Akşam yemek yiyoruz, “ben yemekten sonra bi’ manava gideyim”
dedim, İlker “niye ki” der gibi baktı yüzüme. Diyete başlayan kocama destek
olmak için pazara gidememişim zaten bir sebze alıvereyim çok mu? Hem yürümüş
olurum, dedim ama işin aslı başka. Canı çekmesin diye söylemedim, ben bugün
ofiste tam üç tabak kısır üstüne de koca bir dilim tiramisu götürdüm. Evet ben!
Öğle yemeği yememiş olmam yediğim haltın ciddiyetini hafifletmiyor. Ama bir de
güzel olmuş şerefsiz, bir de özlemişim o kısır denen Türk mutfağının on numara beş
yıldız yemeğini, var ya kısır dolu bir küvete balıklama dalsam bu kadar
yiyebilirdim. Öküzüm demiş miydim?
Dün Gülçin’le “ay nasıl yiyeceğiz” deyip tamamını götürdüğümüz
sofranın fotoğrafını İlker’e gösterdiğimde yutkunmuştu, gördüm adem elması indi,
çıktı gluk. N’apsın dağ gibi adam bir tabak ıspanakla akşamı geçiştirmiş, ben
saatler gece yarısını gösterirken eve girmişim, bir de üstüne yediğimizin
içtiğimizin fotoğrafını dayamışım adamın burnuna. Vallahi iyi katlanıyor bana.
Bir şeycik demedi garibim ama ben de terbiyemi takındım, bugün yediklerimi
anlatmadım.
Gülçin’im ah Gülçin’im, uzaklardan gelecek de ben onu
görmeyeceğim, mümkün mü?
Saatler süren sohbetimizi yan masalardan dinleyen olduysa,
bizim çocukluk arkadaşı ya da senelerce aynı evi paylaşmış iki dost olduğumuzu rahatlıkla düşünebilirdi. İnsan, sadece cümlelerin birleştirdiği hayatımızın
bizi iki dost yapacağına ihtimal vermiyor ama yapıyor yav, blog yazmanın böyle bir
büyüsü var işte…
İlker, "gecen nasıl geçti" diye sorduğunda, “var ya biz bu
Gülçin’le yirmi sene önce tanışmalıymışız, nasıl da boşa geçirmişiz
birbirimizsiz bir ömrü, inanılır gibi değil” dedim. İlker’in yüzünde, sadece
bir “iyi” cevabı beklerken tasvirler, sohbetten alıntıları ve kahkahalar
bulmayı hiç beklemeyen ve bu detayların kendisiyle paylaşılmasına hayret eden
adam ifadesi vardı. Bitse de gitsek mi dedin len! Yoksa yediklerimizi mi
düşünüyordun ben uzun uzun gecemi anlatırken?
Neyse… Akşam yürüyüşü iyi geldi. Mahalle seviyorum ben,
bakkalın manavın beni tanımasını seviyorum, “hayırlı işler”i Tansaş’ın
kasiyerine söyleyemiyorsun, en fazla bir “iyi çalışmalar”… O da sana “Allah
bereket versin” demiyor zaten… Başka bir dilbilgisi kuralı var
süpermarketlerin. Oranın yoğurtları dizen elemanı benim kadar iyi bilmiyor, Tire
Süt’ün Salı Perşembe ve Cumartesi günleri raflara konduğunu. Ben onu bizim
mandıradan öğrendim, yaaa…
Ekmeğimi, sebzemi almışım, kulağımda Sıla’nın ezgileriyle
eve girdim, yer cücesi maça dalmış, İlker uzanmış… Bense capcanlıyım. Bak hatta
şimdi çalışacağım, ama dükkanı açmışken iki satır yazayım dedim.
Günün şükrü (Şükrü kim lan!) : Gülçin’i bana veren bu blog
(ki yakında gununsukru.blogspot.com adresine taşınacağım!), ofisteki kısır ve
tiramisu ikramlarıyla gün ortamına çeviren ofis arkadaşlarıma ve tabii ki
mahalleye gelsin! Hadi bana eyvallah! (hmmm kaldı 25!)
:)
YanıtlaSilOhh sefanız olsun. Çok iyi etmişsiniz.
Gülçin'in bloğuna yazdım kimle buluştuğumu.
İzmir li olmak isterdim ne yalan söyleyeyim.
fahri İzmirli yapalım seni olmaz mı:)))
SilAh ben bu yaziyi nasil gormemisim. Allahtan sapik gibi arada eski blog yazilarini okuyan bir insanim bak Yeliz ise yariyor :)
YanıtlaSilNaisl guzel bir yazi bu ve nasil guzel bir aksamdi o. Bir o kadar daha otursak yine konusurduk bence :) Yasasin bloglar yasasin tanismis olmamiz :))
ay yazın gel de ben cüceyi yine ilkere satayım kaynatalım:)) Arca senin adın için şu yorumu yaptı: Hep gülüyor muymuş annesi o yüzden mi gülçin adını koymuş. Pardon GULçin demişti, şivesi bozuk velet:))))
Sil