dostlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dostlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2011 Pazar

Tünelin sonunda ışık var, artık biliyorum

Bazen ümitsizliğe kapılıyorum. Mizaç olarak hep uyumlu dediğim Arca "terrible two" denen naneyi dibine kadar yaşıyor, yaşatıyor. Bu günler hiç bitmeyecek gibi geliyor kimi zaman. Hele ki karnı aç, uykusuz, rutinden şaşmış ise, en küçük bir olumsuzluk direkt arızaya bağlanıyor.



Alıştım artık, yadırgamıyorum. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ümitsiz anlar dışında...



Her çocuğun kendine has arızaları oluyor. Mesela Hayat Ela'nın hiperaktivite oranının artmasını arıza olarak tanımladı dün.

Ela'nın arızasına can kurban...



Arca, rutinden şaştığı andan itibaren çığlık ve ağlama krizine bağlıyor. Yorgunluk tabir-i caizse başına vuruyor. Dedim ya alıştım artık, genelde sakince durup ağlamasının geçmesini ve bana sarılmasını bekliyorum. Bir süre sonra sakinleşiyor.



Dün, günlerdir süren yağmurların ardından doğan bir güneş gibi aydınlandı içim. Tuna cücesi yüreğime su serpti. Üç yaşını bitirmesine kısa bir süre olan Tuna, dün tam bir şeker oğlandı. Çokça birbirimize gülücükler attık, birbirimizi pek bi sevdik.

Gelişim sürecinde Arca'nın 6 ay arkada takip ettiği Tuna'nın sıfır arıza, yüzde yüz sevimlilik ve tatlılığına tanık olunca içim ferahladı. Bugün küçük bir "çatalım yere düştü, yenisini verme, pis çatalı ver" konulu krizimiz sırasında ümitsizliğe düşen İlker'i de böyle teselli ettim : "Tuna şahaneydi, gör bak altı ay kaldı, sonra herşey harika olacak!"



Harika olacak biliyorum : )

3 Mayıs 2011 Salı

Küçük aşçılar iş başında!

Blog dünyasında çok güzel insanlar tanıdım.

En sevdiklerimden Ege'nin annesi... Ne zaman İzmir'e yolu düşse bir şekilde görüşmek istediğim kibar, hoş, zarif insan. Evet bunların yanı sıra benim sahip olamadığım bir özelliği daha var Gamze'nin... BECERİKLİ! Annemin kızı o olmalıymış! Şahane dikiş dikiyor. Tasarımları bir tarafa dikişindeki titizliği hemen göze çarpıyor.

Arca'nın yaşgünü için çok şahane tasarımlar göndermiş, anneme gösterdim, dikişten çok iyi anlayan biri olarak -naçizane- tam not verdi:)

Büyüyünce aşçı olmak isteyen Duru aklıma geldi hemen! Gamze öyle güzel bir önlük hazırlamış ki Duru hastası oldu. Artık karabiber, tarçın, kekik ve kimyon katkılı korkunç kokulu hamur icatlarını bir aşçı ciddiyeti ile bu önlük üzerinde iken yapabilecek.

Cumartesi sabah kahvesine geldiklerinde Duru'nun üzerinde önlüğü görünce Arca da hemen tutturdu, giyeceğim diye.

Bizim oğlanın kafası kocaman olduğu için Gamze'nin benim için diktiği şapkayı giydirdik, kepçe kulak oldu:) Bu fotoğrafları çekerken çok eğlendik çokk!!





Bu son boyama önlüğü hemen hemen hiç çıkmıyor Arca'nın üzerinden!!

İlginç bir hediye için çok yaratıcı çok kişiye özel bir alternatif, bir tık uzağınızda... Hatta bundan sonra her daim sağ kolonda, Hülya'mın tükkan ile K.i.s.d.'in "Çocuk odasına resimleri"nin hemen altında...

Son olarak Gamze ve Gamze gibi becerikli ellere sahip dostları çok güzel anlatan bir yazısı var Hülyanın, ellerine sağlık bacım:)Hala okumayan varsa...

1 Mayıs 2011 Pazar

Gün bitmeden...

dedim ama bitmiş bile:) Evet doğum günüm, dudaklarınızı büzüp 33 diyorsunuz hop benim yeni yaşım!

Gün boyu kutlama telefonları, uzaklardakileri yakın eden sesler... İyi geldi.

Sabahki kahvaltı kutlaması, taze papatya kokusu, Arca ile horozları kovalamaca derken bastıran yağmur eve kaçırdı bizi. İlker'in "akşam yemeğe gidelim, kutlama yapalım"ları gözümde büyüdü. Benden geçmiş kısacası.

Dün yaşadığımız muhteşem günden sonra büsbütün miskinlik çöktü.

Arca'nın ameliyattan yırtmasını kutladık can dostlarla...

Öncesinde sabah kahvesinde ablamlar vardı. Duru ile Arca klasik kudurmacalarını yaptılar. Allahtan onlar gitmeden Ela ve Hayat geldi de Arca her zamanki gibi Duru'nun arkasından ağlamadı.

Ela ile tatlı tatlı oynadılar. Derken Elif ile kırmızı yanak Ege geldi.

En sonunda Elfanam ile Alpi ve Nil ile Berk! Tek eksiğimiz Antalya yolcusu Hülya ve çok özel birkaç dost...

Evde düşündüğümüzden daha keyifli vakit geçirdik. Çocuklar da mutluydu.

Aklımda kalanlar...

Ege muhteşem bukleleri ile elinde mikrofon şarkı söylüyor. "Daha dün annemizin..." şarkısını baştan sona söyleyebiliyor, inanılmaz!


Berk ile Ela arka planda ... konsantrasyon tavan yapmış, dünyadan kopmuşlar... Ege de meşhur çöp kamyonu ile bildiğimiz gibi :)


Yaramaz toplar hepsinin favorisiydi ama en çok da Berk'in:)


Arca ile Ela... Ayrı ayrı takılmaca:)

11 Nisan 2011 Pazartesi

"The Tükkan"

Girişimci yaratıcı insanlara bayılıyorum. Özellikle kadınlara. Heyecanla anlatıyorum. Geçenlerde ablamla sohbet ediyoruz, şu arkadaşım şunu yaptı, bu arkadaşım böyle bir işin içinde… derken ablam şaşırdı, etrafında ne kadar çok girişimci kadın var diye. Hepsi de anne : )

Bir an o-ha Yeliz dedim bu kadar ilham perin var sen dötünün üstüne ikamet kurmuşsun çekirdek çıtlayıp seyrediyorsun. Şaka bir yana naçizane gurur duyduğum çok arkadaşım var.

Ama en bi en bi özeli Hülya. Herkes bilir Hülya’nın kalbimdeki yerini. Doğurduğum gün Tuna bebesiyle hastanedeydi ve sanal alemin ilk ete kemiğe bürünmüş haliydi benim için. Onunla bu alemin samimiyetine inandım, çünkü neyse oydu, çok gerçekti. Onunla kırdığım kabuğumdan sonra çok dostum oldu.

Özeldir, güzeldir, candır.

Tükkanı var Hülya’nın, bilmeyen kaldı mı? Vardır elbet: )

Çok sağlam fakat hızlı adımlarla yol aldı, öyküsü burada, kendi kaleminden.



Şimdi yepyeni bir adreste çok daha profesyonel hizmet ve “kapıda kredi kartı ile ödeme” imkanını sunmaya başladı.

Slingler kısmına bir göz atın, burada tanıdık birilerini görebilirsiniz: )

Yolun açık olsun bacım.

1 Nisan 2011 Cuma

"Oğlunuz nasıl oldu?"

Her gün yaptığım onlarca telefon konuşmasının hal hatırdan sonra ilk sorusu bu. Yaklaşık iki haftadır evdeyiz ama sorular henüz bitmedi.

Anlatıyorum, normal hayatını sürdürüyor, 18 Nisan'daki tetkik sonuçlarına göre yol haritası çizilecek, ... cek ...cek

Bu aralar burnunun aktığını anlatıyorum, kimsenin umru değil! Halbuki benim totom üç buçuk atıyor enfeksiyon, akciğer, kist üçlemesi aklıma geldikçe.

Bunu saymazsak, Arca gerçekten normal bir hayat sürüyor.

Geçen baktım, kamyonlarına ömür testi yapıyordu.

Şöyle ki eline kamyonu alırsın 10.000 defa yere çarparsın, ne kadar süre dayanabiliyorsa ömrü o kadardır. Oyuncak fabrikalarında ömür testi için ödenek ayrımasalar da Arca’ya gönderseler, Arca itina ile darbe uygulaması yapar.

Gurme geyiğine dönmek istemiyorum ama iyi ve ağzına göre yemek yedi mi çok yiyen ve acayip keyiflenen bir insan yavrusu! Hafta sonu Gül'ün doğum gününü kutlamak için yemeğe çıktık. Ya zaten yemek yemek için hep bi bahane!

Neyse Recep Usta var Kordon’da bizim ilk gidişimiz. Artık mama sandalyesini Poyraz'a veriyoruz, Arca büyüdü ve bizim gibi oturuyor. Tabii ona da menü verildi. Resimlerden pirzolayı seçti, parmağını üzerine koyup “et yicem, bunu yicem” dedi.

Ye yavrum, boşan da semerini ye.
Nitekim yedi. Bir porsiyon (insan porsiyonu) eti ekmeksiz götürdü. (Ya biz buna 7 aylıkken İskender yedirmiştik, niye şaşırıyorsam?) Ama her yemek olayında hatırlanacak bir iz bırakıyor sıpa!

Ayranı bakır bir kasede getiriyorlar ve küçük bir kepçe ile içiyorsun. İçti, “bunu beğendim, bu güzelmiş” dedi. Restoranın bahçesinde yarım saatlik koşturmacanın ardından bir yarım saat de Kordon turu… Üstüne evde kudurmaca. Yok iflah olmadı, korktuğumuz başımıza geldi, bütün bütün yuttuğu etler tüm geceyi ayakta geçirtti bize. Sürekli içi yandı su içti. Gecenin bir vakti kaka alarmı, yok meğer bir lazımlık işeyesi varmış. İki defa da bez değişti. Bu yeni restoran deneyimi yemeklerinden çok yaşattıklarıyla unutulmazlar arasında ilk sıralara yerleşti.

Sabah İlker’le birbirimize söz veriyorduk, Arca’ya akşam akşam et yedirmek yok. Yedirsek de çok yedirmek yok.

İlla ki parmağı ile gösterdiği yeri okuyacağız. Böyle gereksiz bir talebi var son günlerde. Parmak o yazıyı gösteriyor. “Burayı oku!” Sonra sayfa çevriliyor yine parmak “burayı oku!”. Buraya kadar sorun yok. Lakin Sihirli Mısır Tanesi kitabını okurken yine aynı şeyi yapınca içimden pislik yapmak geldi, İngilizce kısımlarını İngilizce okudum. Önceden hiç İngilizce okumamıştım. Arca acayip güldü, hem de kahkahalarla! Ne len telaffuzumu mu beğenmedin düdük! Korelilerle İngilizce pratiği yaparsan Kore aksanına dönüyor. Hayır ben niye alınıyorsam, sanki dünkü bebe İngiliz aksanını biliyor da: )) Tabii bu işin geyiği ama İngilizce okumama acayip komiğine gitti, şimdi sadece ;
"İnkilisçe oku, anne!"

Sevimli halleri dışında iki yaşın hakkını verircesine heyecan yaşattığı da oluyor:

Ümit Abla: Akıllı çocuksun sen Arca!
Arca: Akıllı çocuk değilim, aptal çocukum!

Ümit abla: Hadi ellerini yıkayalım, temiz çocuk ol.
Arca: Temiz çocuk değilim, pis çocukum!

En azından karşıt anlamları biliyor diye iyi tarafından bakmaya çalışıyoruz olaya.

Ama bezini kendi değiştirmek istemesine gösterdiği tepkiyi müteakip uyumaya direnerek gecemizi rezil eden cüce için çok pis planlarım var:

"Elbet sağlığına tamamen kavuşacaksın cüce! İşte o zaman çok pis disipline başlayacağız. Maymun edeceğim seni. Otur otur! kalk kalk! Yat uyu dediğimde saat dokuzu bir dakika geçmeyecek. Evet intikam soğuk yenen bir yemektir cüce! Elbet sağlığına kavuşacaksın ve ben seni mum edeceğim, MUM (hıhahaha - Erol Taş - kötü adam gülüşü smiley'si)"

Ben gözlerimi kısmış bu sadist planları yapadurayım İlker şaşkın ördeğe döndü.

"Babanın telefonunu almak istiyorum, elimde gezmek istiyorum" talebine red cevabı alınca yaklaşık onbeş dakika ağladı.

Ben artık alışmışım, "ağla annecim açılırsın, ben olsam ben de ağlarım" diyorum.

İlker "bu iki yaş şeysi değil mi? Geçecek değil mi? Bana geçeceğini söyle!" diye omuzlarımdan tutup beni sarsıyor (yok Türk filmi efekti koydum, sarmıyor tabii ki) İlker'i ömrü hayatımda hiç bu kadar tedirgin görmemiştim. Onun hayata tutunabilmesi için en kısa zamanda iki yaşı atlatmış, babasına tapan bir oğlan çocuğuyla tanışması lazım, yoksa İlker'i kaybedeceğiz.

22 Mart 2011 Salı

Pazar pazar... kader bize ne yazar?

Bir Arca'yı uyutma klasiği: Yeliz de yanında uyuyakalır.

Eş zamanlı olarak İlker de içerdeki koltukta uyuyakalmışsa beni uyandıramaz, sabaha karşı hortlarım.

Cumartesi gecesi de bu sahne yinelendi.

Dikiz Yeliz olarak Nurturia'yı açtım, kimseler yok haliyle ama güncellemeler kalmış. Elfanamla Elif ve hatta Hayat ile Nil kahvaltı planı yapıyorlar. A-haaa!! Sabah iki yıldır ilk defa dokuzda uyandık. İlker Bornova'da bir nikaha gidecek, günün göbeği bir saatte. Öğleden sonra hava bozacak belli. Kahvaltı planı yapmıştık önceden, ama bizim genel olarak kahvaltıya gittiğimiz taraflar Bornova'ya ters, lokasyon sakat.

Çiçekliköy gözlerimin içini parlattı, hem dostlar hem yeni bir yer keşfedeceğiz, hem de günümüz yollarda geçmeyecek!

Çiçekliköy'e gidelim mi kızlara takılalım mı? Hayhay!

Hepsine mesaj attım. Kim uyanıksa dönün bana diye. Nil'le konuştuk. Ufaklıkların salya sümüğünün olduğunu söyledi beni aramaya çekinmişler. Tereddütten sonra yemişim sümüğünü dedik(ıy gerçekten iğrencim), sürpriz yaptık!

Canımıza can kattı. Çok ama çok iyi geldi. Bi de Hülya gelebilseydi altı yapraklı İzmir yoncası tamamlanacaktı:)

Ege'nin tüm sevimliliği üzerindeydi. Bi de adam olmuş ya, çok büyümüş! İlker bu tayfayla ilk defa tanışıyor, Ege'ye hasta oldu.

Ela yine çok ama çok tarz bir hatundu. Ulen 2 yaşında velet benden güzel giyiniyor. Allah kime kız çocuk vereceğini biliyor, bende olsa maymuna çevirirdim.

Alperen, çok ama çok sevgi dolu bir çocuksun sen! Telefon sohbetini hiç unutmayacağım.

Günün en güzel anlarından biri...

Arca ile kankası Berk... yine bir topun peşinde... aynı ilk tanıştıkları gün gibi... Onların bile tanışmasının üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş.

24 Ocak 2011 Pazartesi

İyi ki doğdun Ela



Ela ... beş böcüğün arasında bir papatya! Yıllar sonra suşi.. Ege'nin bukleleri... Berk'in afacan bakışları... Alperen'in 4 yaş bilgeliği (Fucking four mu demeli?)... Tuna'nın yakıtı alınca coşması (Aç ayı misali:) )... Arca'nın patır patır merdiven çıkma ve götün götün inme aktivitesi ... Fıstık Elif'in endamı, Elfanam'ın tespitleri ;P ... Nil'in güzelliği ...

Hayat & Gültekin ... çok teşekkürler

17 Ocak 2011 Pazartesi

Kabullendik, sırada... Arca'yı topluma kazandırma procesi


“Yavaştan canlanan çocuk”, “kitap bebek”, “nazlı çocuk”…

Her kitapta ayrı bir etiket. Bunlar tabii ki hap şeklinde hazırlanmış ve kolay yutulsun kolay sindirilsin formülleri. Yermiyorum, eleştirmiyorum, çok faydalandım, faydalanıyorum.

Arca için yeni etiketler ekleyebilirim, çeşitlendirebilirim… “hemen kaynaşamayan, temkinli, yavaş yavaş ortama ısınan, iyice ölçüp biçen, tanımadığı ortamlara kolay alışamayan…”

Artık çok üstünde durmuyorum, kriz anlarında soran gözlerle bakanlara – sanki mecburmuşum gibi- davranış psikolojisi, karakter haritası veya “günlük rutinden şaştı” konulu brifing vermeyi bırakalı çok oldu.

Ben kısaca “Arca işte” diyorum. Nev-i şahsına münhasır bir çocuğum var.

Alkolizm derneği toplantısındaki gibi, “Ben Yeliz, benim bir çocuğum var, adı Arca!”
Ve salondan alkış kopar, yüzüme bunu kabullenmenin ve dile getirmenin verdiği huzurla bir tebessüm yerleşir, bir oh çekerim.

Bu aslında zorlu bir yolun ilk adımıdır. “Olsun adım atmak başarmanın yarısı” dediğinizi duyar gibiyim, lakin o iş öyle kolay değil.

GERÇEKTEN kabullenmek, olduğu gibi kabul etmek. Çok çetin bir yol. Zira bu yolun üzerinde çok tehlikeli tuzaklar var.

Kendi bakış açınla olaylara bakmak mesela, çok sakıncalı. Çünkü o ben değil, ne şimdiki ne küçüklüğümdeki, o bambaşka bir insan.

Sonra başka bir tuzak da başka çocuklarla karşılaştırmak, bu iyi ya da kötü hemen her anababanın en azından acemi dönemlerinde düştüğü bir tuzak.

Bu tuzaklar olabildiğince bertaraf edebilirse, sıra daha zorlu ve dikkat edilmesi gereken kısma geliyor.

- Benim elimde sadece bir tane denek olduğu için genelleme yapmadan “Arca deneği” üzerinden konuşacağım. -

Çocuğu topluma kazandırmak!

Bu ciddi emek isteyen bir proje ve hassas bir süreç, el emeği istiyor, ciddiyet istiyor, üzerinde düşünmek istiyor.

Elimizdeki malzeme belli. Uyguladığımız işleme göre bu malzemeden arkadaşlarıyla paylaşan, onlarla oynamaktan zevk alan, daha az mızmızlanan, daha sosyal bir çocuk da çıkabilir, daha içine kapanık, daha anne delisi, daha mızmız, ağlak bir bebe de çıkabilir.

Süreç uzun, her hikayemiz “iyi malzeme iyi yemek” ile sonuçlanmıyor. Bazen yemeğin altını yakabiliyoruz. Ama bazen de öyle lezzetli oluyor ki iki tabak yiyesimiz geliyor.

Uzman görüşlerine değer vermek sürecin bir parçası, cumartesileri gittiğimiz oyun grubunun psikologunun geçen haftaki krizin akabinde sunduğu “kenarda durmayın, Arca oynarken sizi gördüğünde konsantrasyonu bozuluyor, sizinle vakit geçirmek istiyor, gidin gezin kahve için” tezini uygulama kararı aldım.

Hafta içi işledim Arca’yı. Fitne fücur soktum o minik beynine.

"Hafta sonu oyun grubuna gidilecek, Ela da gelecek, anne içeri girmeyecek, dışarıda işi var, Arca Ela ve ablalarla oynayacak."

Hatta bu özet sohbet bir hikayeye dönüştü ve uyku önceleri defalarca anlatıldı.

Arca’nın içinden; “öf amma kastın anne bea, gel işte birlikte tepişelim, kaydıraktan kayalım, sen daha güzel eğliyorsun beni, bu çıtır ablalardan daha canlısın” dediğini duyar gibi olup duymazdan geliyorum.

Paylaşmayı öğrenmeli! Farklı ortamlarda bensiz de takılabilmeli. Başarabiliriz!! Arca ben olmadan ve ağlamadan başka ablalarla ve çocuklarla farklı bir ortamda oynayabilmeli!! Hani bunu yapabilirsek ve arızasız günü geçirirsek Afrika’daki aç çocuklar doyacak sanki! Allahım buradan bakınca ne kadar anlamsız geliyor. Sanki Arca’nın topluma kazandırılmasının tek kriteri oyun grubunda annesiz oynayabilmesi. Artık nasıl kafayı sıyırdıysam?

Şimdi gülüyorum ama samimiyetle Arca’nın o gün bensiz, Ela ve ablalarla oynamasını gerçekten istediğimi söyleyebilirim, bunu bir başarı, bir adım öteye gitme, artık ne dersen de, olması gerektiğine öyle inandırmıştım ki kendimi, sanki bu başarının ardından ikimize ana oğul madalyası takılacak.

Tabii Arca’nın evden çıkmadan hemen önce kayan çorapları ile koşarken slalom yaparak kafayı yatağın köşesine çarpması ve yaklaşık bir saat o kafanın şişini indirmeye çalışmamız hesapta yoktu. Hatta gitmeyelim istersen dedim, öyle işlemişim ki, illa ki gidecek.

Diğer hesaba katmadığımız konu o gün Ela’nın karnının aç olmasından dolayı hafif arıza kodu vermesiydi. Neyse yarım saat kırkbeş dakika beni umursamadan güzelce oynadı. Çok da üstelemedim, kucak istediği ilk anda çıkardım alandan.

Ela’larla birlikte Kipa’nın içinde gezmek daha eğlenceliydi. Kitaplar aldık, ikisi market arabalarında birbirlerine öpücükler gönderdiler. Nasıl tatlılardı, Arca Elayı seviyorrrr!!!

O yorgunluğun üzerine Arca gündüz sadece yarım saat uyudu. Akşama doğru arıza sesleri çıkarıyorken Nazlı aradı, çaya geleceğiz diye, önce hayhay sonra amanın Arca çok az uyudu, arıza yapabilir uyarısı. Aman Cansu hiç uyumadı, boş ver dedi. Allah biliyor ya akşam Cansu ile saç saça kavgaya girişeceklerinden adım gibi emindim.

Cansu gelecek deyince Arca bir sevgi kelebeğine dönüşüverdi. 4 bebek tabağı makarna bile ağırlık yapmadı düdüğe. (Bu arada makarnanın içinde de çikolatadaki gibi mutluluk hormonu salgılamamızı sağlayan bir madde mi var?)

Cansu ile süper oynadılar, Tow mater ve mcqueenin nasıl çalıştığını gösterdi. Aletleriyle tamir yaptılar, hatta üstüne binilen arabasını verdi, sırayla bineceksiniz uyarısını dikkate aldı, kaplumbağaları çok seven Cansu’ya peluş kaplumbağasını verdi, hatta üçümüz birlikte Arca’nın yatağına girip Kırmızı Elma kitabını okuduk.

Bir peri masalı bile bu kadar güzel olamazdı.

Şimdi bakıyorum da, varsın oyun grubunda kendini ispatlamasın, (daha doğrusu ben ispatlamayayım: ) ) Arkadaşlarıyla oynuyor mu, oynuyor! Kendi kendine oyun oynuyor mu? Oynuyor! Arkadaşlarını seviyor mu? Seviyor! Paylaşıyor mu? Hmm evet, daha yolumuz var ama evet diyelim yazının ruhunu bozmayalım: )

“Eh tamam işte! O kadar kasmaya da gerek yokmuş” demek isterdim ama arızanın önde gideniyim, iflah olmuyorum, Arca’yı hafta sonu aktiviteleri için şimdiden işlemeye başlıyorum.

Bu haftanın konusu : Ela’nın doğum günü partisi (Ela’nın doğum günü partisine gideceğiz, arabada başka arkadaşlarımız da olacak, uzun bir yol, istersen uyuyabilirsin, Ela’nın pastasını üfleyeceğiz, alkış yapıp oynayacaksınız, Tuna, Berk, Ege, Demir, Alpi… )

9 Ocak 2011 Pazar

Annelik iki ileri bir geri

Mehter marşı kıvamında...

Tam ulen ben bu işi kıvırıyorum diyorsun iyi de gidiyorsun, gün geliyor çuvalladım yine diyorsun. Annenin 2 yaş sendromu halleri:)

Bilmemek mi lazım acaba? Bildikçe ve buna rağmen yapamayınca daha çok kızıyor insan kendine. Böyle anlarımdan birinde kitapanne.com'a veda etmiştim.

Cumartesi sabah oyun grubunda Arca'yı bırakıp gitmem gerektiğini bile bile kaldım. Ve o beni o kenarda her gördüğünde konsantrasyonunu yitirerek benimle vakit geçirmek istedi. Evet ufak tefek şeylere ağlayabilen bir çocuğum var. Ve ben onun bu tuzağına düştüğüm her defasında daha da mızmız olması için fırsat yaratıyorum. Bunları bilmek söylemek ve "ya dur bi kadın" diyememek kendine? Eminim tıpta bir tanımı vardır ama ben daha teşhisi koyacak bir doktora rastlamadım.

Kontrol delisi iç ses İlker'le konuşurken dile geldi:
Y: Şimdi ben o uyurken çıktım ya, bak anlatmadım dışarıda olacağımı
İ: Ümit abla evde, o uyanmadan ben gideceğim yanına bişey olmaz.

Y: Daninolardan 4 tane yedi uyudu, uyanmaz bi süre. Ümit abla bamya yapacaktı, yedirebilmen garanti olsun diye köfteli çorba yaptırdım, merak etme mutlaka yer, tok bile olsa hayır demez köfteli çorbaya.
İ: Birşey olmaz, senden çok yiyor.

Y: Geçenlerde çocuk dürbünü aldım Arca'ya, ama göstermeden arka odadaki dolaba tıktım.
İ: ee?
Y: Yani kriz anı olur dikkat dağıtmak gerekir, anne der filan çıkarırsın.
İ: Yürü git Yeliz ya, ne kriz anı. Kime bırakıyorsun Arca'yı? bana? Ne kadar uzun zamandır kendin için yapman gereken birşeyi yapıyorsun, geç bile kaldın. Bi rahat ol ya.
Y: Bugün oyun grubundaki psikolog da durmayın ilgisini dağıtıyorsunuz gidin buradan biz hallederiz dedi çıkarken.
İ: İyi de ilk defa söylemedi, geçen defa söylemişti, niye dinlemiyorsun?
Y: Ya ne bileyim böyle kriz yaklaşıyor gibiydi, orada olayım kontrol edeyim dedim.
İ: İyi b.k yedin. Gören de hergün işe gidip bırakmıyorsun sanacak, sen olmayınca ne olacak bi rahat bırak çocuğu yav!!

Neyse ki sahile gelmiştik ve o Narlıdere'ye dönecekti, ben kızlarla buluşmak için ters istikamete gidecektim. Biraz daha konuşsak ben böhühü diye mızıklamaya başlayacaktım. (Hmm Arca'nın mızmız geni kimden geliyor acaba:P)

Lise yıllarındaki gibi "Sevinç'in önünde buluşalım" klişesini hayata geçirdiğimizde bunları anlattım Hayat'a. O da her zamanki gibi rahatlattı beni, "ya ne dedi de rahatladın" deseler birşey diyemem ama her seferinde beni anladığını hissetmek rahatlatıyor sanırım. Bilmiyorum. Nil ve Elif geldi, Hülya geldi, Elfanam geldi.

Çocuklar olmadan toplaşıp Kordon'da bira patates yapmak! Var mı ötesi!

Benim için bira akşam da devam etti, Güzelbahçe programı yapmışlar, özlemişim. Arca'yla yemekten sonra yürüyüşe çıktık.

İçtiğim biraların ve muhteşem geçen günün gevşekliği ile minicik bir eli tuttuğum o gece havada kekik kokusu vardı.

Ve o gece o lokantanın ortasındaki şöminede yanan odunlardan hiçbirinin Değnek Adam olmadığına, Değnek Adam'ın Noel baba tarafından ailesinin yanına götürüldüğüne ikna oldu mu?

Hiç bilemeyeceğim.

Ya o cüce, kontrol delisi anasının aslında onu iyi yetiştirmek adına saçmalayıp durduğunu?

Hiç bilemeyecek.

27 Aralık 2010 Pazartesi

Tea & pot


Çayın bir seremoni olduğunu Kore seyahati sırasında öğrenmiştim. İki yudumluk yeşil çayın hazırlanması, sunulması on beş dakikadan fazla sürmüştü. Belki bu sebepten tadı bir başkaydı.

Cumartesi günü resmen açıldı.

Tea & pot.

Aylar süren titiz çalışma, hemen her anına tanık olduğumuz için belki de, çok bizden bir işti. Herkes çok pozitifti. Herkes çok keyifliydi.



Eltinin biri gıda mühendisi, diğeri iletişimci. Elti gücü: ) Onlar İlker’in kuzenlerinin tatlı eşleri, soyadımız aynı, ben de elti oluyorum değil mi, uzaktan elti : )

Çoğunlukla Çin’den olmak üzere sayısız çay getirdiler, minicik sıcacık bir butik café’de buluşturdular, özenle misafirlerine sundular. Sunumları eşsiz bir seremoniydi. Her detay iki samimi kadının ince ince işlediği oyaları gibiydi. Antika mobilyalar ve fincanlar, özel çaydanlıklar, ev yapımı pasta ve kurabiyeler …



Yasemin çayı içtim, aklım kaldı. Sizin de aklınız kalırsa, bir paket de evde pişirmek için satın alabiliyorsunuz, hatta o dibinizin düştüğü çaydanlıklardan bile kendinize, sevdiklerinize hediye edebiliyorsunuz.



Hani Gazi İlkokulu’nun arkasında bir yol vardır, Efes Pastanesine birkaç dükkan kala, işte orada. Nihan’ı bulun ve size eşsiz çaylarını sunmasını isteyin, çayı fincanınızdan önce tatlı tatlı kelimelere dökmesini, nasıl içilirse keyiften dört köşe olacağınızı anlatmasını isteyin.



Çok keyifli çok…

6 Aralık 2010 Pazartesi

Oyun teyzesi Yeliz

Geçen haftaki korkunç Topolino macerasından neşeyle çıkan dengesiz Arca, bütün hafta “oyun – park!” başımın etini yedi. Gözümü karartıp götürmeye söz vermiştim ki, Kipa Play Barn’dan oyun grubu önerisi kapımıza geldi. Meltem ilgilendi, grup oluşturmaya çalıştı, Hayat da talip oldu derken sözleştik. Tek içime sinmeyen anneler gruba dahil olmayacak, oyun ablaları ilgilenecek. Zaten olması gereken de o, ama Arca’nın ortamlara yavaş ısınması karakter özelliklerinin başında geliyor ki bunu artık sağır sultan duydu. Deneyelim dedim. Sonuçta Arca’nın hem fiziksel aktiviteye hem de sosyal ortamlara daha fazla girmeye ihtiyacı var.

Perşembe ateşlendi, Cuma devam etti. Gecesine ateşi çıkmasa cumartesi götürecektim ama doktor da cumartesiyi sakin ve dinlenerek geçirin deyince, tek outdoor aktivitemiz balkonda piknik oldu. Cumartesiyi iyi geçirince Pazar gitmeye karar verdik. Emre’nin yeğeni Yasemin Arca’dan 3 ay büyük, tam bir dilli düdük, İlknurlardaydı, onlar da gelmeye karar verdiler. Birbirlerini tanır severler, arabada yan yana seyahat ettiler, pek güldürdüler.



Arca, cümle kuramaz, tamlama eklerini henüz çıkaramaz, Yasemin onu düzeltir:

İlknur: Arca nereye gidiyoruz halacım?
Arca : OYUN – PARK!
Yasemin : Arca nereye gidiyoruz? Oyun PARKINA gidiyoruz!

Yasemin kelimeleri çok düzgün telaffuz edemez, çok bilmiş Arca onu düzeltir:
Yasemin : (Arca’nın mikifaresini ister) aa Miki MARE!
Arca : MİKİ FARE!

Buraya kadar güzel…

Play Barn küçük bir yer. Olsun, zaten sadece 7 çocuk kabul ediyorlar, ablalar var. Dedim ki bizim ilk, ben aylık ücret ödemeden önce denemek istiyorum. Tamam dediler.
Anneleri oyun alanına almıyorlar, tamam sorun yok, zaten ben de Arca’nın peşinden dolanmaya meraklı değilim de Arca’yı bilmediğin ortama bırakınca hönk! Oluyor. Gelmeden önce oyun ablalarından bahsetmiş olmama rağmen Yasemin ve Ela gibi tanıdığı arkadaşları olmasına rağmen Arca arıza çıkardı. Ağladı.

--------------------------------------------------------
Hata 1: Arca’yı tanıyorum, öncelikle rica edip ben girmeliydim, oyuncakları ablaları arkadaşları vs tanıştırıp kaynaşması için destek olmalıydım, geçen haftaki topolino’da o kadar ortamların adamı görüntüsü çizdi ki Arca gerçeği kafamdan silinmiş. (özeleştiri)
Bir eleştiri de işletmeye, ilk defa gelen bir çocuk belli ki çekingen mizacı var, bir oyun ablası ona verilmeli, abla kendini tanıtmalı sevdirmeliydi, bunun yerine “aa Arca gel bak oynayalım” diye elinden çeken tanımadığı bir insan oldu o ablalar Arca için. Şimdi mesela Ela, Hayatlar Ela’yı bıraktılar, gittiler, Ela için de ilk gün sonuçta, ama malumunuz Ela ortamlara direkt aktı, hiç sorunsuz. Belki olması gereken oydu, ama yine de çekingen mizaçlı bir çocuk için özel muamele –en azından – başlangıç için yapılabilir miydi? (Yine çuvaldızı kendime batırayım, ben belki de baştan uyarmalıydım)

---------------------------------------------------------

Neyse girdim içeri, oyuncakları tanıttım, ablaları sevdirmeye çalıştım, Ela ve Yasemin ile kaynaşmasına çalıştım. Yalnız takılmayı tercih etti, kaydırakları çok sevdi. Ama bir defa olsun paçamı bırakmadı, tam hah alıştı, paravanın arkasında bekleyebilirim diyorum, görüş alanından çıktığım an basıyor yaygarayı! Tam ne güzel oynuyor diyorum, çocuğun biri dokunuyor, bizimkinin gücüne gidiyor, basıyor yaygarayı! En son oyun evinin içine girdi, çıktı, Ela girdi, Yağmur girdi, kapıyı kapattılar, aman pek bi içlendi. Tamam dedim, artık bu kadar küçük ve zararsız şeylere bile tahammülü kalmadıysa gitme vakti gelmiştir. Eş zamanlı olarak işletmenin başındaki bayan da "bugünlük Arca için yeterli" dedi, benden iyi not aldı. Demek ki gözlemlemiş.

Dışarı çıktık, kuru üzüm ve kayası ile teselli bulmaya çalışıyoruz, bankta oturduk sohbet ediyoruz.

Y: Burasını sevdin mi Arca?
A: Hayım: (
Y: Bir daha gelmek ister misin?
A : Evet
Y: Ablaları sevdin mi Arca?
A: Hayım!
Y: Peki o halde bir daha gelmeyelim tatlım, sorun değil
A: GEL!

-------------------------------------------------------------------
Özeleştiri: Arca hastaydı ve fiziksel olarak iyileşmiş bile olsa bu paçama tırmanmalar, boynumdan inmemeler hep hastalık sonrası kırılganlığın getirdikleriydi. Belki bu hafta hiç getirmemeli, belki daha az orada tutmalıydım.
-------------------------------------------------------------------

Hayat’la çıkışta sohbet ettik, Ela’nın özgüvenine hayranlığımı (maşallah) bir defa daha dile getirdim. Düşün ben paravanın arkasına geçemedim onlar market alışverişi yaptılar, HARİKA!! Hayat çok sevmedi ama devam edecek, yeterince koşup enerjisini atamadığını düşündü Ela’nın. Topolino gibi yerler, eğer kalabalık olmayan bir zaman yakalanırsa enerjisini atmak için daha uygun yerler gibi görünüyor.

Tam yürürken işletmenin başında olan bayan arkamdan koştu, dedi ki Arca için güzel bir gün olmadı ama hafta içi uygun ve tenha bir zamanda getirin alışsın, göreceksiniz sevecek. Ben de Arca ile ilgili bilgiler verdim, çekindi, tanımadığı bir ortam ve tanımadığı yetişkinler, çocuklar etrafını sarmış gibi hissetti, kendini güvende hissetmedi, farklı yaklaşmak gerekirdi. Hafta içi mümkün değil ama cumartesi herkesten yarım saat önce gidip alışması için fırsat vereceğim, hem Arca’ya hem Playbarn’a. Sonuçta bu tür oyun gruplarının Arca’nın sosyalleşmesi için olumlu olacağını düşünüyorum. Parka götürdüğümde bir kaydırağı bile paylaşmak istemiyor, “ama ama ama”lar uzayıp gidiyor. Tabii yaşı küçük ama böyle ortamlara girmezse paylaşmanın ne demek olduğunu hiç öğrenemeyecek.



Neyse kısaca o gün oradaki ablalardan farkım yoktu, evet belki yaş farkı! Bu bakımdan bana oyun teyzesi diyebilirsiniz: ) (Bakar mısınız top havuzunda debelenme aktivitesinde bile varım, hey allam b.k var, mecbursun sanki topla götür çocuğu kardeşim!)

15 Kasım 2010 Pazartesi

Birkaç cümle ile...

İçime sokasım geldi, hatta birkaç defa sıkı sıkı sarıldım.

Arca ile Cevdet süper anlaştı, bu kadar mı elektrikleri kimyaları tutar? bir ara onları odada bırakıp mutfağa bile geçtik.(sadece kitap konusunda Arca'nın Cevcevime carlamalarını saymıyorum)

uzun zaman önce yitirdiğim küpelerime benzer küpeler...

Arca sanırım ona aşık oldu, o "ben evliyim ama arcacım" dedikçe arca mahçup mahçup başı önde gözlerini dikerek onu seyretti.

Kim korkar kırmızı başlıklı kızdan ? O günden beri en az 20 defa okudum!! Harika harika bir kitap!!

Bu kitaptan daha güzel ve masalsı çizgiler senin için en güzel dileğim olabilir sevgili kisd...

Onun içi kadar sıcak çizimlerini siz de çocuğunuzun odasında misafir etmek isterseniz bir tık...

7 Kasım 2010 Pazar

Mandalin kokulu haftasonu

Evin erkekleri uyudu, hatta bir tanesi epey önce uyudu, sonrasında mutfağı topladım, kahve yaptım, 2 haftadır kaydetip izlemediğimiz dizileri izleyelim diye İlkere söz vermiştim, uyukladığı koltuktan uyandırıp kahve ile dünden kalan cheesecake koydum önümüze, ikinci dizinin ortasında baktım uyudu, kapattım televizyonu. çamaşırları topladım, çamaşır astım, banyo yaptım, 3 hapşırığı müteakip mendillik olmuş burun akıntısı ıhlamur alarmı verdi, koydum demliğe ıhlamuru, oturdum. Önce kisd'e mail yazdım, sonra bizim ekiple ufaktan program yaptım, ıhlamuru limonla tanıştırdım aralarını yapmak için bal ekleyecektim kalmamış artık bıraktım kendi hallerine.

Güzel bir haftasonu... Cumartesi sabahtan ananede kahvaltı, Arca ananede kalır yeliz fotoğrafçılık kursuna kaçar. Şahane bir ders geçirir, dersten çıktığında artık "ışık" onun için eskisi gibi değildir. Artık "ışığın" anlamı değişmiştir. Hayatın akan her sahnesi artık onun için bir fotoğraf karesidir. Lakin Kordon'da fotoğraf çekmek için vakti yoktur. Biri ablasının doğumgünü biri de akşamki dostlar için olmak üzere 2 cheesecake ile Alsancak sokaklarında park yerine ulaşmaya çalışır, beyninde binlerce kare fotoğraf ile. Aksi gibi trafik de sıkışık, neyse bir şekilde ananeye ulaşır, Arca'yla ufak bir ayşecik filmi çevirmeleri için "vee... motor!" repliğini duymaya ihtiyaçları yoktur!! Derken Duru'nun geldiğini haber veren zili duyduğunda kalbi küt küt kapıya koşar " kim o?" der. Der valla!! Sonra ikisinin en büyük ortak yanı... biri okumayı biri okutmayı seviyor...

"Of ya kaç yaşıma geldim hala mı doğumgünü!!!" diye sızlanan ablam cheesecake'e daha fazla karşı koyamaz, tatlı sohbetler yapılır. Neyse ki geçen gece Duru giderken ortalığı kaldıran Arca bu defa ayrılığı metanetli karşılar. Ablamlar annemi ananeme bırakırlar biz de eve yollanırız. Dostlar gecesine cheesecake damgasını vurur, Zeynepin sütünü garanti arttıracağı söylenerek bol bol yedirilir.

Pazar sabah kahvaltı için hala, emmi ve mamami ile Çakıl'da buluşmaya karar verilir. Burası mandalin ağaçlarının arasında harika bir yer. Öyle 3-5 ağaç değil bildiğin dönümlük mandalin bahçesi. Arca "mannamin"lere dalar, ağaçlardan toplamak serbest, Arca mutluluktan mest.

Kahvaltıda kuruyemiş getirmişler, güzel bir hoşluktu. Arca kahvaltısını evde yaptığı için kuru kayısı, incir ve üzümleri ve pek tabii mandalinleri götürmekle yetinir. Parkta oynar, çimlerde koşar, yorulunca arabalarıyla masada oynar. Oynar, oynar... Anne de dünkü kursun pratiğini yapar. Ancak ayar konusunda iyi bir seçim yapmadığını ahanda buraya fotoları koyunca fark eder. Bir de buraya koyamayacağı fotoğrafların - çok net ve yakın çekimlerindeki göz etrafı kırşıklarının derinliğini!!! böhüüü!!!

Uzun lafın kısası güzel bir haftasonunu elimde mendil kafamda bigudiler, kulağımda Arca ve damağımda ıhlamur ile noktalıyorum.

31 Ekim 2010 Pazar

hem hepsi farklı hem hepsi aynı

bilmece bildirmece kaydıraktan kaydırmaca :)
5 toddler... hani ne çocuk ne bebek... ikisinin arası bir yaş döneminde geçiş aşamasını tamamlayan insan küçüğü tür.
en büyüğü 2 yaşını dolduralı hepi topu 4 ay olmuş. en küçüğü ise yer cücesi Arca.
Havanın kötü olacağını varsayarak topolinoya gitmeye karar verdik. Arca ilk defa gidecek böyle bir ortama. Nasıl anlatsam? Parka gidiyoruz dedim.

Hayat, Hülya, Elif, Nil... ve pek tabii diğer cüceler Ela, Tuna, Ege, Berk.
Oyun alanına girdik...

Naçizane gözlemler...

Ela(21 ay), Hülya'nın deyimiyle o bir amazon!! Ela ortama girdi ve direkt adapte oldu, hatta saniyeler içinde ortamın bir parçasıydı. Hiç yadırgama yok! Onun için kaydırak olsun, tırmanma, atlama, zıplama olsun. Ela'nın bizi kopardığı an!! Nil dedi ki : "Şahsen BEN kayamazdım!!"


ve son olarak bizim oğlanlar yorgunluklarını ara öğünle giderirken Ela hala orta pistte dans ediyordu.

Berk... 2 yaşını dolduralı henüz 1 ay oldu. Hiç sağa sola bakmadan direkt büyük çocukların oynadığı kaydırağa daldı. Dedim ki "Nil hayrola? geldiniz mi siz buraya daha önce? Berk ne güzel patır kütür oyuncaklara daldı?" ona göre kreşten alışkın, yoksa zor. Olabilir ama bayıldım. O nasıl bir özgüven, hiç arkasına bakmadı.

Yine Arca ile tatlı münasebetleri oldu. Bunlar ilerde garanti kanka olacaklar.

Ege... 2 yaşını dolduralı 1 aydan biraz daha fazla oldu. Tunayla birlikte zıp zıpın dibine vurdular. O nasıldı hatırlamıyorum, Hülya anlattı, Tuna Ege ayakkabısını çıkardı diye, çıkarmak istedi, Ege de Tuna çorabını çıkarıyor mu diye kenardan kesti:P Çıkarsa anında çıkaracak. Arca'nın araba gözüne hoş görününce şansını denedi, Arca ödlek düdük bastı yaygarayı, Ege de "efendilik bende kalsın, küçüğü üzmeyelim" dedi diğeriyle oynadı canım benim!

Tuna... en büyükleri, ortamın paşası (puhahaha)! şaka bir yana Arca sürekli Tuna'yı kesiyor. Turuncu kamyonu sırf o oynasın diye getirdi, benzeri Tuna'da var ya. Tuna için tüm oyuncaklar hikaye gibiydi, o kaydırağın 3 katı kadarına tırmanmışlığını bildiğimden Tuna'nın rahatlığı hiç şaşırtmadı beni.


Arca... kan bağımız olduğundan en çok onu gözlemledim, daha doğrusu gözümü üzerinden ayırmadım mecburen:) Evden çıkarken dedim ki Arca'ya 2 tane araba alabilirsin. Kırmızı kamyonun yanında üzerine binilebilen mcqueen'i seçti. Eh seçenekleri sınırlamazsan olacağı bu. Dedim ki arabaya sığmaz, bak bu Tunanın çöp kamyonundan hem o da oynar belki, o zaman bipbip'ten vazgeçti. Tabii bu hadise bi tarafımızda patladı. Çünkü bipbipe benzer arabalar varmış, Arca iki tanesini sahiplendi, en az 20 dakika ne bindi, ne paylaştı, sadece elinde tuttu.

Psikolojide bir analizi vardır kesin. Bir ara kaydıraklara gitmek istedi, sanırım, bırakmak da istemedi, beraber gitme girişimlerinde bulundu. Örneğin Elanın daldığı o kaydırağa yaklaşmak Arca'ya 15 dakikaya maloldu. Hatta o hani büyük çocuk kaydırağı var ya, orada sanırım yarım saat harcadık, sadece tepesine tırmanmak için. iki basamak tırmanıyor, 3 defa arkasına bakıyor, sonra birkaç defa geri dönmeye çalışıyor, sonra gözleri beni arıyor, ses etmezsem surat buruşuyor. Görünce, cesaretlenince devam. ÖDLEK!! kibarcası TEMKİNLİ:)

Tadını alınca kudurdu. Biya, biya (bir daha) diye diye defalarca bindi. Zıp zıp daha kolay oldu onun için, önceden alışkın olduğu bir oyuncaktı. (kanepe:P)

Hatta takla attı, çok hoşuna gitti, bir daha denemesin diye kırk takla attırdı bana. Dönüşte yemeğe gidiyoruz uyutmamak için de bir kırk takla atmışımdır. Sohbet etti, akayaylayını (arkadaşlar) saydı, oyunlardan atladığım olunca (bop-top) hatırlattı. Bu güzel günün Arca için ne kadar faydalı olduğunu bugünkü park tecrübesinde anladım. Kaydırağa kendi başına çıktı ve kaydı. Doktor çıkmış çocuğunun diploma törenindeki haklı gururu vardı dolan gözlerimde:)))


Hepsi birbirinden o kadar farklı ki aslında, ama hepsi kuru üzüm söz konusu olduğunda aynıydı!! hiçbiri hayır demedi:)
Canlarım seviyorum hepinizi!!

9 Ekim 2010 Cumartesi

KİTAPANNE PEH PEH PEH!!!

Şimdi şu aşağıda gördüğünüz foto var ya... hah işte o benim kitaplığın çocuk eğitim bölümüne ait bir kısım. Hepsini okudun mu derseniz ? Hayır hala okunmayı bekleyen 4 ve az karıştırılıp sonra okunmak üzere ayrılmış 2-3 tane var. Demek ki 18-20 tanesini okumuşum.



Canım Başakla ikili sohbetlerimizden birinde takılmıştı bana "kitapanne" diye, amanin nickimi neyimi kitap anne yapacağımdır diye pek hoşuma gitmişti:)

Bu kitapları okursun, altını çizersin, eşe dosta çocuk eğitimi ile ilgili ahkam keseceğin zaman "..... kitabında der ki" ile başlayan cümleler kurarsın da kitaplar işe yarıyor mu dersen işte orada dur derim. Yani bugün dedim! Hem de öyle yüksek bir sesle dedim ki karşıki dağların cendermeleri "olay mı var bacım" diye soluğu yanımda alacaklardı. Ve hatta olay süresince bizimle talihsiz bir tesadüf sonucu yolculuk etmekte olan Hayat ve Ela kuzusunu bile sindirdim, "benim gibi bir anne ile arkadaşlığını gözden geçirebilirsin Hayat, alınmam" bile dedim...

Olay şu : Arca sabahın köründe kalkmış, korkunç bir sabah geçirtmiş, kafayı yine kapıya vurarak şişirmiş, ve pek tabii uykulu bir halde arabaya binmişti. Biner binmez uyudu. Hayat ve Elayı aldık, tam yolun ortasında (hatta bizim evin kavşağını geçince) Hayat Elanın yanında oturmak için arkaya geçti. Artık Arca kıskandı mı bilinmez oto koltuğunda kalkmaya, şiddetle ağlamaya başladı. Önce biraz kucağıma alıp sakinleştirdim, tatlı tatlı oturtmaya çalıştım, yay gibi gerindi. Bu arada kolik sancılarında bile böyle ağlamamıştı, o derece sinir bozucu. Uyku arkadaşı Ayıyogiyi verdim susmuyor, kamyon araba, vız geldi. "Yürü len! senle mi uğraşacağım" diyerekten (evet hiçbir kitap yazmaz ama bazen çemkirmek işe yarar:) ) ve de zor kullanaraktan bağladım koltuğa geçtim direksiyonun başına. Yok susmuyor, radyo açıyorum, eline üzüm veriyorum, yok!! Benim tansiyonum bi iniyor bi çıkıyor. Bu arada sesimin yüksekliğinin farkındaym ama kendimi tutamıyorum. Bir şekilde sustu. Ya kendi kendine sakinleşti ya da başka çaresi olmadığını anladı ya da kafa göz dalacağımdan korktu, BİLMİYORUM!!! Hülyalara kadar sakin geldik, ama hala ellerim titriyordu. Arada arkamı dönüp baktığımda hala içini çeke çeke nefes aldığını duyunca nasıl fena oldum. İçimden muhasebe hesaplarına başladım. dursaydın birazcık, hatta belki evin oraya çekseydin, iyice sakinleşince arabaya dönseydin!! yapsaydın etseydin !! olmadı işte! Durum bu! kitapları okursun, kendini teoride eğittiğini sanırsın. Ama iş tecrübe etmeye gelince bazen keyifle atlatırsın krizleri bazen de böyle korkunç anıların olur. Ona buna "bilmem ne kitabında şöyle diyor, bilmem ne kitabında der ki..." demeye benzemiyor. 2 yaş kapımızda, ve hiç kolay olacağa benzemiyor.

Hülyadaki organizasyon şahaneydi. Çok pis bir arkadan iş çevirme ile organize edilen doğumgünü çok neşeliydi. Berk çok tatlıydı. Yine Arca ile çok güzel oynadılar, bence aralarında güzel bir elektrik var. Arca birkaç defa Elanın elinden oyuncak alma savaşına girdi, asabiyet yaptı, ama neyse ki zararsz atlatıldı. Hatta en az 15 dakika Arca Ela ve Berk halka geçirmece oynadılar, birbirlerinin sırasını beklediler, bitince hep beraber el çırptılar ve bu oyun defalarca devam etti. Büyüyorlar mı ne?

Arcayla barışmamızın şerefine güzel bir foto koyayım. Bu slingler için buraya bir TIK!! Arca 13 kilo ve hiç ağırlık hissetmeden taşıdım, yükü dağıtıyor sanırım. Arca da çok keyifliydi, dıgıdık dıgıdık yaptık bol bol.




Akşam arabaya binerken bu defa Arca Elayı yadırgamadı, hatta kendince Ela da geliyor mu diye yokladı, bir güzel uyudular.

Akşamı hiç umulmadık hayati bir tesadüf ile tamamladık. Hayatları bıraktıktan sonra normalde gitmeyeceğim bir yoldan eve ulaşmaya çalışıyorum, tam da öğlen yaşadığımız krizin geçtiği kavşağa geldim, öğlen durduğumuz yerin tam karşısındayım, ışığın yeşile dönmesini bekliyorum, kafamı gayriihtiyari sola çevirince bir de ne göreyim.... Arcanın ayıyogisi!!! Demek ki kavga sırasında Arca yere atmış ben de farketmemişim, yerde duruyor, kavşaktan dönüp gidip yerden aldım, pek pisti tabii şimdi çamaşır makinasında.(oraya nasıl geldi ve nasıl bu kadar kirlendi allah kerim, kuvvetle muhtemel köpekler sayesinde!!) Hayat sürprizlerle dolu!!

5 Ekim 2010 Salı

Son günler

Şimdiye kadar pek çok defa yazıştık, birbirimizin bloglarını okuduk, ama sesini hiç duymamıştım. Bugün telefonla konuştuk, bu ses!! allahım bu ses!! (fonda eski türk filmlerinden bir sahne ve hafiften bir müzik, mümkünse "o bakış ki götürür beni yıllarca geriiii.... " nağmeleri) sanki benim hemen her gün konuştuğum bir ses kadar tanıdıktı. Demek ki onu yazılarından tanırken sesini bilinçaltımın derinlerine kodlamışım, duyunca hem hiç yadırgamadım hem de bu kadar cuk oturmasına şaşırdım. Ne güzel oldu, canım kisd:)

haftasonu bir ilk yaşadık. Arca ilk defa anne ve babası olmadan ananesinde kaldı. Çalışmalara 1 hafta öncesinden başladık. Atakan Arcanın hayali arkadaşı ya "atakan geceyi ananesiyle geçiriyor" kitabını aldık hemen. Her gece okundu tabii defalarca. 3 gün öncesinden "anne ve baba uzağa gidecek, Arca ananesinde kalacak, Duru da gelecek, oynayacaksınız, birlikte uyuyacaksınız" repliği dile gelmeye başladı. Cumartesi gününü de yapışık geçirdik. Peki arıza çıkarmaması için yapılan bu çalışmalar işe yaradı mı? Tabii ki hayır!! Ananeye gittik, Duru da orada ama Arca mızık!! Yarım saatten fazla konuştuk, "tamam mı annecim hadi bize el salla biz gidiyoruz" diyorum, "peki" diyor ama mızık!! Uzun uğraşlardan sonra Duru'nun da müthiş yardımları ile kendisi ile vedalaştık. Bu arada otelde kalıyoruz ama Alsancakta yani şehirdışına çıkmaya bile tırstık. Neyse ki korktuğumuz olmamış biraz arandıktan sonra oyuna dalmış, gece uyandığında ise duruya sarılıp tekrar uyumuş.

Asıl bizim için şahane bir geceydi. Zeynepler de aynı otelde kaldılar, Poyrazı akşam yemeği için babaneye bıraktılar, yemek için Güller de katıldı. Kordon'da uzun zamandır yürüyüş yapmamıştık, el ele, kol kola... Ayıptır söylemesi İzmirde hala akşam bir hırka ile sokakları arşınlayabiliyorsunuz:) Gençliğimizin mekanı pizza Venedikte geçmişimizi yaadettik. Kordonda bira içmeye gittik. Çok önemli bi karar aldık. Ayda bir bebeleri bırakıp yemek+kordon organizasyonu yapacağız! Gece çorbacıya bile gittik! Kısacası Arca ile ne yapamıyorsak hepsini yaptık. Kendimize geldik. Yapmalı yapmalı imkanları kullanmalı!!

Pazar eve döndük ailecek, ne zamandır görüşemediğimiz Nazlılar bize geldi. Cansu nasıl tatlı, cümle kuruyor. İnsan sevdiklerinin bebeleriyle kendisininkiymiş gibi gurur duyuyor. Arca ile çok güzel oynadılar, arada arıza çıktı tabii ama hasarsız atlatıldı. Biz ailecek bira kötü örnek olduk Cansuya. Misal bizim mutfak dolaplarını açmak serbest, tencere dolabı Arcaya tahsis edildi. Ama Cansularda aynı dolap deterjan dolabı diye yasakmış, alışmasın dediler ama çok geç kaldık. Sonracığıma Arca artık tepelerde geziyor. Ananedeyken iyice azıtmış. Çözüm bulamadık, oturma odasındaki kanepeyi her bi tarafını yastıklarla güvenli hale getirmek suretiyle zıplama kanepesi yaptık. Başka evde ve başka yerde zıplamak tırmanmak yok! Cansularda böyle bi uygulamadığı için bir puan daha düştük!! Cansu tam hanım hanımcık olmaya karar vermişken şimdi biz onu bozacağız korkarım. Ne kadar anladı bilmiyorum ama sadece bizim evdeyken bu yaramazlıkları yapacağına dair anlaştık.

Pazartesi gör dötüm yollar İstanbul. Toplantı sunuş, akşam yemek. Yemeğin en sıkıcı anlarının kurtarıcısı sohbet konusu yine açıldı "Bizim Yeliz hn İzmirde oturuyor" "oooo ne şahane, nasıl oluyor ?" .... Derken bütün macera sil baştan anlatılır, İzmir gibi yerde bi de maaş mı veriyorlar, aman ne şanslısın, aaaa hava hala sıcak mı orda.... geyikleri ile geceye neşe katılır, bulutlar dağılır... Bu defa Boğaza gittik, İstanbulun özlenesi yerlerini gördüm yine, sonra arabada etrafı seyrederken 10 küsür yıl önceki halimizi gördüm gençlerde, paramızı Ortaköyde bitirdik mi yürüyerek Beşiktaşa dönerdik. Gece 12 uçağıyla İzmire geldim. Sabah karşı uyanan Arcayı aldım koynuma mis gibi uyuduk.

Sabah ofise geç gitmeye karar verdim. Zaten çalışacak hal yok. Salı pazarına uğradım. Karga kahvaltısını yapmadan gittiğim için birkaç tezgahta siftah yaptırdım.
Pazar diyaloglarına bayılıyorum:
Pazarcı: abla siftahı senden!
Yeliz : hadi hayırlı işler
Pazarcı : yok abla bereketi allahtan diceksin.
Yeliz : demeyince noluyo, olmuyo mu?
Pazarcı: ya abla de işte! Al parayı da at şöyle tezgahın üzerine!
İyi tarafıma geldi, dedim gitti! Kayyuuu kayyuuu diye bağıranlara hasta oldum bi de, özlemişim pazar hallerini. Zara babyci fiyatları arttırmış sanki, penye yelekler aldım, çalı süpürgemiz sizlere ömürdü, yenilendi. Kendime birkaç toka çorap derken pazar da hareketlenmeye başlamıştı.

Akşam Arca ile yumul yumul... Arca uyuduğuna göre şimdi dün kaçırdığım Ezeli izlemem lazım...

Bu arada Arca'nın dişleri çıkıyor!! Gece uyanmalarının sırrı çözülüyor mu ne? 2 elinin parmakları en arkaları kaşıyıp duruyor. Tamam Arca 4,5 aylıktı ilk dişleri çıktığında ama bu son arka azıları bu kadar erken beklemiyordum. Bir süre geceleri rahat uyuruz diyordum, kader yine ağlarını örmeye başladı.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Terörist Arca, tam teçhizatlı kameraman arkadaşımız Yeliz ve - denemiş uygulanmış - çocuğu ağlatmadan kriz atlatma tavsiyeleri

Nehir’den beri yazasım yoktu. Sanki güzel şeyler yazmak suçmuş gibi… Hayat da yavaş yavaş eski haline giriyor bir şekilde, yaşanıyor, yaşıyoruz…



Yasal Uyarı: Aşağıda tavsiye edilen yöntemler kesinlikle denenmiştir. Ancak deneğimiz Arca teröristlik yapmaya çalışsa da özünde “uyumlu”, “kolay” ve Tracy ablamın testine(*) göre “kitap” bebektir. Dolayısı ile her bebede işe yaramayabilir. Yine de denemekten zarar çıkmaz!!

Her günü ayrı neşe bir bayram tatiliydi. Arife yarım gün için işe gitmedim. Erkenden Foruma gittik. Arca uyurken dükkanları gezdik, uyanınca IKEA’yı dolaştık. Amaç Arcaya kaymaz bir tabura almaktı. Bizim lavabo yüksek, Arca da cüce olunca yetişemiyor. Arca terör estirdi IKEA’da! O silindirik baston şeysini elinden bırakmadı. Bizim de cimriliğimiz tuttu, almadık! Arcayı o kalabalıkta 2 defa gözden kaybettik, kalbimiz yerinden çıkacak gibi oldu. Bir İlker bir ben olayı ele aldık, ilgisini dağıtmaya çalıştık. Sonuç dönen yumurta koltukta anne manyak manyak akrobasi yaptı, Arca heyecanlandı, İlker arkadan dolaşıp zımbırtıyı aldı ve yok etti.
Anne 1 - Arca 0,5 (0 diyemem çünkü en az yarım saat uğraştırdı, yoldan puan veriyorum)
İlker bayramımızı şenlendirmek üzere pizza yapmaya karar verdi (Hülya ile uzaktan kardeş olabilirler mi??) Bu pek sık olmaz, bu sebepten ağzından pizza lafı çıkar çıkmaz hemen atlarım ki vazgeçmesin. O pizzaya konan peynirin rendelenmişi sadece Metroda varmış, IKEA dönüşü uğradık. Bayram öncesi kalabalık. Arcanın karnının acıkmasına yakın İlkeri market kısmında bırakıp yemek yemeğe gittik. Mercimek çorbası ve piliç ızgara Arca için garanti menü. Ama mama sandalyesi yok, neyse sıra gibi koltuklara oturduk, mercimek acılıymış, tavuğa geçtik. Arca tam arkasındaki abileri kesti, hop kalktı ayağa. Anne hiç istifini bozmadan hemen abilerin masasının yanına geçti. (Anne: 2 Arca : 0,5) Güzel güzel yerken Arca sıkıldı tekrar ayağa kalktı hatta hiç oturmadı. Bu arada biri 4 biri 6 yaşındaki oğlan çocukları çok sevimli bana akıl verdiler:
- Teyze sen buna çikolata vereceğini söyle, oturur, bize öyle yapıyorlar
- Bu çikolata yemedi daha bilmiyor tadını, yemez yani numarayı
- Aaa sizin evde çikolata yok mu? Şeker de o zaman?
Bu arada ben Arcanın ağzına bişeyler tıkıyorum, Arca oturmuyor, İlker görünürde yok. Ufaklıkların babası var, o da sohbete katıldı.
- Sizin tek mi?
- Yaa evet, sizinkiler 2 tane ama maşallah pek efendiler, sakin sakin oturuyorlar
Ben “sizinki de büyüsün uysallaşır, dert etmeyin” demesini beklerken baba;
- Az önce 2 tane patlattım kafalarına oturttum, kesin çözüm!
demez mi?
Tabii gülümsemem yüzümde dondu. Evet biz dötümüzü yırtaduralım, hala “dayak cennetten çıkmadır” yöntemi uygulanıyor!

Arca karnının doyduğuna karar verdi ve lokantanın içinde koşmaya başladı, ben de peşinden. Tamam aktivite sadece lokanta ile sınırlı olsa neyse de açık alan olduğu için market kısmına yöneldi. Sevecen babaya puset ve çantaları teslim ettim, Arcanın peşinden! Basamak çıkmayı öğrendi ya görünce dayanamıyor, en az 10 defa inip çıkıyor, LCD TV standına çıktı, TV ye sarıldı, öptü, pat pat vurdu. Kucağa al masaya götür işlemi oyuna döndü, bu arada İlker hala gelmedi. (Anne 2 - Arca 2,5) Toparlandık çıktık, daha biz yiyecektik!! Eve kadar yine sakindi. Hatta kakasını söyledi, “yap annecim bezine, şu an tuvalet bulamayız” dedim ama eve kadar tuttu. Sanırsın ki o terörizmin sorumlusu o değil. Akşam Issız adam İlker bize pizza yaptı, Arca ise oklava getirerek (evet 8 senedir evliyim, oklavam yok!) pizzaya hak kazanan İlknur ve Emre ile oynadı.
İlk gün bilançosu : Anne 2 – Arca 2,5

----------------------------------------------

Arca suyla oynamayı sever, her çocuk kadar!! O tabureleri aldık ya, çok mutlu oldu, sürekli suyun başında ve sınırı yok, tabii her 2 yaş civarı çocuk gibi zaman algısı da yok, 5 dakika deyince anlamıyor. IKEA’dan aldığım bir mutfak alarmı var. Tam da bu iş için aldım onu, bir arkadaşımın tavsiyesi. Kendisi mola yöntemi için kullanmış ama ben henüz o yöntemi uygulamadım, 2 yaş teçhizatlarımı tamamlarken edinmiştim. Dedim ki 10 dakika suyla oynayabilirsin, bak buraya alarmı kuruyorum, zil çalınca “bitti!!” diyeceğiz. İlk defasında anlamadı, kucaklayıp götürdüm. Arca 1 puan aldı, çünkü ağladı maalesef, balkondan otobüslere bakmak suretiyle ilgisi dağıtıldı. İkinci defa yine aynı sahne yaşandı. Üçüncü defasından sonra artık alarm çaldığında böhüüü yapıyor ama en azından “bitti!!” diyor. Zamanı öğrenesiye kadar bu alarmı çantamda taşımaya karar verdim. (**)
Babanede geçirilen bayram kahvaltısı ve büyük ananenin evindeki uzun öğle uykusunun ardından sakin öğleden sonrası ile günü iyi geçirdik derken akşam evde yine su kavgası çıktı. Küvet dolduruldu, Arca içine sokuldu ve yarım saat kendi kendine oynadı. Demek ki neymiş, alarm güzel hoş ama her zaman işe yaramayabilir, kendimizi hazırlamalıyız.

[İlknurun bayram hediyesi baloncuklu itfaiye arabası, çok ses çıkardığından bir araba laf yedi ama postun ilerleyen satırlarında kendisine edilen duaları göreceksiniz]
İkinci gün bilançosu : Anne 2 – Arca 3 (alarmın işe yaraması ve son küvet olayı ile gazını aldığım için kıyak geçip kendime 2 puan veriyorum)

----------------------------------------------

Yığınla kavanozun bulunduğu dolap kilitli ama Arca ısrarla açmaya çalışıyor. Yaygara bağırış, anne de “üzgünüm ama o dolabı sen açamazsın” diyor. Yaygara çığlıklara, çığlıklar kendini yere atmaya dönüşüyor. Anne “gel benim kucağımda ağla, rahatlarsın” diyor. 3 dakika içinde olaydan geriye kalan minik bir gözyaşı damlası. [2 yaş civarı çocuklar istedikleri bir şey olmadığı zaman sinirlenirler ve kızdıkları kişi anne bile olsa içinde bulundukları duygu karmaşası ile başa çıkabilmek için anneye sarılma ihtiyacı duyarlar. Bu durumda ona elde edemeyeceğini ancak rahatlamak için anneye sarılıp ağlayarak sakinleşebileceğini söylemek rahatlatır. Böylece belki istediğini elde edemez ama onu anladığınızı anlar ve bu onun için çok önemlidir. (***) ]
Anne balkonu vileda ile silecek, Arcaya da süpürge veriyor ama Arcanın gözü viledada. Yaygara, bağırış… Sonuç Arca balkonu kendisi temizliyor. Sonra İlker ve Arca bakkala gidiyorlar, Yeliz arkasından temizliyor. (bu yaşta özgüven çok önemli olduğu için onun yaptığı işin arkasından düzeltmemek lazımmış, en azından onun ortamdan uzaklaşmasını beklemek lazımmış(?) )

Üçüncü gün bilançosu : Anne 1 – Arca 1

----------------------------------------------

Büyük Nurturia buluşması günü. Özge ve Aylin ile ilk defa tanışılacak, Hayatla özlem giderilecek, Hülya, Elif, Nil ve Elifle sohbet edilecek, aman ne şahane. 7 anne ve 7 çocuk! Yeliz sabahtan itibaren Arcayı olaya hazırlıyor. “Alpi, Tuna, Ela, Ege, Berk, Aylin olacak, onlarla oyuncaklarını paylaşacaksın, beraber oynayacaksınız….” Alpi hastası cüce kapıları yumruklamaya başladı. Hay eşek arıları gelin de şu dilimin icabına bakın! Yok ilgisinin dağılması mümkün değil, sandaletler elinde! (Arca 1 Anne 0) Sabahtan Ümit teyzesine ziyarete giderek gazı biraz alındı. Yaklaşık 2 saatlik öğle uykusu ile biraz da üzerindeki gerginlik alındı. (Arca 1 Anne 1) Amma velakin uyandı, yemek yemez, eline almış saç kurutma makinesini evi dört dönüyoruz. Tamam, makine Arcada kalıyor, yoksa ben zıvanadan çıkacağım. İlker kablosu sarkıyor dikkat! dememiş gibi, asansörün kapısına kaptırıyoruz kabloyu ve dipten kopuyor. İlkerin “ben demiştim”ine maruz kaldığımı söylememe gerek yok sanırım. (Arca 2 Anne 1)
Arca buraya kadar topladığı puanlarla günü önde götürüyor ama anne donanımlarını tamamlamıştır, göreve hazırdır. Buluşma yerine geldik aman pek efendi, elinde saç kurutma makinesi, ağa gibi kuruldu köşeye, sanırsın, terörizmin kaynağı o değil! Elif makineyi alma denemesi yapıyor ama Tunanın çöp kamyonunu göresiye kadar kesinlikle elinden bırakmıyor. Kamyonu öyle bir benimsedi ki, Aylin isteyince çemkirdi.

Yemek yememekte ısrar etti, kumru ve kumpire burun kıvırdı, sadece mısırları yedi, evden getirilen yemeklere de rağbet edilmedi, muz ile öğün kapatıldı, yemek raundu berabere bitti. (Arca 3 Anne 2) Kaynana zırıltısı ile enerjiyi atalım dedik, Ela çok beğenince babası Arcanınkinden daha büyüğünü bulmuş Elaya almış ama Elaya oynamak pek nasip olmadı, Arca dadandı. Gerçi Berkle kaynana zırıltısı koşmacaları pek eğlenceliydi. Sonra Berkin kırmızı arabalarını hedef aldı. Herşey gayet iyi giderken bir araba çekişmesi oldu, Arcanın minibüsü Berke verilerek hadise önlendi. (Arca 3 Anne 3)

Derken ufak bir yaygara Alpi ile yaşandı, Arca çocuğun suyunu almış, neyse ki kendi suyu ile değiş tokuş edildi, zaten Arca tek aşkı Alpi abisini üzmek ister mi? (Arca 3 Anne 4) Garibim, Alpiye bakacak diye salıncaktan düşüyordu.

Elaya ufak bir arkadan sarılış, aha dedim seviyor Elayı, yok elindekini kapmak içinmiş.
Son olarak küçük bir hadise daha çıktı, sona sakladığım baloncuk çıkaran itfaiye arabası kozumu oynadım.(Sabahın altısında başlayan mesailerinden dolayı bunu hediye eden İlknura epey saydırmıştık ama günün bir kısmını kurtardığı için duygularımı resetliyorum)
Baloncuklar Alpi’den Ayline kadar bütün çocukları mest etti.

Görev başarı ile tamamlandı, eve sağ salim varıldı. (Arca 3 Anne 5)

Dede ve ablamlar yazlıktaydılar, bayramlaşamamıştık, hep beraber ananemin evinde buluştuk. Ananemde Alzheimer var ne yazık ki, sürekli dinleniyor, ilaçların etkisi ile gülümsüyor, çok nadir oturup bize katılmaya çalışıyor. Arcaya ninesi çok ilginç geldiğinden tepesinde!! Duru bir abla olarak bütün gece Arca ile ilgilendi. Ama duru da nihayetinde çocuk, o da kıpır kıpır. Orta sehpanın tepesine çıkmak istedi, Durunun bütün hareketlerini taklit etmek istedi! İstedi istedi, istekleri hiç bitmedi. Dur oturdan da bişey anlamadığı için, sehpanın cam kısmını çıkardım, oh sen rahat ben rahat. [Ortamı güvenli hale getir, ne b.k yerse yesin yöntemi (****)]

Dördüncü gün bilançosu : Anne 6 – Arca 3

----------------------------------------------



----------------------------------------------

İstediğimiz sonucun çıkmayacağını bile bile demokrasi gereğini yerine getirmek üzere sandığa giderken henüz uyanmadığını sezdiğimiz İlknurların ziline basıp kaçtık. Dönüşte bi daha !! Çok olgun bir aileyiz nitekim. 3 saatlik öğle uykusundan enerji dolu kalkan Arcayı AVM’ye götürmeye karar verdik. Zira hava soğudu, sandalet giymesi mümkün değil!! Ama Arcaya son günlerde peyda olan çıplak dolaşma takıntısı ayyuka çıktı. Bir de öğrendi üst baş çıkarmayı, ben giydiriyorum, o çıkarıyor. Evden her çıkışımız en az 45 dakika! Öyle mi cüce! Horoz kuklası ele geçirilir ve action!!
Horoz: üüüürürü üü Arca ben giysilerimi giymeyi bilmiyorum, sen bana gösterir misin? Önce kafandan mı geçiriyorsun o atleti?
Arca: ivit
Horoz : hmmm hadi bana göster, nasıl giydiğini.
Arca yere yatar bi güzel, 5 dakika içinde hazırdır! (Anne 1 Arca 0) (oyuncakları konuşturma yöntemi, anne söylerse yapmazlar ama kuklaya tav olurlar**)

AVM’ye gelinir. Arca sağa sola sapmak ister, bi türlü babayı takip etmez.
- Arca babayı yakalayamaz kiiii!! Şeklinde AVM’de yakalamaç oynanarak kriz atlatılır. (Anne 2 Arca 0) (dikkat dağıtma****)

Arca gördüğü bir inşaat araçları setine dadanır, laftan anlamaz. Anne acil durum kamyonunu çantasından çıkarır (buraya dikkat! öncesinde bu malzemeyi göstermek yok, sürpriz olacak ki heyecan yaratsın) ve Arca heyecanlanarak ortamı terk eder. (Anne 3 Arca 0) [dışarıya tedarikli gitmek lazım, bişey için tutturursa, önceden hazırlanmış senaryolar devreye girmeli (*)-(**)]

Best Buy’ın araba şeklindeki market arabasına biner, bi güzel gezer ama gitme vakti gelmiştir. Arca yaygarayı basar. Mecbur rüşvet teklif edilir. Arabada bip bip yapılacaktır. Bu raunddan taraflara puan vermiyoruz! Arabaya gidildiğinde Arca araba koltuğuna oturtulmak istenir ama Arca rüşveti hatırlatır ve 10 dakika kapalı otoparkta arabanın kornası çalınır, dörtlüleri yakılır, silecekleri çalıştırılır, güç bela yola çıkılır. (Anne 3 Arca 1)

Arca artık parmağını lastiğine sokarak buzdolabını açabilmektedir. Anne, çocuğu rahat bırak, karşıdan seyret, müdahale etme şeklindeki Tracy (*) önerisini dinler (HELP) gözleri kapalı ama kaşla göz arasında bir tencere nohut yemeği daha yeni yıkamadan gelmiş halının üzerine dökülür. (Anne 3,5 Arca 2) Annenin hiç bağırıp çağırmadan sakin yaklaşımı için yarım puan veriyoruz kendisine!(***) – Bu yaştaki çocuklar bir şeyleri döküp saçıyorsa, bu fiziksel yetersizliklerinden kaynaklanır, bunu bilinçsiz yaparlar, kızmanın anlamı yoktur. Olsa olsa uygun ortam yaratmadığı için anne kendine kızmalıdır.

Akşam Cansulara gidilir, Cansunun bütün oyuncaklarına dadanır, At ve araba arasında paylaşım sağlanmaya çalışılır. Zaten Cansunun gözü İlkerden başkasını görmediği için fazla hadise yaşanmaz.





Son günün bilançosu Anne 3,5 Arca 2

----------------------------------------------

Yöntemlerin araklandığı kaynaklar :
(*) : Tracy Hogg ve Melanie Blau Çocukluğa geçiş sorunlarına mucize çözümler. Bu kitaptaki teste göre Arca kitap çocuk çıktı, bebekken de öyleydi, kısaca gelişimi olması gerektiği gibi giden, genelde uyumlu karakter yapısı. Bu kitap bebeklik dönemini anlatan kitap kadar beni heyecanlandırmadıysa da Tracy fanları okuyabilir.
(**) : Elizabeth Pantley – Çocuğunuzla İşbirliği yapma. Hap yöntem kitabı. Hatta her bölümün sonunda tek sayfalık yöntem özetleri var. Dostlar boşuna para vermesin diye o kısımları burada paylaşmayı düşünüyorum, zira bütün kitabı hatmetmeye gerek yok, özetler yeterli olur.
(***) : 2 yaşındaki çocuğunuz büyürken – İşte bu kitabı çok çok çok tavsiye ediyorum. Onların iç dünyasını anlatan harika bir kitap. Dünyayı onun gözüyle görmenizi sağlamaya çalışıyor. Dikte etmiyor, hap yöntem sunmuyor, önerilerde bulunuyor. Tam da ihtiyacım olan şeydi. Ne zamandır arıyordum baskısı tükenmişti, sonunda Lalenin sayesinde nadirkitap.com ile tanıştım ve 2 gün içinde 2. El olarak elime geçti. Altını çizmekten kitap tanınmaz halde! Ve gerçekten daha iyi anlamaya başladım. Özgürlük ile hala bağımlılık duyma arasındaki sıkışıp kalmışlıklarını, kaykay üzerinde gitmek gibi olan gel git ruh hallerini, neye neden nasıl baktıklarını, içseslerini, kısaca her şeyi. Kitabı çok sevdim.
(****) : Başta montessori olmak üzere her kitap
(?) : hangi kitap olduğunu hatırlamıyorum

Son söz: Çocuk eğitim kitaplarıyla (ki bence bunların tamamı anababayı eğitir, hele ki "Arca yaşında çocuk eğitimi" komik bir tanım oluyor) kafayı sıyırmış görüntüsü verdiğimi görüyorum ama yazık ki doğal ebeveynlik yeteneklerim yok, olsun isterdim. Arca uyumlu bir çocuk olsa da, ben uyumlu ebeveyn olmadığım ve sabır eşiğim düşük olduğu için bu dönemi nasıl atlatırız derdindeyim.

Sonuç ? Siz daha bu tür postları çok okursunuz!!