Klasik Belçika ofis muhabbeti: Hafta sonu ne yapacaksın?
Genelde cuma gibi sorulan bu soru, şahsıma özel olarak çarşambadan sorulmaya başlayınca (ailesinden ayrı zavallı Yeliz) beni bir telaş aldı. Harbiden ne yapacaktım bu hafta sonu?
- İlker görmesin - darmadağınık olmuş evi düzenlemeyi, hafta içi için alışveriş ve yemek yapmayı zaten planlamıştım. Havuzu da denemek istiyordum, bizim belediyenin havuzu Brüksel'in en iyilerindenmiş, temizlik sertifikası filan. Ama tabii önce mayo, bone filan almak lazım.
Arabayla yakındakine gitmektense, tramvay inşaatı yüzünden birkaç araç değiştirmem gereken toplu taşımayı ve tabanvayı seçtim ve merkezdeki Decathlon'a gittim. Türkiye'deki Decathlon'dan çok daha fazla çeşit var, adamlar spor için yaşıyor, ya ne olacaktı?
Biraz merkezde dolandım, mağazalara girip çıktım. Şimdiden "okula dönüş" teması parekende dünyasını ele geçirmiş, mis gibi kırtasiye kokusu. Dünya para harcamamak için kendimi zor tuttum. Her ne kadar dijitalleştiysem (cep telefonuna alınan notlar, alışveriş listeleri, yapılacaklar listeleri ve dijital ajandalar...) de kalem kağıdın büyüsünden kurtulamıyorum.
İki yıl önce Sıla'nın önerisi ile okuduğum Sanatçının Yolu kitabından bana kalan en güzel alışkanlık her sabah yazdığım 3 sayfa. Kalem kağıtla tabii ki:) Geriye dönüp okumuyorum, her yazı yazıldığıyla kalıyor. Günlük ya da blog değil. Değişen gündelik yaşam, bazen sayfaları sekteye uğratıyor, aylarca yazmadığım oluyor, ama tekrar başlayınca, yıllar sonra bir araya gelen ve hiç ayrılmamış gibi kaynaşan eski dostlar gibi oluyoruz. Kitap, sayfaların yaratıcılığı artıracağını savunuyordu, benim özelimde daha ziyade kendimi tanımamı, ne istediğimi anlamamı sağladığını düşünüyorum.
Aslında ne sağladığı çok da önemli değil, önemli olan iyi hissettirmesi :)
Hafta sonunun yarısını geçmişken, yapmayı planladıklarımın çoğunu yapmamışken bile iyi hissediyorum. Dün spor salonuna gitmek yerine her fırsatta yürüdüm ve 20.000 adım attım! Canım çok çekmesine rağmen o nefis domates sosuyla makarna yerine ızgara patlıcan ve kabak yedim. Şahsiyet diye bir dizi varmış, bu yıl İlker'le birlikte izler miyiz diye ilk bölümünü seyrettim. Gerçi Ufak Tefek Cinayetler hüsranından sonra benim tavsiyelerimi dinler mi, muhterem, bilemem:)
Uzun lafın kısası, yalnızken de iyi hissettirecek şeyler yaptım.
An itibariyle... Açık pencereden, hangi dilden konuştuklarını anlamadığım alt kat komşularımın sesi geliyor, ara sıra da ilerideki ağaçların rüzgarda sallanan yapraklarının hışırtısı.
Bugün kapalı havuza veya kapalı spor salonuna gidilmeyecek kadar güzel bir gün.
Bugün ağaçların altında kitap okumak için güzel bir gün.
Ben en iyisi kahve yapıp parka gideyim, otur otur nereye kadar:)
Bu yazının bana olan faydası ise sizin okuduğunuz kitap oldu; hemen sepete attım Sanatçının Yolu'nu :)
YanıtlaSil