28. ay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28. ay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2011 Çarşamba

Çişten moktan mevzular


Bu kadar uzun süreceğini bilsem başlar mıydım?

Hazır olduğunu düşündüğüm bebenin bu işi en geç birkaç günde bitireceğini hayal etmek saçmalık mıymış?

“Söylemiyor Ümit abla, biz hatırlatırsak ne ala! Hatırlatmazsak söylemiyor, hazır değilmiş galiba” dediğimde ve Ümit abla “sabredeceksin, bu yaz böyle geçecek” diye cevapladığında çok büyük hayal kırıklığına uğradım.

Arca’nın yaklaşık bir senedir kakayı lazımlığa yapması beni acayip gaza getirmişti. Kesinlikle beze yapmıyordu, illa ki lazımlığa yapılacak. Bezler sıkmaya başladığında kendimi iyice Arca'nın hazır olduğuna ikna ettim.

Doktoru son gittiğimizde, “zamanı gelmiş” dedi, Ümit abla “tamamdır, kışa kalmasın, halledelim” dedi, benim iç sesim zaten bunları duymaya hazırdı hatta Ümit abla hali hazırda piyasadayken iki koldan çalışmamız işime geldi, ama bu kadar uzun süreceğine belli ki hazırlamamışım kendimi.

Dönüş yok, yola devam.
(Azimle mıçan betonu deler lafı tam benim karakterime uygun)

Kimi zaman güzel bir gün geçiyor, kimi zaman kazaların ardı arkası kesilmiyor. Misal bütün bir gün dışarıdaydık, Pazar gününü Alpi’nin doğum gününde ve devamını yazlıkta geçirdik, klozete bile yaptı, sıfır kaza ile günü bitirdi. Ama bütün günü evde geçirdiğimiz önceki gün bile isteye halıya yaptı.

İnatlaşmıyorum, cidden, (hadi şunu inatlaşmamaya çalışıyorum diye düzeltelim) benim gibi inadın önde gideninden beklenmeyecek bir kayıtsızlık yerleştiriyorum suratıma ama eminim bakışımdan bile anlıyordur düdük. O var ya o, o Arca denen velet çok iyi tanıyor beni. Çünkü dışımdan çaktırmasam da içimden "inadına yaptı biliyorum" diye dişlerimi sıkıyorum.

Bir defasında "bir dahaki sefere haber verirsin çişini lazımlığa yapmak için koşarız" dediğimde, "o zaman bezimi takalım" dedi. İçim kıyıldı. Neyse ki aynı numarayı Ümit ablaya da yapmış, hiç oralı olmadık.

Çok pis bir ittifak kurduk cüceye karşı!

Çişin geldiğini anlayıp lazımlığa kendiliğinden koşmayı ne zaman başaracak? O günler bize çok uzak görünüyor. İlla ki bizim onu götürmemizi istiyor.

Çişini kendi söyler ve kesinlikle kaçırmadan lazımlığa yaparsa, panomuz var, sticker yıldız yapıştıracağız diye sevindirik oldu.

Sonra benim yıldız sticker'lar pek motive edici olmasa gerek, sallamamaya başladı.



El emeği göz nuru iğrenç panom ve sticker’ım. Evet o sol tarafta görünen ne idüğü belirsiz yeşil şeyler yıldız.

"Bir çocuk tuvaletten nasıl soğutulur?" konulu çalışma takdimimdir.

Ah ulen Füsun olsa keçeden yapardı şerefsizim, ben kipitapın gönderdiği stickerdan eciş bücüş yıldız kesmeye çalıştım. Yeteneksizim diyorum kimse inanmıyor.

Motivasyonun dibe vurduğu anda ablam imdadıma yetişti, cars sticker'ları getirmiş de biraz panoya adapte olmaya başladı düdük.

Sonra başka bir motivasyon da arkadaşları. Berk, Tuna, Ege ve Ela da benzer süreçlerden geçiyor, bizimkine şahane motivasyon oluyor.

En sevdiğimiz şarkı (güya Tuna’nın söylediği):
“Lazımlığa çişimi yapıyom, çişimi yapıyom popom kuru kalıyo!”

Gündemimiz şimdilerde bu…

Şimdilik "çişte başarıya ulaşmanın yolları" postu yazmam mümkün değil, çünkü bunun bir başarı öyküsü olmasına daha çoook var.

Unutmadan bu arada şimdilik gece bez var, uyuduktan sonra takıyoruz, sabaha karşı yatak ıslak oluyor. Hani bez de olmasa halimiz ne olacak?

20 Haziran 2011 Pazartesi

Tatilim geldi

Hemen her gün Uzundere’den otobana çıkmanın arifesinde “bir delilik yapsam” diye aklımdan geçer. Yolun solu Aydın, sağı Çeşme. Son anda direksiyonu kırsam Çeşme yoluna, pencerelerden püfür püfür esen rüzgar yol arkadaşım olsa, sağımda deniz, bomboş yolda sağdan sağdan gitsem. Belki liseden Deniz Çeşmededir, çocuksuz günlerimin kankası, yoldan ararım, geliyorum diye. Annesi bir koşu omleti koyar ocağa.

Tasasız günlerimizden bahsederiz. Belki denize gireriz, Ayayorgi’deki o eski salaş cafede tavla oynarız. Tabii yerine “beach club” yapılmadıysa. Biz lisedeyken Alaçatı da köyümsü bir şeydi.

Ayağımı uzatıp kitap okurum, gazete karıştırırım, öğle vakti bira kalamar illa ki.

Birkaç saat geçince önce İlker düşer aklıma, kalamarı çok sever, onsuz kalamar mı yenir? Hem onu tavlada yendiğim tek yer tatil beldeleri, bu fırsat kaçmaz, o da gelsin, birlikte kaçalım.

Akşama doğru baktık ki sohbet sürekli Arca cücesine dönüyor, “oh ne iyi ettik kaçamak yaptık” cümleleri, garanti “ay cüce de olsaydı ne biçim eğlenirdik”lere dönüşmeye başlar. O akşamı hatırlarız kesin. Hani Ümit teyzesi ile bizden önce ananeye gittiği, bizim de işten dönüp evi bomboş bulduğumuz o akşam düşer aklımıza. İçimiz de, elimiz kolumuz da bomboş kalmıştı.

Bir bakmışım hayalin sonunda maaile deniz kıyısındayız.

Bir bakmışım çoktan direksiyonu Aydın yönüne kırmışım, istikamet ofis!

Tatilim geldi biliyorum ben. Ondan zırt pırt hayaller kurmam. Neyse ki bu hafta sadece 3 geceliğine de olsa maaile tatildeyiz.

Geçen yıl yine bu zamanlar yazlığa kaçmıştık ama yağmurdan kaçamamıştık. Şimdi yağmursuz sıcak günler bekliyormuş bizi, öyle diyorlar havayı koklayanlar. Ama bu defa da mikroplardan antibiyotikten kaçamadık, beni de betalandırdı cüce, kaçınılmaz son!

Neyse… sağlık olsun.

13 Haziran 2011 Pazartesi

Domestik bir hafta sonu

Misafirler geldi, biz misafirliğe gittik, evcilik oyunları.

Arca inat konusunda master programına dahil oldu yakında doktorasını verecek. Ailecek kendisini kariyerindeki bu atılımlar için destekliyoruz.

Öğle uykusu öncesi babayla yüksek dozda tepişme, ve dolayısı ile yorulma, sinir krizleri, duş ister duşu açarsın suyun sıcaklığını beğenmez ağlar, gel kitap okuyalım okumaz, sonunda ağlamaktan helak olup kucakta sırt kaşıma ile sonuçlanan bir uyku öncesi yaşattı bize eksik olmasın.

Öyle bir ruh haline soktu ki beni, salonda kucağımda kaşınırken açık televizyonda bir düğün sahnesi görüp "aa gelin" dedikten sonra "gelin olmuş gidiyorsun" dizeleriyle şarkı söylediğimi, İlker'in korku dolu gözlerle bana bakıp acıdığını hatırlıyorum.

Bu arada bizim oğlanın bütün dişleri çıkmış, 20 tane olması gerekiyor değil mi? Arka azılar ne ara çıktı? Hastane dönüşü birkaç defa "dişim acıyo" demişti ama başka sorunlardan fark etmemişiz. Dişlerindeki lekelere kafayı taktım, o ara ağzını açınca saydım. Lekeler fena ve nasıl kurtulacağımızı bilmiyorum. Yatmadan önce sütü kaldırdım, yemeklerden sonra diş fırçalanıyor zaten, şekerli yediği tek şey puding, kek. Neyse sağlığı yerinde olsun, bık bıklamayacağım.

Çoğunluk evde olmamıza rağmen keyifli bir hafta sonuydu. Arca'nın uzun öğlen uykularında püfür püfür esen pencere kenarında keyif yapmak iyi geldi. Bir de hayatımda ilk defa baştan sona Muhteşem yüzyılı izledim. Hep bölük pörçük bakıyordum. Diziye uzun süre maruz bırakılan bünye bir süre sonra kocaya hünkarım, velede şehzadem demeye başlıyor.

Pazar akşamı Nazlılara yemeğe gittik. Maksat Cansu ile Arca tepişirken biz de seçim sonuçlarını değerlendirelim.

Kendimiz gibi insanlarla yaşadığımız bir kabuğumuz var. Aslında ne kadar azınlıkta kaldığımızı bir defa daha görmüş olduk. Daha da bu ülkenin insanlarından "açız, işsiziz, çocuklarımızın sınavlarda hakkı yeniyor, küfür yiyoruz, aşağılanıyoruz..." gibi şikayetler duymak istemiyorum. Yurdum insanı, güllük gülistanlık bir ülkede yaşadığını cümle aleme ilan etmiştir, daha da konuşacak söz kalmamıştır.

Arca çok ama çok eğlendi ve defalarca ne kadar eğlendiğini anlattı. Cansu ile o kadar kudurdular bir şey olmadı da, tam giderayak araba oynarken kaydı ve çeneyi yere vurdu. Yarıldı, çokça kanadı. Kan tutuyor beni (bir de sırf doktor olabilmek için fen lisesine girmiştim iyi ki son sene mühendisliğe çark etmişim) üstüm başım kan olunca midem bulandı, tansiyonum düştü, neyse ki Arca'yı biraz sakinleştirebildik. Yakındaki tıp merkezine gittik dikişe gerek yok dediler, biraz façası bozuldu. Bant takıyoruz, "çok yakıştı" diyor düdük:)

8 Haziran 2011 Çarşamba

Dumur diyalog #10

Sohbetler çoğaldıkça diyalogların pek dumurluğu kalmıyor. Demek ki keramet Arca’da değil bizim ilk heyecanlarımızdaymış.

Heyecan deyince… Arca’nın son günlerde cümle içinde kullanmayı en çok sevdiği kelime bu:
“Heyecanla öptüm!”
“Heyecanla yedim!”
Her şeyi heyecanla yapıyor son günlerde.

Geçen Hülyalara gideceğiz, yolda Elalarla buluşacağız, birlikte gideceğiz diye ön hazırlık turlarından geçmişti. Orçun bizde, sohbet ediyorlar:
O: Kimler gelecek Arca?
A: Tuna, Ela
O: Ela kız mı erkek mi?
A: Kız gibi bişey!



Arca’ya göre bütün oyuncakları konuşur.
“…demiş” diye bir cümle sonu yakalarsın, sorarsın “kim demiş?” Ya kuzudur, ya pandadır, ya şimşek mcqueendir.

Geçen arabaya bindik, önceki yolculuktan çöp kamyonu kalmış, özlemiş, istedi tabii. Hani ben de muhabbet kuracağım ya;
“A çöp kamyonu ne diyor Arca’cım özlemiş mi o da seni?”
“Çöp kamyonları konuşmaz.”
“Haklısın. Ne yapar o halde?”
“ıhn ıhn yapar!”

6 Haziran 2011 Pazartesi

Pazar

Tulumbadan lezzetli ve buz gibi su çıkartmak istiyorsan 50 defa çekeceksin! Dedem bağda susadı mı buz gibi bir bardak su istediğinde "50 kere çek" diye seslenirdi arkamızdan, bir bardak su için o da biz de 50 defalık şıkkıdı şıkkıdı tulumba çekmeyi bekler üşenmezdik. Torunlar o bir bardak su için sıraya girerdi.



Bizimkiler o eski günlerin anısına bizim veletler de tulumba keyfini yaşasın istemiş olacak bu tulumba tesisini geçtiğimiz yıl törenlerle hizmete açtılar. Tabii Arca tulumbanın suyunu çıkardı. Anlatmama lüzum var mı?



Geçen yıldan kumlu klamış kovar kürek takımlarını tarihi süsü verilmiş çeşmede (babama sorsan uzman tarihçilere Osmanlı çeşmesi diye yuttururmuş. Tabii Özdere'de Osmanlı çeşmesi, oldu, görürsem söylerim) yıkadı, sezona hazırladı. Çok işi vardı çoookkk!



Arca totosundan ter akasıya çalışadursun biz ailecek;

İlk çiçeğini vermiş salatalık fidesine sevindik.



Yer çekimine karşı verdiği savaşı iplerle destekleyen yeni saksısında taze sardunyaya güldük.


Mevsimle birlikte bahçenin heryerinde arsızca biten papatyalara şaşırdık.



Olgunlaşıp yere düşmüş, güneşten reçineleri iyice ballanmış kozalağın içinden çam fıstıklarını tek tek çıkarıp kırdık, mis gibi yedik. O çam fıstığının tazesi ne güzel oluyormuş yav!!



Ellerimden çam kokusu hala geçmedi.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Arca ilk kez...

Kendi deyimi ile: Havyanat bahçesine gitti.



Tamam çok bi hayvansever olmayabilirim. Hayvanların dünyası benim küçük dünyama oldukça uzak dolayısı ile uzaktan seviyorum kendilerini.



Bir de onlar da can ya... kafes, sirk, hayvanat bahçesi gibi hayvanların insanların beğenisine sunulduğu ortamlara son derece karşıyım. Yıllar önce İstanbul Darıca'daki sıcaktan helak olmuş, beton üzerinde yatan aslanlara içim parçalanmış, hayvanat bahçesine tövbe etmiştim.



Sasalı'daki doğal yaşam parkının methini çokça duymuştum. Hayvanların doğal yaşam alanında doğal koşullarda yaşadıkları anlatılıyordu.

Şehir efsanesi gibiydi.



Gidelim görelim dedik. Arkadaşları da peşimize taktık, güzel bir gündü. Arca hayvanları kaçırmamak için uykuya direndi.



Küçük çocuk annesi olarak en çok hoşuma giden şey, belli yerlerdeki café'lerin hemen dibindeki çocuk parkları ve çocuk hayvanat bahçeleriydi. Çocuklar tavşan, ceylan, sıpa, keçi gibi küçük sevimli hayvanları burada besleyebiliyorlar, okşayabiliyorlar. Tabii biz de çokça vakit geçirdik bu alanda.



Tabii ki tamamen doğal ortam sağlamak mümkün değil. Ama hiç olmazsa kafeslerin içinde değil, rahatça koşabilecekleri bir ortam yaratılmaya çalışılmıştı. Çaba bile övgüye değer.

Doğal ortamlarına müdahale edilmesin diye mesafeler epey uzak tutulmuş. Olsun Arca kendince bir çözüm buldu. Dikkatle bakınca dürbünü ters tuttuğu görülüyor ama o ısrarla zürafaları görebildiğini iddaa etti, şebek:P



Yılmaz Özdil de Sasalı doğal yaşam parkının bilinmeyen yönlerine değinmiş buradaki yazısında.

29 Mayıs 2011 Pazar

Tünelin sonunda ışık var, artık biliyorum

Bazen ümitsizliğe kapılıyorum. Mizaç olarak hep uyumlu dediğim Arca "terrible two" denen naneyi dibine kadar yaşıyor, yaşatıyor. Bu günler hiç bitmeyecek gibi geliyor kimi zaman. Hele ki karnı aç, uykusuz, rutinden şaşmış ise, en küçük bir olumsuzluk direkt arızaya bağlanıyor.



Alıştım artık, yadırgamıyorum. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ümitsiz anlar dışında...



Her çocuğun kendine has arızaları oluyor. Mesela Hayat Ela'nın hiperaktivite oranının artmasını arıza olarak tanımladı dün.

Ela'nın arızasına can kurban...



Arca, rutinden şaştığı andan itibaren çığlık ve ağlama krizine bağlıyor. Yorgunluk tabir-i caizse başına vuruyor. Dedim ya alıştım artık, genelde sakince durup ağlamasının geçmesini ve bana sarılmasını bekliyorum. Bir süre sonra sakinleşiyor.



Dün, günlerdir süren yağmurların ardından doğan bir güneş gibi aydınlandı içim. Tuna cücesi yüreğime su serpti. Üç yaşını bitirmesine kısa bir süre olan Tuna, dün tam bir şeker oğlandı. Çokça birbirimize gülücükler attık, birbirimizi pek bi sevdik.

Gelişim sürecinde Arca'nın 6 ay arkada takip ettiği Tuna'nın sıfır arıza, yüzde yüz sevimlilik ve tatlılığına tanık olunca içim ferahladı. Bugün küçük bir "çatalım yere düştü, yenisini verme, pis çatalı ver" konulu krizimiz sırasında ümitsizliğe düşen İlker'i de böyle teselli ettim : "Tuna şahaneydi, gör bak altı ay kaldı, sonra herşey harika olacak!"



Harika olacak biliyorum : )

25 Mayıs 2011 Çarşamba

KREŞ

O malum günün geleceğini hiç düşünmemiştik. Sırça köşkümüzde her yükümüze yardımcı olan Ümit ablamızın gideceğini öğrendiğimizde uzun bir süre bu konuda konuşamadık, bu ani haberi hazmedemedik. Sanki konuşmazsak o gerçek, gerçek olmaktan çıkacaktı. Araya hastalıklar, hastaneler girdi. Yok saymadık ama geciktirmek için dünya kadar bahane türettik.

Ümit abla, bakıcı bulmamız gerektiğinde bir perinin sihirli değnek ile yarattığı bir büyü gibiydi. Tek şansımızdı. Ama ne şans! Allah yüzünüze güldü, diyenler çok oldu.

Bizim için önemli olan Arca ile arasındaki ilişkiydi, başka da beklentimiz yoktu, talepkar da olmadık ama o bize çok daha fazlasını verdi. Hangi birini sayayım? Arca daha 1,5 aylıktı, işe başladığında. Süt arttırıcı yemekler mi istersin, anne sütü depolama döneminde manevi destek mi istersin, lezzetli yemeklerini, evi her zaman derli toplu tutmasını, ütüye el sürdürmemesini… hangisini anlatayım?

O Arca’nın bakıcısı değil, bizim evimizin Ümit ablası. Daha da ötesi yok.

Herkesin onun gibi bir dosta sahip olmasını dilerim.

İstanbul’daki kızı hamile, Eylül başında doğum yapacak, kendi torununa bakacak bundan böyle. Konu tartışmaya kapalı.

Kızının süt izinlerini de birleştirerek Ocak ayına kadar bizimle kalacağı gibi bir tesellimiz var, umarım bir aksilik çıkmaz.

Arca Eylül’de 2,5 yaşını doldurmuş, Ocak’ta ise neredeyse 3 yaşında olacak.

Kreş mi? Yeni bir bakıcı mı? Yeni bir bakıcıya alışma sürecinden kısa bir süre sonra bir de kreşe alışma konusu düşündürdü bizi. Böyle bir gelişme olmasa yine 3,5 yaşında kreşe vermeyi düşünüyorduk.

Bakıcı ile ilgili en çok kafamızı karıştıran: ÜA gibisi insanın karşısına hayatta kaç defa çıkar?

Sonunda ÜA’nın Ocak ayına kadar bizimle kalma olasılığı ibreyi kreşe çevirdi.

Şöyle düşündük, Eylül – Ocak arası haftada üç gün yarım, Ocak’tan sonra tam gün.

Öncelikle çok uzun bir süre Arca'nın hazır olup olmadığına kafa yorduk.
Arca,
- Normal insan gibi konuşuyor, derdini anlatıyor.
- Kakasını lazımlığa yapıyor, çişini çoğunlukla beze yapıyor, ancak 1-2 ay içinde bezden tamamen kurtulacağının sinyallerini veriyor.
- Benim tecrübesizliğimden kaynaklanan yaşının annesiz bir oyun grubuna uygun olmadığını sonradan fark ettiğim bir oyun grubu süreci var. Gitmek için yanıp tutuşup ama benimle oynamak istediği ilginç bir deneyimdi :)
- İnsanlarla iletişimi iyi görünüyor.
- Mizaç olarak uyumlu bir çocuk oldu. iki yaş inatları, zorlukları tabii ki var ama memeyi bırakmada, emziği bırakmada bizi yıldırmadı.

Kısacası - emin olmak mümkün değil ama - biz hazır olduğunu hissediyoruz.

Kreş seçimine dışarıdan bakarsan vakit çokmuş gibi görünüyor, kapıdan içeri girdiğin anda seçim sürecinin zorluğu, aslında ne kadar az zaman olduğunu yüzüne tokat gibi vuruyor.

Çalakalem dalmadım olaya. Dersimi çalıştım geldim.

Kitubi (Nurturia) Damla’nın kreş mimini ve mimi cevaplayanları okudum. Sonra Özgürümün yazısına daldım, Kirazımın yazısına gelen yorumlardan çıktım. İzmirli anneler mail grubuna danıştım, Nurturia’da sordum.

Hazırlandım, piştim geldim.

Bu arada İlker iki gündür boş vakitlerinde kreş geziyor. Gezdikçe ne kadar zor olduğunu anlıyoruz. Haftaya bir gün ben de izin alıp tüm donanımımla gezilere katılacağım.

Şimdi teçhizatlarımız tamam, teori zehir gibi ama tecrübe sıfır, dolayısı ile gittiğimizde gezdiğimizde

“Ah şunu da soraydık!”
“Tüh bak ben o konuya hiç dikkat etmedim, hay Allah!”
gibi cümlelerle hayıflanmak istemiyoruz.

Aklımdaki sorular, dikkat edilmesi gereken noktaları maddeledim:
1. Hijyene dikkat edilecek !
2. Yemek konusu mühim : Sağlıklı mı? Abur cubur ara öğünlerde veriliyor mu? Gazoz, çay vs… evde tatmadığı gereksiz tatlar menüde mevcut mu?
3. Kreşte TV var mı? (olanlar varmış)
4. Bahçe nasıl? Çim, halı, plastik vs? Kötü hava koşullarında da bahçeye çıkılıyor mu?
5. Eve ödev veriliyor mu?
6. Sınıflar kaç kişilik? Okulun fiziki koşulları nasıl?
7. Yılsonu gösterisi var mı?
8. Ana baba ile iletişim nasıl sağlanıyor? Özel defterler veya yazışmalar nasıl yapılıyor?
9. Tuvaletler açık mı? (Arca mesela kaka yaparken artık bizi tuvaletten şutluyor, çocukların mahremiyete önem veriliyor mu?)
10. Alıştırma süreci nasıl yönetiliyor? “Ağlar ağlar alışır” zihniyeti mi var?
11. Öğretmenlerin eğitim seviyesi, yaklaşımı? Tanışmak mümkün mü? Pek çoklar müdürü boşver öğretmene bak diye tavsiye veriyor.
12. Çocuklar yemeğini kendisi mi yiyor? Uykuya kim yatırıyor?

Bunlara eklenecek “aman ha şuna da dikkat edin”, “aman şunu atlamayın sakın” diyeceğiniz noktalar var mı?