Pazar gününün, üç buçuğu gösteren dakikalarında bir tatil gününden alınabilecek en yüksek verimi almanın haklı gururu içindeyim, sayın okuyanlar.
07:30'da kalkmışım, sabah sayfalarımı yazmışım, yetmemiiş geceden kalma boyun ve omuz ağrılarım için yoga yapmışım, babababbak...
O da yetmemiş, 09:00'daki Flamanca dersim için tekrar yapmış, bir de üstüne ders almışım. 10:00 itibariyle evin pipilileri uyandığında ben on kaplan gücünde mutfağa dalmış idim.
İşte bunlar hep erkencilik. İşte bunlar hep tavuk misali 22:00 civarı uyumuş olmanın nimetleri, işte bunlar hep yaşlılık belirtileri.
Menemen istediler, soğan domates olaylarına girmişken deli dürttü ya beni bamya ile yeşil mercimeği de aradan çıkardım. Bakın bunu katiyen övünmek için söylemiyorum, ben bu eve iki tencere yemeği yapmasam biz her gün makarna, risotto, tavuklu pilav.... Olur bunlar. Neden? Çünkü ev halkı bana, benim yemeklerime mecbur değil. Hain muhterem mutfakta oldukça benim low carb beslenmem, iki kat plise yapmış göbeğimi düzleştirmem mümkün değil. Neyse o göbeğe sonra geleceğiz.
Yemekleri de pişirdikten sonra yatak odasına daldım, çarşafları değiştirirken evdeki her tipten yastığı çıkardım, koydum. Zira şu son brkaç gündür uyandığımdaki boyun ağrısı dayanılmaz. Beynime vuruyor, sağa sola çeviremiyorum çok fena. Yastık araştırıyorum, bir yandan. Nasıl yatıyorsan ona göre yastık alıyormuşsun, ben hamilelikten beri sırt üstüne çok alıştım, acaba yastığım mı uygun değil, bakacağız. Çok da pahalıymış, piyasadan uzak kalmışım.
Bu yastık araştırmasını, puflu koltukta otururken yaptım. Puflu koltuk... Mühim puflu koltuk. Herkesin gözü onda, aklı onda. birinci mevki puflu koltuk. Öyle kolay kolay oturamazsın, oturtmazlar.
Puflu koltuğun mevzusu eskilere dayanıyor, buraya ilk taşındığımız günlere. Bizim salon takımı İzmir'den geldi. Orada iki tekli, bir ikili ve bir de üçlü koltuk ve de pufsuz olarak hizmet veren takım, buradaki affedersin göt kadar alana sığmayınca, teklilerden birini çalışma odasına attık. Şikayetçi değilim, zira şu an o koltuktan bildiriyorum.
Salonun düzenini oluştururken , Arca doğduğundan beri favorisi olan ikili koltuğu kaptı, tartışmasız, en sevdiği battaniyesi filan orada izliyor maçları. Muhterem kocam, İzmir'deyken olduğu gibi üçlü koltukta uzanırım ben, dedi. Bana kala kala tekli koltuk kaldı. Peki. Ben de dedim ki, vaktiyle emzirme koltuğu diye aldığımız, sonrasında benim hep okuma köşelerime atılan puflu setin pufunu alır koltuğun önüne korum, bunlar maç filan izlerken ben de ayağımı uzatır kitap filan okurum. Zira çalışma odasındaki okuma köşesinde pufa ihtiyacım yok, çalışma sandalyesi var, pilates topum var... varoğlu var... ayağımı da onlara uzatıveririm.
Tamam, dediler. Bak dikkatini çekerim, tamam dediler, anlaşmaya varıldı.
Gel gör ki, ben zavallı, ne olduğunu anlamadım, iteklenip filan bir anda üçlü koltuğun köşesine sindirildim. O aşamaya nasıl geldik hiç hatırlamıyorum. İlkerin sinsice bir işgaliydi bence. Neymiş efendim, o bilgisayarını televizyona bağlıyormuş, karşıdan işlerini hallediyormuş. Neymiş efendim, o bütün gün evdeymiş, neymiş aslında bu tam baba koltuğuymuş bak sen !
İlkerin İzmir'e gittiği ilk gün yerleştim koltuğa. Bak nasıl naif nasıl da tatlı bir ortam yaratmışım kendime... Çiçeğim de var., tam kız koltuğu.. Bir pazar günümün tamamını o koltukta geçirdiğim oldu, o derece bir mutluluk...
Derken muhterem geri döndü. Bilgisayarını, uzaktan klavyesini, koca mouse'unu yerleştirdi sehpaya, çiçeği sepetledi. Bir gün dedi ki, burada oturmuşsun. Ayol nerden anladın? Üçlü koltuğun minderlerinin altı tertemiz, bununkinde cips kırıkları, çiğdem kabukları var. (Evet minder altlarını temizlemiyorum, o işi muhterem yapıyor, sonra işte arkamda delil bırakıyorum, peh!) Yakalandım.
Ve dedi ki, yallah, mekanın sahibi geldi, seni yerine alalım. Allahtan ara sıra pufu paylaşmayı kabul ediyor da anlaşıyoruz, yoksa blog köşelerinden "aile içi zulüm görüyorum" diye yakaracağım.
Bağlarken konuyu, belirtmek isterim ki Arca büyüyor ve bacakları artık ikili koltuğa sığmıyor, üçlü koltuğa yan gözle bakıyor... tehlikenin farkında mısınız?
Bizde de herkesin yeri ayrı kimse kimsenin yerine oturamaz. Kanepeye uzanırım tabletimi alırım arada gözlük üstünden televizyona bakarım. çekirdeğimi yerim yerlere dökülünce eşim söylenir. ama yerimi kimseye vermem. Hülya
YanıtlaSilSelam, çok hoş bir blogunuz var takipteyim :). Rica etsem sizde bloguma bi göz atıp en altta bulunan 'Okuma Listene Ekle' kısmından blogumu takip eder misiniz ?
YanıtlaSil