Odayı ilk kurcaladığımda koca buzluğu görüp rakı mı içeceğiz, amma abartmışlar demiştim, bak şimdi nasıl lazım oldu. Nasıl? Şöyle, bugün bir ev gezerken ayak baş parmağımı paraladım. Allah seni inandırsın mosmor! Hayır abartmıyorum, az öne alsa darbeyi, tırnak düşerdi, darbe az daha kuvvetli olsa, kemik çatlardı bak, garanti! Olay şöyle cereyan etti...
Burada bir es veriyor, çiğdeminizi çekirdeğinizi almanızı bekliyorum. Herkes hazırsa başlayalım.
Bugün Brüksel'de ev arama turlarımızın hafta-i devriyesini törenlerle kutladık. Eh ne de olsa on üç ev gezdim, altı ev sahibi altı da emlakçıyla tanıştım, kırkıma yaklaşırken Belçika'dan hızlı bir giriş yaptığım emlak piyasası da beni tanıdı. Kanımca immoweb (buradaki sahibinden.com gibi bir site) üyeliğimi bitirmekle kalmayacaklar, memleketimin "bekara ve öğrenciye ev verilmez" koşulunu "Yeliz'e ev verilmez" şeklinde Belçika'ya uyarlayacaklar. Belçika'ya ben hazırım ama Belçika bana hazır değil. (Yavaş anacım bunlar, bir muhterem ile bir cücenin vizesini çıkaramadılar, ağırkanlılar - yetkililerin kulağına gitme ihtimaline karşı terbiyemi muhafaza ediyorum.)
Dikkati ve aritmetiği kuvvetli kimseler, az evvel sarf ettiğim cümledeki hesabın tutmadığını çoktan fark etmiş, "bundan da mühendis mi olmuş" diye burun kıvırmaya başlamışlardır. Canları sağ olsun. Emlakçıların ikisi aynı kişi olunca, kesişim kümesi, çaktın?
Geçen cumartesi beğenmediğim bir evin emlakçısıyla - ki bu kişi Sara - muhabbeti koyultmuştuk.
"İlk elin günahı olmaz Sara, bu olmadı, başkası olur, Sara, seni benimle irtibatı sıcak tut" mesajını iyi vermiş olacağım, hafta içi çok sayıda ilan ile bu sabah "koş kız koş! iyi daire var, kimseler görmeden seni aradım" temalı bir telefon aldım kendisinden. Canım Sara, bana genç görünüyorsun diye iltifat eden hoş insan, bugün yaşananlardan sonra bana ev kiralayacak mısın, ev sahiplerine benim için iyi şeyler söyleyecek misin Sara?
Evvela muhite yakın başka bir randevu akşam üzeri beşte diye illa dörde randevu koparmaya çalıştım, ı-ıh dedi. Hemen çıkayım yarım saate oradayım, dedim, yok dedi. Ulen ne edeyim güç bela almış olduğum iki randevunun arasına koymuyorsun, ötesine atmıyorsun, illa bir kırk beş diyorsun. Tamam kız dedim, geliyorum, ikinci randevuyu da - ki ev sahibi bu biliyorum - kaçırmayayım diye tüm motivasyonumla yola çıktım. O geçen hafta kaçırdığı tramvayların arkasından el sallayan fakir ama gururlu kız yok artık! Vaktinden evvel çıkar, biri olmasa öbür hata atlar, her türlü raconu keser o adrese bir Evropalı dakikliği ile varırım. Vardım. Bu arada güneş gözlükleri ile girdiğim tramvay hattından şemsiye ile çıktım, dahası on dakikalık yürüme mesafesinde donuma kadar ıslandım. Evi gezmek, İlker'le akşam değerlendirmelerimiz için çekeceğim videoya ayırabileceğim sadece on beş dakikam var. Sara ile girdik eve. Ben "eski bu ev" diyorum, o teessüf ediyor, klasikmiş. Peki canım.
İlker geçen hafta yaptığı çapraz sorgulamalarda benim evleri iyi incelemediğime kanaat getirmiş olacak, bazı konularda sağ olsun yapıcı eleştirilerini iletti. Dolap kapaklarını açıp kapamamı, pencere çerçevelerine iyice bakmamı, muslukları filan denememi söyledi. Ben de eşek değilim, laf dinledim, o gün bugündür, hatta bugün gerçekten çok kararlı bir şekilde uygularken, mutfak musluğunun altındaki çekmece kapağını fazla kararlı açmaya çalışınca ayağıma düşürdüm. Artık nasıl bağırdıysam, salonda telefonla görüşmekte olan Sara, sese koştu geldi. Yok diyorum, sorun yok, ama acıdan yaşaran gözlerim öyle demiyor. Ulen o kapak çekmece kapağı değilmiş yav! lavabonun altına konmuş bir kapak parçasıymış. Ama eski değil klasik ev, lütfen.
Sara tabii benim ayak kokumu bilmiyor, ne bilsin garibim, illa ayağına bakalım diyor, kibar insan. Ay ben de merak ediyorum ama yağmur yemiş, onca yol yürümüş ayak, biliyorum yani. Kadın beni hayatından çıkarır, bu tehlikeyi de göze alamıyorum. Allahım bu eve ayrılan sürenin sonuna geldik neredeyse, öbür randevuyu kaçıracağım, aman dedim, çıkar ayakkabını ne olacaksa olsun! Brüksel'de emlakçı mı yok? Ama ışıkta bakayım bahanesiyle kadından uzaklaşıp pencerenin önüne kaçtım, koku molekülleri evi sarmadan da topukladım. Artık benden sonraki kiracı adayı düşünsün, peh! Aslında iyi fikir, beğendiğim eve ayak kokumu bırakırsam, işaretlemiş gibi olurum, benden sonraki üç ziyaretçi evi tutmaktan kesin cayar.
Çıktığımda yine yağmur yağıyordu, şeker miyiz, eriyecek miyiz, hadi tabana kuvvet. Ayaktaki hasarın tam farkında değilim, zira aceleden iyice bakamadım ama çatlak olmadığından eminim, en azından yürüyüp koşabiliyorum. Öyle ki, google maps benim hızıma ayak uyduramıyor, hey gidi Yeliz...
O güzel sessiz mahalledeki ilan daha dumanı üstündeydi, yakaladığımda. Sabaha karşı randevu talep etmiştim. Nitekim evin sahibinden ilk randevu talebinin şahsımdan geldiğini öğrenecektim. E, eşek değilsin ya madem ilk aday benmişim, biraz indirim yapıver diyecek oldum, iki ay daha boş durursa belki inerim dedi, keçi.
Bu geçtiğimiz haftayı verimli kullanmak için İlker'le çok sıkı bir rutin geliştirdik. İkimizin de immoweb profili var (beni atarlarsa, onunkiyle devam edeceğiz), o gün içerisindeki ilanları favori listesine ekliyor, ben, tüm gün işte eğitimde olduğum için, ancak akşam süzgeçten geçirip üç defa daha dönüp dolaşıyorum ve işte bugünkü gibi dumanı üstünde birkaç tanesine daha ulaşıyorum. Randevuları benim profilimden alıyoruz, Belçika hattım var ya o bakımdan. Günde en az iki ev randevusu... Erkenden gidip muhit videosu çekimi, emlakçıyla evi gezme, notlar alma ve eğer ev fena değilse, ev turu videosu çekimi, gündem yoğun anlayacağın. Emlakçıysa sohbeti koyultuyorum, çocuğu varsa, mesela, hemen etraf okulları anlattırıyorum, çıktıktan sonra da birkaç sokak çevresini geziyorum. Muhitteki insan tipleri ve hatta araba modellerine bile bakıyorum. Araba demişken, dünkü randevunun muhit gezisi sırasında karşıma çıkan hemşerimin arabası:))) (bunun sarısı ve mercedes'i olsa tam gurbetçi stayla)
Çok da şeetmeyeyim, zira bu arabanın durduğu sokakta pazartesi başka bir ev randevusu var, bakarsın komşu oluruz.
Bu dumanı üstünde evin sahibine de ilk aday numarası sökmeyince, "ev de eskiymiş" ayağına yattım. Klasik de diyemez, bayağı tadilatta, ama yemedi, keçi işte diyorum. Neyse çok da bok atamıyorum, bu gözler neler gördü?
Mesela az sayıda fotoğraf olan bir ilandaki eve mutlaka gitmek istedim, hem ulaşım kolay görünüyor hem de zaten işten erken çıkıp bir randevuya gideceğim, fırsattan istifade dedim. Tramvaydan indim, bakınıp duruyorum, 1 numara ama bina yok. Meğer önümdeymiş eskilikten numara okunmuyor. Emlakçı ile buluştuk. Dedi ki binanın cephe duvarları yenileniyor, hadi hayırlısı, mantolama filan ihtiyaç tabii. Asansöre bindik, ikinci kata çıkasıya emlakçıyla akraba çıkacaktık, diyeyim, sen hızı tahmin et.
Dairenin önünde durduk, onlarca anahtar tomarından anahtarı bulmasını beklerken şöyle bir etrafıma baktım, yani İzmir'de bu yaşta bir bina olsa biz onu müze yaparız, ya da yıkılma tehlikesi diye zaten binayı boşaltırlar. Ay anahtarlar hala şıkırdıyor. Çenemi tutmasam "kardeşim anahtarı boş ver, şöyle bir omuz at açılır zaten" diyecektim, içimden geçenleri hem de Türkçe olarak anladı mı ne, kapıdaki güvenliği sağlayan kilitleri gösteriyor. Ay bana bir gülme geldi. abicim kapı yani evin cümle kapısı buzlu cam, ne anahtarı, ne güvenliği dirsek atsan içerdesin. İçerde derken direkt salon. Yani salonmuş. Ben onu hol sanmıştım. Hemen sağında bir başka bölüm var. Salonu iki adımda geçip cümle kapısının eşi bir başka kapıdan daha geçince yatak odasıymış. Hmm. Sonra bak yine koridor filan yok, soluna dönüp başka bir odaya giriyorsun. Adam giyinme odası dedi ama anneannemlerin bağ damındaki yüklük bundan büyük. O odadan da yine bir kapı, banyo. A banyonun da iki kapısı var, hop çıktın kapıdan yine cümle kapısındayım. E, ikinci oda nerde? Oymuş o, yüklük kılıklı oda ikinci odaymış. İlginç. Video filan çekmedim, ne çekeceğim? Başka ilanlarda görüşmek üzere, deyip emlakçıya esenlikler diledim.
Şimdi ben bu evlere eski diyorum ya, Allah bana beterini ihsan eyliyor. Lüks dedikleri muhitteki (Uccle, hani Brüksel'in yerlisi varsa aramızda diye yabancı kalmaması için belirtiyorum) evlere onun sapı bunun çöpü diyerek kulp takınca önüme ilan çıkmaz oldu. Immoweb tarihinde search tüketen bir ben bir de bizim muhterem. Ah budur dediğime maaşı yatırıyoruz, güzel evde oturacağız diye bahçesindeki çimleri mi yiyeceğiz, ne edeceğiz?
Kilitlendim, dedim böyle olmayacak, çemberi genişletmem, mümkünse muhitten yana biraz mütevaziye kaçmam gerek. Şansıma dört yıldır bu memlekette yaşayan bir Türk arkadaşım, aldı beni yamacına, daha makul mahalleleri bir bir haritadan işaretledi, anlattı, eksisini artısını saydı. Ertesi sabah, elimde o muhitten (Forrest, Brüksel'in yerlileri için komün bu) yaklaşık yirmi ilan, on randevu talebi, üç randevu teyidi ile emlak piyasasının görüşlerine hazırdım. Peki, Forrest sen de bana hazır mısın? Komünler arası ünüm yayılasıya (ağırkanlılar demiş miydim, vizeler nerde Belçika?) kadar ben evi tutmuş olurum, bu bakımdan rahatım.
İlanlardan birinin çok güzel bir caddede olduğunu biliyorum ama uydu görüntülerine bakmamıştım, ilanda da dış görünümü var mıydı hatırlamıyorum. Tek hatırladığım salona çok güzel bir raf yaptırmış oldukları. Tramvaydan inip bir on dakika kadar yürüyorsun, sağın solun market, dükkan, lokanta, bisikletli insanlar... Derken caddeye giriyorsun, iki yanı ağaç, nezih... Yürüdükçe evler sevimlileşmeye başladı, bu kötü haber, ne kadar sevimliyse o kadar yaşlı. Hatta ziyaretine gitmekte olduğum evin yirmi ev kadar öncesindeki eve hafta içi gideceğim, önünden geçerken ıy dedim, gitmesem mi, bu ne ya dökülüyor. Her zamanki gibi erken konuşmuşum, buyrunuz, ev bu!
Kaçmak yok, randevu aldık, ayıp. Geldik gireceğiz, en azından kaç yılı yapımı olduğunu sorarım, değil mi ya? Sarı kafalı bir oğlanla sarı kafalı anası açtı kapıyı (çünkü ben zenciyim o bakımdan evropalıları yadırgıyorum peh!). Evin sahibiymiş bu insanlar.
Neyse ki ecnebiler ayakkabıyla geziyorlar, ayak kokusundan bahsetmiştim, oraya tekrar dönmeyelim. Hem zaten bu evde gözüm yok, dolayısıyla kokumu bırakmama gerek yok, üstelik iyi bir aileye benziyorlar, evlerinin atmosferini bozmayayım ve ben gerçekten çok gevezeyim, "bazen ne çok konuştun" demek geliyor mu içinizden? Ciddi soruyorum, "sadede gel kadın" diyerek omuzlarımdan tutup beni sarsmak isteğiyle yanıp tutuştuğunuz oluyor mu? Benim bile bazen oluyor. Hadi hafta içi iş yerinde iki insan üç emlakçı konuşuyor, onların kafasını şişiriyorum. Ama hafta sonları? Özellikle de memlekette herkesin uyuduğu bu saatlerde, konuşacak kimsem yokken, fena çenem açılıyor, idare edeceksiniz artık ya da ruh sağlığınız için sevabına bir sinerji yapın da muhterem ile cücenin vizeleri çıksın, kurtulun benden, siz rahat ben rahat.
Bu sarı kafa ailesinin evde ayakkabıyla geziliyordu ama illa ayakkabını çıkaracaksın diyene rastlama ihtimaline karşı çantamda galoş bulundurmalıyım. O çantada, emlakçı notlarımı aldığım defter, yolda ve dinlenirken okuduğum kitap, cüzdan, güneş gözlüğü, sert rüzgara karşı bağrımı koruyayım diye fular, şemsiye (mesela bugün beş defa ihtiyacım oldu), su, yedek şarj, kulaklık kablo, harita (telefonuma, yedek şarjıma bir şey olması ihtimaline karşı analog destekler her zaman düşünülmeli!), atıştırmalık (kan şekerim mi düşsün?), otele dönerken markete uğrarım diye bez çanta, ıslak şemsiyemi koyarım diye poşet varken bir çift galoş mu fazla gelecek? Gelmez, koyayım ben.
Sarı kafa ailesine ba-yıl-dım! Evi almayayım ben bunları alayım? (ev alma ev sahibi al) Kadın acayip sevimliydi, oğlan desen bal, bir de içerde uyuyan küçük numara sarı kafa vardı, tam mıncırmalık. Evin beyinde ingilizce yoktu, hmm belki vardı ama yemek yapıyordu, onunla pek sohbet edemedik. Ama kadınla muhabbeti epey ilerlettik, o oğlan anasına yapışmasa oturup bir kahve de içebilirdik pek ala!
Yeni insan tanıma konusundaki bu motivasyonumun psikolojide bir teşhisi var mı? Yalnızlık? Kendilerine yeni ev almışlar (isabet!) bunu kiraya vereceklermiş. Verirler bence, ben de mesela konutta vintage tercih etsem kaçırmam ama beyimlen modern seviyoruz. Boylar da malum kısa, dört metre tavan ihtiyacında değiliz. Bize şöyle kutu gibi, temiz, yeni, dert çıkarmayacak gideri asgari bir ev nasip eyle yarabbi, bu müzeyi de allah sahibine ve yeni kiracısına bağışlasın. Çıkmadan dayanamadım, sordum, kaç yılında yapılmış? 1932. Ama, en son 15 yıl önce yenilenmiş, hmm evet İzmir'de 12 yaşını dolduran apartmanımıza bakış açım değişiyor. Ama asansör daha yeniymiş, 1949. Doğru vallaha, böyle bir asansöre binme deneyimini yaşamak istediğimi söylediğimde, hemen buyur ettiler kabine, orada yazıyordu. Evden ayrılırken Belçika'daki ilk müze gezimi tamamlamış gibi hissediyordum.
Adet edindiğim üzere, otele dönüş yolumu iyice uzatarak yürüdüm. Çünkü hala ayak baş parmağımdaki hasarın boyutunun farkında değilim, yürüyebildiğim sürece sorun yok. Birden karşıma bir orman çıktı! Şehrin ortasında orman! Ağaçların gövdesini üç yetişkin el ele tutuşsa ancak sarar düşün yani... Döneyim mi yürüyeyim mi derken ormanda epey ilerledim. Bütün gün yağmur yağdı ya, o toprağın kokusunu içine çekince bir anda tazeleniyorsun, sonra kafanı kaldırıyorsun ve gökyüzü görünmüyor, evvel yağmurun yapraklardan suratına dökülünce ayılıyorsun. Ayılınca jeton düştü, nereymiş buralar google maps'e sorayım demek aklıma geldi. Duden parkmış. Parkmış yani. Ben üç ağaç görünce ay ne güzel orman diyorum ve iki haftadır hala alışamadım. Dün akşam da aynı şey oldu. Bir ev randevusundan otele dönerken yine etrafı geziyorum, artık yorulunca bir tramvaya bineyim dedim, google maps'e başvurdum. Gidiyorum gidiyorum, beni acayip yerlere sokuyor, bir tenhalar, bir ormanlar (orman dediğime bakma sıradan ismi bile olmayan üç beş ağaçlık yol) maps'in kötü emellerine alet mi olacağım diye endişelenmeye başlamışken masal diyarına düşüverdim. İkişer katlı evler, bahçeler, köpek gezdiren, bebesine bisiklet bindiren, koşan insanlar... Hollywood filmi adeta.
Bu yazı, burada kesmesem daha uzar gider. Yazı boyunca alakalı alakasız her yere bizimkilerin vize mevzusunu sıkıştırmamın psikolojik bir teşhisi var tabii ki, evrene mesaj gönderiyorum, ne sandınız? Yok, aslında kuyruğu böyle dik tuttuğuma bakmayın, vizelerin henüz çıkmamasına acayip kılım. Hadi onu da başka yazıda anlatayım, bu yazı romana dönüşmek üzere:)
Eee? Ayak nooldu? Ya o sondaki mahalle? Yarım bırakmasana bacım muhabbeti :)
YanıtlaSilÇok geçmiş olsun, tabanvay sevene ayak sorunu bela.
Muhteremle cücenin vizeleri bir an önce çıksın, süpaneke dinimiz amin:)
E daha okuyorduk biz..Buzlukla,ayakla başladık ama oraya gelemeden bitti yazı,öncelikle geçmiş olsun tabii ama devamını bekliyoruz,arayı açmayalım lütfen :)
YanıtlaSilYeliz çok geçmiş olsun, 1932 model evin içini de epey merak ettim yalnız :) Vize işiniz de tez zamanda hallolur umarım. SEvgiler..
YanıtlaSilBen de anlatılan evlerin içini merak ettim deli gibi :) Ayağa özel bir roman gelecek sanırım, beklemedeyiz ...
YanıtlaSilEee? en sondaki fotodaki evi kiraladık diye yazmanı bekliyordum ben:) Harika görünüyor. Kolay gelsin, vizeler hemmen çıksın, ben şimdi sihirli defterime yazıyorum (gerçekten var) ve vizeler çıktı haberini 3 güne kadar alıyorsun...
YanıtlaSil