Aynaya iyice
yaklaştım, başımı biraz eğdim ve röflelerimin dibinden ne kadar kumral saç
çıktığını görmeye çalıştım. Umduğumdan hızlı uzuyor saçlarım. Kuaför
koltuğundan nefret eden birisi için kötü bir özellik. Yine en az iki parmak
uzamış. Henüz karşıdan bakıldığında fark edilecek kadar değil ama yazı bu
kafayla atlatabileceğimi sanmıyorum. Tam gözümü aynadan ayırıyordum ki, onu
gördüm. Beyaz tel. Tek bir tane. Mağrur ve dimdik saç derimden fırlamış. Başta
muhterem olmak üzere, yaşıtlarımın saçları beyazlayalı çok oluyor. Ama bu ırsi
bir şey annem de babam da o beyaz saç olayına çok geç girdiler. Annemin
beyazları hala röfle gibi durur. Madam sarı kafa:) Bu sebepten henüz
beklemiyordum, sürpriz oldu.
İnsanlar genelde “oo yoo yaşlanıyorum!” diye düşünür, benim çok hoşuma
gitti. Saçı beyazlamaya başlamış otuz sekiz yaşında bir kadın için oldukça iyi
durumdayım. (Maşallah)
Ve galiba kendimden, beyazlarıma, yaşıma rağmen, memnunum… Hayata olduğum
kişiyi kucaklayan ve şefkat gösteren yönümden yaklaşıyorum bu aralar… Fakat her
zaman böyle değildim.
Hayatının hatırı sayılır bir kısmını “şöyle bir hayatım olsun” hayalleri,
düşünceleri, planları ile geçirirsin. Sonra bir sabah uyanırsın, - bu genelde
otuzlu yaşların ortalarına denk gelen bir sabahtır – ve fark edersin ki “şöyle
bir hayatım olsun” yaşları bitmiş ve “böyle bir hayatım var” yaşları başlamış.
İyi tamam hoş da, peki sen “bu hayat”ından memnun musun?
Eğer hayal ettiğin hayata yaklaşmışsan ve bu da zaten tam da senin
arzuladığın hayat idiyse, sorun yok, sımsıkı sarıl ona. Ama var ya, bir de
değilse? İşte o zaman paniğin büyüğüne hoş geldin.
Yaşaman gerektiğini düşündüğün hayat değilse seninki, yaşamak istediğin
hayata doğru müthiş bir çekim duyarsın. Orta yaş krizi mi? Galiba, zira panik,
olmak istediğin kişi olmak için, yaşamak istediğin hayatı yaşamak için çok az
zamanının kaldığını düşündüğün an ortaya çıkıyor.
Peki daha kötü bir haber vereyim mi? Bugüne kadar planladığın, arzuladığın
hayata sahipsin fakat bir sabah uyanıyorsun, aslında yıllardır istediğin şeyi
gerçekte hiç istememiş olduğunu fark ediyorsun. Kabusa hoş geldin.
Etrafımız, bu kabusu yaşayanlarla çevrili. Kendini oyuna gelmiş, tüm
hayatını bir aldatmacanın pençesinde yaşamış gibi hissedenlerle.
Brene Brown'ın son okuduğum kitabı "mükemmel olmamanın
hediyeleri" tüm bu kaybolmuşlara dokunuyor. aslında içimizde bir yerlerde
hep sahip olduğumuzu bildiğimiz fakat kaybettiğimiz bir şeyleri anlatıyor.
Sahiciliği, merhameti, hissizleşmeye direnci, inançlı olmayı, şükretmeyi,
öz duyarlılığın önemini anlatıyor.
Kişisel gelişimden ziyade kişisel farkındalıkları artırma kitabı.
Mutluluğun anahtarı gibi bir vaadi yok, sadece "bütün kalbi ile
yaşayan" insanların ortak yönlerinden bahsediyor. En büyük ortak noktaları
"mükemmel olmamak".
Brene Brown bir hikaye anlatıcısı. Görüşme yaptığı binlerce kişinin hikayesini topluyor, üzerinde çalışıyor ve anlatıyor.
Kendine bir pay çıkarabilirsen ne ala...
Ben kendi payıma bir yolculuk çıkarmaya çalıştım. Çünkü bu bir sabah kalkıp bir anda karar verilecek bir şey değil, bir süreç, bir yolculuk bu. Bütün kalbinle yaşama yolculuğu...
Brene Brown bir hikaye anlatıcısı. Görüşme yaptığı binlerce kişinin hikayesini topluyor, üzerinde çalışıyor ve anlatıyor.
Kendine bir pay çıkarabilirsen ne ala...
Ben kendi payıma bir yolculuk çıkarmaya çalıştım. Çünkü bu bir sabah kalkıp bir anda karar verilecek bir şey değil, bir süreç, bir yolculuk bu.
Kitap ilgimi çekti. Zaten ismini sevdim önce. Ama anlatımınızdan sonra merakta ettim. Teşekkürler.
YanıtlaSilÇok ilgimi çekti, okunacaklar listeme aldım :) sevgiler ♥
YanıtlaSilOtuz yaşımın ilk yıllarında fark ettiğim anlar oldu yapmak istediğim şeyler için geç kalmamam gerektiğini ama sizin yazdıklarınızı okuyunca tekrar gözden geçirmem gerektiğine karar verdim sanırım sadece kendim olabilmek için terk etmem gereken şeyler var!
YanıtlaSil