Maç var. Macaristan Türkiye. (Hayır yani maç olmasa blog yazısı yazacağım yok, aşk olsun)
Misafirlerimiz Arca'nın sınıftan Macar arkadaşı Abel ve babası. Ha bir de Erdem geldi, "baktık yeniliyoruz Macar'a dalarız" geyiği çeviriyorlar. Ben de bira ve cipslerini servis edip çalışma odasına kaçtım. Son altı aydır ofisim olan odaya. Kitap kulübüyle zoom toplantıları yaptığımız, kitap okumak için, spor yapmak, meditasyon, yoga vesaire için kaçtığım odaya. ...
Her kadının kendine ait bir odası olmalı. Virgina Woolf canım benim nasıl da haklısın. Kendine dönmek, kendini alıp gitmek için bir oda şart.
Ya ben şimdi ondan bahsetmeyecektim, epeydir iki satır yazmamışım, bizim cepheden son gelişmeleri paylaşacaktım.
Ofise hala haftada bir, bilemedin iki gidiyorum. Genelde evde, bu odada hayatımı geçiriyorum.
Bubble'larımız var. Devlet öyle diyor. Kendinize bubble yaratın, görüştüğünüz kişi sayısını sınırlayın diyor. Çekirdek aile dışında, ana babalarınızla görüşün mesela, ya da kardeşinizin ailesiyle. Bizim kimsemiz olmadığına göre bizim bubble arkadaşlarımız işte.
Gerçi şimdi okul başladı, bubble filan patladı.
Arca, epey büyüdü. Yaşıtlarına göre önceden başladı her şey, okul başlayıp arkadaşlarını görünce fark ettik.
Boy attı, sivilceler, kıllar, kokular filan tam bir ergen artık. Dilin pabuç numarası 39. Boy anasına 2 cm. Amma velakin kafa hala 11 yaş.
Zor allah biliyor ya, zor. Onun için tabii daha da zor. Sesini kontrol edemiyor, elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor, sürekli bir sakarlık (gerçi kadarlığının sebebi ergenlik olmayabilir, hatırlamak isteyenler için on yıl evvelinden bir Sakar ana yazısı) ve hiçbirimiz nasıl başa çıkabilceğimizi bilmiyoruz. Hazırlıksız yakalandık.
Hala bıdıkmış gibi geliyor, ama değil işte büyüyor ve biz yaşlanıyoruz. Hayır gözüme bir şey kaçmadı!
Bubble demişken , bubble'ımızın bir ailesini Köln'e yolcu ettik bu hafta. Bu yıl iki tatilimize de birlikte çıktığımız, sık sık görüştüğümüz (Antwerp'te yaşamasalar daha da sık görüşeceğimiz) arkadaşlarımız Belçika'dan ayrıldılar. Hafta sonu onlara ve yaza evde güle güle partisi verdik. Hani rakı sofralı filan, gecelemeli, sarhoşlamalı... Nitekim komşular bile şikayet etti (evet utanıyorum, ama çok az)
Yaza da veda ettik, bitti. Biliyorum Türkiye'de bitmedi, daha bir ayı var güzel havaların ama burada Ağustos'un son haftası sonbahara bağlar. Belçika'ya ilk taşındığım sene, çok acıklı bir şekilde fark etmiştim. Tam da bizimkilerin gelişinin sonsuz bir belirsizliğe dönüştüğü o günlerde, esen rüzgar ve sararan yapraklar sonbaharı müjdelerken hazırlıksız yakalanmış, hem üşümüş, hem de çok üzülmüştüm. Yaz bu kadar kıymetli olmamalıydı, yazdan sıcaktan bıkılmalıydı ...
Dün kitap kulübünün toplantısında yelpazelenen, terasta atletle oturan, sıcaktan şikayet eden arkadaşlarımı görünce içim cız etti, sahi daha terleyecektik biz.
Kitap kulübü demişken...
Güzel kitaplar okuyorum bu ara. Ursula K. LeGuin ekibi olarak öykülerine daldık, Dünyanın Doğum Günü. Anarşist ve de Feminist! Ursula sen ne başka kadınsın!
Feminizmin temellerinde bir kitap: Invisible women . Türkçesi henüz çevrilmedi sanırım. Bir yandan bunu karıştırıyorum yine. Ve okuduklarım karşısında kanım donuyor. Ne kadar da yokuz ne kadar da görünmeziz aslında. Ay yok, bunun yeri burası değil, ben size bir Feminizm 101 diyerek uzun uzun anlatacağım.
Maçlar bir başlasın ...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilDört gözle beklediğim günümü güzelleştiren yazı geldi nihayet :) Güne senin yazılarını okumak başlamak gibisi yok benim için. O kadar kıymetli yani yazıların benim için.
YanıtlaSilEşime sık sık senden bahsettiğimi biliyor musun? İlk başta garip geliyordu sanırım ona da yüzyüze görüşmediğim ama hep bir arkadaşım diye bahsettiğim biri olması.
Şimdi Yeliz şöyle böyle falan deyince garipsemiyor alıştı.
Sevgilerimle...
Maçları sabırsızlıkla bekliyorum o zaman :)
Ben de aynen katılıyorum Okuyan Güzel'in yorumuna. Yeliz diye bir arkadaşım var benim de :)
YanıtlaSil