Ana bab eğitim kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ana bab eğitim kitapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Eylül 2010 Çarşamba

Arca'nın sözlüğü

Nurturia’daki anı defterinin indirilebiliyor olması ne güzel oldu. Arca’nın kelimelerini oraya yazıyordum da bir de bloğa yazmaya çok üşeniyordum. Copy paste teknolojisi sağolsun.



Arca çok komik bi tip, özellikle kelimeler ağzından dökülürken çok eğlendiriyor.

Bazen müthiş doğru telaffuz ediyor “o-ha” diyorsun, örneğin…Askı, biber, dergi, doydum, ev, bahçe, agora, gel, yangın, bitti, gitti, pil, pis, pipi, popo, yeliz, etek, ahu, anane, nine, dede, anne, baba, alpi, oku, aydede, hala (a’lar inceltiliyor, pek kibar)

Bazen telaffuzları, güneydoğu şivesini andırıyor, k’ler çoğunluk g ve genizden çıkıyor
Galk (kalk), gagga (karga), gaga (kaka), agagan (atakan), gova (kova)

Bazen gerçekten çok kaba olabiliyor: elü (elly), hadde (hadi), makka (makarna), alü (ali), ayu (ayı)

Kimi zaman pek kibar : mayi (mavi), üyum (üzüm), meyni (peynir), tatli (tatlı)

Kendi uydurduğu kelimeleri defalarca söyletesin geliyor: bibah (ah burada nida gibi aaahhh şeklinde – Barbie), deyde (teyze), biya (bi daha), mi (kedi), emmi (emre – halanın kocası), menim (benim), ponpo (ponpon), balkıba (balkabağı), ivit (evet), hayım (hayır), koa (koala), eya (ela), kuvu (duru), abaga (ayakkabı)

Bazı harfleri çıkaramadığını düşündürüyor : kiğpi (kirpi), ilkey (ilker), aaça (arca), aaba (araba), una (tuna), fu (su), bob (top), dapma (yapma), üzük (yüzük), bitap, pipat (kitap), piyav (pilav), tanfu (cansu), pirkik (kirpik)

Bir de babaanne için pek çok kelimesi var : babiba, babi, babane, mamami, mami

Bazı kelimeleri sadece papağan gibi tekrarlıyor, üzerinden zaman geçsin kendi başına söylemiyor: papapa (papağan), takkitti (taklitçi), aacgaga (ağaçkakan),

Klasik çocuk kelimelerini unutmamak lazım : atta, bıcı bıcı

Ve anlamını kesinlikle anlamadığımız, kimi zaman kızdığında kimi zaman mutluyken söylediği şey: dettenna

18. ayını bitirirken, Arca’nın biriktirdiği kelime sayısı 50’yi aştı. “2 yaşındaki çocuğunuz büyürken” diye bir kitaptan bahsetmiştim ya, özellikle dil gelişimi ile ilgili kısmı çok faydalı bulmuştum.
Der ki; çocuğunuz bir kelimeyi doğru telaffuz edemiyorsa sakın “bak çocuum, abaga değil ayakkabı” demeyecekmişiz! Cümle içinde kullanırken söyleyecekmişiz doğrusunu “evet, ayakkabılarını giymişsin” gibi.
Sonra eğer dediğini anlamıyorsak "anlamadım, tekrar et" dememeliymişiz, onun seviyesine inerek söylediğini tekrar etmeye çalışacakmışız.
Mesela “ü-züm! Hadi sen de söyle bakalım” demeyecekmişiz, çok gıcık olurlarmış bize. Biz çok yapıyoruz, görmemişin bebesi 2 kelime etti ya hemen ortamda sirk maymununa çevirmeye çalışıyoruz. Dolayısı ile Arca başka insanların yanında pek konuşmuyor. Ancak kendisini rahat hissetmesi ve bizim tepesinde “ay çok güzel söylüyor, söyle evladım balkıba, bibah…” demememiz gerekiyormuş.
Son olarak da o birşeyi kendince mi söylüyor örneğin “mi”, çok hoşumuza gitse de biz de kediye "mi" demeyecekmişiz. “mi” diye gösterince “hadi kedilere gidelim” diyecekmişiz örneğin.
Peki ben yapıyor muyum? HA-YIM!!! Dedim ya biz daha bu ilk heyecanların kurbanıyız, dayanamıyoruz, taklit de yapıyoruz, "hadi söyle" de yapıyoruz. Daha doğrusu artık doğrusunu öğrendiğimize göre yapmamaya çalışmalıyız. Siz siz olun yaptığımı yapmayın, söylediğimi yapın:)

Not: Banner'daki şahane foto için (ve.. bu posttaki diğeri için) sevgili Özgeye sonsuz teşekkürler...

16 Temmuz 2010 Cuma

dün, önceki gün, bugün, yarın ...

Dün… arabadaki eti form kırıklarını ve boş paket yığınına baktım, ne kadar garip kadın olduğumu fark ettim. İnsan şunları bi çöpe atmaz mı? Sonra bazı şeyleri anlık hatırlayamadığımı fark ettim. Ofisten hep en son ben çıkıyorum ama istisnasız hergün kapıyı kilitleyip kilitlemediğimi kontrol etmek için tam yola çıkmak üzereyken geri dönüyorum. Sonra sabah bir anlık bilgisayarı evde unuttuğum aklıma geldi, bagaja koyduğum kareler tamamen silinmiş! Meğer almışım ama kesinlikle hatırlamıyorum.

Önceki gün … Ne kadar zor bir hamilelik geçirmiş, ne kadar zor bir bebek büyütmüş olurlarsa olsunlar, anne milletinin tekrar hamile kalmaya meylinin sebebini anladım! o mucizevi koku!! Bi tarafta kudurmaktan terlemiş ekşi kokulu kafasıyla Arca bi tarafta az önce emmiş tarifsiz kokulu Poyraz!

Önceki gün yine… Arca 2 hafta sonra ilk defa akşam yatıp sabah kalktı, rüya bile gördüm. Saçlarım dökülmüştü rüyamda. Köpek dişlerinden ikincisini patlatmanın rehaveti bu, biliyorum, yakında süreç yeniden başlayacak, enerji toplamalı.

Daha önceki gün ve birkaç gün üst üste…
Arca kakayı lazımlığa yapıyor. Tİ konusunda ufak bir yol almışken bırakmıştım, o kadar küçük bir çocuk için fiziksel anlamda tuvalet eğitiminin çok doğru olmadığına ikna olmuştum. Bezsiz bebek kitabı bile tam kafama oturmamıştı. Hatta kendime kızdım, sağdan soldan okuduklarımı çocuğuma zorla mı dayattım diye ve 1 haftanın sonunda birkaç işaretten sonra ve lazımlığa ufaktan tepki oluşur oluşmaz kesmiştim. İlkerin ve doktorun “sen bilirsin ama…” ile başlayan ufak muhalefetleri de etki etmişti. Ama farkındalık kazanması önemliydi. Hiç aksatmadan her tuvalete birlikte gittik. Kendisi oturdu, keyifle, üstünde kıyafetleri ile. Son birkaç gündür sabah akşam düzene giren kakasının ve belirgin işaretlerinin ardından denedik, hiç tepkisiz keyifle ve eğlenerek yaptı, sifonu kendi çekti ve bay bay dedi. Hala tam anlamı ile bir tuvalet eğitimi – iletişimi kafamda oturmuş değil. Belki bu kararsızlığım Arcaya da geçiyor, nitekim 3 defa lazımlıksa 3 defa bez şeklinde gidiyoruz. Önce benim kendimi hazırlamam lazım sanırım.

Bugün… kendime internetten ayakkabı almak yerine kitap almayı seçtim. Üstelik kitapların hemen hepsi Arca için. (Anneye sadece SOS! Ana babalara yardım) Çocuk kitapları derya deniz… Hangisini beğeneceğini bilmek öyle zor ki. Tavsiye kitapları yokluyoruz. Genelde çocukların beğendikleri kitaplar Arcaya da uyuyor. Mesela… Ayağına diken batan süper karga, Diş hekiminde, Annie ve Leo olan kitap, Cemile. Bugünkü siparişler : Atakan Süpermarkete Gidiyor, Ormanda Doğum Günü Partisi, Kirpi ile Kestane, (teşekkürler Esra özlem&Füsun) , Kasabanın En Şık Devi (sarıçizmelim sağol ) Yaramaz Fındık, (kimden okudum hatırlayamadım), Bay Bay Bezim (son zamanların gündemi) Nurturiada Özge güzel bir grup kurdu, herkesler tavsiyelerini döküldü, pek güzel oldu.

Yine Bugün… Akşam planı yapıldı, akşam yemeği sonrası sahilde yürüyüş.

Yarın… Yazlık! Arcaya 2 gecedir “Arca yazlıkta” hikayesi anlatıyorum. Gözleri pırıl pırıl dinliyor. Bu çocuğun gözlerinin için gülüyor ya bayılıyorum. Arca tulumbadan su çekecek, Arca kumlarda oynayacak, Arca parka gidecek, Arca dedeyle gezecek, Arca denize girecek…

18 Haziran 2010 Cuma

bir tecrübe


Kitaplarda okuduklarımızı, tecrübelerden dinlediklerimizi kendi annelik potalarımızda eritip üstüne çocuğumuzun sinyallerini ekleyip içgüdü süzgecinden geçirerek uygulamalı. Sadece kitapların hap gibi verdiği yöntemler, bilmem kimin bebesine uyguladığı bilmem ne tavsiyeleri her zaman iş görmez. “Ben kafama göre bebeme bakarım, benim içgüdülerimden ötesi hikaye” de her zaman iş görmez, tıkandığın noktalar olur. Nerde okuduğumu hatırlamadığım ama çok aklıma yatan bir şey yaşadık o gün (SPK olabilir). Tecrübe dediğin paylaşılmalı….
Bakışlarımızn birbirine, salyalarımızın birbirimizinkine karıştığı, ağız dolusu kahkahalar attığımız, uykular haricinde hatta bir kısmında dahil de olmak üzere yapış yapış aşk dolu bir hafta sonunun ardından iş günü geldi çattı. Kapıda her günkü konuşma yapıldı. “Anne şimdi işe gidecek, akşam gelecek, birlikte kuduracağız yine, sen şimdi Ümit teyzenle oyna” o gününün diğerlerinden farkı Arca direkt cırladı, yapıştı, bırakmak istemedi. (teribıl tu kokusu alıyorum) ÜT’nin kucağına gitmedi. Yaklaşık 5 dakikalık kriz anında – ki bu bana saatler gibi geldi - beynimin bir tarafı “acayip geç kaldımi zaten ÜT de geç geldi, sürekli geç kalıyorum”, diğer tarafı “ağlamadan ve el sallayarak evde uğurlamalı beni, kaçmak yok, sıvışmak yok” derken kucağıma aldım, konuşa öpüşe koridoru aştım, nerden aklıma geldiyse yatak odasına gittim, sadece bana ait olduğunu bildiği bir şeyi – toplu lastik toka - aldım, Arcaya verdim, “şimdi bunu al, birlikte çekmeceye saklayalım, bizim sırrımız olsun, akşam gelince buraya gelelim, bana ver tekrar ben de saçıma takayım” bıçak gibi sustu, sıkı sıkı tuttu, ÜT’nin kucağına gitti, kapıda hergünkü cee oynunu oynadı, el salladı ve ben gittim! Akşam tokayı bulduk saçıma taktı. (yok canım şekil filan yaptığı yok, kafama koyuyor tokayı) Birkaç gündür hep aynı!! Bu yöntem işe yarıyor, huu çalışan anneler!!!

18 Nisan 2010 Pazar

Eğitim mevzuları

1 haftayı doldurdum hastayım ama artık bitsin diyorum, geçmiyor.
Arca da sümüklendiydi, hatta geceleri ara ara ateşelndi ama hepimizden önce atlatıyor. Dün annemin yaşgünüydü, yazlığa gidecektik, çimlere yayılacaktık, Arca doğayla yakınlaşacaktı, biz mangal keyfi yapacaktık, olmadı gidemedik. Halbuki 1 gece önce aradım, kesin geliyoruz dedim, sabah "gelemiyoruz". İlkerin ateşi çıktı, Arca ter attı, uyandı, gün de zehir olmasın diye gitmedik.
Haftasonu resmen Arcayla aşk tazeledik. Bizbize... başbaşa...
Akşam Arcanın banyosu ... İkimiz de kötüyüz ama onun banyo yapması lazım, ertelemedik, iyi ettik, su kuşu, üzerindekileri çıkarmaya tahammülü yok, atlıyor suya. İnşallah denizi de geçen yılki kadar sever. Şimdiden akşam masallarından biri "Arca kumsalda". Zaten özlemiş, mayo bezlerini çıkardı, dağıttı, yaramaz düdük.

Arcanın uyuduğu zamanlarda, Tracy'nin yeni kitabını okuyorum, epey ilerledim. Seviyorum ben bu kadını. Doğumdan hemen önce ilk kitabını almıştık, Toddler zamanı ikincisi çıktı şansımıza. Test var. Aslında ebeveynler ayrı ayrı yapıyor, İlker daha yapmadı, ama benim sonucuma göre Arca = Kitap bebek. Gerçekten öyle. Şimdiye kadar üzerinde denediğimiz pek çok şeye uyum gösterdi. Düzeni seviyor, keyif alıyor.
Tracy ablamı şimdilik bir kenara bırakıyorum, çünkü başka bir mevzu var.
Bu haftasonu ilk defa denediğim birşey var. Bilmiyorum ne kadar doğru?

Arcanın bazı dokunmaması gereken şeyler var evde. Ötesi hep rahat. Cep telefonları ve kumandaları eline geçirse bile bize veriyor, oynanmayacağını biliyor. Ama bazen sınırları ne kadar zorlarım hesabı yapıyor. Örneğin saksı çiçekleri. "Arca dokunmuyoruz çiçeklere" diyorum, elini dokunacakmış gibi birkaç kere yaklaştırıyor, gözler bende. Bende hiç taviz yok , gözünün içine bakıyorum, parmak sallıyorum. Bir daha deniyor. "Anne ne dedi Arca?" diyorum, parmak sallama taklidi yapıyor. Sonra vazgeçiyor ama arada tekrar deniyor. Elindeki oyuncağı taşa vuruyor, eminim komşu rahatsız oluyordur, "anecim lütfen yapma ses çıkıyor, halıya vur istiyorsan" diyorum, alıp halıya oturtuyorum, halıdaki ses tatmin etmiyor, bir daha vuruyor, kızgın bakışımla bakınca elindekini al deyip bana veriyor.
Son hadisemiz çöp kovası. Dokunmaması gerektiğini biliyor, gözümün içine baka baka dokundu, sonra bir daha, oturdum karşısına "Arca çöpe dokunmuyoruz, eğer yaparsan seninle ilgilenmem." dedim. 1-2-3 e kadar saydım, elini çekmişti, bir daha uzattı. Kucağıma aldım. Odasına gittik, kapıyı kapattım. Yerde oturdu, ben de kapının önünde. Ne yaptığını görüyorum ama kesinlikle bakmıyorum, ilgilenmiyorum. Bu arada saati tutuyorum. 1 dakikayı geçmeyecek. Önce ağlamaklı oldu, sonra gözlerimin içine bakmaya ve beni güldürmeye çalıştı, sonra 2 defa baba diye seslendi. Biraz ağladı, ağlaması bitince kucağıma aldım. Tekrar mutfağa gittik. Baktım çöp kovasına döndü kıçını kendi tenceresinde yemek yapmaya devam. Aradan 1 saat kadar geçti, tekrar beni denedi, yine üçe kadar saydım, ve yine odasına gittik, yine ilgimden mahrum kaldı. Sadece 1 dakika. Bu yöntem "MOLA". Mahallenin en mutlu yumurcağı kitabında okumuştum. "Hayır"dan anlamadığı bir konuda 3'e kadar sayıp, ona süre verip eğer hala devam ediyorsa alıp bir başka mekana götürmek ve yaşına göre (1 yaş için 1 2 yaş için 2 dakika...) süre tutup o süre boyunca onunla ilgilenmemek, ona olan ilgine mola vermek. Onlar için en değerli şey annenin ilgisi ve o ilgi çok kısa bir süre bile mahrum edilirse, yaptığının sonucu olduğunu anlar diyor. Ancak süreyi uzatırsan unutur da diyor. Çok az zaman geçince ve sakinleşince neden böyle yaptığınızı açıklayın diyor. Ayrıca 1 yaş itibari ile bu mola olayına başlarsanız, 2 yaş gibi hareketlerinin daha tehlikeli sonuçlar doğurabileceği (örneğin yolda yürürken elini bırakmak, yola atlamak gibi) durumlarda sadece gözünün içine mola öncelerinde baktığın gibi bakmakla halledebileceğini söylüyor. Belki her çocukta vardır bilmiyorum ama Arca ne kadar kitap bebek olsa da ne kadar uyumlu olsa da bazen adını koyamadığım bir türe dönüşüyor. Yaramaz, haylaz, hareketli, huysuz?? İnatçı?? bilmiyorum. Ama terrible 2 bana hiç iyi sinyaller vermiyor. Beni kızdırdığı şeylerin farkında ve gözümün içine baka baka yapması hem de daha şimdiden korkutucu. Ayrıca kesinlikle ceza bağırma, kızma olsun istemiyorum (hayal dünyasındayım, değil mi?)Peki yapmaya çalıştığım bu yöntem ne kadar doğru? Uygulayan fikri olan?
Araya küçük bir Arca ile kuşlar fotosu...

Şimdi biraz da bizden, haftasonundan...
Cuma tuba evleniyor, cumartesi cansunun yaşgünü, Nurturia izmir buluşması yattı, 9 ayın çarşambası bu haftaya toplandı. Neyse... bir dahakine...
Ben evde olduğum zaman Arcanın gözü hiçbir şey görmüyor. Ahh beni mahvediyor. Beraber çamaşırları makinaya atıyoruz, beraber asıyoruz. Beraber çekmece düzenliyoruz. Son oyunlarımızda biri tahta bloklar, Kuzunun annesi almıştı, pek oynamıyordu, şimdi sürekli elinin altında. Ses çıkaranları ve çıkarmayanları ayırıyoruz. Üst üste koymaktan ziyade yıkmayı seviyor. Sonra ayak savaşı, buna kuduruyor. Ben ayağımın ilk 2 parmağı arasında onun ayağını sıkıştırıyorum, yedim ayağını yapıyorum, çıldırıyor. Ce-e demiyor be-aaa diyor, perdeler haşat!! Balkon hastası, ablaları havhavları çağırıyor. Akşam yemek yapayım dedim, İlkerle yarım saat durmadı. "annih, annih" diye mutfağa geliyor. Sonra çıksın tencereler, saçılsın çekmeceler. Mutfaktan çıkmışım, gelmiş beni göremeyince oda oda aramaya başlamış. Artık süt içmeye başladı. Akşamüstü öğününde önündeki fincana bebe bisküvisini batırıp kendi yiyor. Ben sadece sohbet ediyorum. Cebren ve hile ile süt içiriyoruz:) Yemekleri de kendi kendine yiyor bazen. Kaşık zor ama çatal başarılı. Bu aralar pek bi relax durumlardayım, kirlenmiş batmış takmaz vaziyetteyim. Zaten ben yedirirken de batırıyorum üstünü başını, bi öğrenemedim temiz yedirmeyi, bari o keyif alsın.
Yazı bitti ama bu eğitim mevzusu hakkında bilen fikri olan beri gelsin bacılar, görüşlerinize, eleştirilerinize açığım...

12 Nisan 2010 Pazartesi

Haftasonu, ilk adımlar ve bezsiz bebek üzerine


Arcanın azılar fena. Cuma akşamı Zeyneplere gittik, sohbet sohbet, yanımda götürdüğüm romantik komedi dvdlerinin yüzüne bile bakmadık. Zeynep hamile ama hala acayip çok çalıştığı için hamileliğini bile yaşayamıyor, zor. Ben de hamileyken iş hayatımın en yoğun günlerini yaşamıştım. Eve gelirken Arca kucağımda sıcacık. Ateş çıkmış. 38. Dişe de yoramıyoruz çünkü Arca 11 diş çıkardı, hiç ateşi çıkmadı. Ömrü hayatında 2 defa ateşlendi, harbi mikrobik 3 hadiseydi. İbufen içirince ateş düştü. Ama gece zehir oldu tabii.
Cumartesi herşey güzel, sorun yok. Annemler yazlığa gitmeden önce uğradı. Bir neşe, bir keyif... kuduruk. Bizimkilerin hiç gidesi gelmedi. Sabah uykusundan kalkınca yürüyerek ablamlara gittik. Gerçekten bebekler yaş kaç olursa olsun çocuk olduğunu anlıyor ve farklı davranıyor. Durunun peşinden ayrılmadı. Saklambaç, kovalamaca. Hiç eve dönmek istemedi. Akşam için plan yapmıştık, haftalardır buluşamadığımız Cansularla rakı balık yapacaktık. Ama İlknurun crohn nöbeti olduğunu ablamlardayken öğrendim. Ateş çıkınca acile gitmişler, programı iptal ettik, biz de Arca ile bi parka uğrayıp eve kaçtık. Bu arada Arca tam park veledi olmuş, Tuna abisinin izinde. Ümit abla hergün çıkarıyor ve çevrede parklara götürüyor. Bir de yeni oyun arkadaşı var. Nilda.. Arcadan 1 hafta büyük, bakıcısı Ümit ablanın arkadaşı, bizim ön bloktan komşu ama aileyi tanımıyoruz. Sosyal velet Arca bu Nilda ile arayı yapmış. Hava soğuk oldu mu evde buluşuyorlar. Nildada oyuncak çok, ama oynamak yok, Arca o oyuncakların da hakkını veriyor. Bir de sarılıp öpüyormuş Arca kızı. Neyse eve gelince park yorgunu Arca sızdı, anne de hastaneden aç gelirler diye yemek yaptı. Geldiler, ilknur iyi ama hala ateş var, biraz sohbet ettik, evinde dinlenmek istedi, gittiler. Cansuları aradık, Foruma gitmişler, akşam gelin dediler. Arcaya pijamasını giydirdik, indik. Cansu Arcanın ilk arabam oyuncağını çok sevmişti, ondan hediye ettik. Arca Cansunun tüm oyuncaklarıyla oynamakla kalmadı, bir de arabasının test sürüşünü yaptı, Cansuya da sarılıp öpeyi ihmal etmedi. Eee apartmanda Nilda ile yaşadıkları duyulmuş, ilk göz ağrısını boşlamak istemedi tabii. Cansu yemeğe tepkili bir minik, 5 yetişkin 1 kase çorbayı zor içirdik, Nazlının işi ne kadar zor. Üstelik öğleden beri bişey yememişti. Cansunun oynamadığı bi oyuncağa kondu yine Arca. Zaten her gittiğimizde bi oyuncakla dönüyoruz, çok utanç verici, buna bir dur demek lazım, alışacak. Ya da değiş tokuş etmek lazım, daha önce kitapları bu şekilde paylaşmışlardı. Arca gece yine ateşlendi. Yine 38 in üzerine çıkmayınca bu defa azılara yorduk. Kaka da cıvık sürekli.
Gelelim haftasonunun sürprizlerine.
Önce özetler...
Arca birkaç defa oturağa kaka yapmıştı, ama İkeanın lazımlığı bizim asil dötlü cücenin nazik totosunu rahatsız mı etti nedir, oturmadı sonraları. Biz de yanlış bişey yapmayalım diye tırsıyoruz ya vazgeçtik. Bu arada ben okuyorum, araştırıyorum. Aslında benim Arca bezsiz bebek olsun düşüncem olmadı hiç. Arca daha yeni doğmuştu, bir gün Zeynep+gül+ben sohbet ediyoruz, Zeynepin 6 aylık yeğeninin kaka yapışını farkettirdiğinden bahsettik. Gül bizden 20 yaş kadar büyük olan ablasının iki çocuğuna da 6 aydan itibaren lazımlığı kullandırttığını söyledi. Hadi len dedik. Sonra bir gün Hülya ile konuşurken Tracynin kitabındaki son bölümden bahsetti. Ben de o bölüm tuvalet eğitimi ya, dersimi de zamanı gelince çalışıyorum ya, herhalde 2 yaş civarı okunması gerekiyordur demiştim. Kafamda birşeyler şekilleniyor ama oturmuyor, son birkaç aydır, sabahları ben giyinirken, İlker arcayı tuvalete ana kucağında götürüyor, bu arada bezine kaka yapıyordu. Hatta İlkerin annesi tuvalete tutun dedi, bi hadi len de ona... Son olarak yine Hülyalardayız bir gün, dedi ki Özgür post yazmış, Ela lazımlık kullanıyormuş. Aaa şaşırdım. İçimden dedim ki Özgür boş iş yapmaz, hatta kuzu Elanın da benzer tecrübesi olmuş, takip ettim. Bu arada Hülyalarınkinden bir ikea lazımlık aldım, tuvalette duruyor, biz tuvaletteyken Arca üzerine giyinik oturuyor arada o da ıkınıyor, böyle bir ay geçti. Arcayı bilmem ama ben kendimi hiç hazır hissetmedim. Bir gün ıkınırken oturdu ve yaptı, pek keyiflendik. Sonraki günler Ümit abla birkaç defa üst üste yaptığını söyledi. Aynı hafta içinde bir defa da birlikte sonra bezi açınca otumalar ve çiş yapmalar,... Böyle böyle yol aldık. Ama tuvalet iletişimi bile kurmuyoruz. Herşey spontane gelişiyor. Arcanın totosu Ikea lazımlığı reddeince Nurturia'daki tecrübeleri takip ettim, araştırdım, müzikli lazımlıkları içim almadı, sanki çocuğun dikkatini dağıtır gibi geldi, dön dolaş Miracık ın bloğunu keşfettim yeniden ve tavsiyesine buradan ulaştım. Ama PTT kargo ile göndermişler. Yolladık derler gelmez, PTT yi ararım, 2 günde Ankaraya vardığının haberini alırım, iyi de Sivas Ankaraya komşu değil mi? Demek İzmire gelişi 1 haftayı bulacak. Hay allahım!! Bi taraftan diyorum ki kızım deli misin sanki çocuk kokoş lazımlığı gelsin de sıçayım diye tutuyor, boşver, 1 hafta geç gelsin, sanki tuvalet eğitiminin dibine vuracağız. Yok koca olsun bu gece olsun. İnternet alışverişinin bi tek bu bekleme olayını sevmiyorum. Neyse böyle böyle ümidi kestiydim. Sabah zil çaldı, kargo. Yok dedim gelmez. Nitekim gelmedi:) D&R geldi. Eksik ama olsun. Özgürün tavsiye ettiği bezsiz bebek kitabını istemiştim, okuyacağım, öğreneceğim. Bu arada İlker bana kıl kitap olayının b.kunu çıkardım çünkü. Arcanın doktoru okuyabildiğiniz kadar kitap okuyun, farklı bakış açıları kazanın dedi ya, ben de bilen değil öğrenen bir karakterim ya ev çocuk eğitimi kütüphanesine döndü. Çocuğu olmayanlara bile kitaplarda okuduklarımı anlatıyorum. Eminim bana gıcık oluyorlardır. Ben olurdum:)) Kitabı okumaya başladım tabii hemen. Katıldıklarım var, mesafeli durduklarım, yok olmaz, yapamazdım dediklerim var, tırstıklarım var. Varoğlu var. Hemen hiçbir şeye fanatizmle yaklaşmadığım için bu da dibine kadar savunacağım bir fikir olmadı bende.
Katılıyorum, çünkü tuvalet de yemek içmek gibi bir ihtiyaç, ve bebek işaret verebilir. Hatırlıyorum daha yenidoğankenden Arcanın kaka yapacağını bilirdik, her emmeden sonra illa ki:) Ama henüz oturamayan bir bebeğe tuvalet yaptırmak, onu koşullamak, ne derece doğru? hala soru işaretlerimi giderebilmiş değilim. Ama oturabilen biraz daha farkında olan bir bebeğe daha fazla farkındalık kazandırmak makul geliyor. 27. aya kadar kesinlikle tuvalet eğitimi verilmez düşüncesine bir iletişim yöntemi ile alternatif getirmesi güzel... Bu kitabı daha önce okusaydım da sanırım Arca yenidoğanken bezsiz bebek uygulaması üzerinde durmazdım. Bu tabii benim görüşüm. Kitabı henüz bitiremedim ama kararımı verdim sanıyorum, ben "yarı zamanlı bir Tİ(tuvalet iletişimi) uygulayıcısı" olacağım. Yani... tuvalet ihtiyaçlarını yakalayabildikleri kadar uygularlar... Kakaya odaklanırlar ve çiş için bebeklerinin büyümesini beklerler... kitap böyle diyor. En azından bebeğe lazımlığa da kaka yapılabileceğini göstermek, çok fazla şartlandırmamak, bu olasılığı sağladıktan sonra belki 18. ay civarı çişe odaklanmak. Tuvalet iletişiminin en güzel tarafı, yarı zamanlı uygulayıcılıktan tam zamanlı uygulayıcılığa geçişin mümkün olması, sıkmaması, rahat bir süreç olması...
Neyse.. Akşam üzeri İlknurları bekliyorum, PTT kargo sürpriz yaptı:) Lazımlık geldi, uzay mekiği gibi birşey ama rahat beğendik, tabii önemli olan kullanılması , onu da zaman gösterecek.
Ortamı hazırladım, klozetin yanında Arcanın tuvaleti var. IKEA kataloğu, favorisi Pisi kedi kitabı, kendi tuvalet kağıdı ve havlusu. Bkz. alttaki foto (burda giyinik tabii, henüz yeni lazımlığa alışıyor)

Son bir not, gevezeliğim tuttu:) Ara ayakkabılığın rafına tutunmuş, oynuyor, İlker salonda TV izliyor, ben çöpü dışarı çıkarıyorum, arkamı bi döndüm, Arca 10 adım atmış, babasının şaşkın bakışları altında bana kadar gelmiş. Yürüyor yav!!

28 Mart 2010 Pazar

gittim geldim

ama çok özledim bu defa... İtalyan çocukların başını okşar buldum kendimi.
İş anlamında bence başarısız bir seyahatti, ya da benim beklentilerim yüksekti, bilemiyorum. Keyif de almadım. Bir süre Domino's pizza yemeyeceğim sanırım:) Gezinin sürprizi bizim Arzu pideye denk gelmiş olmamızdı. Efendim bizim jenerasyon hatırlar, biz çocukken annemiz pide için iç hazırlardı. Gider fırında yaptırırdık. Usta sorardı, "yumurtalı mı sade mi" diye. Öyle kaşarlı, kuşbaşılı filan yoktu o zamanlar. Bizim semtin en iyisi Arzu pideydi, hala da aynı semtte oturduğumuzdan başımız sıkıştı mı Arzu pideden söyleriz. Hah işte, ilk gün Milanoda karnımızı doyuralım dedik, ama harcırah da az, ucuzundan pizza yiyelim dedik. Gez allah gez bulamadık. Bi lokantaya girdik, oturduk, meğer sadece İtalyan lokantasıymış, pizza yokmuş. Kalktık, kalkarken de sorduk, nerde yiyelim diye. Ahanda sokağın başındakine gidin dedi. Girmeye tereddüt ettik, ama daha dolanacak derman yok. Mısırlılar işletiyor, nargile var, firavun resimleri var. Tavanda bizim usül yılbaşı süsleri, kedi merdivenleri, haber kanalı açılmış 70 ekran televizyon tepeye asılmış. Tombul ama acayip tatlı bir garson kadın, bizden başka tek masada lokantanın sahibi ve birkaç kadın muhabbette arada bizim garson da katılıyor. Pizzaları yapan da yeni yetme bi velet. Fırın aynı bizim Arzu pide, hani salamını peynirini getir, pişirirler, öyle bi yer. Olmadı köşedeki Mc Donalds a gideriz dedik. Rakolı filan bi pizza geldi, yok böyle bi lezzet. Koca pizzayı yaladım yuttum. Sonraki gün Bounes Aires caddesindeki kokoş lokantadaki kapalı pideden bozma pizzadan bin kat nefisti. Bi daha gidersem sadece o Arzu pidenin Milano şubesinde yiyeceğim.
Seyahatin en verimli tarafı 2 kitap bitirmek oldu. Biri Leyla Navaronun "beni duyuyor musun" - bizim dooktorun tavsiyesi - ve diğeri "mahallenin en mutlu yumurcağı"... faydalı olup olmadığına içindeki yöntemleri deneyip sonuç aldıktan sonra karar vermek yerinde olur. Ama kitap bütünüyle 1-4 yaş arası çocukları hedef aldığı için bizlere daha uygun. Altını çizdiklerim var, daha uçaktan iner inmez İlkere anlattıklarım var.
Uçak deyince... hehehe yazmazsam olmaz. Uçak İstanbula 12:20 de inecek diye 15:00 uçağına aktarma yapmışlar. 14:00 diye bir uçak yok, 13:00 uçağına yetişmenin mümkünatı yok. Neyse tam indik, bi baktım kaptan gaza basmış saat 12:00. Dedim ki ben tabanları yağlarım arkadaş 13:00 uçağına yetişirim. Tabana kuvvet ilk pasaport kontrolünden geçtim. Bagajda takıldım. O arada annemin siparişleri, derken Cem benim pasaportla içki aldı (İstanbulda tek içki alınıyormuş) derken saat 12:35 oldu, daha bagajlar çıkmadı. Bu arada İlkerle konuşuyoruz, ya kasma boşver diyor. Ben de umursamadım artık. Ta ki ekranda 13:00 uçağı 10 dk rötarı görünceye kadar. Elim kolum dolu nasıl koşuyorum. Counterda erkek hostes (?) aradım buldum. Bunlara şirinlik yapmak daha kolay:)Bira ık mık biraz telefon ... Sonuç? 13:00 uçağına bindim. Bir rötara bu kadar mı sevinilir? Hop İzmirdeyim 2 saat öncesinden.
Eve girdim, cüce nerdeyse uyumak üzereymiş, sarıldı, sevindi, mutlu oldu. Sarmaş dolaş, kelimeler kifayetsiz, duygular tarifsiz kalır. Uyumak istemedi, yeni numaralarını gösterdi bana. Koltukların tepesine çıkabiliyor. Ayakta daha uzun süre desteksiz kalabiliyor. 2 günde büyünür mü ya? Kırmızı başlıklı kızla mutlu uyudu. Uyandıktan sonra da birbirimizden hiç ayrılmadık. Pocoyo'yu okuyalım mı deyince pıtı pıtı oyun odasına gidiyor. Panda, Penci, kaplan joe diziliyor ve okuyoruz. Bugün 3 kere okuttu bana. Ellynin hapşırıklarından kulenin yıkıldığ zaman var, Pato üzülüyor. "üzülme Pato" diye başını okşuyorum, gülüyor, hem de istisnasız her sefernde. bu kadar mı tatlı olunur ya... Akşam 1 çipurayı yedi, hem de havuç salatasıyla. Yüzü gözü heryeri balık oldu, napalım, o kadar olur. Yıkadık, geçti.
Yarın saatler ileri alınıyor, bakalım düzen nasıl oturacak. Geçen yıl aylar sürmüştü. Bakalım...

16 Şubat 2010 Salı

kitap!!!

O yüksek topuklu krem rengi ayakkabıların numarasının kalmamasının tesellisi +
İstediğim kabana 150 vermeye hazırken, vitrinde 100 yazması hatta kasada 80 vermenin sevinci+
Sevgililer gününde kokoş bir lokantada dünyanın parasını vermeyi Gizli bahçede kahvaltı ve Zeyneplerde PES partisine dönüştürmenin bütçeye katkısı +
Ne zamandır elimde sürünen birkaç kitabı bitirmenin ödülü +
Bir süredir arayıp bulamadığım birkaç kitabı D&R'ın sitesinde görmenin heyecanı +
"internetten mi kitaplardan mı öğreniyorsun bunları" şeklinde burun kıvıranlara bilenip gaza gelme(*) =
kocaman bir kitap siparişi

Yine epey araştırıldı, mail gruplarına kulak kesildi, önerilerine değer verilen blogların kitap etiketli yazıları tekrar gözden geçirildi ve aşağıdaki liste oluşturuldu.

OSHO (Hain Hülya, yaramaz Özgür :)) !! sizin marifetiniz bu OSHO, meraktan çatlamadan alayım dedim:))
Tom Hodgkinson : The Idle Parent (bu da özgürün marifeti, huuu duyuyor musun çan
çing çonglardan!!)
Haluk Yavuzer - çocuğunuzun ilk 6 yılı (huysuzum senden galiba - freudlu kitabın tadı damağımda kalmıştı:))
Thomas Gordon kitabı
elisa medhus - kahraman cocuklar yetistirmek
Bu son ikisi yeni takip etmeye başladığım, kitap konusunda önerilerini çok beğendiğim Cem uyurken okuyan :) Yaseminden... (aslında idle parent da kendisinin bir önerisi)
Mahallenin en mutlu yumurcağı
(kalanlar da montessori eğitimi grubundaki annelerin önerilerinden)

Hem aklıma geldi, blog yazarı olup da kitap okumayan, sevmeyen, kitap kokusunu içine çekmeden yaşayabilen biri olabilir mi? Okuyan insan yazmayı da o derece sevmez mi? En basitinden söyleyecek sözü olmaz mı? Olur elbet. Kitap almadan önce illa ki blog yazarlarının deşilmesi bu yüzdendir.

Sonracığıma kitaplığın düzenlenme vakti geldi. Okunmuşları arka odada bırakıp, okunmamışları her daim gözümün önünde olsun diye oturma odasındaki - nam-ı diğer Arcanın oyun odası:) - raflara dizmeye karar verdim. Hem bi görelim, dünya kadar kitap alıyoruz, ne kadarını okuyorum? Aslında ufaktan dertliyim, çünkü bazı günler sadece birkaç sayfa okuyabiliyorum. Hemen sızıyorum. Bazen Arca beni umursamaz kendi kendine oynarken okuyayım diyorum, hoop benim kitaba musallat oluyor. Arca'nın bana benzeyen tek yönü kitaplara karşı ilgisi, İlker pek okumaz. Tabii bu da pek küçükken (5 aylıktı galiba) kendisini kitapla tanıştırmanın sonucu. Umarım tüm hayatı boyunca kitaplara ilgi duyar. Okumak güzel şey...

Bu haftaki bayi toplantısı sırasında biraz asosyal takılıp evde okumaya fırsat bulamadığım kitapları kemirmeye niyetim var. Zaten baktım da okuyabilmek için iş seyahatlerini iple çeker olmuşum. Arcanın büyüyeceği, beni daha az yoracağı, kendi kendine oynayacağı, arkadaşlarında kalıp geceyi bana bırakacağı günleri de... Sahi çok mu var daha:)

(*) : okumanın ve internette çocuk eğitimi üzerine vakit geçirmenin küçümsenmesi, "biz sizi böyle yetiştirdik, fena mı oldu" şeklindeki sığ yaklaşımlar, "tecrübeye saygı göster" derken bilgiye, araştırmaya, öğrenmeye tepeden bakmalar konusu bırak postu kitap olur benim dünyamda!! Ama şimdilik tek şikayetle kapatıyorum mevzuyu.

NOT 1: Doruk ve kirazımın gönderdiği hediye tam bir sürpriz oldu:) Arcanın çekiçle pata küte girişmesinin fotolarını çekip koymalı, çok eğlenceli.

NOT 2: Kaybettiğimiz Gülnur teyzemin torunu oldu dün; Alp Doruk... Aynı Arcaya benziyor. Aynı onun ilk doğduğu gün gibi. Dün hastaneye kısa süre için tebriğe uğradık, ayrılmak istemedim. Arca evde İlknur ve Emre ile kudurmakla meşguldü, anne baba yokmuş umru değil veletin! Emreyi tanıyor artık ama hala İlknur konusu hala karışık:)

NOT 3: Hadi bakalım Ezel mi daha karizmatik, Dayı mı?? Dünkü bölümden sonra oyumu Dayıya veriyorum ve Ali olacak o adama acıyorum, hala akıllanmadı. Ya Dayı sen nasıl adamsın ya!!!

20 Aralık 2009 Pazar

bugün pazar

Güzel bir haftasonu geçiyor. Dışarıda lodos fırtınası arada yağmur serpiştiriyor, üstelik güneş bile yüzünü gösteriyor.. İzmirin havasına kızına da!!

Cuma gecesi Arca nerdeyse deliksiz uyudu. Allahım ne güzel bir uykuydu o. Sabah İlkerin halası Uşaktan gelmiş, annesine gitmeye Arcayı tanıştırmaya karar verdik. İlker şantiyeye gitti, İlknur bizimle geldi. Arca oto koltuğuna alıştı, hiç sesini çıkarmadı. İlk bindiğinde kıyameti koparmıştı ama sonra alternatifsiz olduğunu anladı galiba. Arca yine ilk defa gördüğü akrabalarına mesafeli ama sıcak davrandı, tüm hünerlerini gösterdi, kendini sevdirdi. Uykusu gelince kaçtık, arabada mis gibi uyudu ama eve gelince cin!!! Hava da güzeldi, çocuksuz günlerde olsak, hadi arabayı park ediverelim, sahilde turlayalım, vitrinlere bakıp, kahve içelim diyebilirdik... İçim kaldı. Bizim dostların Arcayı göreceği gelmiş, erkenden damlayın akşam uykulu oluyor deyince fırın tavukları kaptıkları gibi geldiler. Arca da öğlen uyumayınca akşamüzeri uzuuun bir uykuya dalmıştı. Neysem pilavlar yapıldı, tavuklar yendi, Arca da akşam yemeği olarak sadece tavuk yedi. Arca teyzeleri ve amcaları ile deliler gibi oynayıp geç yattı. Bütün gece de bizi ayağa dikti. Yatır kaldır çok da başarılı sonuç verdi diyemeyeceğim ama en azından tekrar uykuya geçişte hala kullanıyoruz. Üstelik sabah da 6 da uyandı, 7 de kahvaltı edince erkenden uykusu geldi, onun sabah uykusunda ben de uyumuşum, hem de 3 saat!!! Uyandığımda yoğurdunu bitirmişti. İlker kahvaltı için kumru alıp geldi, çay + kumru yedik. Arca öğle yemeğini yedikten sonra uykuya yattı. Boyum kadar ütü var, mutfakta kumrudan kalanlar hala masada, ev akşam misafirlerinden kalma dandini!!! ama ben sadece kitap mı okusam blog mu yazsam diye düşünüyorum. Bu aralar herşeyi yapmak isteyip çok azına vakit bulabilmek zor. Hayatımın hiç bir döneminde 2 kitabı aynı anda okuma girşimim olmamışken şimdi Annelik Sanatı ve Kirpinin Zarafeti ni aynı anda götürmeye çalışıyorum. İkisinden aldığım tat farklı ve birinden birini öne alıp bitireyim de diğerine geçeyim demek araya uzun haftalar sokmak olacağı için bu yolu deniyorum. Kirpinin Zarafetini sevgili Zerende okumuş, daha kitabı elime almadan etkilenmiştim. Siparişteki bi dolu kitap arasından önceliği ona verdim ve pişman değilim. Bazen günde sadece birkaç sayfa okuyorum ama çok farklı bir tadı var:)

Dışarıda fırtına, elim tuşlarda, aklım kitapta, damağımda kafeinsizim, Arca uykuda oh ne ala ne ala...

25 Eylül 2009 Cuma

Montessori Eğitimi - 1 : Sürpriz Sepeti

Nerden ilk duydum hatırlamıyorum, galiba bir blogger annenin yazısıydı...
Sonrasında biraz araştırma ile Tim Seldinin "Harika Çocuk nasıl yetiştirilir?" kitabını edindim, yaklaşık 1 haftadır okuyorum. Montessori eğitimi hakkında.
Bu linkten her türlü bilgiye ulaşılabilir.
buraya da sık sık uğruyorum.
Kısaca notlar:
- Maria Montessori İtalyanın ilk kadın doktoru
- Çocukların potansiyellerini görerek doktorluğu bırakıp onları eğitmeye adamış kendini.
- Küçük çocuklar pek çok ufak tefek işin üstesinden gelebilecek varlıklar
- Onlara verilen işlerin altından kalktıkça son derece özgüvenli bireyler olarak yetişiyorlar.
- Aynı zamanda eğleniyorlar.
- Ana fikir kendim yapabilmem için bana yardımcı ol!! Benim yerime yapma!

Tabii harika çocuk çok iddialı bir tanım, zaten her anneye yavrusu harikadır da benim bu eğitimden hoşuma giden çocukların bazı işlerini kendi kendine görebilmeleri, bunu başardıkça özgüvenlerinin artması, bağımsızlaşmaları.. 7 yaşında hala annesinin yemek yedirmesini bekleyen çocuklar, kıyafetlerini giymekte zorlananlar, bir bardak suyu bile annesinin elinden içenler, odasını toplamaya direnen veletler... bunlar hep karşıdan bakıp da üzüldüğüm sahneler.. Elimden geldiğince bunları yaşa(t)mamak istiyorum.

Anne İş'te ile mailleştim, burasına ulaştım ve Montessori mail grubuna üye olmak için davetiye talep ettim. Azimliyim yani :)

Bizim minikler için tabii ki çok erken ama onların bile gelişmelerini sağlayacak bazı oyunlar var.

Biz sürpriz sepeti ile başladık. Bu Arca ile aramızda birbirimize akşam sözümüz gibi oldu. Hani Anne İş'te kitabında çocuğunuzla 15 dakika bile geçirseniz her akşam aynı saatte sözleşerek ve mutlaka söz verdiğiniz gibi davranarak (resim yapmak, masal okumak, bebek dikmek...) birbirinizle çok özel bir bağ kurabilirsiniz diyordu. İşte bizim bugünlerde her akşam yemeğimizi yedikten sonra sürpriz sepetimiz var.
Bu sepetin içine hergün ayrı objeler koyuyoruz. Amaç sepetin içindekileri ses, doku, koku şeklinde algılaması. İlk gün sepeti önüne koyduk, sadece baktı, içinden biz objeleri alıp bakıp yerine koyduk, sonra sepeti tekrar önüne koyduk. İçinden tek tek objeleri alıp incelemeye başladı. Cam kavanoz içinde nohutlarla en az 15 dakika oyalandı. çıkardığı seslere bayıldı. Yün patiğe çok ilgi göstermedi. Kağıt sayfayı epey hışıdattı. Sonunda sepetle işi bitince sepeti ters çevirdi. Bu galiba bu oyunla işim bitti demek:) 3-4 gündür oynuyoruz artık sepeti elimde görünce gülüyor ve biz müdahale etmeden başlıyor içindekilerle oynamaya. Genelde doğal şeyler olması gerekiyor, tahta, cam, metal... Kitapta öneriler var. Hergün de ayrı objeler... Dün akşam metal çay kutusu ve tahta kaşıkla hem diş kaşıdık hem de birbirine vurup çıkardığı seslerle coştuk.

Şimdilik böyle... Büyüdükçe oyunlarımız gelişecek değişecek, sabırsızlıkla bekliyorum.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

küçük tatil

küçük bir tatil yaptık miniğimle...
daha doğrusu KAÇTIK susuz İzmirden. Olmaz ki yaz sıcağında 4 gün susuz kalınmaz ki!
Zaten Ümit ablaya izin vermiştik, biz de kaçalım dedik.
Salı akşamından hazırlıklar başladı, öğlen geldim mi kaçacağız çünkü, plan bu:)
İlknur pazartesi Arcayla hiç oynayamamıştı zira veletin erkenden uyuyası tutmuştu, halamız azmetti salı akşamı da geldi, neyse ki Arca bu defa uyanıktı ve coşmaya hazırdı. En sevdiği şarkılar Begging - biz Begüm huuu versiyonuna da takılıyoruz - ve Yalının o hareketli parçası. Arca İlknurun kucağında biz İlkerle karşısında dans ediyoruz, Arca kahkahalardan katılıyor, tabii biz de... Acayip coştuk, sonra Arcanın yorgun düşen minik bedeni kendini yatağa bıraktı. Ben de biraz eşya topladım, İlker Arcaya park yatak aldı. İki aylığa kadar odamızda uyuturken kullandığımız sepet yatak artık Arcaya küçük geliyor. Bizim bambam ayağını keyiften atınca beşiğin üzerine çıkıyor, yatak sallanınca korkuyor, sıkı sıkı tutunuyor kenarlıklara. Acayip komik:) Zaten kollarını 180 derece açamıyordu içinde. Neyse iyi oldu, çok detaylı birşey değil ama Chicco aldık yine de.
Kuzucuğumun annesinin tatil listesini çıktı aldım, epey işime yaradı. Yalnız tabii o liste bütün yaş gruplarına hitap ediyor ve beslenme kısmındaki listeyi görünce emzirmekle ne kadar şanslı olduğumu bi defa daha görmüş oldum, tabii bundan sonra yaşayacaklarımı da:) Bu liste sayesinde İLK defa bişey unutmadan yazlığa gitmiş olduk. Salı gece Cansuyu ananeye teslim eden Nazlılar da uğradı bize, 1 buçuğa kadar oturduk, sohbet sohbet... Cansu yoruyor onları ve bir türlü düzene giremiyor, sürekli ağlıyor, yani Arcanın tam tersi. Biz yaptıklarımızı anlatıyoruz, naçizane önerilerde bulunuyoruz ama mizaç farklı tabii ki. Şimdi 3 aylık belki yakında huyu değişir, umuyoruz:)
Çarşamba hemen herşey hazırdı, Arcayı da kapıp yazlığa gittik, yatağımızı kurduk. İlker arada bir gece İzmirde kaldı, sonra hep bizimleydi. Emme saatlerimizi ve düzenimizi hiç aksatmamaya çalıştık, sadece temiz hava Arcaya iyi gelince akşam üstü uykularını almak istedi, yoksa biz en geç 9 da yatsın diye 5 ten sonra uyutmazdık, yazlıkta 10:30 a kaydı saatimiz. Ama sonrasında hep gece deliksiz uyudu. Biz de okey oynadık, malum yazlık eğlencesi... Ben genelde okeye 4 modundaydım, ama eğlendik yine de:)
Bol bol denize gittim, hiç üşenmedim, hemen her emzirme sonrası anneme satıp Arcayı yüzdüm, özlemişim. Önce deniz dalgalıydı, sonra da rüzgar çıkınca tırstım Arcayı denize sokmadım. Halbuki bu tatilin en büyük amaçlarından biri buydu. Sanırım geçen haftaki ateş caydırdı beni. Ama her sabah güneşlendik, bakkala birlikte gittik. Her öğleden sonra banyomuzu yaptık, maşrapayı Arcadan zor kurtardık:)ama denize yanaşmadık, inşallah eylüldeki tatilimizde.
Anane dede doydu Arcaya, artık bir süre onlara yeter bu tatil:)

Arcada bazı ilkler gözledik. Yastığa yatırınca hiç ellerine destek olmadan kendi kendine doğruluyor ama 10 sn sonra öne düşüyor. Oturma konusunda hevesli ama hımbıl olduğu için zor. Yüzüstü yatırırken bile bi süre sonra vücut ağır gelip kafayı yere gömüyor. Dişler iyice çıktı ve 2 defa meme ısırdı. Nasıl can acıtıcı bişey bu!!! İlk emzirme zamanlarım aklıma geldi. 5,5 aylık bebişe nasıl anlatırsın ki ısırma diye:) Zaten kızdın mı gülüyor, sen de gülüyorsun:) Biraz da emeklemeye kasıyoruz ama pek gelişme yok. Arcanın hımbıllığı ile örtüşmeyen davranışları da var. Mesela ben de kuzu gibi elleriyle ayaklarını tutamaz diyordum ama tutuyor,sadece henüz ağzına götürmüyor.
Füreyya yı bitirdim, gözlerim doldu, iyi ki bu günleri görememiş bi defa da kahrından ölürdü diye düşündüm. Güzel insan, güzel hayat... Aşk a başladım ama çok yeni... Öyle çok kitap okuyasım var ki... Ah zaman ah!!!
Ben de dinlendim yada işten güçten uzaklaştım demek daha doğru olur. Yoksa Arca ile dinlenmek kolay değil. Annem beni besiye çekti. Hergün taze şeftali suları, homini gırtlak pufidi kandil, tumba yatak bir tatil sağladı bize kısacası. Dün öğlen gibi döndük çünkü akşam Arcayı dünyaya getiren doktor teyzemizin oğlu kuzen Serhat evleniyordu. Benim kuaförde gelin başı varmış, dımdızlak kaldım ortada. Sonra İlkerin annesine sordum nerde yaptırıyor saçını diye, hemen yanına koştum. Ablam Arcaya bakmak üzere eve geldi, tüm düzenimizi anlattım ona. Biz gittikten sonra uyuyup sonra da hiç uyanmamış, biz de 12 rüya öğününe yetiştik zaten. Düğün çok güzeldi, iyi bir organizasyondu. Teyzemizin kanseri yine nüksetti. Aslında iyi değil hem de hiç!!! Bu düğün sanki onun hayatındaki son göreviymiş gibiydi. Eğer sonuçlar iyi çıkmazsa kemoyu da tamamen bırakacaklar... Aldırma gönül şarkısını söyledi düğünde, hiç ağlamadım önce, halbuki nasıl dolmuştu gözlerim, akabinde eve gitmek için dışarı çıktık, İlkerle dayanamayıp ağladık. Hadi ben sulugözüm de İlker hayatında toplam 5 defa ağlamamıştır, çok dokundu ve ödüm patlıyor ölecek diye, gerçekten korkuyorum, o kadar tatlı bir insan ki... Düğünde sapsarı peruğuyla hep dalgasını geçti, hep güldü ama akşam İlkerin annesinde kalmış ve çok ağrı çekmiş. Nedir bu lanet hastalık yaaaa, sevgili Aslı Cinin kardeşini de alıp götürdüğünü öğrendiğimden beri daha bir hınçla doluyum, kimseye vermesin, uzak dursun, canlar yakmasın artık!!!
derin bir iç geçirdim, şimdi devam edebilirim, Arcadan bugün ayrılmak zor geldi, tek tessellim öğlen görüşecek olmamızdı. Ama birden dank etti, tam 2 hafta sonra tam zamanlı işe başlıyorum!!! Kendimi motive etmek için önümde tam 2 haftam var. Napalım buna da alışacak bünyemiz...

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Düdükcandan haberler

Düdükcan ana rahmine düştüğü andan itibaren bir leylek misali havada. Yollarda geçen tatilin üstüne Almanya seyahatinden pek memnun kaldılar kendileri. Zaten sabah bulantıları hafiften başlıyor, birşeyler atıştırıyorum, derken arabaya biner binmez kesiliyor. Annesi gibi gezmeyi seviyor düdükcan. Nitekim önümüzdeki günlerdeki Milano seyahatine de bombacan kıvamında hazır!!
8 hafta bitmişti ki doktora gittik. Adam direkt kocaman olmuş bu dedi. Sonra hiç beklemediğimiz birşey oldu. Kalp atışlarını duyduk. Ben daha 1 ay sonrasında bekliyordum, şok oldum. Kafası ve ayakları var. Yumurta gibi birşey. Ultrason fotorafları hekese gösterildi tabii, hatta Friends'le aramızda "ya bu aygıttan ortak alsak, bugün bize yarın size lazım, her akşam film seyreder gibi düdükcanı izleriz" şeklinde fikir alışverişi bile gerçekleşti.
1 ayda 1 kilo almışım sanırım, makarna pilav fazla yeme dedi, ama mümkün mü? Canım sürekli boktan şeyler istiyor. Öyle aman aman mide bulantısı da olmayınca deli gibi yiyesim var. Çok pis acıkıyorum. Sonra deli gibi yiyince bu defa da midem rahatsız oluyor. Seyahatlerden kendimi pek dinlendiremiyorum ya bari yemeklere azami özen göstereyim derdindeyim. Bizim ofisin mutfağından sorumlu Gül, hergün ne yediğimden, sütünüm meyvamın saatine kadar sürekli tetikte. Garibim kendi hamileliğinde 9 ay kusunca, yiyen insan üzerinde kendini tatmin ediyor.
Kıyafetler şimdiden bel sıkmaya başladı. Geçen hafta ucuzcu Mangodan 7,90 na kanvas düşürdüm bir tane. 38 beden. Herhalde birkaç ay idare eder beni ve doğum sonrası için de kullanılabilir. Kısacası hamileliğe ilk yatırımımı yaptım. Ama her giysim 34-36 beden ve de slim fit olduğundan hamilelik bana pahalıya patlayacak gibi geliyor.
Ablamdan müthiş 2 kitap aldım. Biri "Annelik ve Bebek Bakımı" diğeri "Bebeğinizi beklerken size neler bekler". İlki çok resimli genel anlatımlı diğeri daha çok soru cevap ve yazılardan oluşuyor. İlker özellikle resimli olanı elinden düşürmüyor.
Hayatında Sinema dergisinden başka bir yazılı yapıta ilgi duymamış biri için inanılmaz bir durum. Hemen her gece uyuyakaldığımdan dolayı bol bol vakti oluyor ve her sabah öğrendiklerini bana satıyor. Kısacası şimdilik hamilelik konusunda benden çok şey biliyor.
Şimdilik düdükcandan bu kadar... Herkeslerin akıl vermesi pek hoş da, şu en iyi doktor benimki sendromu ilginç. Ben bir doktorun tavsiye ettiği birine gidiyorum, tonton bir ihtiyar. Bakalım başa birini arayacak mı gözlerim?