Blogda arama kısmı var, sağ sütunda, “farkındalık”
kelimesini arattığınızda onlarca defa tanımlamış, cümle içinde kullanmış, güya
içselleştirmişim bu kelimeyi. Günlük yaşamımda da kullanıyorum, yani “blogda
neysem yaşamda da oyum” mesajını alınız lütfen.
Derhal birkaç örnek
sunuyorum, aralarında çok eğlenceli yazılar varmış, yazdığımı bile unutmuşum,
epey eğlendim okurken:) (“siz de okuyun!” mesajını alınız lütfen:P)
Burada analık mertebesinden tanım yapmışım;
Burada farkındalığa çok pis sövmüşüm:
Burada da ahkam kesmişim:
Ve daha onlarca defa yazmışım ama sorun şu ki; ben bu
kelimeyi tam anlamamışım.
Farkındalık aslında pek
çoğumuzun kullandığı gibi yüzeysel bir “hmm taam işte farkındalığımız şe’oldu,
n’oldu?” değil, yani değilmiş.
Bugünlerde elimde bir
kitap var: Cesur Yanınızı Kucaklayın, Brene Brown. Blog sayesinde tanıdığım
uzaklardan birbirimize maillerimizle dokunduğumuz sevgili B.B. (woaw Brigitte
Bordot gibi ne şahane bir kısaltma:)) önerdiğinde, hemen sipariş etmiş, gelir
gelmez de kitaba balıklama dalmıştım.
Sindirilmesi gereken,
derin ve çok katmanlı bir kitap. Kitabın bende bıraktıklarını paylaşmayı çok
istiyorum. Ancak bugün sadece yazarın da Kristin Neff’in kitabından alıntıladığı
“Farkındalık” tanımını aktaracağım:
“Duyguların ne
bastırılması ne de abartılması için olumsuz duygulara karşı dengeli bir
yaklaşım içinde olmak. Aynı anda hem acımızı görmezden gelip hem de bunun için
merhamet duyamayız. Farkındalık, olumsuzluğa tutulup kapılıp gitmememiz için,
düşünce ve duygularımızla “özdeşleşmememizi” gerektirir.”
Farkında olmak, aslında olduğu
gibi görmek ve kabullenmenin ilk adımı. Böylece duygularımızın bizi yönetmesine
izin vermeyerek farkına vardığımız durumların üstesinden gelebiliriz.
Günlerden bir gün, henüz
kitabın bu bölümünü okumadığım bir gün…
Kendimi b.k gibi
hissettiğim bir gündü, geçmişime dönük bir farkındalık yaşamıştım ve hiç hoşuma
gitmemişti. Kendimi suçladım, kendimi resmen telef ettim. İçip içip ağladım
desem (bir şişe bira:P) vallahi abartmış olmam, istersen muhtereme sor. Arca
ile ikisi piyano çalışıyorlardı ve ben ışıkları kapatmış, gözyaşlarım çenemden
akarken mutfak penceresinden karanlığı seyrediyordum. Beni o halde bulunca doğal
olarak dehşete kapıldılar, kim olsa kapılır. “Sorun sizde değil bende
yavrularım” diyerek sakinleştirmeye çalıştım evin iki oğlanını.
Arca uyuduktan sonra,
tabii ki her şeyi İlkere anlattım, (kesinlikle deli olduğumu düşünüyor ama aşk
işte sen nelere kadirsin…) beni sakince ve anlamaz inanmaz bir ifadeyle
dinledi. Dürüstlüğümden şüphesi yoktu, yani biliyordu her şeyi anlatırdım ama
işte o kadar saçmaydı ki aslında, beni anlamakta, içinde bulunduğum ruh halini
kavramakta güçlük çekiyordu.
Neyse konumuz o değil,
konumuz muhteremin ne dediği; “peki tamam böyle bir şey oldu, peki tamam
çocukken yaptığın seçimlerin yanlış olduğunu düşünüyor ve üzülüyorsun,
anlıyorum. İyi o halde eskiye dönemeyeceğine, dönsen de bugünkü sen olarak
dönemeyeceğine ve aslında kimseyi de suçlayamayacağına göre önüne bakmanın
zamanı gelmiş işte.”
Meali, “eh be kadın olan
olmuş, olan olmuşun farkında olmuşsun, şimdi de farkındalığının farkına var,
kendini sev, şahsına merhametini, şefkatini ver ve haydi yavrum yoluna devam
et!”
İşte bu yüzdendir ki
bacım, ben hala böyle kitaplar okuyorum ama İlker okumuyor ve işin garip tarafı hiç okumadı?
Demek ki bizim okumaya ihtiyacımız var onun yok değil mi? :))
YanıtlaSilSeni seviyorum. Kendini hırpalama lütfen ve kendine iyi davran Yelizciğim.
Yeliz'im, kitabin sana cok iyi gelecegini ve zamanlama olarak cok ihtiyac duydugun bir zaman oldugunu nedense kuvvetli sekilde hissetmistim. Bazen bana boyle oluyor, bir his gelip icime oturuyor, manyak miyim neyim :)) Kitabin sana bir sekilde degmesine cok sevindim. Bu sefer alacagin email ilki gibi sadece agzini acik birakmayacak, kucuk dilini yutturacak uzunlukta. Soylemedi deme, bastan uyarayim :)) Operim seni. B.B. :))
YanıtlaSil