5 Ekim 2024 Cumartesi

3N 1Ben : Eylül ve fazlası

 Tam bir ay olmuş. Bloga yazmayalı. Hani hiç sormuyorsunuz, ne yapıyorsun, neler okuyorsun neler izliyorsun diye…

Yok ya ne gönül koyacağım, aşkta gurur olmaz :D

Yazmak kadar bu blog da bir tür aşk işte seviyorum hulen! 

Neyse kimsenin sormasına filan gerek yok. Beni nerede bulacağınızı son yazımda bildirmiştim, merak edenleri Substack linkimize alalım, hani yazılar emailinize gelsin isterseniz, kayıt olmanız yeterli, biliyorsunuz.

Substack’te yazarlık tatmininden başka neler yapıyorum? 

Malezyada da yağmuru yakalamışım mis!

Sürekli bir hareket halindeyim, Eylül başladı, ben başladım gezmeye. Evvela ablamlar Duru’yu Maastricht’e yerleştirmeye geldiler, biz de tabii onlarla ortam check yaptık. Son alışverişler derken ufak bir Hollanda - Almanya - Belçika üçgeni çizmişiz. Avrupa’nın hala tatlı bir sürpriz gibi karşıladığım özelliklerinden biri bu işte. Yarım saat içinde üç ülkede bulunabiliyorsun.

Ablamları yolcu etmenin akabinden İlker’le İzmir’e gittik. İlk defa üç gece Arca’yı evde yalnız bıraktık. Yemeğini suyunu bıraktığımız için zorlanmadı. Zaten her gün okulu antrenmanı vardı, akşamın geç vakti eve geldiği için fazla da yalnız kalmamış oldu. Allah için Arca’nın kendisiyle ve evi Arca’ya bırakmakla hiç derdim yoktu da malum ergen mallığı oluyor, anahtarı unutur kaybeder sokakta kalır diye tırsmadım değil. Artık Arek de, İdiller de bizim sitede yaşamadığı için teras komşum Dominique’lere anahtarı bırakayım dedim, tatildelermiş, te allam… Son dakika Dominique hiç aklıma gelmeyen diğer komuşlarımızı hatırlattı. Ay nasıl rahatladım. Yaşlı tatlı insanlar, hatta gelsin bizde kalsın bile dediler. Canım ya… Yok dedim, siz yedek anahtarı alın, hani bir de bilin bu ergen oğlan evde, yoklamak lazım olursa…

İzmir’den döndükten iki sonra Malezya’ya gittim. İki günlük yoğun bir iş seyahatiydi. İki gün için iki gün yol gitmiş oldum. Ama şikayetim yok, uzun yol seviyorum, seyahat etmenin iyi gelen yönlerine odaklanıyorum. Güzel yemekler, uzun uzun kendimle kalıp planlamalar yapmak, farklı insanlarla kültürlerle bir araya gelmek… Hepsi gerçekten iyi geliyor. 

Malezya’dan döndükten sonra bu defa Paris’e gittim. Sektör fuarı vardı, hızlı trenle gidince gece kalmama gerek kalmadı ki iyi de oldu zira Paris’in üzerine bir gün evde kalıp Pilsen’e geçtim. An itibariyle Pilsen’deki otel odamdan bildiriyorum. Bir hafta daha da burdan bildirmeye devam edeceğim. 

Günler o kadar çok konuşarak ve insanlarla birlikte geçiyor ki, akşam sakin otel odasına bir an önce kendimi atmak istiyorum. Ambivert durumlar … Hiç girmeyelim şimdi. 

İş seyahatlerinin tüm iyi yanlarının yanında en kötü tarafı ne biliyor musun? Hayır yorgunluk değil. İşlerin devam etmekte olması, ve tatilde olmadığın için sürekli ulaşılabiliyor olman ve iş seyahatinin işleri aksatman için bir bahane olamaması dolayısyla hafta sonu veya akşamlara sarkan çalışma durumları. Az önce saydığım her seyahat bana hafta sonu çalışmak olarak geri döndü. Yalnız olacağım ve Pilsen de daha önce defalarca gördüğüm bir şehir olduğu için, hafta sonunum tamamında çalışacağımı düşünüyorum. Bakalım…

                                                Neler okuyorum?

Yaz başından beri sık sık sekteye uğrayan Jhumpa Lahiri’den Adaş’ı sonunda bitirebildim. Hindistan’dan Amerika’ya atmışların sonunda göç eden beyaz yakalı bir ailenin ilk ve ikinci kuşak adaptasyon hikayesi üzerine kurulmuş bir roman. Lahiri’nin yazıdaki ustalığına diyecek sözüm yok lakin öyküdeki özellikle Gogol’un yetişkinliğindeki sancılarını biraz garipsedim. İnsanın bir tane de dostu olmaz mı ya? Amerikalıların yüzeyselliğini de, batılılaşmış Hintli karısını da uzun uzun okuduk da adam otuz yaşına geldi, bir tane harbi dostu olmadı. 

Ay neyse uzatmayayım, okuyun bence, akıp giden güzel bir kitap. Belki göçmen olarak bana keyif vermemiştir.

Seyahatlerde kağıt baskı taşımayayım diye Kindle’da ne varsa onu okuyorum. Muazzez İlmiye Çığ ile söyleşi derlemesinde epey ilerledim. Çalışmanın, sürekli üretmenin ve kendini geliştirmenin etrafında dönen bir hayatı kendisinden öğrenmek çok kıymetli. 

Neler izliyorum?

Bahar tekrar başladı, pek güzel… Kürtaj meselesinde boşanma ve uyuz kızı ile ilgili sosyal medya yeterince diziyi gömdü, artık benim diyecek bir şeyim kalmadı. Yok yok dayanamayacağım, yine de diyeceğim; ya arkadaş alt tarafı Türkiyede yayınlanan Koreden devşirme bir dizi, ne halt etmeye feminizm kadın hakları gibi roller biçiyoruz, dizi sorumluluk projesi olmak zorunda mı? Bir gevşesek mi artık? Bahara gelesiye kadar Sağlık bakanlığının videosuna bakalım lütfen (neyse ki bakanlarımız çok var, bana yine gerek kalmadı.)

Deha diye bir dizi çıktı karşımıza, İlkerle ilk bölümünü izledik, ikinciyi de az önce bitirdim. Her Türk dizisi gibi cıvıtmaya mahkum mu olacak yoksa kısa kesip tadında mı bırakacak göreceğiz. Yalnız İskender rolü Yargı’daki Yekta’nın dolandırıcı versiyonu değil mi ya? Çoğu zaman Yekta’yı izliyormuşum gibi geliyor.

E sizde ne var ne yok?

4 Eylül 2024 Çarşamba

2507. Yazı

 Merhaba! 

Blogspotun ana sayfasına girdim baktım. Otuz küsür taslak yazıyı saymazsak 2506 yazı yayınlamışım. 17.700’ün üzerinde yorum almışım, cevaplarım dahil, teknik aksaklıklardan sekteye uğramış olmasına rağmen. 

2008 yılının ocak ayında yazmaya başlamıştım. Ne Arca vardı akıllarda ne Belçika. Hayatımın 16 yılına, neredeyse üçte birine tanıklık eden blogumu çok seviyorum. 

Otuzlu yaşlarımı, hamileliğimi, lohusalığımı, memleket ve hayatla ilgili tüm çalkantılarımı ve hatta kırklarımın krizlerini, dönüşümlerini atlatamama yardım eden bu sayfayı ömrümün sonuna kadar yaptığım en iyi şeylerden biri olarak kabul edeceğim. Oh diyeceğim iyi ki iyi ki yazmışım. Zaten ben yazmazsam kafamın içindeki tüm o sesleri nasıl düzene sokarım bilmiyorum. Yazmazsam nasıl yaşarım bilmiyorum.

Mesela bu sabah uyandığımda ve her sabah olduğu gibi neye ihtiyacım olduğunu kendime sorduğumda blog yazmak cevabını aldım, sonra da oolong çayımı ve oturdum blogun başına. Saatlerimiz 06:30’u gösteriyordu. 

Bugün yazma amacım, yeni bir platformda daha yazmaya başladığımı, bu blogu hala takip edenlere duyurmak.

Veda atmosferi mi yarattım? Katiyen. Bu ancak daha fazla yazmak, daha fazla interaktif olmak, yazdıklarımı okumak isteyenlere mail kutusundan daha rahat ulaşmak ve biraz da İngilizce yazma tecrübesi edinmek için yeni bir yol denemesi.

Önümde beni bekleyen çok uzun bir gün var. Arca’yı uyandırıp çamaşırları asıp duş almam ve ofise gitmem gerekiyor. Belki siz de o arada substack alanıma üye olur oradaki yazılarımı da okumak istersiniz :)

Neden Substack ? 



31 Ağustos 2024 Cumartesi

Alışkanlıklar üzerine çalışmalar çabalamalar

 Yeşil sahalara doyduğum bir günün akşamından bildiriyorum. Doymayanlar içeride GS maçı izlemekte. Öyle yorulmuşum ki, üste üste içtiğim çaylar bile dinlendiremedi beni. 

Bir gözüm saatte bir gözüm yatakta, her an uykuya teslim olabilirim. 


Bu yorgunluğun tek sebebi Arca’nın maçlarının başlaması değil. Ağustos’un ikinci yarısı itibariyle herkeslerin ofise dönmesini müteakip günler üzerimden tır geçmişçesine sonlanıyor. Öte yandan son iki haftadır, belli alışkanlıklarım üzerinde çalışıyorum. Teker teker… sakin sakin…


Kolay olmuyor ve sonuçlar da hemen alınmıyor ama yine de iyi geliyor. Mesela sabah kalkar kalmaz kahve içmeyi sonlandırdım. Önce oolong çayı içiyorum. Sonraki saatlerde kahve. Kahvenin stres hormonunu artırdığına dair okuduğum yazıdan sonra bu alışkanlığı değiştirmeye niyet ettim, şimdiden bıraktım diyebilirim. 


Ekmek yemeyi de bıraktım. Alerjim varmış gibi değil de, iyice minimize etmek gibi düşün. Gerçekten faydasını gördüm. Hafiflik. Kilo vermedim ama daha hafif hissettiriyor, yemeklerin tadını da alıyorum, hatta zeytinyağlı taze fasulyenin bile. 


Yemek alışkanlıklarında edinmeye çalıştığım bir başkası yoğurt tüketimini artırmak ve kefiri yeniden hayatıma sokmak. Kefir mayalarımı buzlukta uykuya yatırmıştım, yıllardır ilişmiyordum, canlandırdım çok mutluyum. Hemen her gün kefir içiyorum. Kalsiyum lazım malum yaş belli. Kalsiyumun metabolizmayı hızlandırdığını da okumuştum bir yerde, yazanların yalancısıyım.


Sonra hareketsizlik. Bak bu da fena bir alışkanlık haline dönüşmeye başlamıştı. Aman bu sabah egzersizi atlayıvereyim hiç uyanamadım, aman da pms miskinliği… o pms geçen ayki gibi uzadıkça benim miskinliğim haftalara yayılıyor, hareketsizlik o kadar yorucu bir şey ki. Hareket etmenin, her gün mutlaka uzun kısa bir egzersiz yapmanın canlandırıcı bir etkisi var. Son iki haftadır her gün aralıksız egzersiz yaptığımdan alışkanlığa dönüşüyor diyebilir miyiz? En azından hareketsizliği alışkanlıklarım arasından çıkardım diyebiliriz.


Geçen dinlediğim bir podcastte bahsettiği gibi, hayatımız bir denklem ve bir alışkanlığı hayatından çıkarınca denge bozuluyor, o yüzden özellikle ödülün büyük olduğu alışkanlıkları yavaşça ve yerine bir şey koyarak çıkarmaya çalışmak en kalıcısıymış. Denklemi bozmadan. 

Her şey iyi güzel de, arkadaş şu memlekette bira içme alışkanlığıma bir alternatif bulamadım! Her köyün de ayrı birası olunca - evet binlerce marka biraları var - hepsini de denemek isteyince, olmuyor işte olmuyor!


Al işte bugün Arcaların deplasmanı Affligem diye bir köydeydi, adamların birası meşhurmuş bir öğlen birası içmeyelim mi? 




29 Ağustos 2024 Perşembe

Bugünlerde …

Sosyal medyanın bana iyi gelmediğini fark ediyorum. Epeydir uzak hissediyorum, mesela instagramdan. Belki de algoritmanın beni sürekli perimenapoz, iyi beslenme, spor, yemek tarifi gibi hesaplara taşımasındandır. Manipüle ediliyormuşum gibi hissediyorum. Birbirimizin tatil fotolarına yorum yaptığımız günleri arıyorum ama bilmem hangi influencer tarafından bilmem ne linkine ışınlanıyorum ve hop demeye kalmadan birkaç alışveriş sitesinin içinde buluyorum kendimi. Bu kadar mı müşteri olduk ? Ayol ne olduk biz?


İstediğim şeye istediğim zaman ulaşsam, hangi burnuma sokulmasa? 


Günlerce instagramı açmadığımı, günler önce gelen mesajlara cevap vermediğimi fark ettiğimde anlıyorum. İyi mi? İyi. Ama mesaja cevap vermediğim insan alınıyor mu? Belki… Vallahi bilmiyorum.


Sosyal medya bir nevi ihityaç duyulursa diye yamacında tutulan tanıdıklar gibi. Bugün faydası yok ama ya yarın olursa diye zaman yatırımı sanki. Bilemedim.


Bugünlerde…


Yazı bitiriyoruz demeyi çok isterdim ama kartlar daha yeni dağıtıldı gibi, en azından bizim düdük coğrafyada.


Sıcak hava tüm günümüzü esir alıyor, neyse ki serin akşamlar bizim mis… Yakındır sonbahar rüzgarları eser, yapraklar savrulur ve bitmeyen serinler, döt dondurucu soğukları kovalar…


Bugünlerde… 


Bilmiyorum ki, bir motivasyonsuzluk var üzerimde. Evden çalıştığım günler erkenden başlıyorum, taze bir beyin ve nefis fikirlerle. Üst üste bambaşka konulara ait toplantılarla bölünüyor zihnim. Bugün mesela ancak üçte toplantıları bitirip gerçek anlamda maillerimi okumaya başlayabildim, gerçek anlamda çalışmaya ise ancak beşte. Sonra Yeliz neden akşamın yedilerinde hala mail atıyor, neden acaba? Ancak güne başlıyor olabilir miyim? 


Evdeysem yine iyi, en azından toplantılar bitince 15 dakikalık şekerlemeyi müteakip bir çay ve sahalara dönebiliyorum. Ofiste uyuyamadığıma göre kaçmam gerekiyor. Gizli kaçamak yerlerim var. Kimsenin bilmediği minik yeşil alanlar, terasa arkalardan kaçmalar… Ofis binasının açık alanlarında volta atan birini görenler bilsinler ki o benim! 


Bugünlerde…


Öyle işte… hatırlayayım diye yazmak istedim. Öyle işte…




16 Ağustos 2024 Cuma

Yaşadığın ev kaderindir

Yine bir gün mutfakta benim muhteremle birlikteyiz. Paralel oynayan küçük çocuklar gibi yemek hazırlıyoruz ve buna bayılıyoruz ama ancak o gün aşçı İlker, ben yamak isem. 


Aşçı bensem “yalnız çalışmayı severim” diyerek herkesi mutfaktan sepetliyorum. 


O gün - ne piştiğini hatırlamıyorum - ocaktan bir koku yayıldı ve ben yine diyete girme niyetlerindeydim, ağır küfürler salladım muhtereme. Hani bir yemek bu kadar şahane kokabilir mi, bu kadar lezzetli olabilir mi? 


Ne zaman gerçekten diyete girecektik? Karaciğer değerlerine baktırmamız lazım dediğimizin üzerinden bir koca yaz kötü beslenmeyle geçmişti, ne zaman normalimize dönecektik? Bende bu iştah, bu adamda bu yemekler oldukça ben nasıl kilo verecektim? 


Ben bunları söyleyedurayım, muhterem lafı yapıştırdı; “yaşadığın ev kaderindir”.  


Kaderimi kabullenip yemeğe oturdum o gün. 


Bugün artık öyle yapmıyorum, kaderime boyun eğmiyorum nihoahaha


Dört günlük hafta sonunun ilk gününde bahçe keşfi yapacağız diye sekiz kilometre yürümüşüz, düşün ki nasıl acıkmışımdır… Bizim oğlanlar pizzadan bile lezzetli yumurtalı ekmekleri hazırladı bir güzel yedi, ben direndim. Kokulara, açlığa… Diren yeliz.


Ve iki yumurtadan omletimle salatamı yedim misler gibi. Akşama da ton balıklı makarna yaptılar (evet Arca da mutfaktaydı, hep muhterem mi mutfakta olacak) ve ben tavuk yedim. Hem de 18:00’de öğünleri kapattım, allahım sana geliyorum.



Bugün Köln’e gideceğiz, işler biraz karışacak, ama olsun, dönüşte tekrar her şeyi eski düzenine çevirebilirim bence. Ya ben bizim evin kaderine direnmişim, bir gecelik Köln kaçamağı mı bozacak hiç! 


14 Ağustos 2024 Çarşamba

Kabul günü

 Bir arkadaşım  değişmek için önce kabul etmek gerekir, demişti. Fark ettim ki, ben bunca yıldır evet en az son iki yıldır, kilo aldığımın ve vücudumun yağlandığının kabul noktasında değilmişim. Kendime aynada hiç adamakıllı bakmamış, kendimi incelememişim. Hep bir tatil sonrası kilolarım var demiş, ertesinde tartıda iki kilo eksiğini görünce, eh iyi hadi deyivermişim. Hadi dön gel başa sar olmuş. Muş diyorum, zira bugün fark ettim halimi ve tüm bunlar film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Çünkü fark etmemişim hem de hiç.

Bugün ne oldu dersen… 


Evden çalıştığım günler yaptığım gibi bugün de öğle tatilimde yürüyüşe çıktım. Bazı mağazalarda indirim vardı, H&M’e girdim. Ezberden 36 beden bir pantolon aldım elime, giyinme kabinine geçtim. Kabin öyle tasarlanmış ki, soyunurken bedenini neredeyse her açıdan görebiliyorsun. Kalınlaştığını nicedir fark ettiğim bacaklarımın her santimetrekaresi selülitle kaplıydı, hala iyi durumda sayılır dediğim üst bedenim, hatta sırtım bile yağlanmıştı. Görüntü beni rahatsız etmedi dersem yalan olur, hatta ben bu vücutla nasıl denize girdim diye düşündüm. Hani öz şefkat aman da bedeninizi sevin, canım kendim filan var ya, hikaye o! O görüntüde sevecek bir şey yoktu. Kırk altı yaşına geldiğimi hatırlatmak bile rahatlatmadı beni.


Beni rahatlatan şey şu oldu. Bedenimi görmekten gerçekten görmekten kaçıyormuşum nicedir, bu defa kaçamadım ve yüzleştim. Bu yüzleşmenin beni getirdiği noktada ince bir sızı halinde bir gerçeği daha kabul etmek zorunda kaldım. 


Belirtmeme gerek var mı bilmiyorum ama pantolonun içine giremediğimi ve artık 36 beden olmadığımı da kabul ettim.


Kabul günü gibi yemin ederim :))


Artık sınırdayım. 


Hani yaşamın ucuna yolculuk gibi, ya buradan böyle kötü beslenme ve kendimi kandırdığım kardiyo egzersizlerle, her yıl birer kilo daha üzerine koyarak menopoza ve ileri yaşlara kalitesiz bir yaşam tarzı ve aşırı kilolarla gireceğim, 


… ya da kendime bir taahhütte bulunacağım ve ucundan kıyısından o sınırı aşmaktan kendimi toparlayıp bugünden farklı bir düzenin içine gireceğim.


Bu kadar okuyorum, bu kadar aklıma yatıyor okuduklarım, bu kadar farkındayım meselenin, eh madem bir de kabul günümmüş bugün, kendime taahhütümün de kabul günü olsun madem. 


Hadi bakalım mübarek olsun.


11 Ağustos 2024 Pazar

An itibariyle… pazar sabahından

 Bizim departmanda bir yıldır çalışan Ayaka’mızı Japonya’ya uğurladık. Uğurlama öğle yemeği için ofisin etrafında açık bulabildiğimiz tek yer KFC idi. Neyse ki Japonlar KFC’yi çok seviyor. 

Ayaka’ya Belçika ile ilgili en çok neyi özleyeceğini sordum. Yaz havası dedi. Taze serin, hele de yağmur sapıtmazsa şurup … Katılıyorum Ayaka’ya. Bugünler hava en idealinde. Gündüzler güneşli, 20-25 derece, akşamlar 15 ve zaman zaman yağmurlu. Sabahları taze bir havaya uyanıyorsun. 


Önümüzdeki günler çok sıcak olacakmış (30 derece filan). Bu demek oluyor ki tüm gün eve giren güneş ışınlarından içerisi akşamları oturulamayacak kadar sıcak olacak ve bizim de artık terasta yemek ve akşamı geçirmek ihtiyacımız doğacak.


Sabah gözümü açar açmaz, bir yıldır dokunulmayan teras masa sandalyelerine el attım. Koltuğu tekrar temizledim, akşama doğru gölge geldi mi bir iki kova su da dökerim mis… Daha da uğraşmam, üç güne kalmadan yağmur yağar zaten.


Neyse ki temizlik standardlarım düşük, asgari hijyen ve misafir gelince rezil olmayalım bandında seyrediyor. Beden ve ruh sağlığınızı korumak için düşük temizlik standardlarını tavsiye ederim.


Dün Arca’nın yeni takımında hazırlık maçı vardı, eski takımdan da tanıdığım bir anneye de aynı tavsiyede bulundum. Kadın yalnız bir anne ve üç ergen oğlu var. Allah yardımcısı olsun.


Arca’nın yeni takım en üst ligin bir altıymış, bizim oğlan level atladı yani. Antrenmanlar haftada üçe çıktı, bütün yaz tatilde bile idman yaptı, hiç bu kadar ciddi görmemiştim kendisini, hadi hayırlısı.


Dün öğlen antrenman, sonra da maç akşama eve geldik. Nasıl bir yorgunluk çökmüş üstüme, uyuyup kaldım. Bir uyandım, Arca yok! Lionel ve Nathanla çıkmış, gece on bir olmuş piyasada yok. Meğer kuaföre gitmişler, saatler sürmüş, iki oğlan da siyah olunca afroları kes kes bitmemiş. Arada sadece babasını arayıp pazar sabahı başka takımın maçına götürmesini rica etmiş, hani iyi olduğunu filan ordan biliyoruz.


Kızdım tabii ama bir yandan da çok komik değil mi?


Bir cumartesi akşamını üç ergen oğlan kuaförde geçiriyor…

Onu geçtim, bizim halimiz çok komikti, evde gecenin bir vakti oğlanın gelmesini bekliyoruz, evet kuaförden! Hiç bu kadar yaşlı hissetmemiştim. 


Şimdi yazarken fark ettim ki, bir pazar sabahından bundan daha fazlasını bekleyemezdim. 


Erkenden kalkmak… Kahvem demlenirken terastaki temizliği halletmek, kahvemi içerken blog yazmak. 


Evde kimseler yok, İlker dün gece söz verdiği gibi oğlanları maç izlemeye götürdü. 


Aylardır sakat olan muhterem kocam sonunda yarın veteran takımıyla antrenmanlarına geri dönüyor. Futbol evimizin yadsınamaz gerçeği. Futbolun en sevdiğim tarafı - bizim oğlanları mutlu etmesinin dışında - bana da kendimle takılmam için alan açması. 


Hazır hala sabah serini varken ben de yürüyüşe çıkayım… 

4 Ağustos 2024 Pazar

Yavaş Pazar

 Tatil sonrası, tatil yorgunluğunu atmak için dinlemeye vakit ayırmak lazım. Bir nevi tatil tatili. 

Bu yıl tatil sonrası, değil bir gün, bir saat bile mola vermedim. Sabaha karşı uçağa bindik, sabah yıldırım riski yüzünden uçaktan inmek gecikti ve nihayetinde eve gelir gelmez bilgisayarı açtım. (Hatta uçakta yanaşmayı beklerken toplantı düzenlemelerini yapıyordum) 


Hafta sonunu yani bu anı iple çektim. Arafta iki günün ve erkenden uykuya teslim olduğum gecelerin ardından nihayet kendimi tam anlamıyla tatilden çıkmış, tazelenmiş ve dinlenmiş hissediyorum. Kendime not… Ne olursa olsun asla tatil tatilini ihmal etme!


Son posta çamaşırları astım. Üç sepet ütülenecekler bana göz kırpıyor, oralı değilim. Akşam başladığım masum kitaplık düzenleme aktivitesi, “çayı koyam da iki satır okuyam”a evrilince önüm arkam kitaplarla çevrili öylece oturuyorum. Sağımda “hayat 40’ta başlar” mottosuyla gazeteci bir kadının kitabı var. İçinde ablamın adı var 2018 diye tarih atmış, kırkıma hediye olsun diye vermiş muhtemelen. Ama verdiği anı bile hatırlamıyorum, dolayısıyla kitabı da unutmuşum. Deneme türü olduğu için ortasından sonundan birkaç yazıya bakıyorum. Neredeyse bitti. Ne verdi kitap sana, dersen… Bildiğimden fark ettiğimden farklı ve yeni bir şey vermedi. Geçiniz.


Ursula K.Le Guin’in deneme kitabı “Boşa Geçirecek Vakit yok” elime geçiyor. Kitabı okuduğumdan eminim lakin bitirmiş gibi hissetmiyorum. Ursula’nın ileri yaşlarında blogunda yazdığı yazılardan derleme bu kitabı sevmemin nedeni kendisiyle sohbet ediyormuş gibi hissettirmesi. Yer yer ülkesinin politikalarına eleştiri yapan yazıları var, beni bunlar sarmıyor tabii ki ama kimi yazıları var ki, o bilge Ursula teyze tadında… nasıl desem, tadından yenmiyor. 



“Yaratıcı olan bir yetişkin, sağ kalabilmiş bir çocuktur” sözünü irdelediği yazısı gibi. Bir vakitler söylemiş bu sözü ama içimizdeki çocuk kavramına bu denli anlam yüklemek yetişkinliği bu derece yermek, bize ne kazandırıyor? Kendi sözlerini bile tekrar süzgeçten geçirdiği düşünsel yazılarına bayılıyorum.


Ergenlik sıkıntılı yıllar kitabında cinsellikle ilgili kısma kadar okumuş bırakmışım, 15-20 sayfa daha okudum. Fikrim aynı, abartılmış bir kitap. Çocuğumun flört etmesinin, gelecekteki ilişkileri için faydalı olacağını bu kitabı okumasam da idrak edebilecek bir ebeveynim neticede. Bir de sadece ABD kaynaklı veriler üzerinden verilen örnekler her ülkeye kültüre uymuyor ve beni ABD’deki cinsellik yaş ortalaması vs pek ilgilendirmiyor, geçiniz.


Kitaplık düzenlemesine -pardon kitaplık düzenlemesi bahanesiyle kitap okumalara - ara verip kendimi sokağa attım. Otur otur, oku oku nereye kadar? 


Mahalleyi teftiş yürüyüşüne çıktım. Ne de olsa bir aydır yokuz buralarda, bakalım her şey yerinde mi? En son ıhlamurları kokarken bırakmıştım. Haziran ıhlamur ayıdır, bilir misin? Ben bilmezdim, buralı olunca öğrendim. Karşı caddenin köşesinde en az elli yıllık bir ıhlamur ağacı var, yürürken bir esinti geliyor ve zınk diye duruyorsun, kokuyu takip edip sarı çiçeklere ulaştın mı, kapat gözlerini ve ıhlamur kokusunu çek içine, keşfedilmemiş mutluluk diyarlarının kokusu gibi. 




Gittim baktım bugün, tohuma kalkmış ağaçlar koku filan hak getire. Mahalleyi bıraktığımda, çıtır güllerle kafam kadar ortancalar bahçelerin bitki örtüsüydü, şimdi tamamen değişmiş. Petunyalar ve adını bilmediğim minik çiçekler var. 

Kafam kadar ortancalar :)

Çıtır güller - sokak saksısı - Haziran

Hazirandan bir bahçe

Hazirandan bir bahçe

Belediye binasının petunyaları

Adını bilmediğim minik çiçekler hemen her evin bahçesinde

Kocaman bir sokakta fark edilen tek ev - tabii ki petunyalar :) sebep


Belçika’da temmuz sonu ağustos ortası hemen herkesin tatilde olduğu dönemdir. Yedi yıl önce işe bu zamanlar başlamıştım. Ev bulmak için gezdiğim mahalleler terk edilmiş gibiydi. Ürkütücü bir sessizlik. Bugün de aynı. Herkeslerin tatilde olduğunu bilen işletmeler, müşteri gelmeyeceğinin farkında, kapatmış, “tatildeyiz” yazıyor. Güzel havaya rağmen sokaklarda kimsecikler yok, pazar günü açık olan tek market bile boş. Şehre dönmek için şahane bir zaman!


Eve tam zamanında dönmüşüm, muhterem kocam spagetti bolonezin sosunu hazırlamaya başlamış. Benim katkım pek sınırlı, getir götür işte o kadar… Ama mutfaktan çıkasım yok, sosun hazırlanırkenki kokusunu duysan sen de mekandan ayrılmazsın ;) 


Depodan şarap getir, kalan kerevizleri torbala kaldır, balkondaki saksılardan kekik biberiye topla, yıka kurut ayıkla… bu kadar. Ha bir de sosa konan şaraptan kalanları kadehe koy, iç beklerken ;)


Hala kitaplığı tam düzenlemedim, hala sağımda solumda sayfalarını karıştıracağım kitaplar beni bekliyor…


Makarnanın suyu kaynamak üzere… totomu kaldırayım da makarna haşlayayım :))


Yavaş pazarımı okuduğunuz için sonsuz sevgiler… Sizin pazarınız nasıldı?