Yeme içme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeme içme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Şubat 2013 Cuma

Cibez(s) salatası

Pazar alışverişini bu hafta İlkerin annesi yaptı, cibez de almış. Ufak bir sevinç çığlığı attım, İzmirli olmayan bir torba ota sevincimin sebebini anlayamaz. Bu ot milleti abicim yılın belli zamanı olur ve o kadar kısa zamanda biter ki bazen yiyemeden ertesi yılı beklemen gerekir. Bir de özlemişsen var ya öf!

O akşam güya et vardı yemekte. Allah seni inandırsın eti cibez salatasına meze ettim, var sen düşün nasıl özlediğimi:)

7 Şubat 2013 Perşembe

E.R.O.İ.N. Tarifi

Az sonra tarifi alanlar beni sopayla kovalayacaklar ama ben çoktan ekmeğimi e.roine bandırmış olacağım:)

Bütün gün uyuduğumun akşamı kendimi çok iyi hissettim. Giriştim mutfağa. İlker ocakta et pişirirken meze salata vs derken bir baktım cüce de bitivermiş yanımızda. O rokaları salatalıkları yıkarken dedik ki bir e.roin patlatalım. Mezenin adı bu, benim yapabileceğim bir şey yok.

18 Ocak 2013 Cuma

Ev yapımı kumpir

Geçenlerde Gamze'de kumpir görünce "aa bende tarif var" diye sazan misali atlamışım.
Evet yapmışlığım var ama tarifle filan değilmiş yav uydurmasyon tamamen:)
Laf ağızdan çıkar nasıl yaptığımı anlatayım içimde kalmasın.

Patates, kaşar, tereyağı ve evde ne varsa...

Malzemelerdeki detaya gel:)

10 Ocak 2013 Perşembe

Günün çorbasıymış! Peh!

Allah seni inandırsın blogun adını “günün çorbası” koyarken kimsenin kafasında “iyi çorba yapar” izlenimi oluşturmaya çalışmamıştım. Maksat “her güne bir yazı” (b.kunu çıkarıp çok kereler üç posta yazdığım da oldu) mottosuna gönderme yapmaktı. Yoksa “haftanın menüsü” koyardık adını değil mi ya puhahah:P (bu espriyi de bir daha yaparsam eşekler kovalasın beni, kendimden iğrendim yeminle)

Uzun lafın kısası benim çorbacılığım aşçılığımdan değil, çorbayı çok sevmemden geliyor. Sabah akşam koy önüme çorbayı “niye içiyorum” demem! Yanına salata ekmek tamam, gıdam budur abicim!

4 Ocak 2013 Cuma

Mezeleri mezeciden satın alan birinden ilginç bir tarif geliyor şimdi!

Benim bu ev ahalisine kabak sevdirme çabalarımın altında yatan ne? Harbi diyorum bak, bir psikolog tarafından incelenesi bir vakayım. Ve niye kabak? Kendim de sevmiyorum işin garibi!

Yılbaşı da geçti, hangi sofraya yakıştıracağız bu mezeyi bilmiyorum. Zira yılbaşında rostoyu bile kocasına yaptıran rezil bir insanım.

27 Aralık 2012 Perşembe

Ev yapımı tagliatelle

6 yumurta, 1 kilo un, 1 çorba kaşığı tuz...

hatırladığım bu! malzeme mühim değil! mühim olan stresini hamura atabiliyor musun?

eski yazıları fotoğrafları karıştırırken annemin seneler önce aldığı makarna makinasını buldum. Evet makinada kesiyorsun aman da ne kolay diyorsun ama öyle değil işte. Yoğuracaksın hamuru.. Hayat seni nasıl yoğuruyorsa nasıl sertleştiriyorsa, sen de hamura aynı muameleyi çekeceksin abicim.

20 Kasım 2012 Salı

Bir hafta sonu evde cüce oyalama klasiği : Mutfak


Dün Arca ile akşamlar yapacak bir halt bulamıyorum diye mızmızlanıyordum ya, aslında bakma abartıyorum, cidden abartıyorum.

SPK'yı sevmem, okuduğum tek kitabı "Anne İş'te" ve Arca üç aylıkken filan okumuştum, işe döneceğim ya akademik olarak kendimi eğitmeye çalışıyordum, başka da alternatifim yoktu. Bir elimle süt sağarken diğer elimde bu kitabı tuttuğumu ve çok etkilendiğimi hatırlıyorum. Deneyimsizlik işte...

O kitapta tüylerimi diken diken eden pek çok saçmalığın yanında hoş bir öykü de vardı. Gerçek midir bilmem, ben inanmayı tercih ediyorum, daha doğrusu "acaba çocuğuma yeterince zaman ayıramıyor muyum" diye telaşlandığım zamanlarda aklıma öyküyü getiriyorum ve vicdanımı rahatlatıyorum diyelim : )

18 Ekim 2012 Perşembe

Günün sebzesi: Közlenmiş kırmızı biber

Bu ara mevsimi kırmızı biberin. Eskiden ben bunun bir etli dolmasını yapardım, üf hafif acılı filan yerken aklın çıkardı şerefsizim. Ama gel gör ki artık karbonhidrattan yana temkini elden bırakmıyor, dengeli besleniyoruz.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Günün sebzesi: Acılı kabak kavurma

Kereviz ve bamya "opera" gibidir, seversen çok seversin, sevmezsen kimse sana yediremez. Ama kabak karaktersizdir. Sevmem diyeni bulamazsın ama kimse de öyle aman aman bayılmaz. İlla ki seveceğin bir şeyi vardır. Katiyen yemem de diyemezsin. İşte öyle yersin gider.

7 Ekim 2012 Pazar

Daha da Reyhan'a gitmem!

Agora'ya sabahları gideriz, gittik mi de mutlaka Arca Reyhan'da çikolatalı cheesecake yemek ister. Ama mesela Reyhan'dan vişneli yemez, vişneliyi mutlaka Tea&Pot'ta yiyecek böyle de alışkanlıklarına bağlı bir bebe kendisi. Rutinin bokunu çıkarmada üstüne yok, eh bunu böyle ben yaptım yok EASY imiş, yok Tracy'miş rutin manyağı oldu tabii.

Bu cumartesi yine çikolatalı cheesecake yemek istedi. Hafta başından beri de ateşli, sümüklü hani AVM ortamlarına girmesin yeni mikroplarla tanışmasın istedim. Mikrop camisasında zaten ziyadesiyle seviliyor pek sosyal, bu hafta samimiyete biraz ara vermesinde sakınca görmedim.

12 Ağustos 2012 Pazar

Günün sebzesi : atdötten fırın kabak mücver

Tuna'nın doğum günü partisinden çıktık, taksi ararken kendimizi pazarın ortasında buluverdik.
Pazar gördüm mü kayıtsız kalamam, kenarından geçemem, tam ortasına dalmam lazım. Öğle uykusu uyumamış yorgun bebemle sadece domates konusunda anlaşmamış olsaydık, haftalık alışverişimi de yapar giderdim. Bu defa bu pazar elimden iki kilo domatesle kurtuldu.

Domatesler nefis tam mevsimi.

3 Nisan 2012 Salı

Semizotu sezonu açıldı! Yeayyy…


Bütün gün deli gibi çalıştırıp yemek yedirmeyi unuttuğumuz Arca, Çeşme’den sonra uğradığımız Urla pazarında pazarcı amcaların ikramlarını lüpletti, domates, küçük elma…

Eve geldiğimizde fındıklara saldırdı, derken kayısı, kuru üzüm. Sonunda isyan etti, çocuk açtı tabii ki… Bir gün önce burun kıvırdığı ızgara tavuğu makarnasıyla nefes almadan tıkınırken ben de üç su yıkadığım semizotunu onunla sohbet ederken ayıkladım.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Ballı lokma tatlısı

Zaman : cumartesi öğleye doğru Yer: Göztepe, bir vitrinin önü
Ana fikir: Mis gibi yeni dökülmüş lokmaya kıçını dönmüş cüce



Hava pek güzelken yürüyüş yapalım dedik. Peynirciye giderken kaldırımda lokma tezgahı hazırlanıyordu. Tamam dedim, dönüşte mutlaka alalım. Arca geleneksel lezzetlerimizle tanışsın.

30 Aralık 2011 Cuma

Burda biri pazarda teyzelere şevket-i bostan tarifi veriyor!

Pazara gidince ilk iş Elif nineye uğruyorum. Ot çer çöp hep ondan alıyorum, bazen de yumurta. Minik ama sarısı neredeyse turuncu yumurtaları var.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Hafta sonu Vol.1 : Chocolate chip cookies activity

Arca : "of kurabiyeleri de koyduk fırına, bekle şimdi işin yoksa! Ege'nin annesi Elif teyzeyi yakaladığm yerde öpmeli, süper yapboz yav!"

16 Aralık 2011 Cuma

Günün çorbası : Köfteli çorba

Bloğun isminden kaynaklı bir çorba tarifi beklentisi her daim vardı, biliyorum. Özellikle katı gıdaya geçildiği dönemde takipçiler, Arca’nın sebzeli çorba tariflerini buradan yayınlayacağımı sandı, avucunu yaladı.

İki sebebi var;

21 Kasım 2011 Pazartesi

Günün sebzesi : Brokoli denen sebze

Önce evden haberler: Arca'nın ateşi bugün çıkmamış. Kıçımı kaşıyıp dilimi ısırıyorum daha da çıkmasın diye dua ediyorum.

Geçen hafta pazarda taze soğan alıyorum, - o soğan da neydi be kardeşim, Çeşme soğanı, demetle değil, kiloyla satılıyor, incecik kütür kütür, her yemeğin yanında götür : )- yandaki tezgahta brokoli gördüm. Hiç hazzetmem o saçma sebzeden. Sahi bizim çocukluğumuzda yoktu, bir vitamin deposu pompalamasıyla hayatlarımıza girdi. Concon bir sebze!


İki dal istedim, pazarda az miktar almaya utanıyorum aslında. “şöyle az bi şey ablacım, iki dal ver yeter” diye eğilip bükülüyorum. “Bebek için mi abla?”  bozuntuya vermiyorum, “Ha evet ya bebek için, tazelerinden ver ablacım n’olur” Evet bebek, 33 yaşında 78 kilo civarında bir bebek var bizim evde. Günde bir öğün sebze yemeli ancak kış sebzelerinden evir çevir yiyebildiği bir halt yok. Barbunyanın et sınıfında tüketilmesi gerektiğini öğrendiğimizde resmen yıkıldık! Buzluk sebze değeri taşımayan tek öğünlük barbunya paketleriyle dolu!

1 Kasım 2011 Salı

Günün sebzesi : Kereviz

"Günün çorbası" yıllardır ihanet ettiği konseptine geri mi dönüyor ne!

Kimse bilmez ben blogspot'tan önce blogcu'dan bildiriyordum hem de yemek tarifleri...

Bir café'm vardı orada, mutfak maceralarıma hikayeler katıp anlatıyordum. Eski bloggerlardan kim kaldı puhahha...

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Baharat mevzuları

Baharatla ilk tanışmamı çok net hatırlyorum.

4-5 yaşlarındayım, sömestr tatili, her yıl olduğu gibi yine Akhisar’dayız. Her gün bir akrabaya ziyarete gidiyor annemler, biz de peşlerinden tabii ki. O yıllar annemin halası var, Pervin hala, tren yolunun yanı başında evi, oraya gitmeyi sevdiğimi hatırlıyorum. Tavuk pilav yapmış bize. Herkes pilavına karabiber ekiyor, ben de hengameden fırsat ekiyorum çaktırmadan. Amanın o pilav nasıl lezzetli oldu, tadı kokusu.. of! Hala da karabiberi tane kullanırım, kırt kırt ektin miydi, mis gibi kokar. Hem öyle küçükten çekmem, illa ki iri parçacık olacak.

Babamın midesi rahatsız olduğundan evde köfte bile baharatsız pişerdi. Annem acı sever, pek çok yemeğe pul biber eker. Mantıya nane ekilmez mesela.

Baharat yolculuğundaki lezzet durakları hep yurtta kaldığım üniversite yıllarına rastlar. Mantıya sumak nane ilk o yıllar ekilmiştir. Sonra Bulgur pilavını direkt acılı pişirmeler. Hiç unutmam, İkinci Bahar diye bir dizi vardı. Şener Şen öyle güzel kebaplar yapmıştı ki, canımız çekti, gecenin bir yarısı nerden kebap söyleyeceğiz, acılı bulgur pilavı ile nefsimizi köreltmiştik. Acı makarnaya da yakışır, arbiatta sosuyla az yakmadım milletin genzini. Öyle abartırdım ki benim pişirdiğim yemeğe kağıt mendille otururlardı. Ama pişmiş mis gibi yemek yurtta nerde bulacaksın, ne demişler yemek buldun mu ye, dayak buldun mu kaç!

İlk yıllardaki İstanbul turistik gezilerimizde Mısır çarşısına aşık olmuştum. Her tezgaha her baharata ayrı ayrı tapınmıştım.

Dönem içinde daha egzotik baharatlara ilgi duyar oldum. Örneği köri! Cadde-i Kebir diye bir café bar vardı İstaiklal’de, özel günlerimizde yemeğe giderdik İlkerle. Körili tavuğu ilk orada yemiştim, aşçısına detayları sormama ramak kalmıştı. Neyse sonra ben bu yemeği yurtta bile yaptım, kremayı kattın mı nasıl da yumuşacık olur o tavuklar! Köriyi tavuktan önce kızgın yağa atacaksın ki kokusu çıkacak önce köri kavrulacak.

Fesleğen ne özel bir ottur aslında. Ne nanedir ne kekik öyle acayip bir tat acayip bir kokudur. Ama ben napolitan soslu makarnaya illa ki kurusundan katarım, pişerken zinhar katılmaz, kararır, tencereyi ocaktan alınca katıvereceksin. Oh mis!!

Annem saksıda fesleğen yetiştirince bir tanesini kıstırdım kolumun altına getirdim eve, Pesto sos için lazım diyerekten. İki deneme şahaneydi, hala ağzım sulanır. Lakin bizim fesleğen pek sulanmamış, çöpü boylamıştı. Canımız sağ olsun.

Izgara kuzu etinin can dostu kimyon, gaz gidersin diye az konuk olmadı Arca’nın yenidoğan günlerine.

Tam yemek öncesi, usul usul yağan yağmuru seyrederken ofisin penceresinden, burnuma gelen yemek kokuları beni çok eskilere götürdü çookk:)

İmza: mutfağında uzun uzadıya vakit geçirmeyi özlemiş çalışan anne


görsel şu adresten

8 Mart 2010 Pazartesi

Arca dolu haftasonu

Arcayla dopdoluydu günler. Süt içiremiyoruz ya sütlü yumurta yapıyorum, hasta oluyor, daha var mı diye bakınıyor. Dün sabah uykusuna yatınca yeni düzenlemelere giriştim. Doğumgünü partisiyle birlikte Arcanın çok fazla oyuncağı oldu, Arcada da sanki bir ilgisizlik, daha doğrusu çabucak sıkılıverme. Oyuncakları ikiye ayırdım, bir kısmını özlenmek üzere arka odaya attım. Partiden kalma 15 tane balonu da salona koydum, zira hepsi oyun odasında olunca hiç ilgi göstermiyor, biz İlkerle oynuyoruz. Oh bi rahatladı. Sonracığıma Zuzu (zürafa), Penci (penguen) kendi odasındaki raflara, bızdık da uyku arkadaşı olmaya aday, yatağına, acayip bir ferahlık geldi odaya. Arcanın odasındaki MP3 çalar ve hoparlörleri kullanmıyoruz. Arca annesinin muhteşem (!) sesinden ninni dinlemeyi tercih ettiği için hamileyken göbüşüme kulaklık koymak zuretiyle dinlettiğim Baby einstein ninnilerine pek rağmet etmiyor. Ben de düzeneği aldım (hani düzenek de dandirik bir memory stick/MP3 çalarla dandirik hoparlör) Arcanın oyun odasına koydum. İçiçe geçen kaplar da mutfakta. Ayrıca bir torba arabada duracak oyuncak hazırladım. (direksiyon, marakas, telefon, ilk deniz kıyısı kitabı). Böylece Arca kendi odasında o koca masal kitabıyla savaşırken hayvan dostlarıyla, salona girmek isterse balonlarıyla, oyun odasındayken kitapları ve arabalarıyla, gezmeye giderken de ne zamandır görmemiş olacağı oyuncaklarıyla oynayabilecek.
Uyanıncaya kadar Mozart ve Vivaldi yükledim, uyandığında açtık müziği ve hemen oynamaya başladı. Annesinden aldığı tek huy bu işte, kapı gıcırtısına oynamak!! Müzik bütün gün açık kalınca pek bi entel dantel hissettim kendimi. Benim öyle klasik müzik kültürüm filan yoktur ama insan bebesi için neler dinliyor:)) Bütün gün ve ertesi gün müzik her sustuğunda "aç" yapmasından anladığım sevdi herhalde. Ama başka türler de ekleyeceğim, mesela özellikle Funda Arar ve Sıla hastası, sonra Gülşenin şaka şaklı parçasında el çırpıyor, bunları biliyoruz, belki türküleri, ya da blues tarzı müzikleri de sever. Müzik ruhu gıdası, beslenmeli.
Beslenmek deyince... Hülyanın 2 nolu kurabiyesini denedim ama malzemeler epey farklıydı. Karbonat yoktu, kabartma tozu da içime sinmedi, koymadım. Fındık fıstık yoktu, tarçın koydum. Pekmezi yanlışlıkla boca ettim. Ölçüleri düşürdüm. Derken Arca tok karnına yedi. Hala anne kontenjanından kullanıyorum, yoksa yencek gibi değildi. Zaten görüntü de fena, Arca paçamdayken pek kalıp uyduramadım.
Hava güzel gibiydi, Göztepeye indik, parkta kuşlara koştuk, kudurduk. Ağaca konan kuşlara "gel" yaptı:) Nazlının doğumgünüydü, hediye aldık, dönüş yolunda aldığı oksijene dayanamadı, sızdı.

Akşam Nazlılara gidip pasta kesicez diye uyutmadık, oraya gidince hemen uyur dedik, uyumak bilmedi ve ömrü hayatında ilk defa 11 çeyreği gördü. Biz Cansuya ev olan kitabı veriyoruz o da bize müzik aletlerinin olduğu kitabı verdi. Düğmeler var üzerinde basınca o aletin sesini çıkarıyor. Arca bayıldı tabii. Bir defa daha gördük ki Arca ile Cansu birbirine taban tabana zıt 2 karakter
Arca; erken yatar erken kalkar, gündüz toplam 2-2,5 saat uyur, Cansu uyumaz, gece 1den önce yatmaz, gündüz de pek uyumaz. (Allah Nazlıya sabır versin diyoruz, bi daha)
Arca yemeklerini yer, pütür mütür dinlemez. Cansu pütür geldi mi boğulma numarası yapar.
Arca oturur, çok nadir hareket eder. Cansu kurtludur, yerinde durmaz.
Arca suyla oynamaya bayılır, alt açıldığında pipiyi ellerse lavaboya gittiğimizi anladı, sürekli eller oldu. Cansu sadece ıslak mendille kendini temizletir.
Arca kitap sever, Cansu kitapları yer.

.... Bu liste uzar gider.

Her bebek farklı!!

Pazar günü kahvaltıya gidelim dedik, oteli aradık bruchın saatini sorduk, 12:30 da başlıyormuş. Tabii canım oldu, o saatte Arca nerdeyse 3. öğününü yemiş oluyor. İlknurlarla Güzelbahçeye gitmeye karar verdik. Arca cücesi yolda uyudu, uyanınca bal kaymaklı ekmekleri lüpletti, ilk defa şömine görmüştü, bir de o ayaklı sobalardan.. Yan masadaki kıza taktı kafayı, 5 yaşlarında filan. Olgun bayanlardan hoşlanıyor sanırım, Cansunun yüzüne bakmamıştı zira. Kahvaltıdan sonra bahçedeki horozlara dadandı. Bi horoz ötüyor, bi Arca "üüürü - üüü" diyor. Ayrılmak istemez ama hava soğuk, neyse güç bela arabaya bindi. Yolda açtım şom ağzımı, İlkere diyorum ki "aa bak Arca ne güzel koltuğunda oturuyor, kitabına filan bakıyor, etrafı izliyor, Nazlı için ne zor Cansu arabada zor duruyormuş" ve üzerinden 10 saniye geçmişti ki, Arca bastı yaygarayı. Arkaya yanına geçtim, yok durmuyor, kaka da değil!! Eve zor geldik. Ben ne zaman Arca için bişey desem bam! tam tersini yapıyor!! Şomum ben şom!
Neyse bize gelip kahve içtik, Arcanın doğumgünü ve doğduğu ilk günlerdeki kayıtlarını izledik. Arca 5 günlük filan, çöp bacaklı bir minik, annenin üzerinde 10 kilo kadar fazla var, şişmiş. İlker arkamdan neler demiş inanamadım: "Bak Arca cücesi bir gün olur da anneni üzersen beni karşında bulursun, seni fena yaparım ona göre!" İlker işte adamı böyle beklemediği bi anda tarumar eder.
Neyse... İlker deyince... Bu aralar İlkerin derdi büyük blog! Arca ile nefis bir ilişkileri vardı. Arca anne manyağı oldu ve ilişkileri bozuldu. Öyle ki odadan çıktığım an yaygarayı basıyor. Hani benimle oynadığı pek yok, kendi kendine takılıyor ama çıktığım an bi hareketlenme, bi peşimden gelmeler, paçama yapışmalar. İlknur meme olayı bittikten sonra daha düşkün olmuştur belki diyor, belki? Ama babaya bu tavır neden? İlkere çok koyuyor, çünkü ben uyutamam normalde ama ilker uyutur onu, benle oyun oynamaz İlkerin peşini bırakmaz(dı). Şimdi onunla aynı odada kalmaya tahammülü yok. Beni görünce direkt babayı satıyor. Bir taraftan yaşı gereği diyorum ama bir taraftan babayla gayet güzel bir ilişki nasıl bu hale geldi sorunsalı ile başbaşayım. İlker o kadar üzülüyor ki, bunlar geçici sorunlar tesellisi tatmin etmiyor artık. Acaba pedegogluk bir sorun mu var? Belki de 5 günlükken aldığı uyarıdan (!) tırsmıştır:)
İyi bir hafta olsun, Arca büyüsün, baba neşelensin, anne dinlensin...

Anne notu: bugün emekçi kadınlar günü.. her kadının emeğinin karşılığını alabildiği, hakettiği şekilde temsil edilebildiği yarınlar diliyorum.