mutfak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mutfak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Nisan 2012 Salı

Semizotu sezonu açıldı! Yeayyy…


Bütün gün deli gibi çalıştırıp yemek yedirmeyi unuttuğumuz Arca, Çeşme’den sonra uğradığımız Urla pazarında pazarcı amcaların ikramlarını lüpletti, domates, küçük elma…

Eve geldiğimizde fındıklara saldırdı, derken kayısı, kuru üzüm. Sonunda isyan etti, çocuk açtı tabii ki… Bir gün önce burun kıvırdığı ızgara tavuğu makarnasıyla nefes almadan tıkınırken ben de üç su yıkadığım semizotunu onunla sohbet ederken ayıkladım.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Ballı lokma tatlısı

Zaman : cumartesi öğleye doğru Yer: Göztepe, bir vitrinin önü
Ana fikir: Mis gibi yeni dökülmüş lokmaya kıçını dönmüş cüce



Hava pek güzelken yürüyüş yapalım dedik. Peynirciye giderken kaldırımda lokma tezgahı hazırlanıyordu. Tamam dedim, dönüşte mutlaka alalım. Arca geleneksel lezzetlerimizle tanışsın.

30 Aralık 2011 Cuma

Burda biri pazarda teyzelere şevket-i bostan tarifi veriyor!

Pazara gidince ilk iş Elif nineye uğruyorum. Ot çer çöp hep ondan alıyorum, bazen de yumurta. Minik ama sarısı neredeyse turuncu yumurtaları var.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Hafta sonu Vol.1 : Chocolate chip cookies activity

Arca : "of kurabiyeleri de koyduk fırına, bekle şimdi işin yoksa! Ege'nin annesi Elif teyzeyi yakaladığm yerde öpmeli, süper yapboz yav!"

16 Aralık 2011 Cuma

Günün çorbası : Köfteli çorba

Bloğun isminden kaynaklı bir çorba tarifi beklentisi her daim vardı, biliyorum. Özellikle katı gıdaya geçildiği dönemde takipçiler, Arca’nın sebzeli çorba tariflerini buradan yayınlayacağımı sandı, avucunu yaladı.

İki sebebi var;

21 Kasım 2011 Pazartesi

Günün sebzesi : Brokoli denen sebze

Önce evden haberler: Arca'nın ateşi bugün çıkmamış. Kıçımı kaşıyıp dilimi ısırıyorum daha da çıkmasın diye dua ediyorum.

Geçen hafta pazarda taze soğan alıyorum, - o soğan da neydi be kardeşim, Çeşme soğanı, demetle değil, kiloyla satılıyor, incecik kütür kütür, her yemeğin yanında götür : )- yandaki tezgahta brokoli gördüm. Hiç hazzetmem o saçma sebzeden. Sahi bizim çocukluğumuzda yoktu, bir vitamin deposu pompalamasıyla hayatlarımıza girdi. Concon bir sebze!


İki dal istedim, pazarda az miktar almaya utanıyorum aslında. “şöyle az bi şey ablacım, iki dal ver yeter” diye eğilip bükülüyorum. “Bebek için mi abla?”  bozuntuya vermiyorum, “Ha evet ya bebek için, tazelerinden ver ablacım n’olur” Evet bebek, 33 yaşında 78 kilo civarında bir bebek var bizim evde. Günde bir öğün sebze yemeli ancak kış sebzelerinden evir çevir yiyebildiği bir halt yok. Barbunyanın et sınıfında tüketilmesi gerektiğini öğrendiğimizde resmen yıkıldık! Buzluk sebze değeri taşımayan tek öğünlük barbunya paketleriyle dolu!

1 Kasım 2011 Salı

Günün sebzesi : Kereviz

"Günün çorbası" yıllardır ihanet ettiği konseptine geri mi dönüyor ne!

Kimse bilmez ben blogspot'tan önce blogcu'dan bildiriyordum hem de yemek tarifleri...

Bir café'm vardı orada, mutfak maceralarıma hikayeler katıp anlatıyordum. Eski bloggerlardan kim kaldı puhahha...

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Baharat mevzuları

Baharatla ilk tanışmamı çok net hatırlyorum.

4-5 yaşlarındayım, sömestr tatili, her yıl olduğu gibi yine Akhisar’dayız. Her gün bir akrabaya ziyarete gidiyor annemler, biz de peşlerinden tabii ki. O yıllar annemin halası var, Pervin hala, tren yolunun yanı başında evi, oraya gitmeyi sevdiğimi hatırlıyorum. Tavuk pilav yapmış bize. Herkes pilavına karabiber ekiyor, ben de hengameden fırsat ekiyorum çaktırmadan. Amanın o pilav nasıl lezzetli oldu, tadı kokusu.. of! Hala da karabiberi tane kullanırım, kırt kırt ektin miydi, mis gibi kokar. Hem öyle küçükten çekmem, illa ki iri parçacık olacak.

Babamın midesi rahatsız olduğundan evde köfte bile baharatsız pişerdi. Annem acı sever, pek çok yemeğe pul biber eker. Mantıya nane ekilmez mesela.

Baharat yolculuğundaki lezzet durakları hep yurtta kaldığım üniversite yıllarına rastlar. Mantıya sumak nane ilk o yıllar ekilmiştir. Sonra Bulgur pilavını direkt acılı pişirmeler. Hiç unutmam, İkinci Bahar diye bir dizi vardı. Şener Şen öyle güzel kebaplar yapmıştı ki, canımız çekti, gecenin bir yarısı nerden kebap söyleyeceğiz, acılı bulgur pilavı ile nefsimizi köreltmiştik. Acı makarnaya da yakışır, arbiatta sosuyla az yakmadım milletin genzini. Öyle abartırdım ki benim pişirdiğim yemeğe kağıt mendille otururlardı. Ama pişmiş mis gibi yemek yurtta nerde bulacaksın, ne demişler yemek buldun mu ye, dayak buldun mu kaç!

İlk yıllardaki İstanbul turistik gezilerimizde Mısır çarşısına aşık olmuştum. Her tezgaha her baharata ayrı ayrı tapınmıştım.

Dönem içinde daha egzotik baharatlara ilgi duyar oldum. Örneği köri! Cadde-i Kebir diye bir café bar vardı İstaiklal’de, özel günlerimizde yemeğe giderdik İlkerle. Körili tavuğu ilk orada yemiştim, aşçısına detayları sormama ramak kalmıştı. Neyse sonra ben bu yemeği yurtta bile yaptım, kremayı kattın mı nasıl da yumuşacık olur o tavuklar! Köriyi tavuktan önce kızgın yağa atacaksın ki kokusu çıkacak önce köri kavrulacak.

Fesleğen ne özel bir ottur aslında. Ne nanedir ne kekik öyle acayip bir tat acayip bir kokudur. Ama ben napolitan soslu makarnaya illa ki kurusundan katarım, pişerken zinhar katılmaz, kararır, tencereyi ocaktan alınca katıvereceksin. Oh mis!!

Annem saksıda fesleğen yetiştirince bir tanesini kıstırdım kolumun altına getirdim eve, Pesto sos için lazım diyerekten. İki deneme şahaneydi, hala ağzım sulanır. Lakin bizim fesleğen pek sulanmamış, çöpü boylamıştı. Canımız sağ olsun.

Izgara kuzu etinin can dostu kimyon, gaz gidersin diye az konuk olmadı Arca’nın yenidoğan günlerine.

Tam yemek öncesi, usul usul yağan yağmuru seyrederken ofisin penceresinden, burnuma gelen yemek kokuları beni çok eskilere götürdü çookk:)

İmza: mutfağında uzun uzadıya vakit geçirmeyi özlemiş çalışan anne


görsel şu adresten

8 Mart 2010 Pazartesi

Arca dolu haftasonu

Arcayla dopdoluydu günler. Süt içiremiyoruz ya sütlü yumurta yapıyorum, hasta oluyor, daha var mı diye bakınıyor. Dün sabah uykusuna yatınca yeni düzenlemelere giriştim. Doğumgünü partisiyle birlikte Arcanın çok fazla oyuncağı oldu, Arcada da sanki bir ilgisizlik, daha doğrusu çabucak sıkılıverme. Oyuncakları ikiye ayırdım, bir kısmını özlenmek üzere arka odaya attım. Partiden kalma 15 tane balonu da salona koydum, zira hepsi oyun odasında olunca hiç ilgi göstermiyor, biz İlkerle oynuyoruz. Oh bi rahatladı. Sonracığıma Zuzu (zürafa), Penci (penguen) kendi odasındaki raflara, bızdık da uyku arkadaşı olmaya aday, yatağına, acayip bir ferahlık geldi odaya. Arcanın odasındaki MP3 çalar ve hoparlörleri kullanmıyoruz. Arca annesinin muhteşem (!) sesinden ninni dinlemeyi tercih ettiği için hamileyken göbüşüme kulaklık koymak zuretiyle dinlettiğim Baby einstein ninnilerine pek rağmet etmiyor. Ben de düzeneği aldım (hani düzenek de dandirik bir memory stick/MP3 çalarla dandirik hoparlör) Arcanın oyun odasına koydum. İçiçe geçen kaplar da mutfakta. Ayrıca bir torba arabada duracak oyuncak hazırladım. (direksiyon, marakas, telefon, ilk deniz kıyısı kitabı). Böylece Arca kendi odasında o koca masal kitabıyla savaşırken hayvan dostlarıyla, salona girmek isterse balonlarıyla, oyun odasındayken kitapları ve arabalarıyla, gezmeye giderken de ne zamandır görmemiş olacağı oyuncaklarıyla oynayabilecek.
Uyanıncaya kadar Mozart ve Vivaldi yükledim, uyandığında açtık müziği ve hemen oynamaya başladı. Annesinden aldığı tek huy bu işte, kapı gıcırtısına oynamak!! Müzik bütün gün açık kalınca pek bi entel dantel hissettim kendimi. Benim öyle klasik müzik kültürüm filan yoktur ama insan bebesi için neler dinliyor:)) Bütün gün ve ertesi gün müzik her sustuğunda "aç" yapmasından anladığım sevdi herhalde. Ama başka türler de ekleyeceğim, mesela özellikle Funda Arar ve Sıla hastası, sonra Gülşenin şaka şaklı parçasında el çırpıyor, bunları biliyoruz, belki türküleri, ya da blues tarzı müzikleri de sever. Müzik ruhu gıdası, beslenmeli.
Beslenmek deyince... Hülyanın 2 nolu kurabiyesini denedim ama malzemeler epey farklıydı. Karbonat yoktu, kabartma tozu da içime sinmedi, koymadım. Fındık fıstık yoktu, tarçın koydum. Pekmezi yanlışlıkla boca ettim. Ölçüleri düşürdüm. Derken Arca tok karnına yedi. Hala anne kontenjanından kullanıyorum, yoksa yencek gibi değildi. Zaten görüntü de fena, Arca paçamdayken pek kalıp uyduramadım.
Hava güzel gibiydi, Göztepeye indik, parkta kuşlara koştuk, kudurduk. Ağaca konan kuşlara "gel" yaptı:) Nazlının doğumgünüydü, hediye aldık, dönüş yolunda aldığı oksijene dayanamadı, sızdı.

Akşam Nazlılara gidip pasta kesicez diye uyutmadık, oraya gidince hemen uyur dedik, uyumak bilmedi ve ömrü hayatında ilk defa 11 çeyreği gördü. Biz Cansuya ev olan kitabı veriyoruz o da bize müzik aletlerinin olduğu kitabı verdi. Düğmeler var üzerinde basınca o aletin sesini çıkarıyor. Arca bayıldı tabii. Bir defa daha gördük ki Arca ile Cansu birbirine taban tabana zıt 2 karakter
Arca; erken yatar erken kalkar, gündüz toplam 2-2,5 saat uyur, Cansu uyumaz, gece 1den önce yatmaz, gündüz de pek uyumaz. (Allah Nazlıya sabır versin diyoruz, bi daha)
Arca yemeklerini yer, pütür mütür dinlemez. Cansu pütür geldi mi boğulma numarası yapar.
Arca oturur, çok nadir hareket eder. Cansu kurtludur, yerinde durmaz.
Arca suyla oynamaya bayılır, alt açıldığında pipiyi ellerse lavaboya gittiğimizi anladı, sürekli eller oldu. Cansu sadece ıslak mendille kendini temizletir.
Arca kitap sever, Cansu kitapları yer.

.... Bu liste uzar gider.

Her bebek farklı!!

Pazar günü kahvaltıya gidelim dedik, oteli aradık bruchın saatini sorduk, 12:30 da başlıyormuş. Tabii canım oldu, o saatte Arca nerdeyse 3. öğününü yemiş oluyor. İlknurlarla Güzelbahçeye gitmeye karar verdik. Arca cücesi yolda uyudu, uyanınca bal kaymaklı ekmekleri lüpletti, ilk defa şömine görmüştü, bir de o ayaklı sobalardan.. Yan masadaki kıza taktı kafayı, 5 yaşlarında filan. Olgun bayanlardan hoşlanıyor sanırım, Cansunun yüzüne bakmamıştı zira. Kahvaltıdan sonra bahçedeki horozlara dadandı. Bi horoz ötüyor, bi Arca "üüürü - üüü" diyor. Ayrılmak istemez ama hava soğuk, neyse güç bela arabaya bindi. Yolda açtım şom ağzımı, İlkere diyorum ki "aa bak Arca ne güzel koltuğunda oturuyor, kitabına filan bakıyor, etrafı izliyor, Nazlı için ne zor Cansu arabada zor duruyormuş" ve üzerinden 10 saniye geçmişti ki, Arca bastı yaygarayı. Arkaya yanına geçtim, yok durmuyor, kaka da değil!! Eve zor geldik. Ben ne zaman Arca için bişey desem bam! tam tersini yapıyor!! Şomum ben şom!
Neyse bize gelip kahve içtik, Arcanın doğumgünü ve doğduğu ilk günlerdeki kayıtlarını izledik. Arca 5 günlük filan, çöp bacaklı bir minik, annenin üzerinde 10 kilo kadar fazla var, şişmiş. İlker arkamdan neler demiş inanamadım: "Bak Arca cücesi bir gün olur da anneni üzersen beni karşında bulursun, seni fena yaparım ona göre!" İlker işte adamı böyle beklemediği bi anda tarumar eder.
Neyse... İlker deyince... Bu aralar İlkerin derdi büyük blog! Arca ile nefis bir ilişkileri vardı. Arca anne manyağı oldu ve ilişkileri bozuldu. Öyle ki odadan çıktığım an yaygarayı basıyor. Hani benimle oynadığı pek yok, kendi kendine takılıyor ama çıktığım an bi hareketlenme, bi peşimden gelmeler, paçama yapışmalar. İlknur meme olayı bittikten sonra daha düşkün olmuştur belki diyor, belki? Ama babaya bu tavır neden? İlkere çok koyuyor, çünkü ben uyutamam normalde ama ilker uyutur onu, benle oyun oynamaz İlkerin peşini bırakmaz(dı). Şimdi onunla aynı odada kalmaya tahammülü yok. Beni görünce direkt babayı satıyor. Bir taraftan yaşı gereği diyorum ama bir taraftan babayla gayet güzel bir ilişki nasıl bu hale geldi sorunsalı ile başbaşayım. İlker o kadar üzülüyor ki, bunlar geçici sorunlar tesellisi tatmin etmiyor artık. Acaba pedegogluk bir sorun mu var? Belki de 5 günlükken aldığı uyarıdan (!) tırsmıştır:)
İyi bir hafta olsun, Arca büyüsün, baba neşelensin, anne dinlensin...

Anne notu: bugün emekçi kadınlar günü.. her kadının emeğinin karşılığını alabildiği, hakettiği şekilde temsil edilebildiği yarınlar diliyorum.

5 Ekim 2008 Pazar

bir haftasonunun ardından

Az önce karnım yine kazınınca, muzlu süt yapasım geldi. Yarımdan biraz fazla muzu küçük küçük doğradım, sürahinin içine attım, sonra üzerine light süt (yağl süte dayanamıyorum) ve bal. Daldırdım blender ı içine biraç dakika bııız ve köpük köpük muzlu süt hazır. Allah blenderı icat eden zattan sağolsun. Kesin birşeyleri süzgeçten geçirmekten sıkılmış bir hatun kişidir.
Geçen haftanın tek çalışma günü cumayı az telefon çalmasını da fırsat bilerek biraz işlerimi hafifletmeye ayırdım. İyi de oldu. Önümüzdeki iki hafta epey yorulacağımı biliyorum zira. Akşam cuması tatil olan dostlardan Gül ve Orçuna yemeğe gittik. Tedarikliyiz ama, yanımızda tabu xl, okey, birkaç tane dvd de var. Gül muhteşem bir baharatlı tavuk yapmış. Artık yemek yerken mutluluktan ellerimi çırpan bir kadın oldum. Oldum olası iyi yemekten keyif alırım da 4,5 aydan sonra bu keyif coşkuya dönüştü. Yemekten sonra Royal Tenenbums filminin yönetmeni (kim hatırlamıyorum) Owen Wilson lu filminde karar kıldık. Filmden pek bahsetmeyeceğim zira uyudum:) pek keyifli bir film değilmiş, birşey kaybetmemişim. Hindistan kültürünü anlatan belgesel tadındaydı, tek hatırladığım bu. Saat 11 e doğru zeynepin eve gitmesi gerekti. Dedik ki tufan dönsün, zeynepten önceki okey turnuvalarımıza geri dönelim. Tufan zeynepi bırakıp dönünceye kadar biraz daha koltukta kestirdim, zaten artık her evin kanepesi benim uyku alanım. Gece 3 e kadar okey oynayıp beylerin ifadesini aldık:)Bu arada bütün gece yağan yağmur cansuyu gibiydi, umarım barajların biraz olsun dolmasını sağlamıştır.
Cumartesi sabah kalktığımızda canımız hiç kahvaltı hazırlamak istemedi, kaptık simitleri doğru anneme. Oh bir güzel kahvaltı yaptık. Sonra ilker eve döndü ben de bizimkilerle Kemeraltına indim. Annem alem kadın, nerde ne var acayip iyi biliyor. Hamile kıyafetleri arıyorum, artık bir beden büyük aldığım pantalonlar da belden sıkmaya başlayınca hamile pantalonu almak farz oldu. Ama alışveriş merkezlerindeki pantalonlar 130-180 ytl arası, inanılmaz pahalı. Hani diktirtmeye kalksan bakalım istediğin gibi olacak mı? Neyse anneme sıkıntımı anlatınca, salepçioğlu çarşısında iyi fiyata buluruz dedi. Bulduk nitekim. Hem de 70 dediği pantalonu 45 e aldık. Pazarda 1 demet maydonoza pazarlık eden annem bunda mı fiyat kırmayacak!!! Bir güzel öğle yemeğimi de yiyip eve döndüm alelacele. Denizi aylar sonra yakaladık bırakır mıyız, Zeynep beni evden aldı, doğru Alsancaka. Eski deniz mahsülleri yemekleri yapan Miço vardı, işte onun sokağında Kıbrıs Şehitleri caddesinin sol yamacında yeni bir cafe ye götürdü deniz bizi. Ketre. Cafe yemekleri var lezzet müthiş ama en iyisi fiyatları. Cep yakmıyor. Bonjour, Reci's filan halt etmiş burda alası var. Yemeğin sonunda bir frambuazlı cheesecake geldi, nerdeyse tabağı yalayacaktım. Ev yapımı, ve kesinlikle baymıyor, muhteşem birşey, Bugün hala ilkere anlatıyordum. Deniz bir 70 lik kalecik karası söyledi. Sonunda dayanamadım iki yudum içtim. Şifa niyetine:) salamdı sucuktu kolaydı koymuyor da şu şarap bira keyfi burnumda tütüyor şerefsizim. 6 da buluştuk ve tam 11 de kalktık. 5 saat!!! hadi tufanla beraberliğinden beri zeyneple hemen her hafta buluşur olduk da denizi 5 ay görmeyince saatler yetmiyor sohbetlere. İlginç tespitler var bu buluşmaya dair ve dipnotlar ama haftasonu postunun bir bölümünü oluşturamayacak kadar derin mevzular. Bir ara aklımda, yazmalıyım, neticede tam 4 hafta sonrasında bizim evde buluşmaya ve pijama partisi yapmaya karar vererek ayrıldık birbirimizden. Eve geldiğimde canım kocam maçlara dalmış beni bekliyordu, can bu adam ya, hiç sesi çıkmaz hamile karısı bekar arkadaşlarıyla saatlerce sokaklardaymış, evin yolunu şaşırmışmıymış...
Bu yorgunluğun üzerine pazarımızı evde lahanalar gibi yayılmaya ayırdık. Sabahın köründe kalktım her pazar olduğu gibi ama en azından ilkere kahvaltı hazırlıyorum diye teselli buluyorum. Biraz yemek yapıp etraf toplandıktan sonra, geçtik filmin başına. Hani tam evde yayılacak günmüş, fırtına kıyamet, yağmur... patlamış mısır eşliğinde "No country for old man" i izledik. Ara sıra ani çığlık tepkileri verdim, hatta son sahnede düdükcanın sağlığından endişe bile duyacak kadar hopladım yerimden. Çok başarılı bir filmdi de sonu ile ilgili bazı hayal kırıklıkları yaşamadım değil. hani katil o kadar cana kıydıktan sonra trafik kazasından bir kol kırılması ile sıyırmasaydı da ölseydi, ilahi adalet bu diyecektim, ironik bir son olacaktı ama farklı bir senaryo tercih edilmiş. Oscar almış senaryoyu bile eleştiren bir yapım var ya helal yani!!!
Akşamüzeri haftalık süt ve meyve alışverişinin ardından güzel bir yemek yedik ilkerle. Artık oturma odasındaki koltukta kötü pozisyonlarda uyuyakalmaktan sıkıldığım için kestireceksem bile yatağıma gider oldum. şaka bir yana, Düdükcan için bir bardak süt kadar gerekli görüyorum uyku olayını. Hem de haftaiçi yoğun çalışıp öğlen uykusuna hasret kaldığım için haftasonu çok değerli benim için. Tek sıkıntı saatlere yayılması, bunu da sadece 1 saat sonrasına saat kurarak ve ilkeri mutlaka kaldırması yönünde görevlendirerek aşmaya çalışıyorum. Yoksa gece uykum kaçabiliyor.
Az önceki muzlu süt öncesi yine yoga yaptım. Yoga benim için yeni değil aslında. İstanbulda yaşarken Sports Internationala üye idik ve ilkerin askerliği dönemine geldiği için ben neredeyse orada yatar olmuştum. Hatta evdeki banyo günlerimi bile spor günlerime denk getirip evdeki su parasından tasarruf ediyordum. (kronik cimri olduğumu söylemiş miydim?) Neyse yoga ile tanışmam o zamana rastlar. Deliler gibi yüzdüğüm birgün ayağıma kramp girdi, dediler ki yoga dersine gir iyi gelir. Aman ne şahane şey o öyle. Tütsüler yakılıyor, fonda bir çançingçong müziği ki çok severim, gevşe gevşe oh ne güzel. Sonraları bu dersleri kaçırmaz oldum. Pilatese de o zamanlar merak salmıştım. Sports üyeliğimizi izmire geldiğimizde mecburen sonlandırınca bu defa yoga zone vcd leri ile devam ettim. İlker benle yogi diye dalga geçiyor ki yeni kilolarımla ayı yogi olmama ramak kaldı, ama çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Sürekli oturarak çalışmaktan ve sorumluluk altında kaskatı kesiliyorum, sonra rahat doğum için iyi olduğu konusunda uzman görüşleri var. Herşeyin ötesinde doktorun verdiği egzersizlerden çok da farkı yok. Umarım tembelliğime yenilip yarıda bırakmam şimdilik gün aşırı yapmaya çalışıyorum, iyi gidiyor.
Nerdeyse 12 oldu, yarın hafta başlıyor. Artık saçıma fön çekip yatmam lazım. İyi haftalar...
(fotografı yogakam.com dana aldım, benim düdükcan kesin içerde böyle yapıyordu, hiç sesi çıkmıyordu veletin)

12 Haziran 2008 Perşembe

Fırında sebzeli tavuk

Çocukken tavuk bütün alınır, haşlanır, suyuna pilav yada çorba yapılır, kendisi üç dört parçaya ayrılarak fırına verilir, öyle yenirdi. Hatta bizim evin hemen her hafta bir akşam menüsü mercimek çorbası, tavuk, pilav olurdu. Ben asla but yemezdim, illa ki göğüs eti olacak. Benim bu kemiksiz döğüs eti takıntım, butları paylaşan babam ve ablam için biçilmiş kaftandı tabii. Sonraları tavuğun hemen her yeri ayrı satılmaya başladı. uzun lafın kısası ben but sevmediğimden şimdiye kadar hiç pişirmemiştim. Dolayısı ile tamamen deneme usülü bir yemek yaptım bugün.
Butların marinesi için internetten birkaç tarif okudum, ortaya doğaçlama bir tarif çıkardım. Yanına pilavla süper oldu. İlker butları kıkırdaklarına kadar yedi:)

neler lazım bize?
marine etmek için:
- 1 diş rendelenmiş sarımsak
- 1 yemek kaşığı salça
- 1 yemek kaşığı mısırözü yağı
- karabiber, tuz, 1 çay kaşığı köri
bu malzemeleri bir geniş kapta çırpıp butları içine koyuyoruz, 1 gece (dün gece yaptığım için 1 gece diyorum, ama gördüğüm tarifler hep 1-2 saat diyor) bekletiyoruz.
yemek için:- 2 patates, 1 havuç, 3-4 yemek kaşığı bezelye
- 5 adet tavuk butu

nasıl hazırlıyoruz?- patatesleri küp küp, havucu halka halka doğruyoruz.
- hepsini buharda biraz diri kalacak şekilde pişiriyoruz.
- diğer taraftan fırın kabına butları diziyoruz.
- Sebzeleri üzerine ilave ediyoruz.
- Marineden kalan sosu da ekleyip kabın üzerini alüminyum folyo ile kapatıyoruz.
- önceden 250 C de ısıttığımız fırında 25 dakika pişiriyoruz.

Köri farklı bir lezzet ve iştah açıcı bir koku verdi yemeğe. Hazırlanması kolay ve tahmin ettiğim kadarıyla kalorisi düşük bir yemek.

9 Haziran 2008 Pazartesi

Granyoz balığı

Geçen pazar bizim inşaata gittik, bitti bitiyor valla... bir de satışlar başlasa deme keyfimize... bahçe duvarları başlamış, dış cephe boyasını gözümde canlandırmak için şöyle bir deniz kıyısından bakayım dedim, harbi güzel... iki adımda denizdesin. ister yüz ister yürüyüş yap. hani home office çalışan birisi olsam dairelerin birinde biz oturalım diye ısrar edeceğim de mümkün değil hergün 70-80 km.
eve dönerken balık haline takıldık, canımız çekti. ama evde yapınca da acayip kokuyor, illa ki fırında yapılacak balık olacak. bir kiloluk deniz levreklerinden bi tane alalım ikimiz yiyelim olduk, temizletirken kocaman granyoz balığı tutmuşlar, ısrar kıyamet. çok büyük bi balık, önce nasıl yaparızı internetten bulurum diye içinden geçirdim ama balıkçının tarifini de iyi ki almışım. balığın ismini google layınca sadece balıkçı forumlarındaki av hikayelerini bulabildim. bu balığın lezzetinden çok avının keyif verdiğine dair şüphelenmekte bence haklıydım ama ilginçtir ilker çok beğendi.
eti lezzetli ama biraz sert, sarı ağız da deniyormuş, üstelik de tam mevsiminde almışız. tuzda lavos gibi pişirilse eminim çok daha yumuşak olur. İlkerin beğenmesi şerefine buradan tecrübelerimi paylaşmakta saknca görmüyorum. benim gibi hasbel kader bu balığı alan biri için nette bir tarif olur, fena mı olur ?
neler lazım bize?- iki kişi için 700 gr granyoz balığı
- zeytinyağı
- defne yaprağı, domates, soğan, biber

nasıl hazırlıyoruz?- fırın tepsisine önce halka halka doğradığımız soğanları, sonra balık parçalarını, domates ve biberler ile defne yapraklarını ilave ettikten sonra zeytinyağı gezdiriyoruz.
- önceden 200 C ye ayarladığımız fırında 20 dakika pişirip afiyetle yiyoruz...

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Ratatouille

Ratatouille filmini izlediğimden beri tek derdim yemeği yapabilmek. Son günlerde ciddi ciddi uygulamaya başladığımız sebze ağırlıklı beslenme programına ilave edersem ilker kesin yer düşüncesindeyim. Epey araştırdım internetten, bizim Türkler mantarsız yapmayı tercih etmişler çoğunlukla, bir de sebzeleri sotelemişler. Yabancılarda fırında közlemek daha çok tercih edilmiş. Ama bizim türlüye benzer şekilde yapanları da anlayamadım doğrusu!! Hadi şakşukanın kızartılmamış, mantarsızı dersin de, türlü, ne alaka!??

Birkaç hafta önceydi, sanırım benim İstabuldaki fuar için güzelim İzmirimi terk edişimin öncesi... Haftasonu yağmurlu olacağı kesinleşti, evde maç izleyelim fikri de benimsendi, hadi dedik bizde toplanalım. Önden de bir TABU oynarız, zaten yağmurda ne işimiz var "outdoor activity"lerle? Adettendir, böyle organizasyonlarda ya kebap söylenir, ya pizza.. Külliyen kaka besinler... Dolayısı ile atıştırmalık lezzetler hazırlarsam kimse kebaba kaymaz dedim hemen menüyü oluşturdum.
- Lazanya
- Ratatouille
- Salata
- Zeytinyağlı taze fasulye & yoğurt
İtalyan, Türk ve Fransız mutfaklarından seçmeler :)
Zaten önden ıspanaklı gözlememle zeynepin keki çayla götürülünce öyle aman aman acıkılmadı. Kimse de pizza, kebap diye mızıklamadı:)

Lazanya, bir ara anlatırım, kendisi makarna yemeklerinin havalısıdır kanımca ve kalorisi itibariyle pek pişirmemeye çalışıyorum.

Taze fasulye, yeni çıkmış, daha ayıklarken mis gibi kokuyordu, aslında sonraki günlerin zeytinyağlısıydı da çeşit niyetine kondu sofraya ama müşterisi çoktu.

Gelelim Ratatouille yemeğine;


Neler lazım bize?
- 1 adet bostan patlıcanı
- 2 adet kabak
- 6-7 adet mantar
- 800 gr lık domates konservesi
- 2 diş sarmısak, 1 adet soğan
- Birer adet yeşil, kırmızı biber
- zeytinyağı, tuz
- kekik, fesleğen

Nasıl hazırlıyoruz?
- Fırını 220 C ye ayarlıyoruz
- Patlıcan ve kabakları küp küp doğruyoruz, patlıcanları tuzlu suda bekletiyoruz ki acısı çıksın.
- Soğanları yemeklik doğrayıp sarmısakları incecik rendeliyoruz.
- Mantarlı dörde bölüyoruz, biberleri kalın kalın dilimliyoruz.
- tüm sebzeleri bir kapta üzerine 3 yemek kaşığı zeytinyağı, tuz ve kekik ilave ederek karıştırıyoruz.

- Fırın tepsisine boşaltıp yayıyoruz, sebzeler 30-45 dakika süresince fırında közleniyor.
- Diğer tarafta, sarımsak, soğan soteleniyor, domatesler ilave edilip iyice pişirilmeye bırakılıyor.
- Son olarak tepsideki sebzelerle domatesli sos karıştırılıyor, fesleğen ilave ediliyor.



Benim yeşil biber acıymış ama çok lezzet kattı. Görünüşü şakşuka gibi ama farklı bir lezzet... Denenmesi şiddetle tavsiye...

12 Şubat 2008 Salı

Somon Fırın


Dönem dönem sağlıklı yemek yapma krizlerim ilkerin göbeği ile orantılı olarak artıyor. Bir boğa burcu erkeğine göre bile çok ciddi bir kırmızı et tüketimi var. Üstelik bu aralar "sigara içmiyor" olması da (sigarayı bıraktım demiyor kesinlikle) iştahında gözle görülür bir artışla sebep oluyor.
Çocukken evde haftanın en az 2-3 günü balık pişerdi ve ben çok severek yerdim. Barbun lezzeti ile tanışmam çocukluk yıllarıma rastlar. O zamanlar barbun boldu herhalde ki bizim eve çok sık girerdi. Sonra çipura, mezgit, levrek, palamut, çinekop... hepsini severek yerdim. İlker balığa çok düşkün olmayınca evlendiğimden beri çok seyrek yer oldum.
İlknurun işten ayrıldığı ilk günlerdi, yemek yapası gelmiş bizi de davet etti. Fırında somon çok lezzetliydi. Tabi bir kadeh buz gibi beyaz Angoranın eşliğinde en dip detayları anlattırdım, Emre ve İlknura. Ben birilerine yemek tarifi vermekten de birilerinden bazı yemekleri öğrenmekten de acayip keyif alıyorum. Sohbet konusunun yemek olması beni cezbediyor, demek daha doğru olur salında. Somon fırın, hem kolay hazırlanışı, hem doyuruculuğu hem de sayısız faydası sebebi ile denenecekler listesinde "1 numarası"na derhal yerleşti.

Her zamanki gibi son derece kolay hazırlanan bir yemek, evi kokutmuyor ve yemek davetlerinde gerek sunumu gerekse lezzeti sebebi ile tercih edilebilir. Zira Elvanın anneleri geldiğinde 10 kişilik hazırlamıştım, uzun süre iltifatlara maruz kaldım. Marketlerde dilim dilim satılıyor ama filetosunu bulursanız, kılçıksız olduğundan daha kolay yeniyor. Bir de Norveç somonu daha lezzetli, yani iş damak tadına gelince "yerli malı türkün malı"nda ısrar olmuyor maalesef.

Az laf, çok iş...


Neler lazım?
- somon dilim veya fileto (kişi başı 1 adet)
- marinesi için 1 bardak süt ve birkaç diş sarımsak
- isterseniz çok çok az zeytinyağı, ama ben hiç koymuyorum çünkü somon çok yağlı bir balık

Nasıl yapıyoruz?
- Marine etmek için sarımsakları incecik rendeleyip, geniş bir kapta süt ile karıştırıyoruz.
- Somonları bu karışıma yatırıyoruz. 6-7 saat ara sıra ters yüz ederek buzdolabında bekletiyoruz.
- Fırın tepsisine yağlı kağıt seriyoruz, önceden 200 C de ısıtılmış fırında 20 dakika kadar pişiriyoruz.

Yanında salata ve beyaz şarapla bu kolay yemek kısa sürede ziyafete dönüşüyor.

10 Şubat 2008 Pazar

pesto nefisto



Hayatımda hiç pesto soslu makarna yemedim. Tadını bilmiyorum ama deliler gibi canım çekiyor, nasıl oluyorsa:) İnternetten araştırdım, malzemelerini öğrendim. Hazırlığını en az 3 aydır yapıyorum.

3 ay önce İlkerin Uşaktaki halasından bir saksı fesleğen alırken kendimi açıklama yapmak zorunda hissettim :”Pesto sos yapacağım da...” İlkerin “nasıl yani??” bakışını unutamıyorum. Sonra her markete gittiğimizde çam fıstıklarının promosyonlarını bekledim, ne pahalı şeymiş onlar öyle...

vee.. tüm malzemelerin elimde olduğu akşam tamam!! Dedim şimdi pesto zamanı..

Neler lazım?
- 1 demet taze fesleğen,
- zeytinyağı (yarım çay bardağı)
- 1 avuç çam fıstığı
- 2 diş sarımsak
- 100 gr krema
- üzerine kaşar yada mozarella peynir rendesi

Nasıl yapıyoruz?
- fesleğen zeytinyağı, fıstığı rondoya koyuyoruz, sarımsakları da dövüp ilave ediyoruz, en az 3-4 defa çektiriyoruz, karışım yemyeşil bir püre halini alıyor.
- Evde hazırladığım yumurtalı erişteyi kullandım makarna olarak ama hangisi olsa, yakışır.
- Makarnayı süzdürdükten sonra kremayla birlikte karıştırıyoruz, peynir rendesini ilave ediyoruz.

Peynirler eriyor ve dayanamayarak bir tabağı mideye indiriyoruz. Pesto nefisto bişey ama bence biraz ağır... Tabii bu biraz da damak tadıyla alakalı bir mevzu.. Zira ben makarnanın sosunda domates, biber, acımsı bir iştah kabartıcılık ararım, pek benim tarzım değildi kabul etmem lazım. Ama makarnanın kremalısına dayanamayan ilker acayip beğendi.

3 Şubat 2008 Pazar

herkes yemek yapabilir!!


Ratatouille eğlenceli, keyifli, üstelik en iyi orijinal senaryo dalında oscar adayı! ve ödülü alması şiddetle muhtemel!! Hani diyorum ki "Blade Runner"a tepkileri hala devam eden, "Jacket"da konsantrasyonu sıfıra inen bazı arkadaşlar beğendi bu filmi. Demek ki muhteşem!!!
... ve film hakkında son söz : son zamanlarda tek oyunu yemek yapmak olan -teyzesine çekmiş- Duru ile birlikte mutlaka tekrar izlenecek.

Filmin çıkış noktası neymiş ? "Herkes yemek yapabilir!!" Elbette, yemek yapmaktan zevk almak suretiyle herkes yemek yapabilir, aksi halde pişirdikleri gıda maddesinden öteye geçmez.

yemek yapmanın zorunluluk olduğu haller de dahil olmak üzere her türlüsünden inanılmaz keyif alan bendeniz, yiyenlerin aldığı zevki izlemekten de garip bir haz duyarım. Hazır Ratatouille'un "Herkes yemek yapabilir!!" sloganını ilke edinmişken neden uğraştırıcı gibi görünen bir yemeğin kolay yapılışını paylaşmayayım ki?

Bu bir arasıcak aslında. Yani bir ziyafet veriyorsunuz, çorbanız ve de ana yemeğiniz tamam, bunların arasına sebzeli tavuklu krep servisi hoş bir süpriz olur!!!


Krebiydi, beşamel sosuydu, hep uğraştırıcı işler diye bu yemeği yapmaya üşenenlere, knorr un beşamel sosu ile Dr. Qetkerin krep karışımını şiddetle öneriririm.
Malzemeler:
- 2 kabak, 2 havuç, 400 gr mantar
- yarım haşlanmış tavuk göğüs
- Dr. Qetkerin krep karışımı
- 1 paket knorr beşamel sos
- kaşar peyniri rendesi

Hazırlanışı:
- Sebzeleri ince şeritler halinde doğrayalım. Mantarları dörde bölelim.
- Wok ta kızgın mısırözü yağında sebzeleri sotelerken, diğer tarafta krepi ve beşamel sosu hazırlayalım.
- Sebzeler sotelendikten sonra tiftilmiş tavuğu ve beşamel sosun yarısını ilave edelim.
- Bu arada diğer ocakta krepleri pişirelim.
- Karışımı kreplere bölüştürelim ve dürüm haline getirdikten sonra fırın kabına dizelim.
- Sosun kalanını kreplerin üzerine ilave edelim, sonrasında da rendelenmiş kaşarları.
- 200 C de önceden ısıtılmış fırında kaşarlar eriyene kadar pişirelim.

Şefin tavsiyesi : Ana yemek olarak tercih edilirse yanına mevsim salata yakışır.