laf salatası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
laf salatası etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Şubat 2016 Salı

Esra Erol, Foucault, edebiyat

Survivor’ın ilk bölümü. Her ortalama Türk ailesi gibi geçtik televizyonun karşısına bakıyoruz. Bence televizyon izlemek değil, televizyon bakmak diye bir eylem olmalı. Zira izlemek biraz daha komplike bir şey, televizyon ise çok da kafanı yormadan “bakmak”la da rahatlıkla beynine kaydedeceğin mesajlarla dolu.

Neyse…

Benim muhterem, hemen birini işaret etti, “benim stilim” (ya da aynı konseptli başka bir program) programında yarışmacıydı bu, dedi. Nasıl ya? Diyecek oldum sustum. İlker televizyonda yayınlanan reality show’ların hemen hepsini izler. Ütopyayı da, evlendirme programlarını da.

30 Aralık 2015 Çarşamba

Dare to disappoint

Geçtiğimiz haftalarda bir gün Ankara'ya gittim. Soğuğu değişik bir memleket orası. Havaalanı dolaylarında kar bile vardı. Bir de her yerde havuz var. İmelih kanımca deniz getirememenin ezikliğini üzerinden atmaya çalışmış, havaalanının içinde bile havuz var. Ben sürekli deniz gören bir memlekette yaşamanın verdiği kibirle havuza burun kıvırırım, ne yüzmeyi severim ne de süs havuzlarını... Manasız gelir bana. Ama işte Ankara'da belki seviliyordur, belki insan denen canlı bir su sesi duymak istiyordur, "fışkiye"den bile gelse...

Tek başıma değildim, dernekten firma temsilcisi arkadaşlar da vardı. Bizi toplantının yapılacağı mekana götürecek aracı beklerken aklıma geçen sene dernekten pilot olmak üzere ayrılan üye geldi, arkadaşına sordum, "şimdi ne yapıyor?" Gerçekten de ABD'ye gidip eğitim almış, şimdi ikinci pilot olarak çalışıyormuş. Yanımdaki hanım meslektaşım "ay ne güzel, insanın hayalini gerçekleştirmesi ne güzel, bir gün inşallah ben de sevdiğim işi yapacağım!"dedi. Merak etmeme rağmen hayalini soracak kadar samimi olmadığım için sadece bizim jenerasyonun böyle bir derdi olduğundan dem vurarak sohbete devam ettim. Heyecanla evet dedi, evet çalışıyoruz, başarılı oluyoruz ama hangimiz seviyoruz? Evet, bizim zamanımızda dersleri iyi olan hemen her genç gibi mühendislik seçtik, layıkıyla mühendislik de yapmıyoruz, ya ne yapıyoruz? 

29 Aralık 2015 Salı

2016

Rahmetli anneannem, şahsen tanıdıklarım arasında kişisel gelişimin sırrını çözmüş yegane insandı. Daha doğrusu insanmış. Bu yaşımda yeni idrak ediyorum, takdir edememişim.

Her fırsatta kendisine ana avrat küfreden dedeme (evet gün yüzü görmemiş küfür dağarcığımı rahmetli dedeme borçluyum), çocuk yaşta annesini kaybedip, çok zorlu bir hayat sürmesine, dedemin son yıllarına kadar bağda zeytinlikte ırgat gibi çalışmasına, çok sayıda  kavga ve küskünlük görmesine rağmen vefatına kadar gül yüzlü, pembe yanaklı, tonton anneanneydi.

Hayatı geldiği gibi, olduğu gibi kabul etmişti. Kabullenişinde kendiliğinden bir kayıtsızlık vardı, kimilerine vurdumduymazlık kimilerine göre gamsızlık, bana göre eşsiz bir olumlama vardı kabullenişinde, içtenlik vardı. Öyleydi o…

9 Aralık 2015 Çarşamba

Donanım

Bir yerde gözüme çarpmıştı, iş hayatındaki başarın kişiliğine, diğer kişilerle olan ilişkilerine, sorun çözme ve pazarlık edebilme yeteneğine doğrudan bağlıymış, yani teknik bilgi tüm kriterlerin sadece %15’ine denk geliyormuş. Evet o yüzden ben hep %85 üzerinden değerlendiriliyorum :P Ay yok mütevazilik değil yav, mezun olalı on beş sene olmuş, teknik bilgiden geriye ne kaldı ki?

Demem o ki; mesleğinde iyi olmak, başarılı olmak için tek kriter değil yani. Bütününle varsın iş dünyasında hem de hayatta. Sorumluluk sahibi misin? İşlerini zamanında bitirmek için adam gibi çalışıyor musun? Kendinden bir şeyler katabiliyor musun? Bir iş yemeğinde konuşacak kadar hoş sohbet bir insan mısın? Tüm bunları okulda öğretmiyorlar, biliyorsun. Daha doğrusu bizim eğitim sistemimizde böyle detaylara yer yok. Bizim kuşak ve yeğenimden biliyorum, şimdiki TEOG kuşağı mensupları sadece iyi okullara girebilmek için derslerinde çok ama çok iyi olmak üzere yetiştik, yetişiyorlar.

6 Kasım 2015 Cuma

Sağlıklı yaşamın sırrı

Lafı döndürmüyorum, derhal açıklıyorum: tasarruf

Devir tasarruf devri. Şimdi yavrum gülüm iktidar, cehapenin geçen seçimlerdeki vaatlerinden iyisini vereceğim diye bol keseden attı ya, hah onlar için kaynak ne biliyor musun? Yok la bakınma etrafına, Arap şeyhlerinde bile para kalmadı, sen, ben, bir de bizim kayınço:))) biziz lan biz, halk! Yani yavrucuğum tasarruflu yaşamaya hiç olmadığımız kadar muhtacız. Şimdiden alışsak iyi olur.

Alışsak ve hatta iyi taraflarını görmeye başlasak… Üstelik sağlıklı yaşam için tasarrufun bizlere ne kadar fayda sağlayacağını düşündükçe yavrum gülüm iktidara şükredesi bile gelir insanın! Hamdolsun…

31 Ekim 2015 Cumartesi

Cep telefonu çıktı, mertlik bozuldu

Okulun kaynaşma brunch şeysindeyiz… Dediğim gibi biz muhteremle pek kaynaşamadık. Zaten bakma buradan böyle car car konuştuğuma ben biraz asosyal bir tipimdir. İlker desen az bildiği ortamlarda az konuşur. O etkinliğe gittik, oturduk, bizim oğlan zaten top tepmeye gitti, biz kafa kafaya muhabbet ettik birbirimizle. Millet evvelden kaynaşmış zaten. Bunlar çocuğunu okuldan alan, aldıktan sonra da birlikte Agora’ya filan geçip takılan anneler, çoğu zaten çalışmadığı için çay kahveye gidiyorlar birbirilerine, yani muhabbetleri zaten var. Ben insanların yüzlerini bile aklımda tutamıyorum. Allahtan ablamın ortaokul arkadaşı İnci var, Arca’nın sınıf arkadaşının annesi, bir de kitap kulübünden Hümeyra, o kadar. Neyse biz de etkinliklere katılım gösterdik, ben totomla balon patlattım, İlker dalgasını geçti, o halat çekme ekibindeydi, bizim sınıf kazandı, filan…

30 Ekim 2015 Cuma

Ekim biterken...

“Uzun zamandır buralara uğramamıştım…” cümlesiyle başlayan blog yazısı gördüm mü, tıklamıyorum, gönül koyuyorum sitem ediyorum kendimce. Hani öylesine yazmakla başla işte diyorum, gerisi gelir diyorum. O yüzden bir haftadır yazmadığımdan, hatta bir haftadır, yazmadığımı bile yeni fark etmiş olduğumdan bahsetmeyeceğim (hayır hayır bak bahsetmiyorum puhahahah)

Biz blogla eski dostlar gibiyiz, hani senelerce görmezsin, haberleşemezsin ama bir araya geldiğinde sanki dün ayrılmışçasına kaldığın yerden devam edersin - ki dostluk işte tam da budur – benim blogla olayım da o hesap.

Neyse şükür kavuşturana…

Ekim tam da tahmin ettiğim gibi yoğunluklarıyla geldi, geçti ve hiç tahmin etmediğim gibi üzüntüler getirdi. Belki de bu yüzden ben çok içime kapandım. En azından sosyal medyaya fazla bulaşmadım. Ve okudum, çok okudum. Ekim bitmeden beş kitap bitirmiş, bir başucu kitabından da bölümler okumuştum bile. Edebiyat olmasa nasıl dayanırdık yeryüzüne, değil mi Tezer’im:)

Şöyle bir dönüp baktım da Ekim bana büyük üzüntülerle başa çıkmaya çalışan insanlara saygı duymayı, kıyısından köşesinden empati kurmayı öğretti.

15 Ekim 2015 Perşembe

Yorgunuz lan biz!

Sadece benim sanıyordum, yanılıyormuşum.

Geçen gün Arca’nın okulunda bir veli öğretmen görüşmesi vardı. Randevu saati ne akşamüzeri ne sabah, günün ofise git gel yapılmayacak kadar kötü bir zamanı. Sabahtan yarım gün yıllık izin aldım. Arca’yı uğurladık. Yıllardır ilk defa sabah çayımı bitirebildim, hatta ikinciyi içtim. Kahvaltıdan sonra giyinmek için kalkar, yanıma da çay bardağımı alırım, bir odadan diğerine elimde çay bardağıyla dolanırım. O bardaktaki o çay hiç bitmez. Genellikle de evin girişindeki sehpaya bırakır, çıkarım. Her akşam eve geldiğimde o yarısı dolu çay bardağı karşılar beni ve ben her sabah şu çayımı da bir keyifle içeyim de öyle çıkayım diye söz veririm kendime, nafile bir çaba…

8 Ekim 2015 Perşembe

Gülümsemek için güzel bir gün

Akşam çok erken yattım. Daha doğrusu Arca ile birlikte uyumuşum, sonra beni bekleyen ütüleri bildiğimden salona gittim ama uyanamıyorum bir türlü. Kendime çektirdiğim işkencenin farkına varan İlker, yatağıma yatmamı tavsiye etti. Demek ondan gelecek bir teşvike ihtiyacım varmış, girdim yatağa, uyumuşum. Uyur uyumaz da bir rüya gördüm. Keçi sürüsü ve dışkılayan, dışkılayınca mutlu mutlu gülümseyen keçiler. Derhal rüya tabirleri sitelerini açtım, pek rahatlayacağıma delalet edermiş. Aman iyi… Uyumaya devam.

Sabahın altısında kalktım tabii. Üzerimde üç gündür banyo yapmamış insanların pisliği var. Normal çünkü üç gündür banyo yapmadım. Keçi pislikleri gece rüyama girerek bana bir mesaj mı veriyordu acaba? Ütüler sorun değil de Arca’ya söz verdiğim keki de yapmadım, o fena.

7 Ekim 2015 Çarşamba

antikapitalist monologlar

Çok değil, bundan otuz yıl önce hazır giyim bugünkü kadar yaygın değildi. Özellikle çocuklar için. Annem dikerdi giysilerimizi, ablandan küçülenler zaten sana kalır… Hatta hiç unutmam, anneannemlerin Akhisar’da Hashoca mahallesindeki müstakil evinin sokağında bir komşuları vardı. Evinin bodrum katında örme tezgahı vardı ailenin ve hazır triko gibi birer hırka ördürülmüştü bize orada. Belinin arkasında kuşak olan, yakalı, kırmızı nefis bir hırka. O kadar şanslıydım ki, kendimize ait olanlar küçülünce bir süre daha ablamdan kalanı da giymiştim. Annem yakasına üç tane inci işlemişti, çok zarifti. O hırkalarda kimselerde yoktu, özeldi. Üniversite yıllarına kadar annem bana elbiseler, bluzler dikmeye devam etti. Sonra konfeksiyon git gide ucuzlamaya başladı, ulaşılabilir, erişilebilir oldu. Bugün büyük mağaza zincirlerinin hemen hepsi çocuk koleksiyonu bile çıkarıyor. Ama ne var ki, herkes birbirinin aynı giyinir oldu. Partilerde pişti olursun ya hani, benim öyle birkaç entarim var, metroda bile pişti oluyorum.

14 Eylül 2015 Pazartesi

BİZ!

Arca henüz ek gıdalara yeni geçecek, demek ki altı aylık civarında. Doktoruna gittik, nasıl heyecanlıyız, o güne kadar anne sütünden gayrı tek damla bir şey içmemiş bebek, katı gıdalara geçecek, oh gelsin meyveler, gitsin sebzeler (gerçi o günden sadece iki ay sonra Arca finger food olarak direkt pirzolaya geçmişti ama konumuz Arca’nın iştahı değil) …

11 Ağustos 2015 Salı

Yas

Sosyal medya mecralarında paylaşılan mutlu aile fotoğraflarını, kocişiyle sevişgen pozlarını koyanları eleştiremiyorum. Çünkü bence insanlar artık eski fotoğraf albümlerini arka odaya bir yerlere kaldırdı, aynı güne ait yüzlerce fotoğraf koyarak sosyal medyayı albüm olarak kullanıyorlar. Allah aşkına hangimizin eski albümlerinde asık yüzler var? İnsanoğlu mutlu anlarını hatırlamak istiyor, o yüzden en güzel, en mutlu hallerini koyuyor albüme (profiline), yadırgamıyorum.

Yadırgadığım tek şey, o fotoğrafları dikizleyenlerin o fotoğraflardan gülümseyen insanların hep ama hep mutlu oldukları yanılsamasına kurban gitmeleri. Belki de sosyal medya araçlarının kullanıcılarına “like”, “fav”, “rt” gibi olumlamalar dayatması insanların kafalarında hep bir pozitif düşünce bulutuyla dolaşmasına neden oluyor. İşte sanal dünyayı, yalan dünya yapan şey bu bence. 

7 Temmuz 2015 Salı

Herkes köşe yazarı olabilir

Bizim gibi blog köşelerinde köşe yazarcılık oynayanlardan değil, bundan para kazananlardan bahsediyorum. Hele ki anne-çocuk köşesi filan yazıyorsan, daha da kolay. Biraz klavye tıngırdatman, biraz da facebook’tan makale okuman, azıcık yabancı yayınlardan araklaman (pardon kaynaklaman) yeterli. Hatta kaynak, uzman görüşü filan bildirmene bile gerek yok. Temcit pilavına çevireceğin konuyu sosyal medya mecralarında ses getirecek cinsten seçtin mi, sırtın yere gelmez. Herkesler senden bahseder, sakız olur uzarsın…

Geçen çok dikkatimi çeken bir hatta birkaç olaya denk geldim, ve taşları yerlerine yerleştirince fark ettim ki, herkes köşe yazarı olabilir.

Nasıl bak anlatayım.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

Küçük siyah elbise

Evdeki sadeleşme girişimleri tam gaz devam ederken sıra fotoğraflara geldi. Bir kutuya elimize ne geçerse atmışız, eski yeniler… Karmakarışık. Annemin çeyizim için özel boyadığı bir sandık var, onu fotoğraf sandığı yapmaya karar verdik. Güzel olacak, eminim. Taşınma öncesi dağınıklık olmasın diye, salondaki çerçeveli fotoğrafları da koyuvereyim, yerleşirken yine konsolun üzerine koyarız dedim. Tam toparlayacağım… gözüme bir şey ilişti.

10 Haziran 2015 Çarşamba

İyi bi’ şeyler… Komik bi’ şeyler

İçimiz siyasetten şişti değil mi? Dün canım Gülçin’im mail atmış, yazın gelecekleri tarihleri bildirmiş, dumur diyaloglardan okumuşlar, illa ki yemek isterlermiş bizim cüceyi. Eyvallah başım üstüne. (dünkü dumur diyalog biraz da Gülçin’lerin şerefineydi:) ) 

21 Şubat 2015 Cumartesi

Okumak kaçışsa, yazmak yüzleşme

İşler bazen istediğin gibi gitmez. Bir güne umut dolu başlarsın. Metroda otobüste oturamadıysan da elindeki kitabın su gibi akan sayfalarında, ardından bir tas su dökülmüş gibi yolu anlamadan su gibi gidersin. Sonra iş başlar. Sonra biraz, yok biraz değil, çok canın sıkıldığında hem kızar, hem içerler hem de çalışarak  üstesinden gelmeye çalışırsın. Birkaç hayal bile kurarsın yalan değil. Yine günü kurtarırsın, her gün gibi, günlerinin günü kurtarmakla geçtiğini düşünmeye başlarsın, yalan değil.

Günü kurtardım, güzel de bir akşam olacak diye içinden geçirirken beklenmedik kötü bir haberle yine keyfin kaçar. Neden kaçar biliyor musun? Çünkü keyfin pamuk ipliğine bağlıdır, sürekli insan üstü bir çabayla o keyfi yerine getirmeye kasan sensindir, kumdan kaleler gibi bir gelgite kurban verirsin o günü. Kurtaramamışsındır, günü. Günü kurtarmak, her geçen gün daha da zorlaşır. Gün gelir, bir alışveriş, bir yenilenme, güzel bir yemek ya da hoş bir sohbet… yetmez olur. Günü kurtarmak zor olur.

Olur öyle arada, olur. Olsun…

18 Şubat 2015 Çarşamba

İdam diyorsunuz da...

Özgecan kardeşimizin katlinden beri bir idam çığırtkanlığıdır gidiyor. Bence tecavüz ve kadın cinayetlerinde idam çok hafif bir cezadır, hayal gücüm yetmiyor tasavvur etmeye, etmeyeyim de zaten ama çok acılar çektirilmeli çok...

İdama karşıyım, sadece kolay bir çözüm olduğu için değil, çok hümanist olduğum için hiç değil, bu hükümet istiyor diye karşıyım.

3 Şubat 2015 Salı

Faydalı bilgiler kılavuzu Vol.1

- Ter kokusunu doğal yollarla nasıl önlersiniz?

- Manikür için para mı veriyorsun? O yoooo!!!

- Kıvırcık bir arkadaşın olacak! Buklen yere gelir, sırtın yere gelmez!

- Peki ya arı sokarsa?

- Limonun gençleştirici etkisini bilmeyen var mı?

- Beni dinle, otobüsü kaçırma ya da salak gibi durakta bekleme (izmirliysen tabii:P)

- Yoksa sen hala annenin blog kumanda paneli üzerinden post mu yazıyorsun?

??????

Günün çorbası, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak son zamanlarda işine çok yarayan pratik, pratik olduğu kadar ucuz, ucuz olduğu kadar sağlıklı, sağlıklı olduğu kadar...

Neyse sonuçta birazdan okuyacaklarınız, tarafımdan uzun süre denenmiş ve de önerilmeye hak kazanmış ürünler ve yöntemlerdir.

26 Ocak 2015 Pazartesi

Okumak Türk erkeğini bozar mı?

Meşhur bir istatistik vardır, efendime söyleyeyim, Japonlar yılda kişi başı yirmi beş kitap okurken biz Türkler on yılda bir kitap okurmuşuz. Eyvah ki ne eyvah! Gerçi burada söz konusu olan kitap satın almak mı, okumak mı, çok net değil.

25 Ocak 2015 Pazar

Özledim

Blogla ilgili yazmak istediğim ilk şeyi başlık edeyim dedim, "özledim" çıktı içimden. Yazmayı özledim. Saatler sabaha karşı biri gösterirken ben, ancak kendime gelebiliyorum. Neden? Anlatacağım, azzz sonraaa...