın! Gitmedik. Bir güzel - o zamanlar yeni açılmış olan - Town Center AVM'ye girdik. En parlağından ışıkların altında Zara mağazasını tavaf ediyoruz, ara sıra iç geçiriyoruz, nefesimiz daralıyor. Derken etraftan meraklı gözlerin bize baktığını fark ettim, oralı olmadım. Sonra bir kadınla göz göze geldim. Saç baş dağınık, gözler şişmiş, burun kızarmış, ayol benim o! Mağazadaki aynadan kendime bakıyormuşum.
Anam da ben de (bu arada annem benim tam olarak 24 yıllık farkla karbon kopyam) beyaz tenli kadınlarız ve ağladığımızda burnumuz o kadar kızarıyor ki, talk pudra sürsen fark edilmesine engel olamazsın. Yani benden iki taneyiz. Yürü annem evimize gidelim dedim, rezilliğin son perdesi...
Nerden aklına geldi dersen, Çağan Irmak dozajında bir kitap bitirdim az önce. Hıçkıra hıçkıra ağladım. Bu kadar yoğun ve kötü bir hafta için bir taraftan iyi bir taraftan da yanlış bir seçimmiş.
Yanlışmış, çünkü fazlasıyla depresif bir haftaydı. Ben artık yaşlanıyorum ve iş söz konusu olduğunda birilerinin beni kırmasına, üzmesine, en basitinden keyfimi kaçırmasına tahammülüm kalmadı. Çünkü ben birkaç sene önce yeterince kırıldım ve üzüldüm. Ve artık pozisyonu en tepede bile olsa alttan almak istemiyorum kimseyi. Artık değil... Kaybedecek daha az şeyim olduğundan değil, aslında daha çok şey var ama artık böyle... Hm evet tamam çalışıyoruz, geçimimizi sağlıyoruz ama benim kırgınlığım baki ve hep öyle kalacak. Bunu düzeltmenin yolu yok...
Neyse kitap diyordum...
Bir taraftan da iyi bir seçimmiş, çünkü öykü güzeldi. Sevdim ben... Hatta rüyamda Will ve Lou'yu bile gördüm. Beni gündelik sıkıntılarımdan alıp götürmesi iyi geldi. Hatta ağlatması bile. Belki de ağlatarak içimdeki kırgınlıklarımın da akıp gitmesini sağlamıştır. Öykünün güzelliğinden başka yorum yapmayacağım. Çünkü yapacak olursam, bilmem kaçıncı baskıda hala cümle düşüklükleri olan bir çeviriyi okurken keyfimin kaçtığını filan söylemem lazım ve de unutulan harflerden bahsetmem lazım. Yok bahsetmeyeceğim. Kitabı bana tam da ihtiyaç duyduğum şeyi içim çıkasıya kadar ağlama sebebini verdiği için çok sevdim.
Kitap bittiğinde bunu derhal anneme vermem lazım, dedim, sonra birlikte kitaptan bölümler hakkında konuşuruz ağlarız. Ağlamak güzeldir, birlikte ağlamak daha güzeldir...
"Senden Önce Ben" evet bu Kitab'dan bahsettiğim bir arkadaşım bana "Brezilya dizisi gibi kitap mı okuyorsun? demişti. Bi daha bahsedemedim kitaptan. Ama insanlar bir kitaptan ne bekliyor bilmiyorum. Ben mesaj falan almak istemiyorum, beni bi dünyaya, bi duyguya sokuyorsa seviyorum o kikabı. Babam ve oğlum a gelince.. İzlefiğim en'lerin en tepesindedir. Bizim çocuklar o dönem küçük oldukları için sinemaya gidemedik. Kızkardeşim sinemadan hemen sonra beni aradı, dedi ki; "bu filmi mutlaka izlemelisin. Eniştemin hikayesine benziyor.. Oğlu var Deniz. Ama aynı Taylana benziyor". Kocam Egeli bir babanın devrimci bir oğlu. Çocukları olmuş, birinin adı Deniz, diğeri Taylan.. Bir yil sonra DVD den izledik filmi. Benim koca biraz taş yürekidir. Hiç ağladığımı görmedim. Taa ki, bu filme kadar. Ağlamıyordu, kendisinden akan o gözyaşları kocamandı. Ben öyle kocaman bir gözyaşı ilk kez onda ve o zaman görmüştüm.. Yeri gelmişken anlatayım dedim..
YanıtlaSilAğlamak güzeldir, evet. Hep söylerim.