17 Ekim 2010 Pazar

Tüm evren birleşti mi? Secret mı? Olabilir mi?

Canım kisd makinayla ilgili detayları uzun uzun anlattığı mailini şu cümle ile bitirdi:
“Bu makina çok güzel, güle güle kullan. Fotoğrafçılık kariyerin başladı :)”

İşte her şey böyle başladı demeyeceğim. Bu cümle hikayenin ortasında bir yerlere tekabül ediyor.

Arca daha portakalımda vitaminken fotoğrafçılık kursuna gitmeye karar vermiştim. Ara ara dellenirim ben gelir bana! Ama artık o vakitler hesapta para mı yoktu, başka bir şeye mi yöneldim hatırlamıyorum kaldı öyle…

Birkaç ay önceydi … dijital makinaların atası nikonumdan sıkılmaya başlamıştım. Bir taraftan da “ev,iş,arca” bermuda şeytan üçgeni tarafından sarıldığımı fark ediyor, bir şekilde arcaya anneliğe sarıyor, debeleniyor işin içinden bir türlü çıkamıyordum. Ve bir küçük ampul yandı! Evet o eskiden heves ettiğim başlamadan bitirdiğim fotoğrafçılık tekrar gündemin ilk sırasına oturdu. Hesap kitap yaptık, yılbaşında şöyle iyi bir makine alalım dedik. 2010 – 2011 tüm özel günlerin hediyelerine saydık, içimizi rahatlattık. Konuyu paketleyip yılbaşına kadar dinlenmeye bıraktık.

İşte tam o arada Nurturia’da Kisd’in güncellemesini gördüm, çok iyi bir makine vardı elinde satıyordu kardeşi. İlginçtir ben Nurturia’da pek güncelleme takip etmem hele cumartesi günleri hemen hemen hiç girmem. Biraz düşündük, alet güzel, fiyat iyi… Ama hiç araştırma yapmadık ki, hem ben bu işten zerre anlamıyorum. Lens dedin mi benim contact lenslerim gelir aklıma. O kadar hamım yani. Neyse … İlkerle konuştum, para ayarladık. Makine kargolandı. Canım Kisd uzun cümlelerle “fotoğrafçılığa giriş” dersi mailledi bana ve yukarıdaki o içimi pır pır eden cümleyi yazmış sonuna… Nasıl heyecanlıyım. İlker de öyle… Hemen gerekli ilaveleri almaya gitti. Biz cahiller bilmiyoruz tabii bu işin tuzlu olduğunu. (Kisd, Özge, Elfanam hafiften uyardı ama heyecan yapmışım bi defa hiç oralı değilim)

İlker bana compact flash disk aldı, çanta aldı. Lenslere baktı. Sonra dedi ki :

“aşkım senin bu fotoğraf işini 2010 – 2011 tüm özel günlerin hediyelerine saydıydık ya…”
“evet?”
“gel bi bunu 2018 yapalım !!”
“yapma yav ! eh düğünlere filan gider çıkarırım parasını artık napalım ya da sen bana bi fotoğrafçının yanında iş ayarlarsın”

Mağazada hafiften bu işten anlayan bi kardeşimize rastlamış, bu kardeş “abi onu da almalı bunu da almalı” diye diye başının etini yemiş İlkerin. Yine aradı beni : “bak bi daha masraf çıkarırsan boşanma sebebi olur habarın ola!” diye koydu postayı. Halbuki Kisd bana anlattıydı inceliklerini… Gülüyorum, alttan alıyorum “yok abicim boşanmayalım şimdi avukatı, mahkemeydi, velayetti, masraf çıkar altından kalkamayız, ayrı yaşayalım” deyince ikimiz de kopmuşuz.

Yok daha bitmedi. Kargoyu takip ediyoruz. Arıyorum, araçta, teslimatta diyorlar, Ümit ablaya haber veriyorum aman takip et diye. Neyse akşam eve heyecanla geldim Arca “kargo kargo” diye papağanlaşmış ama kargo yok. İlker şubeyi aradı, teslim ettik demişler. Nasıl ya kime ya??? Şöyle ömrümden 1 bilemedin 2 sene gitti, kapıcının teslim aldığını duyunca geri geldi. İlk akşam kutusunu bile açamadım, misafir vardı. İkinci gün açtık, pek güzel, karşıdan bakıyoruz. Kisd diyor ki kurcaladın mı? Ben diyorum “yok karşıdan seyrediyorum, kıyamıyorum” sadece kullanma kılavuzuna bakıp bakıp iç geçiriyorum “allahım nasıl öğreneceğimdir” diye.

Bu arada artık “kader ağlarını örüyor” mu dersin, yoksa “evrenin tüm güçleri benim bir fotoğraf sanatçısı olmam için birleşti” mi dersin bilemem (buraya dikkat daha makinayı elime almadım ama sanatçıyım!) ama bir türlü sonuç vermeyen fotoğrafçılık kursu arayışım mutlu sona erdi. İzmirli anneler mail grubundan 50% indirimli bir kurs bildirisi geldi hem de İzmir Fotoğraf Sanatı Derneğinden!! Yeay!!

Son bomba!! Kisd TR’deki kazık lensler için ABD’yi önermişti, ve canım arkadaşlarımdan biri gidiyor yakın zamanda!! utana sıkıla sordum belkim alır!!

İşte böyle dostlar... diyorum ya … secret günleri bunlar!! ben bu hızla sergi bilem açarım!

imza: Şipşak Yeliz

15 Ekim 2010 Cuma

Bu slingleri buldun mu kapacaksın! demedi deme!

Canım Hülya geçen hafta bizi şahane ağırladı evinde! Cücelerle oynuyoruz, baktım Hülya tepelerde "kötü örnek oluyorsun bacım" derken hop bişey çıkardı, amanin sling!!

Açık konuşayım ben doğurmadan önce bu slinglere takıktım, ama Türkiye'de yok, var da benim istediğimden değil. Yurtdışındakiler el yakıyor. Derken bizim Arca doğdu, ben illa ki istiyorum. Ama takip edenler bilir Arca doğduğunda standart bir bebekti, çok kısa bir sürede kilosunu ikiye üçe katladı, süt obezi ! Ben de minyon bi tipim, İlker dedi ki "boşver sen taşıyamazsın slingle mlingle vazgeç bu sevdadan! At pusete götür " Allah biliyor ya içimde kaldı.

Puset iyi güzel de heryere taşıyamazsın, bir bakkala gideceksin hadii puset ! Ama sling olsa at sırtına taşı! Dedim ya içimde kaldı.

Neyse bizim bebeler büyüdü, hain Hülya bu güzel slingleri ortaya çıkardı! hala aramızdan bazıları bu slingler için ikinciyi doğurmayı planlıyor o kadar tutuldu yani:)

Hülyadayken "ay bu velet 13 kilo ay durur mu bunun içinde" diye diye Hülya geçirdi üzerime slingi. Bi kere bağlaması kolay! Sonra Arca ba-yıl-dı. Çünkü dıgıdık dıgıdık yaparak yerleştiriyorsun, "biya biya" (bir daha demek) diye kudurdu. At sırtına gezdir. Bu arada at sensin:P

Bu sling yükü dağıtıyor, sırtı ağrıtmıyor, özellikle kilosu fazla bebekler için ideal. Ama yenidoğanları da taşıyabiliyormuşsun, önemli olan usulüne uygun bağlamak.



Bak mesela benim Zeynepe wrap cinsinden aldık Hülyadan, heves ettim denedim evde, (bu arada onu bağlaması da çok pratik!) Arca kıpırdaklık yaptı, durmadı, halbuki Tuna çok rahat durmuş! Poyraz'a (3 aylık) iyi geldi wrapsling, sarıyor bebeyi, bebek de annenin karnındaymış gibi hissediyor. Bu arada fotosu yok ama Poyraz mis gibi wrapslingte acayip mutlu, ve anne manyağı olduğu ve uyanık olduğu her an anneyle temas halinde olmak istediği için Zeynep de çok rahat ! handsfree şekilde işini yapabiliyor, Poyraz slingin içinde kah uyuyor, kah emiyor, kah mıkırdıyor... Üstelik kumaş organik. Şahane!!

Daha güzel fotoğraflar ve detaylar için buraya bir TIK!!

we love you Hülya!!

Bir varmış bir yokmuş…



Evvel zaman içinde… çok uzak ülkelerin birinde… turuncu bir kamyon varmış. Bu kamyon aslında sıradan bir kamyonmuş görünürde, ama çok işe yararmış.

----------------------------------------

Dün gece saat 21:30 civarı “yataaak!” diye tutturan bir Arca. Işığı kapattırmak istemiyor, Ayı yogi ve çöp kamyonu ile yatakta debelenmek istiyor. Kucak istemiyor, sallanmak, ninni, şarkı, okşanmak, aydede, kitap … her şeye tepki var! Yine o döt kadar yatağın içine sığışıyorum, tekmelerden nasibimi alıyorum, ama azimliyim, bir yolu bulunacak Arca uyuyacak!

-----------------------------------------

Çünkü bu kamyon bir çöp kamyonuymuş. Arkasında kocaman bir kutusu varmış, çöp kamyonu tek başına çalışmazmış, arkadaşları da varmış, çöpçü amcalar…

"Dün gece çok aradım, aradım bulamadım
Körolası çöpçüler aşkımı süpürmüşler"

Nağmeleri araya girer.

-------------------------------------------

Arca kafayı, yatağa uzanmış annenin göğsüne koyar, bir eli ayı yogide gözü çöp kamyonunda… Tamam tutturdum, doğru yoldayım devam ediyorum masala

-------------------------------------------

Çöpçü amcaların biri kamyonu kullanır, diğer ikisi evlerimizin önündeki çöp bidonlarını toplar. Kamyonun arkasındaki mekanizmaya yerleştirir, çöpleri kamyonun içine atarlar. Fosforlu kıyafetler giyerler ki gece görünebilsinler, kocaman eldivenler takarlar ki bidonları rahatlıkla kavrayabilsinler. Çöpcü amcalar çok yardımseverdir, gece çıkarlar sokağa trafiği karıştırmamak için…

---------------------------------------------

Arcanın gözler hafiften gider… ben devam!!

----------------------------------------------
Çöp kamyonu bütün şehrin çöpünü toplayıp çok uzaklara götürür. Evlerimizin temiz olması için çöp kamyonu çöpcü amcalar takımı bize yardım ederler

"Dün gece çok aradım aradım bulamadım
Körolası çöpçüler aşkımı süpürmüşler"

Dizeleri ninni kıvamında söylenir

----------------------------------------------

Arca uyur, ben kaçar!!

14 Ekim 2010 Perşembe

Tutarsızlığın manifestosu

Bugün Gülse Birselin aşağıda kopyaladığım yazısını okuyunca, sevgili kisd'in şu yazısı aklıma geldi. Özgürlüğün Manifestosunu ben de okumuştum. Bir tarafımla hayatımı sadeleştirerek mutlu olacağımı biliyorum ve kendimce nasıl olurun beyin jimnastiğini yapıyorum, bir tarafımla kredi kartımı şişirip tchiboda kuyruğa giriyorum (dün misal:) ) ve "aa arcaya lazımdı, arca için aldımdı" bahaneleri ile tüketim toplumunun bayrağını sallıyorum. Hep diyorum, iflah olmaz bir tutarsızım ...

Bu Tchibo anısı anlatmadan bitirmeyeyim, Gülse az beklesin...
Tchibo'nun teması sonbahar, ürünler belli ki kaliteli, özellikle Arca için olanlarını katalogtan çok önceden belirlemiştim. 3 parça alacağımdır. (en azından bu konuda tutarlıyım!) Aslında internetten alacaktım, 3'ün birinin bedeni kalmayınca dükkana erteledim.
Elif ve Hülya ile buluşup gitme kararı aldık. Sabahtan eşe dosta soruyorum bişey istiyor musunuz diye. Sanki savaş kopacak, ekmek kuyruğuna gidiyorum! Hülyayı Ege Üniversitesinin önünden almaya gittim, aradım, "yok sen beni bekleme arkadaşım, git dükkan talan ediliyormuş, elif benim için bişiler ayırdı" tam bir "sen canını kurtar kardeşim ben arkandan geliyorum aman diğer kadınlara bırakma" olayı!! Hemen kırdım direksiyonu... Forumda Tchibo'ya giderken yolda kadınların elindeki poşetlere bakıyorum, yoksa Tchibo'dan mı çıkmışlar, yoksa benim almayı düşündüğüm kadife pijama o poşetlerin içinde mi!! Bir tür delilik hali:)
Ben ilk defa bir tema için bu dükkana gittim, öncesinde her önünden geçtiğimde en azından kahve kokusu için uğradığım bir dükkandı. Hani Allah biliyor ya Hülya "talan ediliyor" dediğinde bu kadarına ihtimal vermemiştim. Kadınlar birbirini yemiş, sıcak!! 1-2 tanıdık sima gördüm. Tatlı Ege'yi gördüm, sonra annesini. Görev aşkı ile torbasını doldurmuş Hülyayı bekliyordu. İyi ki katalogtan belirlemişim, aldım, sıraya girdim. Kutular açıldığı an millet üzerine üşüşüyor. Elifle kendimize güldük, "evet sanki bedavaya veriyorlar!" :) Hülyayı bekleyemeden ofise dönmek zorunda kaldım. 3 parça kumaşla tatmin olmuş şekilde! Evet Özgürlüğün Manifestosu... evet o kitabı birkaç defa daha okumam lazım:)

Buyrun Gülse Birsel'in yazısı...

Amerika'nın son alışveriş trendi:
Alışveriş yapmamak! Hatta eldeki
mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar,
gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca,
ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici
araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?"la ilgili.
Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına.
Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu
üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha
mutlu ediyor! Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir
tatmin sağlıyor. Üstelik 'Mal edinme'nin mutluluk getirmediğini öğrenen
'dünyanın en çok satın alan halkı', kocaman otomobillerini, dört oda bir
salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan
karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş
gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını
sadeleştiriyor. Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört
bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları
kadar mesud ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı
yogaderslerine ve tatillere harcıyorlar.

*YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET! *
Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla
yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her
şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet
kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır
derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor. Hikâye,
psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm
değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk
seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar. Ebeveynlerinden birini
kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da
bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi
kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama parayla
satın alınan mallar mutluluk getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler,
piknikler, tiyatro oyunları filansa başka! Farklı tecrübeler hayatı
zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeleslı filmci Roko
Belic dünyayı dolaşıp *Happy *(*Mutlu*) isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor.

*New York Times * gazetesinin
haberine göre San Fransisco'nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini
bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış!
Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha
mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.

*SANKİ ALIŞVERİŞ İÇİN YAŞIYORUZ *
Bi de tabi, herkes gider Mersin'e, biz... Şu anda ülkede tam bir AVM patlaması
yaşanıyor. Buluşmalar, sosyalleşmeler, hafta sonu aile gezmeleri, her tür
eğlence hep alışveriş ve merkezleri etrafında dolanıyor. İndirim
dükkânlarının kapısındaki kuyruk ve izdihamlar da cabası. Geçen gün
haberlerde, yastıkların 1 TL'ye satıldığı bir indirim dükkânında birbirini
ezen kalabalığın arasından bir ev kadını, bağırarak kameralara anlatıyor:
"Ben altı tane kapabildim, iki oğlum var, onlar da ikişer tane aldı, keşke
10 tane daha taşıyabilseydik! Muhtemelen dört kişi olan bu ailenin 20 adet
yastıkla ne yapacağı ise meçhul! Türkler artık mümkün olduğu kadar çok malı,
mümkün olduğu kadar çabuk alıp, evlerine götürmek için yaşıyor! Alışverişe
niyeti olmayan bile vitrin bakıp hayal kuruyor. Konsere gidip keman çalmayı,
müzeye gidip ressam olmayı hayal eden pek az. Hayat amaçlarımız genelde
"Bazı ürünleri edinmek," üzerine kurulu. 70'li yıllarda bir siyah beyaz
televizyon, bir adet buzdolabı, merdaneli çamaşır makinesi ve salonda üzeri
tığ işi örtülü sabit hat telefonu olan her aile kendini son derece zengin ve
konforlu hissederdi. Sonra işler yavaş yavaş değişti. Artık cep telefonu bu
yılın modeli olmayan vatandaşın devlete isyan edesi var. Almaya doyup
'hayatı sadeleştirme' aşamasına ne zaman geliriz, o meçhul.

Gülse BİRSEL

12 Ekim 2010 Salı

Günün Çorbası TOP 5

Ne güzel oldu, sevgili Başak ilginç bir mime dahil etmiş beni. Mimlemese de mutlaka bakardım, çok ilginç çünkü... Blogger kullanıcısıyım ama bugüne kadar istatistiklere bakmak aklıma gelmemişti. Meğer bu uygulama ile en çok okunan yazılarını bulabiliyormuşsun. Kumanda panelinden ulaşılabiliyor.

Bizim bloğun en çok okunanları listesi...

Önce top-5'in 5 numarası : Saçlarımdan nefret ettiğimi söylemiş miydim? Eh hala bilmeyeniniz varsa buyrun tıklayın!! Saçlarımdan gerçekten nefret ediyorum ama onlarla yaşamayı öğrendim!!

Number 4 : Hissiyat böyle sıkıldım!! bu kadar iç bayıcı bir postun okunmuş olmasına şaşırdım:) Ben bugün okudum yine ruhuma daral geldi. Benim ruhsal dengesizliklerim ve annelik buhranlarımla beslenmeyin kardeşim!!

3. sırada : Kadir abi koş!! motive edilesim var Açıkçası bu postun neden bu kadar okunduğunu anlamadım. Günlük tadında hata ufaktan heyecansız bir yazı.. Dönüp de bi daha okunmaz yani. Bu blog okurlarını anlamak kolay değil, ilginç:)

2. sıraya yerleşen post : Arca terörizminin Özgemin geldiği nurturia buluşması ile birleştiği yazı. hehe bak bu yazının okunması normal. bi kere ilk fotoraftaki ağlamklı surat çok komik. ağlatmadan kriz aşma yöntemleri puha diye gülmek istiyorum!! Son aşamadığımız krizden sonra bu yazıya bi tarafımla gülesim geldi:) Allahtan fazla ahkam kesmemişim zira şalap şulap yalayacaktım laflarımı:)

Ve son olarak NUMBER 1!!! Yatır kaldır maceramızın Jacoblı ilk iki gecesi. Ya cidden bu okur milleti benim acılarımla besleniyor!! Köpekler yemez halimi bir vaziyeti yazı dizisi yapmışım, herkesler de merakla okumuş. Şimdi okuyunca cidden çok gülüyorum. Nasıl da kasmıştım. Ama şaka bir yana blog dostlarımın manevi desteği olmasa o kadar azmedemezdim. Şimdi Arca kendi kendine uyuyor mu, işe yaradı mı diye soracak olursanız, evet kendi kendine uyumayı öğrendi. Ama ben bu işkenceleri kendime ve ona yaptığım için mi, yoksa zaten geçeceği mi vardı o dönemi, inanın ki bilmiyorum. Şu anda Arca'yla çoğu zaman odaya girip bazen sadece pışpışla bazen sadece yatağına koyarak bazen de yanına yatıp fısır fısır kırmızı başlıklı kızı anlatarak uykuya yolluyorum. Gamsızlaştım mı ne?

Hadi bakiim dökülün!! Ben şahsen hiç bir postunu kaçırmam, Ruhdağımı merak ediyorum. Sonracığıma yine her postuna yapıştığım kisd akabinde sadeceannem, sarıçizmeli ve de kuzu güzelini mimliyorum ... Ayrıca Başakın dediği gibi benim unuttuğum ve paylaşmak isteyen herkes!!

Bir de kenarda anladığım kadarıyla size insanlar nasıl ulaşmış diye bir kısım var. Sağlam yazarlardan Hülya'nın bloğuna girenlerin bir kısmı bana da bi bakıp çıkmışlar, şaşırmadım, ben de pek çok bloğu hülyanın listesinden görüp takip etmeye başlamıştım:)

9 Ekim 2010 Cumartesi

KİTAPANNE PEH PEH PEH!!!

Şimdi şu aşağıda gördüğünüz foto var ya... hah işte o benim kitaplığın çocuk eğitim bölümüne ait bir kısım. Hepsini okudun mu derseniz ? Hayır hala okunmayı bekleyen 4 ve az karıştırılıp sonra okunmak üzere ayrılmış 2-3 tane var. Demek ki 18-20 tanesini okumuşum.



Canım Başakla ikili sohbetlerimizden birinde takılmıştı bana "kitapanne" diye, amanin nickimi neyimi kitap anne yapacağımdır diye pek hoşuma gitmişti:)

Bu kitapları okursun, altını çizersin, eşe dosta çocuk eğitimi ile ilgili ahkam keseceğin zaman "..... kitabında der ki" ile başlayan cümleler kurarsın da kitaplar işe yarıyor mu dersen işte orada dur derim. Yani bugün dedim! Hem de öyle yüksek bir sesle dedim ki karşıki dağların cendermeleri "olay mı var bacım" diye soluğu yanımda alacaklardı. Ve hatta olay süresince bizimle talihsiz bir tesadüf sonucu yolculuk etmekte olan Hayat ve Ela kuzusunu bile sindirdim, "benim gibi bir anne ile arkadaşlığını gözden geçirebilirsin Hayat, alınmam" bile dedim...

Olay şu : Arca sabahın köründe kalkmış, korkunç bir sabah geçirtmiş, kafayı yine kapıya vurarak şişirmiş, ve pek tabii uykulu bir halde arabaya binmişti. Biner binmez uyudu. Hayat ve Elayı aldık, tam yolun ortasında (hatta bizim evin kavşağını geçince) Hayat Elanın yanında oturmak için arkaya geçti. Artık Arca kıskandı mı bilinmez oto koltuğunda kalkmaya, şiddetle ağlamaya başladı. Önce biraz kucağıma alıp sakinleştirdim, tatlı tatlı oturtmaya çalıştım, yay gibi gerindi. Bu arada kolik sancılarında bile böyle ağlamamıştı, o derece sinir bozucu. Uyku arkadaşı Ayıyogiyi verdim susmuyor, kamyon araba, vız geldi. "Yürü len! senle mi uğraşacağım" diyerekten (evet hiçbir kitap yazmaz ama bazen çemkirmek işe yarar:) ) ve de zor kullanaraktan bağladım koltuğa geçtim direksiyonun başına. Yok susmuyor, radyo açıyorum, eline üzüm veriyorum, yok!! Benim tansiyonum bi iniyor bi çıkıyor. Bu arada sesimin yüksekliğinin farkındaym ama kendimi tutamıyorum. Bir şekilde sustu. Ya kendi kendine sakinleşti ya da başka çaresi olmadığını anladı ya da kafa göz dalacağımdan korktu, BİLMİYORUM!!! Hülyalara kadar sakin geldik, ama hala ellerim titriyordu. Arada arkamı dönüp baktığımda hala içini çeke çeke nefes aldığını duyunca nasıl fena oldum. İçimden muhasebe hesaplarına başladım. dursaydın birazcık, hatta belki evin oraya çekseydin, iyice sakinleşince arabaya dönseydin!! yapsaydın etseydin !! olmadı işte! Durum bu! kitapları okursun, kendini teoride eğittiğini sanırsın. Ama iş tecrübe etmeye gelince bazen keyifle atlatırsın krizleri bazen de böyle korkunç anıların olur. Ona buna "bilmem ne kitabında şöyle diyor, bilmem ne kitabında der ki..." demeye benzemiyor. 2 yaş kapımızda, ve hiç kolay olacağa benzemiyor.

Hülyadaki organizasyon şahaneydi. Çok pis bir arkadan iş çevirme ile organize edilen doğumgünü çok neşeliydi. Berk çok tatlıydı. Yine Arca ile çok güzel oynadılar, bence aralarında güzel bir elektrik var. Arca birkaç defa Elanın elinden oyuncak alma savaşına girdi, asabiyet yaptı, ama neyse ki zararsz atlatıldı. Hatta en az 15 dakika Arca Ela ve Berk halka geçirmece oynadılar, birbirlerinin sırasını beklediler, bitince hep beraber el çırptılar ve bu oyun defalarca devam etti. Büyüyorlar mı ne?

Arcayla barışmamızın şerefine güzel bir foto koyayım. Bu slingler için buraya bir TIK!! Arca 13 kilo ve hiç ağırlık hissetmeden taşıdım, yükü dağıtıyor sanırım. Arca da çok keyifliydi, dıgıdık dıgıdık yaptık bol bol.




Akşam arabaya binerken bu defa Arca Elayı yadırgamadı, hatta kendince Ela da geliyor mu diye yokladı, bir güzel uyudular.

Akşamı hiç umulmadık hayati bir tesadüf ile tamamladık. Hayatları bıraktıktan sonra normalde gitmeyeceğim bir yoldan eve ulaşmaya çalışıyorum, tam da öğlen yaşadığımız krizin geçtiği kavşağa geldim, öğlen durduğumuz yerin tam karşısındayım, ışığın yeşile dönmesini bekliyorum, kafamı gayriihtiyari sola çevirince bir de ne göreyim.... Arcanın ayıyogisi!!! Demek ki kavga sırasında Arca yere atmış ben de farketmemişim, yerde duruyor, kavşaktan dönüp gidip yerden aldım, pek pisti tabii şimdi çamaşır makinasında.(oraya nasıl geldi ve nasıl bu kadar kirlendi allah kerim, kuvvetle muhtemel köpekler sayesinde!!) Hayat sürprizlerle dolu!!

8 Ekim 2010 Cuma

KUABİYE!!

Yüksek müsaadenizle çocukluğuma ineceğim…

Akşamüzeri okuldan dönmüşüm, merdivenleri ikişer ikişer çıkarken burnuma inceden tuzlu kurabiye kokusu geliyor. Kapıyı annem açıyor, palto bi tarafa çanta bi tarafa atılıyor. (Hala da gelir gelmez atarım bunları) Ellerimi yıkadığım sahneyi hatırlamıyorum bile. Bi taraftan yıldız, ay, maça şeklindeki susamlı tuzluların bensiz yapılmasına gıcık oluyorum bi taraftan çaylı keki görünce tüm gıcıklığımı üzerimden atıyorum. Yumuluyorum ikramlara çaya… Komşular bizim eve pastane derdi o vakitler… Çay saati illa ki yenecek bişeyler olurdu. İkramın olmadığı nadir zamanlarda petibör bisküvi eksik olmazdı. Hala demli çay kokusunu duyduğumda petibör bisküvi tadı gelir damağıma.

Çocukluğumun tozlu sayfalarında bu sahne hiç unutulmaz. Yazık ki ben böyle bir anne olamayacağım. Dışarıda çalıştığım için ancak akşam yemeğine yetiştiğime sevineceğim. Yok, sebep o değil… Yemeğin her türlüsünü beceririm de iş kurabiyeye geldi mi ya da keke, çuvallarım. Oysa Arca’ya anne kurabiyesi, keki pişirebilmeyi çok isterdim. En azından ekmek yapabilmeyi… Arca’ya ne “bilmem ne yatağında levrek bilmem ne” yapmışım. Çocuk dediğin anne kurabiyesi sever. Geçende IKEA’ya gittiğimde boy boy kek kurabiye kalıplarını görünce elim gitti yine, sonra dedim ki yapmıyorsun, beceremiyorsun, neyine alacaksın. Gerisin geri bıraktım. Ümit teyzesi alasını yapıyor. Arca iyice dillenince “anne bana ümit teyzemin kurabiyesinden yap” diyecek, ben yine ölçülerine riayet etmeyeceğim, derken “ümit teyzenin kurabiyesi” olacak “at kafana delsin kurabiyesi” : )

Ve bir gün Arca büyüyecek… “Annem çok kafa kadındı, çok eğlenirdik ama bi kurabiye yapmayı beceremezdi” diyecek çocukluğuna indiğinde… Benimki gibi mis kokulu anıları olmayacak. En iyi ihtimalle kahkahalarımızı hatırlayacak, danslarımızı, tepişmelerimizi, belki birlikte yemek yapışımızı, kitaplara dalışımızı, göz göze sohbetlerimizi… Eh hiç yoktan iyidir:)

7 Ekim 2010 Perşembe

İzmir'e sonbahar gelmiş!

Bu sabah içim üşüdü, güneş de gitmiş. Demek ki neymiş? İzmir'e sonbahar gelmiş!

Sadece hava mı? Bizim eve sonbaharın gelişi ufak tefek değişikliklerden fark edilir. Ev içinde giyilen penye şortlar hafiften kaldırılır, uzunlar çıkar. Misal düne kadar pike ile uyurken ani bir karar ile battaniyeye geçilir. Bir tane de salondaki koltuğa konur ki Arca uyuduktan sonra her ne yapılıyorsa (TV, PC, kitap…) bacaklar üşümesin.

Tarhana akşamları başlar. Dün törenlerle tarhana akşamlarının açılışını yaptık. Annem muhteşem tarhana yapar, ne pütürsüzünden, kaynattın mı kaymak gibi olur, fırından yeni çıkmış ekmekle el ele tutuşup mideye akarlar. Evde yemek yoksa tarhana vardır!

Arca’ya geçen sene indirimden alınan “2 yaş” cicileri çıkarılır, denenir, etiketleri çıkarılarak makinaya atılır. Hafiften dolapların düzenlenmesi planlarına başlanır. Eee ne de olsa havalar soğuyasıya kadar ertelenmişti, artık zamanıdır. Bir cumartesi günü birkaç saatliğine Arca anane-babane-hala veya teyze olasılıklarından biri seçilerek şutlanacak, tüm dolaplar kışa göre düzenlenecektir. Bu hafta Buca Gölete gidildiğine göre en iyisi bu işi haftaya halletmek!

Babamın 19 Mayısta törenlerle terk ettiği yün atletiyle buluşması tüm aileye duyurulur ki sonbaharın geldiği resmiyet kazansın. Olur da ses seda çıkmazsa, havalar hafiften serinledi mi babama sorarız “yün atletini giydin mi?” Hemen gömleğini sıyırır “işte burada” der! Tamamdır! Sonbahar gelmiştir!

İlker kanepede her gece istisnasız uyuyakalır. Bazı günler Arca’yı uyumaya götürürüm, bir bakmışım İlker çoktan uyumuş. İnatla ben gitmeden yatağa da gitmez, öyle bütün akşamı kanepede geçirir.

Sonbahar başlangıçların mevsimidir ya… Yeni kararlar alınır! Aklının bi köşesinde varken ama bir süreliğine ertelenmişken bir fırsat çıkar karşına ve “tamam şimdi !”dersin!! Hayatın da küçük değişikliklere ihtiyacı var.

5 Ekim 2010 Salı

Son günler

Şimdiye kadar pek çok defa yazıştık, birbirimizin bloglarını okuduk, ama sesini hiç duymamıştım. Bugün telefonla konuştuk, bu ses!! allahım bu ses!! (fonda eski türk filmlerinden bir sahne ve hafiften bir müzik, mümkünse "o bakış ki götürür beni yıllarca geriiii.... " nağmeleri) sanki benim hemen her gün konuştuğum bir ses kadar tanıdıktı. Demek ki onu yazılarından tanırken sesini bilinçaltımın derinlerine kodlamışım, duyunca hem hiç yadırgamadım hem de bu kadar cuk oturmasına şaşırdım. Ne güzel oldu, canım kisd:)

haftasonu bir ilk yaşadık. Arca ilk defa anne ve babası olmadan ananesinde kaldı. Çalışmalara 1 hafta öncesinden başladık. Atakan Arcanın hayali arkadaşı ya "atakan geceyi ananesiyle geçiriyor" kitabını aldık hemen. Her gece okundu tabii defalarca. 3 gün öncesinden "anne ve baba uzağa gidecek, Arca ananesinde kalacak, Duru da gelecek, oynayacaksınız, birlikte uyuyacaksınız" repliği dile gelmeye başladı. Cumartesi gününü de yapışık geçirdik. Peki arıza çıkarmaması için yapılan bu çalışmalar işe yaradı mı? Tabii ki hayır!! Ananeye gittik, Duru da orada ama Arca mızık!! Yarım saatten fazla konuştuk, "tamam mı annecim hadi bize el salla biz gidiyoruz" diyorum, "peki" diyor ama mızık!! Uzun uğraşlardan sonra Duru'nun da müthiş yardımları ile kendisi ile vedalaştık. Bu arada otelde kalıyoruz ama Alsancakta yani şehirdışına çıkmaya bile tırstık. Neyse ki korktuğumuz olmamış biraz arandıktan sonra oyuna dalmış, gece uyandığında ise duruya sarılıp tekrar uyumuş.

Asıl bizim için şahane bir geceydi. Zeynepler de aynı otelde kaldılar, Poyrazı akşam yemeği için babaneye bıraktılar, yemek için Güller de katıldı. Kordon'da uzun zamandır yürüyüş yapmamıştık, el ele, kol kola... Ayıptır söylemesi İzmirde hala akşam bir hırka ile sokakları arşınlayabiliyorsunuz:) Gençliğimizin mekanı pizza Venedikte geçmişimizi yaadettik. Kordonda bira içmeye gittik. Çok önemli bi karar aldık. Ayda bir bebeleri bırakıp yemek+kordon organizasyonu yapacağız! Gece çorbacıya bile gittik! Kısacası Arca ile ne yapamıyorsak hepsini yaptık. Kendimize geldik. Yapmalı yapmalı imkanları kullanmalı!!

Pazar eve döndük ailecek, ne zamandır görüşemediğimiz Nazlılar bize geldi. Cansu nasıl tatlı, cümle kuruyor. İnsan sevdiklerinin bebeleriyle kendisininkiymiş gibi gurur duyuyor. Arca ile çok güzel oynadılar, arada arıza çıktı tabii ama hasarsız atlatıldı. Biz ailecek bira kötü örnek olduk Cansuya. Misal bizim mutfak dolaplarını açmak serbest, tencere dolabı Arcaya tahsis edildi. Ama Cansularda aynı dolap deterjan dolabı diye yasakmış, alışmasın dediler ama çok geç kaldık. Sonracığıma Arca artık tepelerde geziyor. Ananedeyken iyice azıtmış. Çözüm bulamadık, oturma odasındaki kanepeyi her bi tarafını yastıklarla güvenli hale getirmek suretiyle zıplama kanepesi yaptık. Başka evde ve başka yerde zıplamak tırmanmak yok! Cansularda böyle bi uygulamadığı için bir puan daha düştük!! Cansu tam hanım hanımcık olmaya karar vermişken şimdi biz onu bozacağız korkarım. Ne kadar anladı bilmiyorum ama sadece bizim evdeyken bu yaramazlıkları yapacağına dair anlaştık.

Pazartesi gör dötüm yollar İstanbul. Toplantı sunuş, akşam yemek. Yemeğin en sıkıcı anlarının kurtarıcısı sohbet konusu yine açıldı "Bizim Yeliz hn İzmirde oturuyor" "oooo ne şahane, nasıl oluyor ?" .... Derken bütün macera sil baştan anlatılır, İzmir gibi yerde bi de maaş mı veriyorlar, aman ne şanslısın, aaaa hava hala sıcak mı orda.... geyikleri ile geceye neşe katılır, bulutlar dağılır... Bu defa Boğaza gittik, İstanbulun özlenesi yerlerini gördüm yine, sonra arabada etrafı seyrederken 10 küsür yıl önceki halimizi gördüm gençlerde, paramızı Ortaköyde bitirdik mi yürüyerek Beşiktaşa dönerdik. Gece 12 uçağıyla İzmire geldim. Sabah karşı uyanan Arcayı aldım koynuma mis gibi uyuduk.

Sabah ofise geç gitmeye karar verdim. Zaten çalışacak hal yok. Salı pazarına uğradım. Karga kahvaltısını yapmadan gittiğim için birkaç tezgahta siftah yaptırdım.
Pazar diyaloglarına bayılıyorum:
Pazarcı: abla siftahı senden!
Yeliz : hadi hayırlı işler
Pazarcı : yok abla bereketi allahtan diceksin.
Yeliz : demeyince noluyo, olmuyo mu?
Pazarcı: ya abla de işte! Al parayı da at şöyle tezgahın üzerine!
İyi tarafıma geldi, dedim gitti! Kayyuuu kayyuuu diye bağıranlara hasta oldum bi de, özlemişim pazar hallerini. Zara babyci fiyatları arttırmış sanki, penye yelekler aldım, çalı süpürgemiz sizlere ömürdü, yenilendi. Kendime birkaç toka çorap derken pazar da hareketlenmeye başlamıştı.

Akşam Arca ile yumul yumul... Arca uyuduğuna göre şimdi dün kaçırdığım Ezeli izlemem lazım...

Bu arada Arca'nın dişleri çıkıyor!! Gece uyanmalarının sırrı çözülüyor mu ne? 2 elinin parmakları en arkaları kaşıyıp duruyor. Tamam Arca 4,5 aylıktı ilk dişleri çıktığında ama bu son arka azıları bu kadar erken beklemiyordum. Bir süre geceleri rahat uyuruz diyordum, kader yine ağlarını örmeye başladı.

1 Ekim 2010 Cuma

Oyuncak dediğin...

Herkese göre değişir en çok da anababanın anlayışına göre... Misal çevre bilinci yerleşmişler plastiğe zinhar karşıdır, (Yakın zamanda Canım Evrenin canım oyuncaklardan haklı vazgeçişine tanık olduk birlikte) Monticiler oyuncak yerine materyal üzerinde dururlar, mümkün mertebe ahşap olanından. "Yemişim aktivitesini" diyenlerin favorisi tencere tavadır. Yaratıcı ve yetenekli anababalar evdeki malzemeyi iyi değerlendirir. Zeka takıntılıları zeka geliştirici oyuncaklara para akıtır.

Günün çorbası ailesi bu kriterlerin neresinde? Kısa anababalık serüvenlerinde nasıl bir tercih yaptılar?
1. Çevreci? Yok o bilince saygı duyarlar da yazık ki henüz çok duyarlı değiller.
2. Yaşına göre? Yok hatta bünyede ciddi miktarda sabırsızlık olduğundan henüz oynanabilmesi mümkün olmayan +3 yaş oyuncakları bile alınmış öylee durmaktadır.
3. Yaratıcılık? İki sokak öteden gidiyor, bu çıkmaz sokağa uğramıyor.
4. Materyal, aktivite? Allah biliyor ya çok istedi anne olacak kadın, lakin sürpriz sepetinden sonra Arca bi ayaklandı, tek aktivite beden eğitimi !
liste uzar gider...

O halde ne? Neye göre oyuncak? Dedik ya herkese göre değişir, burasının anahtar kelimesi: Konsantrasyon!! Evet Arca'nın uzun süre konsantre olarak vakit geçirdiği, anneye musallat olmadğı oyuncaklar baş tacı! Çok eskilerden bi örnek verelim, hemen her blogger anasının edindiği oyun halısını henüz 2 ayı doldurmuşken alındı. Mızıklamadan altında dakikalar geçirmesi nasıl bir nimetti.
İlerleyen aylarda ahşap yapbozlar imdadımıza yetişti. Tekerlekli hemen herşey oyuncak raflarında yerini aldıysa bu yarım saatten fazla Arca'yı esir almalarındandır.
Kısaca motto: "Arca oynasın, anne rahat etsin"

Bu anlamda en büyük yardımcım kitaplar oldu. Ben kitap okumayı çok severim, öyle CV'sine hobisi olarak "kitap okumak" yazanlardan değilim, bildiğin elinde okuyacak kitabı olmayınca rahatsız olan tiplerdenim. Hatta otobüs, vapur, cafe.. nerde olursa elinde kitabı olan insanın ne okuduğunu öğrenmek için sekiz olurum. Kitap okuma konusunda bu kadar takıntılı iken kitaplardan Arca'nın da zevk almasını sağlayabilmenin en önemli ebeveynlik amaçlarımdan biri olmaması garip olurdu. Arca'nın kitaplara ilgisi olabileceği düşündüğümde henüz yeni yeni oturabilmeye başlamıştı. Arca daha çok küçükken arkadaşım Emel'in hediye ettiği kalın masal kitabının, her fırsatta Arcanın eline geçtiğini ve yaklaşık yarım saat sayfalarını karıştırdığını farkettiğimde hemen bebek kitabı alalım demiştim. Üstelik daha erken diyen ilker'e rağmen. Tiny Love'un deniz kıyısı kitabı bebek çantasının vazgeçilmezi oldu uzun süre. Derken gelsin pisi kediler gitsin pocoyolar... Yaş ilerledikçe küçük öykü kitaplarına geçiş başladı. Alüüü'den ve Ayağına diken batan süper kargadan bahsetmiştim, sonra Atakan serisi sayesinde Arca ile Agagan sıkı dost oldu. Yaramaz Fındık'ın annesi ile vuslatı, Dişçi ve doktor kitaplarındaki sahneler temsili olarak canladırıldı, Gölde ve Rüzgarlı bir gün gibi Tübitak kitapları, Aydede ziyareti yapan Bebek ayı...
Ne güzel bi taraftan anne eline kitap almış bi taraftan Arca, paralel kitap okuma sahneleri yaşadı günü çorbası ailesi... Ne mutlu ne harika zamanlar... Anne içinden "Allahım ne iyi oldu bu kitap işi, dakikalarca resimlerine bakıyor, rahat ediyorum, şimdiye kadar Arca için aldığımız en iyi oyuncaklar bu kitaplar oldu" derken, kader ağlarını örmeye başlamıştır.
Aylar geçmiş, bu mutluluk tablosunun üzerinde kara bulutlar öbek öbek yerleşmiştir. Arca çat pat konuşmaya başlamış dahası kitapların resimlerine bakmaktan sıkılmış, annesinin okumasından, öykülerden zevk alır hale gelmiştir. Üstelik en tehlikeli kelimeler artık telaffuz edilebiliyordur. "OKU!" "BİYA!" (meali bir daha oku)
Önceleri bu yeni durum annenin hoşuna gider, çünkü kitap okumak zevklidir, Arca kitap seçer, beraberce koltuğa ya da yatağa otururlar, Arca anne ya da babanın koltuk altı ile göğsü arasına konuşlanır, Arca Cebral misali "OKU!" der, kafayı dayar ve kitap okunur. Buraya kadar herşey harika! Ama Arca'nın bilmem kaçıncı defa aynı kitabı okutması yüzünden, zaten uykusuz olan vücut dayanamaz çoğu zaman sızar. Arca dürter "biya!!" okunur kitap, Arca sıkılmaya karar verinceye kadar. Hatta tek başına vakit geçirdiği günler unutulmuşçasına sadece ve sadece anababa ile kitap okuma dönemi başlamıştır.
Yandı gülüm keten helva!! Kötü mü ettik bu kitap işini? Biz oyalanıyor derken bizim bi tarafımızda patladı. Bakalım daha neler göreceğiz?

30 Eylül 2010 Perşembe

Alüü!!

Arca’nın lazımlık maceralarını takip edenler az çok bilir. Bu süreçte bize yardımcı olan bir kitap var: Bay bay bezim. Önce ben okudum, bişeye benzetemedim, bu ne ya dedim. Sonra Arca kitaba yanaşmadı. Dedim ki zaten olaya pek hazır da değil, kitap da sarmadı herhalde, normal! Kitap lazımlığın yanında duruyor. Gel zaman git zaman, Arca Ali’nin lazımlığının kendi IKEA lazımlığına benzediğine kanaat getirdi. Ali de aynı Arca gibi lazımlığını anne tuvaletinin yanına koyuyordu. İcraat sırasında kitaba bakarken o küçük işaret parmağıyla önce kendi lazımlığını, sonra Ali’ninkini gösterir oldu, sonra da “annenin” “ arcanın” “alinin” şeklinde sohbetler sürdü. Bu bağdaştırma pek işimize yaradı, lakin Arca lazımlıkta daha çok oturur oldu. Derken Arca oyun oynarken kaka işaretleri aldığımda, elindeki oyuncak her ne ise – mesela araba diyelim – “aa Arca hadi gel arabanı Ali’ye gösterelim acaba onun da arabası var mıymış bakalım” diyerekten lazımlığa gitmeye ikna ediyordum, Arca da koşa koşa Ali’nin yanına gidiyor, onun gibi oturuyor, elindeki oyuncağı Ali’ye gösteriyordu. Hah yakalamıştım işte!! Sonrasında kakayı nerdeyse tamamen bu yöntem ile lazımlığa yapar oldu. Sadece oyuncak değil, mesela Ali’nin Sena adında bir arkadaşı var. Eve ziyarete geliyor, “aa bundan bizde de var” deyip lazımlığa çişini yapıyor. Ali de bundan özenip lazımlığa yapmaya başlıyor. Arcanın da Nilda diye bir komşusu var. Bu Sena oldu mu Nilda!! Arca’nın kendisi ile Ali’yi bağdaştırmasının son noktası bu oldu. Bu arada kitap tuvalette dura dura türlü sıvıya maruz kalmaktan sayfalar mikrop yuvası oladursun Arca bu kitabı ve Ali’yi en sevdiği tuvalet arkadaşları yapıvermişti. Dolayısı ile biz de mecburen her yere Ali’yi ve lazımlığı götürür olduk. En son tatile giderken yanımıza almıştık, oraların tuvaletlerini de gördü Ali.
Tatilden döndük, lazımlık var Ali yok. Arca mıçmak ister “Alüüü”sü yok. Atakan ile idare edelim dedik. Yok Atakan koltuk arkadaşı lazımlığın yanına ille de Ali’yi istiyor. Önceleri unutur oyalanır dedim, sallamadım, evden bir yerden çıkar diyorum. Ama yok, kuvvetle muhtemel otelde bıraktık. Arca’da Ali özlemi tavan yaptı sonunda! Bir yandan mıçıyor, bir yandan Alüü diye ağıt yakıyor. En son ağlayınca acılarına son verelim dedik. Hayır niye inat ettiysek, al işte çocuğa di mi:)
Dün Foruma gittim, D&R der ki yok, 1 haftaya kadar gelmez. Ohoo internetten sipariş veririm aynı hesap! Ordan bi oyuncakçıya yollandım, yok. Inkilap kitapevinde ve Kipa’da şansımı denedim, yok yok. Başka kitaplar öneriyorlar. Desem ki bizim oğlan Alisiz mıçamıyor, bön bön bakacaklar:) Elim boş döndüm ofise. Bütün İzmir D&R’larını ararsın. Biri de demezler mi baskısı tükenmiş!! Ben arıyorum ya tedavülden de kalkar!! Çaresiz internetten sipariş ettik.
Tek derdimiz bu olsun di mi? Ne küçük işler aslında. Ama insan böyle dertleri olduğuna seviniyor, bloga böyle anılar yazmak ne güzel, sağlığı düşününce.
Bu arada kitap daha yola çıkmadı ama galiba Arca unuttu sonunda:) Dün akşam icraatı sorunsuz ve Alüsüz atlatıldı. Çocuk işte!!

28 Eylül 2010 Salı

Kitabın sonunu önceden okumak

Arca’nın yatak, şu Türk usulü büyüyebilen cinsinden. Büyütelim artık diyorum. Sebebi çok!
1. Arca yatakta dört dönüyor, korkuluklara kafayı vurup uyanıyor.
2. O düdük kadar boyu ile tırmanmaya çalışıyor, artık yatakta yalnız bırakmak mümkün değil.
3. Yatağa çıkmak için hep bize ihtiyacı var, halbuki normal yatağı olsa tırmanır.
4. Korkulukların üzerinden atlarken ucundan azıcık kırdım iyice tehlikeli oldu:P
5. Yanına girdim mi iki büklüm oluyorum, biraz da bencilce büyük yataaak!! diyorum.

Ama erken mi geç mi bilemiyorum? İlker erken diyor, illa ki bir alçak bariyer konacak, üstünden atlar diyor, sonra gecenin bi vakti bütün evi dolaşacak, olmadık yerlere girecek diyor… diyor da diyor! Kararsızlık noktasında kıvranıyorum (en gıcık olduğum şey) Nurturiaya mı sormalı, napmalı?



Benim sorunum bu, hayır benim bebem her şeyi önce yapıyor, derdi değil bu, başka bişey. hemen bir sonraki aşamaya geçelim istiyorum, sabırsızım! Hemen emeklesin koşsun hemen konuşsun hemen hemen… sonunu heyecanla beklediğim bir macera filmi gibi Arca. Bazen diyorum ki Arca da sonunu önceden okuyabileceğim bir kitap olsa elimde! – ben kitapların sonunu önceden okurum, çünkü okumadan başıma bişey gelir de hiç öğrenemezsem sonunu diye korkarım ! –

Bir film vardı, Ben Stiller sanırım, pek Hollywoodvari bir filmdi, CLICK. Filmi net hatırlamıyorum, demek ki göz ucu ile izlemişim, ama hatırladığım bu başrol oyuncusu bir aile babası, iş yoğunluğundan sürekli bir şeyleri zaplıyor. Mesela eşinin ailesi mi geldi, hop o kısmı ileri sarıyor, bir proje mi teslim edecek hop ileri! “Arca büyüyünce nasıl biri olacak acaba ?” diye düşünürken elimde bu imkanım olsa bi süreliğine ileri sarsam da görsem dediğimi hatırlıyorum.

Arca daha portakalımızda vitamindi, şimdi bir hamur oldu, çamur oldu. Allah için hammadde iyi de bundan sonrası nasıl olacak? Onu ellerimizde şekillendirmek ve bir ürün ortaya çıkarmak bir süreç meselesi. Doğrusu bu sürecin tadını çıkarmak, her anını yaşamak olmalı. Olmalı da benim derdim ürün! Sonuç odaklı bir yapım var maalesef! Ana babanın dilekleri istekleri bitmiyor. İlkere sorsan terbiyeli, dürüst, insan ilişkileri kuvvetli biri olsun, zekadan da yüksek notlardan da daha iyi meziyetler bunlar. Bense altını doldurmak isterim, detaylandırmak isterim. Mutlu insan olmalı pozitif olmalı, neşeli olmalı, her şeye negatif ve mızmız yaklaşmasın. Kitaplardan, sinemadan, sanattan keyif alan, yaptığı işten, sosyal çevresine kadar hayatının her anından mutluluk çıkarmayı bilen bir insan olsun. Çocuğun anlık mutluluğunu beslemek değil anlatmaya çalıştığım, bunu kendi kendine yapabilmesi için yol göstermek. Derin mevzulara giriş yaptık, sustum!

Lafın dönüp dolaşıp geldiği yere bak! Ne diyordum büyük yatak? Geçmeli mi beklemeli mi? Bu süreçte ne yapmalı?

----------------------------------------------------------------------

Filmi izlemek isteyen gerisini okumasın ama ben yazmadan edemeyeceğim:
Sonunda adam çok yaşlanmış, ve hayatını ileri sarmakla, durdurmakla geçirmiş. B.ktan zamanları yaşamaktan kurtulayım derken çocuklarının ailesinin değişme sürecine tanık olamamış. Kötüydü be!

27 Eylül 2010 Pazartesi

Karalama defteri

Halbuki tatil sonrası kışa hazırlık dönemine girecektim. (Evet tarhana, salça yapıp, erişte kesecektim:P)
Yok havalar daha soğumadı, sonbahar moduna girilmedi, dolapların düzenlenmesi? boşver ertele!
Deniz malzemeleri, mayolar bile ortada? haftasonu belki havuza gireriz, boşver sonraki hafta yaparız!
Arcanın fotoları düzenlenecek, hala 1. yaşgünü fotoları tabettirilip anane babaneye servis edilmedi!?? her akşam başka bahaneyle rafa kaldırma
Arcanın kış dönemi eksiklerini belirleme, küçülmüşlerinin ayrılması?? haftalardır sallıyorum!
Çıtçıtlı body tadilatı? Babaneye emanet edilerek çözülüyor!!

Arcaya mothercare indiriminden ne çok alttan çıtçıtlı body almışım, hepsi bu sene için hepsi 18-24 aylık ve uzun kollu, kısa kollu, kolsuz atlet şeklinde derken nerden baksan 20’nin üzerinde alttan çıtçıtlımız var. Hayır tuvalet mevzusunu hallettik de atlet-dona geçtik diye bir şey söz konusu değil. O cephedeki durumu kısaca özet geçeyim: Çiş önceden söylenmiyor, 90% kaçıyor, kaçtıktan sonra mutlaka söyleniyor ama ne zaman lazımlığa otursa yapıyor. Ayrıca gece kuru kalkma gibi bir durum yok, zira yaklaşık 300 cc suyu bir gecede içiyor, mümkün değil. Bunu öncelikle fiziksel olarak hazır olmamasına (özellikle mesanesinin yeterince genişlememesine) ve çok su içmesine bağlıyoruz. Amma velakin kaka şahane!! Mutlaka söylüyor ve kesinlikle lazımlığa veya klozete yapıyor, olmadı eve kadar tutuyor. Hatta klozet adaptörü olmadığı misafirliklerde anne-adaptör şeklinde pratik bir çözüm ile işimizi hallediyoruz. Ben giyinik şekilde klozetin iyice gerisine doğru oturup bacaklarımı açıyorum, Arca bacaklarımın arasına oturup icraatını gerçekleştiriyor. Sürecin geldiği noktadan memnunuz, hatırlayalım amacımızı: “lazımlığa tepki olmasın, çiş ve kakanın bezden başka bir yere yapılabileceğinin bilinci oluşsun, tuvalet, rutinimizin bir parçası olsun, yaparsa ne ala, yapmazsa canımız sağolsun” Kısacası önümüzdeki yaza kadar bu rutin ile devam edeceğiz ancak havaların soğuması ile alıştırma donlarına ara vermeyi düşünüyoruz, don şeklindeki bezlerle devam olabilir.
Dolayısı ile çıtçıtlardan kurtulmanın amacı tuvaletle alakalı değil. Arcaya yatar pozisyonda veya akrobasi ile bir şeyler giydirmek çok zorlar oldu. Bodyden uzun kollu ve kısa kollu t-shirt dönüşümü yaptırıyoruz.
Sonra pijama almak lazım, biraz sıcak tutanından :) Geçen yıl uyku tulumu giydiriyordum, üstünü açıyor diye. Bakalım bu yıl nasıl bir çözüm bulacağız.

İş çok bünye tembel liste uzun!!

22 Eylül 2010 Çarşamba

Arca'nın sözlüğü

Nurturia’daki anı defterinin indirilebiliyor olması ne güzel oldu. Arca’nın kelimelerini oraya yazıyordum da bir de bloğa yazmaya çok üşeniyordum. Copy paste teknolojisi sağolsun.



Arca çok komik bi tip, özellikle kelimeler ağzından dökülürken çok eğlendiriyor.

Bazen müthiş doğru telaffuz ediyor “o-ha” diyorsun, örneğin…Askı, biber, dergi, doydum, ev, bahçe, agora, gel, yangın, bitti, gitti, pil, pis, pipi, popo, yeliz, etek, ahu, anane, nine, dede, anne, baba, alpi, oku, aydede, hala (a’lar inceltiliyor, pek kibar)

Bazen telaffuzları, güneydoğu şivesini andırıyor, k’ler çoğunluk g ve genizden çıkıyor
Galk (kalk), gagga (karga), gaga (kaka), agagan (atakan), gova (kova)

Bazen gerçekten çok kaba olabiliyor: elü (elly), hadde (hadi), makka (makarna), alü (ali), ayu (ayı)

Kimi zaman pek kibar : mayi (mavi), üyum (üzüm), meyni (peynir), tatli (tatlı)

Kendi uydurduğu kelimeleri defalarca söyletesin geliyor: bibah (ah burada nida gibi aaahhh şeklinde – Barbie), deyde (teyze), biya (bi daha), mi (kedi), emmi (emre – halanın kocası), menim (benim), ponpo (ponpon), balkıba (balkabağı), ivit (evet), hayım (hayır), koa (koala), eya (ela), kuvu (duru), abaga (ayakkabı)

Bazı harfleri çıkaramadığını düşündürüyor : kiğpi (kirpi), ilkey (ilker), aaça (arca), aaba (araba), una (tuna), fu (su), bob (top), dapma (yapma), üzük (yüzük), bitap, pipat (kitap), piyav (pilav), tanfu (cansu), pirkik (kirpik)

Bir de babaanne için pek çok kelimesi var : babiba, babi, babane, mamami, mami

Bazı kelimeleri sadece papağan gibi tekrarlıyor, üzerinden zaman geçsin kendi başına söylemiyor: papapa (papağan), takkitti (taklitçi), aacgaga (ağaçkakan),

Klasik çocuk kelimelerini unutmamak lazım : atta, bıcı bıcı

Ve anlamını kesinlikle anlamadığımız, kimi zaman kızdığında kimi zaman mutluyken söylediği şey: dettenna

18. ayını bitirirken, Arca’nın biriktirdiği kelime sayısı 50’yi aştı. “2 yaşındaki çocuğunuz büyürken” diye bir kitaptan bahsetmiştim ya, özellikle dil gelişimi ile ilgili kısmı çok faydalı bulmuştum.
Der ki; çocuğunuz bir kelimeyi doğru telaffuz edemiyorsa sakın “bak çocuum, abaga değil ayakkabı” demeyecekmişiz! Cümle içinde kullanırken söyleyecekmişiz doğrusunu “evet, ayakkabılarını giymişsin” gibi.
Sonra eğer dediğini anlamıyorsak "anlamadım, tekrar et" dememeliymişiz, onun seviyesine inerek söylediğini tekrar etmeye çalışacakmışız.
Mesela “ü-züm! Hadi sen de söyle bakalım” demeyecekmişiz, çok gıcık olurlarmış bize. Biz çok yapıyoruz, görmemişin bebesi 2 kelime etti ya hemen ortamda sirk maymununa çevirmeye çalışıyoruz. Dolayısı ile Arca başka insanların yanında pek konuşmuyor. Ancak kendisini rahat hissetmesi ve bizim tepesinde “ay çok güzel söylüyor, söyle evladım balkıba, bibah…” demememiz gerekiyormuş.
Son olarak da o birşeyi kendince mi söylüyor örneğin “mi”, çok hoşumuza gitse de biz de kediye "mi" demeyecekmişiz. “mi” diye gösterince “hadi kedilere gidelim” diyecekmişiz örneğin.
Peki ben yapıyor muyum? HA-YIM!!! Dedim ya biz daha bu ilk heyecanların kurbanıyız, dayanamıyoruz, taklit de yapıyoruz, "hadi söyle" de yapıyoruz. Daha doğrusu artık doğrusunu öğrendiğimize göre yapmamaya çalışmalıyız. Siz siz olun yaptığımı yapmayın, söylediğimi yapın:)

Not: Banner'daki şahane foto için (ve.. bu posttaki diğeri için) sevgili Özgeye sonsuz teşekkürler...

20 Eylül 2010 Pazartesi

Sonbahara Merhaba

Hani derler ya “yediğin içtiğin senin olsun, bize gezip gördüklerini anlat” diye, kendi açımdan gezip gördüğüm şeyleri anlatmaya gerek yok, “her şey dahil” kültürüne kendimi teslim ettim, yediğim içtiğim kısmı daha ilginç:) üstelik yazsam uzun bir liste olur:) – sadece 4 günde aldığım 1,5 kilodan hiç bahsetmeyeceğim.
Ama Arca için her şey ilkti!



İlk defa;
- Uzun araba yolculuğuna çıktı – 3 saat. Genel olarak iyiydi, uyku saatlerine denk geldi. Kalan kısımda da babane desteği alındı.
- Otelde kaldı. Otelin sahibiymiş gibi, girer girmez, “buralar benim” tavrına büründü.



- Bütün gece bizim yatağımızda hem de 3 gece yattı. Hiç uyanmadı. Her ne kadar bol tekme yesek de “Family bed” fikrine sıcak bakmaya başladım. Adam yatakta resmen geziyor. Neden kendi yatağında uyandığı belli oldu, sürekli kolu bacağı çarpıyor olmalı:)


- Çocuk havuzuna girdi. Kolluk ve simit kullanmayı reddettiği için havuzu baştanbaşa yürümeyi, kaptan kaba, havuzda dışarıya, havuzdan kovaya su aktarmayı ve şap şap yapmayı tercih etti. Sadece son gün bi dolu su yutarak yüzmeye çalıştı.



- Discoda dans etti. “Arca bizi discoya götür!!” Önce yanımdan ayrılmak istemedi. Hatta kucaktan inmedi. Sonra kucaktan hafifçe indi, bacaklarımın arasında durdu. Ortamı kesti, bütün çocukları öğrendi. Şarkılar bittikçe “biya” diyerek tekrarlanmasını istedi. Sonra 2 adım attı, durdu, elimi tuttu, “birlikte gidelim” demeye getirdi. Piste çıktıktan sonra kendini müziğin kollarına attı. Bir süre sonra dansa eşlik etmemeyi ve pist etrafında turlamayı tercih etti.



- Uzun zamandır yapmadığı sabah – öğleden sonra uykuları uyudu. Sabahları çok erken kalktığı için kahvaltı sonrası yürüyüşlerinden yorulup yaklaşık 1 saat kestirdi, dolayısı ile öğleden sonra uykusu 1,5 saate düştü. Hava da serin olunca öğle saatlerinde güneş altında olmasında sakınca görmedik.
- Yabancı arkadaşlar edindi.



- Elini kedi tırmaladı. Elindeki peyniri vermesine sabredemeyen yaramaz bir kedi patisini atınca eli çizildi. Saatler sonra bile hala olayı temsili gösterip “miii – mii” (kedi) diye herkese anlatıyordu. Tetanoz tehlikesinden çok benim gibi travma sahibi olmasından korktum.
- Mamamisi (babane) sağolsun, ivitin (evet) yanı sıra hayım (hayır) demeyi de öğrendi. Bir de “dapma” (yapma)
- Babası ile denize taş atmaca oynadı. Önceden idman yapardı ama ilk defa bu kadar uzağa atmayı başardı.



Her sabah uyanınca “emmi, hala, mamami” yoklamasının ardından kuvvetli kahvaltılar, üzerine deniz kıyısında yürüyüş, sonra hafif bir kestirmenin ardından güne hazırladı kendini. Öğleye doğru soluğu çocuk havuzunda aldı, yemek arasından sonra yine havuz, öğleden sonra uyku, akşamüzeri gezinti, akşam yemek ve disco… Yani kısaca her şey dahil bir otele gittiğinizde çocuklar ne yaparsa o!!

Ben? Benim tatil anlayışıma ters bir durumdu. Bi kere HD istemedim, gezelim istedim. Sonra Arca ile başa çıkabilmeliyiz, tırsmaya gerek yok, üçümüz tatil işini hallederiz sorun olmaz dedim. Çok geç çıkıyoruz, serin olacak diye mızmızlandım! Ama böylesi fena mı oldu? HAYIM!!! Bi kere iyi ki HD bir otel ile ilk tatil tecrübesi edinmişiz, Arca gibi bol ve sık (6 öğün) yemek yiyen bi adama yemek aramakla geçirecektik tatilimizi. Diğer taraftan mamami, hala ve Emre başımız sıkıştığında etrafımızdaydı. Rahat nefes alabildik ve biz de tatil yapabildik. Üstelik benim ilk gün otelden çalışmam gerekti, Arcaya baktılar, rahat rahat çalışabildim. (Teknolojiye şkretsem mi küfretsem mi bilemedim, zira bu tatilde kesinlikle çalışmayacağım diye söz vermiştim kendime) Arca uyuduğunda babane onunla odada kalınca her ihtimale karşı yanımızda getirdiğimiz DVD lere gerek kalmadı. Havanın serin olması güneşin iyice tepede olduğu vakitleri de değerlendirmemize yardımcı oldu. Hem çok sıcaklarda Arcayı otelde zapt etmek mümkün olmayacaktı.



Tatilin en eğlenceli kısmı dönüştü. Tatil boyunca mutluluğu paçalarından akan Arcanın eve gelmekten hoşnut olmayacağını düşünüyorduk. Eve girer girmez, yanımıza almadığımız bütün oyuncakları ile oynadı, dans etti, bütün evi gezdi, yatağında kudurdu, onu seyrederken biz yorulduk. Özlemenin nasıl bir şey olduğunu anladı. Özlemek deyince ananeyi müthiş özlemiş, otelde her sarışın yabancı büyükanne kılıklı kadına anane diye saldırdı.

Bugün anladım ki, böyle bir tatile ihtiyacım varmış. Son bir aydır hemen her hafta birkaç gün tatil yapmama rağmen bu küçük “long weekend” tatili meğer bilinçaltımda bir milatmış. Okullar da açıldı, gerçi bu yeni durum bana sadece sabah trafiği sıkışıklığı olarak yansısa da artık sonbahara resmen “merhaba” diyebilirim.

16 Eylül 2010 Perşembe

Yaza veda...


Siz bu fotoya bakarken biz yaza veda kutlamaları için çoktan yola çıkmış olacağız

15 Eylül 2010 Çarşamba

Arca...


Sepeti kolunda otobüsleri seyretmeyi çok sever.


Annesinin eski gözlüklerini takıp aynada kendine bakmaya bayılır



Oyuncağının parçasını bulamayınca yerine sokacak birşey mutlaka bulur, WC rulo tutacağı gibi (bu arada bu nesnenin tam ismi ne yaa, bulamadım)



Sabah kalkar kalkmaz, ofisine çekilerek önemli telefon görüşmeleri yapar

13 Eylül 2010 Pazartesi

Terörist Arca, tam teçhizatlı kameraman arkadaşımız Yeliz ve - denemiş uygulanmış - çocuğu ağlatmadan kriz atlatma tavsiyeleri

Nehir’den beri yazasım yoktu. Sanki güzel şeyler yazmak suçmuş gibi… Hayat da yavaş yavaş eski haline giriyor bir şekilde, yaşanıyor, yaşıyoruz…



Yasal Uyarı: Aşağıda tavsiye edilen yöntemler kesinlikle denenmiştir. Ancak deneğimiz Arca teröristlik yapmaya çalışsa da özünde “uyumlu”, “kolay” ve Tracy ablamın testine(*) göre “kitap” bebektir. Dolayısı ile her bebede işe yaramayabilir. Yine de denemekten zarar çıkmaz!!

Her günü ayrı neşe bir bayram tatiliydi. Arife yarım gün için işe gitmedim. Erkenden Foruma gittik. Arca uyurken dükkanları gezdik, uyanınca IKEA’yı dolaştık. Amaç Arcaya kaymaz bir tabura almaktı. Bizim lavabo yüksek, Arca da cüce olunca yetişemiyor. Arca terör estirdi IKEA’da! O silindirik baston şeysini elinden bırakmadı. Bizim de cimriliğimiz tuttu, almadık! Arcayı o kalabalıkta 2 defa gözden kaybettik, kalbimiz yerinden çıkacak gibi oldu. Bir İlker bir ben olayı ele aldık, ilgisini dağıtmaya çalıştık. Sonuç dönen yumurta koltukta anne manyak manyak akrobasi yaptı, Arca heyecanlandı, İlker arkadan dolaşıp zımbırtıyı aldı ve yok etti.
Anne 1 - Arca 0,5 (0 diyemem çünkü en az yarım saat uğraştırdı, yoldan puan veriyorum)
İlker bayramımızı şenlendirmek üzere pizza yapmaya karar verdi (Hülya ile uzaktan kardeş olabilirler mi??) Bu pek sık olmaz, bu sebepten ağzından pizza lafı çıkar çıkmaz hemen atlarım ki vazgeçmesin. O pizzaya konan peynirin rendelenmişi sadece Metroda varmış, IKEA dönüşü uğradık. Bayram öncesi kalabalık. Arcanın karnının acıkmasına yakın İlkeri market kısmında bırakıp yemek yemeğe gittik. Mercimek çorbası ve piliç ızgara Arca için garanti menü. Ama mama sandalyesi yok, neyse sıra gibi koltuklara oturduk, mercimek acılıymış, tavuğa geçtik. Arca tam arkasındaki abileri kesti, hop kalktı ayağa. Anne hiç istifini bozmadan hemen abilerin masasının yanına geçti. (Anne: 2 Arca : 0,5) Güzel güzel yerken Arca sıkıldı tekrar ayağa kalktı hatta hiç oturmadı. Bu arada biri 4 biri 6 yaşındaki oğlan çocukları çok sevimli bana akıl verdiler:
- Teyze sen buna çikolata vereceğini söyle, oturur, bize öyle yapıyorlar
- Bu çikolata yemedi daha bilmiyor tadını, yemez yani numarayı
- Aaa sizin evde çikolata yok mu? Şeker de o zaman?
Bu arada ben Arcanın ağzına bişeyler tıkıyorum, Arca oturmuyor, İlker görünürde yok. Ufaklıkların babası var, o da sohbete katıldı.
- Sizin tek mi?
- Yaa evet, sizinkiler 2 tane ama maşallah pek efendiler, sakin sakin oturuyorlar
Ben “sizinki de büyüsün uysallaşır, dert etmeyin” demesini beklerken baba;
- Az önce 2 tane patlattım kafalarına oturttum, kesin çözüm!
demez mi?
Tabii gülümsemem yüzümde dondu. Evet biz dötümüzü yırtaduralım, hala “dayak cennetten çıkmadır” yöntemi uygulanıyor!

Arca karnının doyduğuna karar verdi ve lokantanın içinde koşmaya başladı, ben de peşinden. Tamam aktivite sadece lokanta ile sınırlı olsa neyse de açık alan olduğu için market kısmına yöneldi. Sevecen babaya puset ve çantaları teslim ettim, Arcanın peşinden! Basamak çıkmayı öğrendi ya görünce dayanamıyor, en az 10 defa inip çıkıyor, LCD TV standına çıktı, TV ye sarıldı, öptü, pat pat vurdu. Kucağa al masaya götür işlemi oyuna döndü, bu arada İlker hala gelmedi. (Anne 2 - Arca 2,5) Toparlandık çıktık, daha biz yiyecektik!! Eve kadar yine sakindi. Hatta kakasını söyledi, “yap annecim bezine, şu an tuvalet bulamayız” dedim ama eve kadar tuttu. Sanırsın ki o terörizmin sorumlusu o değil. Akşam Issız adam İlker bize pizza yaptı, Arca ise oklava getirerek (evet 8 senedir evliyim, oklavam yok!) pizzaya hak kazanan İlknur ve Emre ile oynadı.
İlk gün bilançosu : Anne 2 – Arca 2,5

----------------------------------------------

Arca suyla oynamayı sever, her çocuk kadar!! O tabureleri aldık ya, çok mutlu oldu, sürekli suyun başında ve sınırı yok, tabii her 2 yaş civarı çocuk gibi zaman algısı da yok, 5 dakika deyince anlamıyor. IKEA’dan aldığım bir mutfak alarmı var. Tam da bu iş için aldım onu, bir arkadaşımın tavsiyesi. Kendisi mola yöntemi için kullanmış ama ben henüz o yöntemi uygulamadım, 2 yaş teçhizatlarımı tamamlarken edinmiştim. Dedim ki 10 dakika suyla oynayabilirsin, bak buraya alarmı kuruyorum, zil çalınca “bitti!!” diyeceğiz. İlk defasında anlamadı, kucaklayıp götürdüm. Arca 1 puan aldı, çünkü ağladı maalesef, balkondan otobüslere bakmak suretiyle ilgisi dağıtıldı. İkinci defa yine aynı sahne yaşandı. Üçüncü defasından sonra artık alarm çaldığında böhüüü yapıyor ama en azından “bitti!!” diyor. Zamanı öğrenesiye kadar bu alarmı çantamda taşımaya karar verdim. (**)
Babanede geçirilen bayram kahvaltısı ve büyük ananenin evindeki uzun öğle uykusunun ardından sakin öğleden sonrası ile günü iyi geçirdik derken akşam evde yine su kavgası çıktı. Küvet dolduruldu, Arca içine sokuldu ve yarım saat kendi kendine oynadı. Demek ki neymiş, alarm güzel hoş ama her zaman işe yaramayabilir, kendimizi hazırlamalıyız.

[İlknurun bayram hediyesi baloncuklu itfaiye arabası, çok ses çıkardığından bir araba laf yedi ama postun ilerleyen satırlarında kendisine edilen duaları göreceksiniz]
İkinci gün bilançosu : Anne 2 – Arca 3 (alarmın işe yaraması ve son küvet olayı ile gazını aldığım için kıyak geçip kendime 2 puan veriyorum)

----------------------------------------------

Yığınla kavanozun bulunduğu dolap kilitli ama Arca ısrarla açmaya çalışıyor. Yaygara bağırış, anne de “üzgünüm ama o dolabı sen açamazsın” diyor. Yaygara çığlıklara, çığlıklar kendini yere atmaya dönüşüyor. Anne “gel benim kucağımda ağla, rahatlarsın” diyor. 3 dakika içinde olaydan geriye kalan minik bir gözyaşı damlası. [2 yaş civarı çocuklar istedikleri bir şey olmadığı zaman sinirlenirler ve kızdıkları kişi anne bile olsa içinde bulundukları duygu karmaşası ile başa çıkabilmek için anneye sarılma ihtiyacı duyarlar. Bu durumda ona elde edemeyeceğini ancak rahatlamak için anneye sarılıp ağlayarak sakinleşebileceğini söylemek rahatlatır. Böylece belki istediğini elde edemez ama onu anladığınızı anlar ve bu onun için çok önemlidir. (***) ]
Anne balkonu vileda ile silecek, Arcaya da süpürge veriyor ama Arcanın gözü viledada. Yaygara, bağırış… Sonuç Arca balkonu kendisi temizliyor. Sonra İlker ve Arca bakkala gidiyorlar, Yeliz arkasından temizliyor. (bu yaşta özgüven çok önemli olduğu için onun yaptığı işin arkasından düzeltmemek lazımmış, en azından onun ortamdan uzaklaşmasını beklemek lazımmış(?) )

Üçüncü gün bilançosu : Anne 1 – Arca 1

----------------------------------------------

Büyük Nurturia buluşması günü. Özge ve Aylin ile ilk defa tanışılacak, Hayatla özlem giderilecek, Hülya, Elif, Nil ve Elifle sohbet edilecek, aman ne şahane. 7 anne ve 7 çocuk! Yeliz sabahtan itibaren Arcayı olaya hazırlıyor. “Alpi, Tuna, Ela, Ege, Berk, Aylin olacak, onlarla oyuncaklarını paylaşacaksın, beraber oynayacaksınız….” Alpi hastası cüce kapıları yumruklamaya başladı. Hay eşek arıları gelin de şu dilimin icabına bakın! Yok ilgisinin dağılması mümkün değil, sandaletler elinde! (Arca 1 Anne 0) Sabahtan Ümit teyzesine ziyarete giderek gazı biraz alındı. Yaklaşık 2 saatlik öğle uykusu ile biraz da üzerindeki gerginlik alındı. (Arca 1 Anne 1) Amma velakin uyandı, yemek yemez, eline almış saç kurutma makinesini evi dört dönüyoruz. Tamam, makine Arcada kalıyor, yoksa ben zıvanadan çıkacağım. İlker kablosu sarkıyor dikkat! dememiş gibi, asansörün kapısına kaptırıyoruz kabloyu ve dipten kopuyor. İlkerin “ben demiştim”ine maruz kaldığımı söylememe gerek yok sanırım. (Arca 2 Anne 1)
Arca buraya kadar topladığı puanlarla günü önde götürüyor ama anne donanımlarını tamamlamıştır, göreve hazırdır. Buluşma yerine geldik aman pek efendi, elinde saç kurutma makinesi, ağa gibi kuruldu köşeye, sanırsın, terörizmin kaynağı o değil! Elif makineyi alma denemesi yapıyor ama Tunanın çöp kamyonunu göresiye kadar kesinlikle elinden bırakmıyor. Kamyonu öyle bir benimsedi ki, Aylin isteyince çemkirdi.

Yemek yememekte ısrar etti, kumru ve kumpire burun kıvırdı, sadece mısırları yedi, evden getirilen yemeklere de rağbet edilmedi, muz ile öğün kapatıldı, yemek raundu berabere bitti. (Arca 3 Anne 2) Kaynana zırıltısı ile enerjiyi atalım dedik, Ela çok beğenince babası Arcanınkinden daha büyüğünü bulmuş Elaya almış ama Elaya oynamak pek nasip olmadı, Arca dadandı. Gerçi Berkle kaynana zırıltısı koşmacaları pek eğlenceliydi. Sonra Berkin kırmızı arabalarını hedef aldı. Herşey gayet iyi giderken bir araba çekişmesi oldu, Arcanın minibüsü Berke verilerek hadise önlendi. (Arca 3 Anne 3)

Derken ufak bir yaygara Alpi ile yaşandı, Arca çocuğun suyunu almış, neyse ki kendi suyu ile değiş tokuş edildi, zaten Arca tek aşkı Alpi abisini üzmek ister mi? (Arca 3 Anne 4) Garibim, Alpiye bakacak diye salıncaktan düşüyordu.

Elaya ufak bir arkadan sarılış, aha dedim seviyor Elayı, yok elindekini kapmak içinmiş.
Son olarak küçük bir hadise daha çıktı, sona sakladığım baloncuk çıkaran itfaiye arabası kozumu oynadım.(Sabahın altısında başlayan mesailerinden dolayı bunu hediye eden İlknura epey saydırmıştık ama günün bir kısmını kurtardığı için duygularımı resetliyorum)
Baloncuklar Alpi’den Ayline kadar bütün çocukları mest etti.

Görev başarı ile tamamlandı, eve sağ salim varıldı. (Arca 3 Anne 5)

Dede ve ablamlar yazlıktaydılar, bayramlaşamamıştık, hep beraber ananemin evinde buluştuk. Ananemde Alzheimer var ne yazık ki, sürekli dinleniyor, ilaçların etkisi ile gülümsüyor, çok nadir oturup bize katılmaya çalışıyor. Arcaya ninesi çok ilginç geldiğinden tepesinde!! Duru bir abla olarak bütün gece Arca ile ilgilendi. Ama duru da nihayetinde çocuk, o da kıpır kıpır. Orta sehpanın tepesine çıkmak istedi, Durunun bütün hareketlerini taklit etmek istedi! İstedi istedi, istekleri hiç bitmedi. Dur oturdan da bişey anlamadığı için, sehpanın cam kısmını çıkardım, oh sen rahat ben rahat. [Ortamı güvenli hale getir, ne b.k yerse yesin yöntemi (****)]

Dördüncü gün bilançosu : Anne 6 – Arca 3

----------------------------------------------



----------------------------------------------

İstediğimiz sonucun çıkmayacağını bile bile demokrasi gereğini yerine getirmek üzere sandığa giderken henüz uyanmadığını sezdiğimiz İlknurların ziline basıp kaçtık. Dönüşte bi daha !! Çok olgun bir aileyiz nitekim. 3 saatlik öğle uykusundan enerji dolu kalkan Arcayı AVM’ye götürmeye karar verdik. Zira hava soğudu, sandalet giymesi mümkün değil!! Ama Arcaya son günlerde peyda olan çıplak dolaşma takıntısı ayyuka çıktı. Bir de öğrendi üst baş çıkarmayı, ben giydiriyorum, o çıkarıyor. Evden her çıkışımız en az 45 dakika! Öyle mi cüce! Horoz kuklası ele geçirilir ve action!!
Horoz: üüüürürü üü Arca ben giysilerimi giymeyi bilmiyorum, sen bana gösterir misin? Önce kafandan mı geçiriyorsun o atleti?
Arca: ivit
Horoz : hmmm hadi bana göster, nasıl giydiğini.
Arca yere yatar bi güzel, 5 dakika içinde hazırdır! (Anne 1 Arca 0) (oyuncakları konuşturma yöntemi, anne söylerse yapmazlar ama kuklaya tav olurlar**)

AVM’ye gelinir. Arca sağa sola sapmak ister, bi türlü babayı takip etmez.
- Arca babayı yakalayamaz kiiii!! Şeklinde AVM’de yakalamaç oynanarak kriz atlatılır. (Anne 2 Arca 0) (dikkat dağıtma****)

Arca gördüğü bir inşaat araçları setine dadanır, laftan anlamaz. Anne acil durum kamyonunu çantasından çıkarır (buraya dikkat! öncesinde bu malzemeyi göstermek yok, sürpriz olacak ki heyecan yaratsın) ve Arca heyecanlanarak ortamı terk eder. (Anne 3 Arca 0) [dışarıya tedarikli gitmek lazım, bişey için tutturursa, önceden hazırlanmış senaryolar devreye girmeli (*)-(**)]

Best Buy’ın araba şeklindeki market arabasına biner, bi güzel gezer ama gitme vakti gelmiştir. Arca yaygarayı basar. Mecbur rüşvet teklif edilir. Arabada bip bip yapılacaktır. Bu raunddan taraflara puan vermiyoruz! Arabaya gidildiğinde Arca araba koltuğuna oturtulmak istenir ama Arca rüşveti hatırlatır ve 10 dakika kapalı otoparkta arabanın kornası çalınır, dörtlüleri yakılır, silecekleri çalıştırılır, güç bela yola çıkılır. (Anne 3 Arca 1)

Arca artık parmağını lastiğine sokarak buzdolabını açabilmektedir. Anne, çocuğu rahat bırak, karşıdan seyret, müdahale etme şeklindeki Tracy (*) önerisini dinler (HELP) gözleri kapalı ama kaşla göz arasında bir tencere nohut yemeği daha yeni yıkamadan gelmiş halının üzerine dökülür. (Anne 3,5 Arca 2) Annenin hiç bağırıp çağırmadan sakin yaklaşımı için yarım puan veriyoruz kendisine!(***) – Bu yaştaki çocuklar bir şeyleri döküp saçıyorsa, bu fiziksel yetersizliklerinden kaynaklanır, bunu bilinçsiz yaparlar, kızmanın anlamı yoktur. Olsa olsa uygun ortam yaratmadığı için anne kendine kızmalıdır.

Akşam Cansulara gidilir, Cansunun bütün oyuncaklarına dadanır, At ve araba arasında paylaşım sağlanmaya çalışılır. Zaten Cansunun gözü İlkerden başkasını görmediği için fazla hadise yaşanmaz.





Son günün bilançosu Anne 3,5 Arca 2

----------------------------------------------

Yöntemlerin araklandığı kaynaklar :
(*) : Tracy Hogg ve Melanie Blau Çocukluğa geçiş sorunlarına mucize çözümler. Bu kitaptaki teste göre Arca kitap çocuk çıktı, bebekken de öyleydi, kısaca gelişimi olması gerektiği gibi giden, genelde uyumlu karakter yapısı. Bu kitap bebeklik dönemini anlatan kitap kadar beni heyecanlandırmadıysa da Tracy fanları okuyabilir.
(**) : Elizabeth Pantley – Çocuğunuzla İşbirliği yapma. Hap yöntem kitabı. Hatta her bölümün sonunda tek sayfalık yöntem özetleri var. Dostlar boşuna para vermesin diye o kısımları burada paylaşmayı düşünüyorum, zira bütün kitabı hatmetmeye gerek yok, özetler yeterli olur.
(***) : 2 yaşındaki çocuğunuz büyürken – İşte bu kitabı çok çok çok tavsiye ediyorum. Onların iç dünyasını anlatan harika bir kitap. Dünyayı onun gözüyle görmenizi sağlamaya çalışıyor. Dikte etmiyor, hap yöntem sunmuyor, önerilerde bulunuyor. Tam da ihtiyacım olan şeydi. Ne zamandır arıyordum baskısı tükenmişti, sonunda Lalenin sayesinde nadirkitap.com ile tanıştım ve 2 gün içinde 2. El olarak elime geçti. Altını çizmekten kitap tanınmaz halde! Ve gerçekten daha iyi anlamaya başladım. Özgürlük ile hala bağımlılık duyma arasındaki sıkışıp kalmışlıklarını, kaykay üzerinde gitmek gibi olan gel git ruh hallerini, neye neden nasıl baktıklarını, içseslerini, kısaca her şeyi. Kitabı çok sevdim.
(****) : Başta montessori olmak üzere her kitap
(?) : hangi kitap olduğunu hatırlamıyorum

Son söz: Çocuk eğitim kitaplarıyla (ki bence bunların tamamı anababayı eğitir, hele ki "Arca yaşında çocuk eğitimi" komik bir tanım oluyor) kafayı sıyırmış görüntüsü verdiğimi görüyorum ama yazık ki doğal ebeveynlik yeteneklerim yok, olsun isterdim. Arca uyumlu bir çocuk olsa da, ben uyumlu ebeveyn olmadığım ve sabır eşiğim düşük olduğu için bu dönemi nasıl atlatırız derdindeyim.

Sonuç ? Siz daha bu tür postları çok okursunuz!!

6 Eylül 2010 Pazartesi

nehir

boğazımda bir yumru oldu kaldı.
Gözlerim doldu ama burada ağlayamam.
Ağlamamak için onun bloğunu tıklayamam.
Sadece çok üzüldüm ve tutamayacağımı bile bile kendime bi söz verdim.
Her mızıldandığımda, her huysuzlandığında Nehiri ve annesini hatırlatacağım kendime...
Ve onun huzur içinde uyuması için dua edeceğim.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Beklenmedik şeyler hayata tat katar

Öğle tatilinde Forumdaki kitapçıları dolaşıp basımının tükendiğini öğrendiğim kitabı, hemen akabinde sevgili Lale’nin beni tanıştırdığı bir ikinci el kitap sitesinden bulabilmek…
Herhalde hafta başında gelir derken 1 gün içinde elime geçmesi… hem de mis gibi eski kitap kokusuyla… hem de tertemiz…
Arca’nın belki de ilk defa ağlayarak değil “Anne!!” diye uyanması, yatakta ayıyogi, tavşan pele ve fil elly ile oynaması, yanına usulcacık girip şekerleme yapmak!
Bir şeyler anlatırken Arcanın o anlattıklarım içinden bir kelime – yeni bir kelime – seçerek tekrar etmesi. (Bahçe)
Bu yazı mayosuz geçiriyoruz, seneye alırız artık derken Nazlı’nın Fransa’dan hem de şimşek mcqueenli!! Çok şirin bir mayo hediye etmesi…
İlknurların çok ilginç bir tesadüfle bizim sokağa taşınması (bizim bayilerden biri o sokakta oturduğumuz duyunca evi bize kiralamayı teklif etti, biz tembellik ettik, boşver dedik, İlknurlar talip oldu, üstelik bayi annesinin öğrencisi, bayinin babası da öğretmen arkadaşı çıktı) şaşıfelek çıkmazı oldu bizim sokak!!
Sabah o günün Perşembe olduğunu düşünerek uyanmak ve Cuma olduğunu fark etmek…
Giydiğim ilk gün fermuarını patlayan ve 2 haftadır bir türlü terziye gidemeyen elbisemi tadilatlı olarak evime servis edilmesi:)
Ümidi kestiğim kitabın akşam geldiğini görmek (Bebek Koala!! Allahım rekor kırdık akşam 4 defa okuttu!!)
Boş boş takvime bakarken yılsonuna kadar hemen her ay güzel tatillerle soluklanacağımı fark etmek (önümüz bayram, sonrasında 4 günlük bir Bodrum tatili, sonrasında 29 ekim yine 4 gün, Kasımda uzun bir bayram tatili ve Aralıkta kullanacağım yıllık izinlerim:))
........................................

3 Eylül 2010 Cuma

Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi - Biliyor muydunuz?

- Günde en az 3-4 defa Arca yakınlarımdayken veya yerde oyun oynarken sarsak davranışlarım yüzünden elimin kolumun veya kalçamın çarpması sonu Arcanın yere kapaklandığını, yine aynı sarsaklık sonucu ara sıra elini sürgülü kapıya sıkıştırdığımı?
- Arca’nın tam 4 defa alnının aynı bölgesini muhtelif yerlere çarpmak sureti ile pinpon topu gibi şişirdiğini?
- Arca’nın durduk yerde defalarca düşebildiğini ve Yelizin sakarlık genlerinin Arcaya geçtiğinin tüm aile tarafından kabul edildiğini?

- Peki Arca’nın Bebek Koala kitabını 1 gecede üst üste 4 defa okutarak “İyi geceler ponpon” kitabı ile sahip olduğu 3 kerelik rekorunu kırdığını?
- Arkadaşım Eşek şarkısının arka arkaya 2, Almanyanın Eurovizyon şarkısının 3 defa mutlaka çalındığını?

- Yelizin sıklıkla kullandığı s.kt.r kelimesinin Arca tarafından öğrenildiğini (HASS S….R! – Niçin dublajlardaki gibi lanet olsun demiyorsun kadın!!)
- İlknura “iknuk”, Emreye “emmi”, İlkere “ilkey”, Cansuya “tantu”, Tuna “una”, teyzeye “deyde” derken Yeliz, anane, dede, Nilda, Alpi gibi isimleri doğru söylediğini?

- Arcanın el ve ayaklarının tamamen babasınınkilerin 1/10 oranında küçültülmüş maketi olduğunu?
- Peki yemek yedikten sonra aynı babasınınki gibi göbeğinin çıktığını? Ve daha anne karnındayken göbeğinin büyük olacağının belli olduğunu



Arcanın
- bamya delisi olduğunu ve bu durum karşısında İlkerin babalık testi talep ettiğini?
- özellikle de zeytinyağlı domatesli makka (makarna) yerken kendinden geçtiğini? Domatese hiçbir koşulda hayır demediğini? Et tavuk balık üçlüsüne bayıldığını? Bal, reçel sevmediğini? Henüz “dondurma, çikolata ve nutella” yememiş olmasına rağmen kakaolu puding, browni gibi benzer ürünleri afiyetle tükettiğini, buna rağmen annesinin o ilk üçlüye çocuğunu yanaştırmadığını büyük gururla söylemesinin ne büyük bir çelişki olduğunu?

- en az 10 tane arabası, 2 adet damperli kamyonu, 1 adet çöp kamyonu, 3 adet minik arabası, 2 adet üzerine binilebilen arabası, 1 adet otobüsü, 1 adet kepçesi, 1 adet ambulansı, 1 adet lokomotifi, 2 adet motorsikleti olduğunu ve hala tekerlekli bir şey gördüğünde üzerine atladığını?
- tırnaklarını ve saçlarını kesmenin yegane yolunun Baby TV açmak olduğunu ve Arcanın bu nadir muamele karşısında hipnotize olmuş şekilde hareketsiz durduğunu?
- abi ve abla hastası olduğunu, Duru’ya aşık olduğunu, İlknuru görünce heyecanlandığını, gözlerini kaçırdığını, annebaba eve geldiğinde ilk 5 dakika kesinlikle yüz vermediğini?

- İlkerin tekstil mühendisi olmasına rağmen müteahhitliğe soyunduğunu amma velakin televizyonda inşaat işine giren futbolcu haberine “önüne gelen de inşaat işine giriyor kardeşim, çivisi çıktı sektörün” şeklinde yorum yapabildiğini?
- Şantiye kuşu İlkerin 3 ayda ayakkabı eskittiğini buna karşın ofis gülü Yelizin bir ayakkabıyı 5 sezon giyebildiğini?

Yelizin
- bütün ayakkabılarının İlkerin onayından geçtikten sonra satın alındığını?
- 15 liralık bir kolyeyi satın almak için 3 gün düşündüğünü, içine sindirdikten sonra kalmadığını öğrendiğinde bu defa da 3 gün kolyeyi aradığını?
- zerre kadar anlamamasına rağmen inatla ütü yaparken futbol maçı izlediğini, yorum yaptığını hatta hakeme sövdüğünü, bu arada bu kimin kocası, bu adam hangi memleketten, kaç yaşında filan gibi futbolcular hakkında ipe sapa gelmez sorular sorabildiğini, İlkerin ise bu sorulara sabırla cevap verebildiğini?
- futbolcuların şort boyları ve saç kesimlerinden maçın hangi yıllara ait olduğunu çıkarabildiğini? (Evet İlker 1984 yılına ait GS maçları izliyor!!)


- Son olarak tüm Türkiye'de sadece 229 kişinin adının Arca olduğunu

BİLİYOR MUYDUNUZ?

1 Eylül 2010 Çarşamba

Marley ve ben… köpek ve ben… arca ve ben…


Arşivdeki dünya kadar film öylece raf süsü oldu çıktı. Birkaç gece de üst üste Arca ile beraber sızdıktan sonra “yeter ulen!! arca uyuduktan sonra bişeyler yapılacak! Tez Dvd izlenecek, hoşbeş edilecek, paşa gönlüm eğlenecek!” buyurdum!

Benim izlenecekler listem üçe ayrılır:
1. İlker ile izlenecekler (ikimizin de dehşet beklediği iyi filmler – İlker olsa benim bütün filmlerim iyi bikerem der – ama yok bu kısımda Ingmar Bergmanlar, almadovarlar, felliniler vardır. Ayrıca bu kadar damar olmamakla birlikte sağlam gişe filmleri de, bağımsız filmler de sayılabilir.)
2. İlkerle izlenmesine gerek olmayan eskiler (when Harry met sally, aşk ve gurur, notebook, love actually gibi tarafımdan defalarca izlenebilen - tercihen ütü yaparken - romantik, softirik filmler ile nasıl olduysa izlememiş olduğum eski filmler, misal ay çarpmasını daha geçen hafta izledim, yağmur adam sıradaki!)
3. Yine ilkerle izlenmesine gerek olmayan ve İlker beklenirse muhtemelen ertelenecek filmler (PS I love you, Karamel…)

3 no’lu listeye “Marley ve Ben” filmi de dahildi. Ama meğersem İlker de izlemek istermiş, hemen oturduk başına. Romantik komedi filan değil, çok keyifli bir sarışın köpek filmi. İlker köpek delisidir, bense yolda görsem yolumu değiştiririm. İlkokul – ev arası en bilinmedik sokakların haritası hala beynimin bir köşesinde bulunur. İlkerin üniversitedeyken bir rotweiler cinsi köpeği vardı, türlü anılarımız vardı kendisi ile… yazsam roman olur (trajikomik ile korkunun birleştiği bir tür var mı?) Ama karşıdan severim ve Arcanın da bana benzemesini istemem, zira hayat benim için zor! Ve hayvan sevgisi güzel bir şey olmalı!
Bu kısa ara nottan sonra gelelim filme. Film gerçek bir hayat öyküsü, 2 gazeteci evleniyorlar, adam muhabir olmak istiyor, ancak pek başarılı değil, kadın başarılı bir köşe yazarı. Tesadüfler sonucu adam da köşe yazarı oluyor, çocuk isteyen karısının bu isteği ertelensin diye bir köpek hediye ediyor ki ne köpek!! Macera da başlıyor. Bu arada köpeği ile ilgili yaşadıklarını köşe yazılarına taşıyan adam da başarıyı yakalıyor.

Filmin başı:
Yeliz :yok abicim köpek filan istemem eve, bak bu şarışın köpekleri çok seviyorum ama nasıl ağızlarına sıçtı!! Tipim değilsin üstü kalsın!!
İlker: eğitirsen bişey olmaz.

Filmin ilerleyen bölümleri (çocukları oluyor) :
Yeliz: Ay İlker bu köpekten alalım biz, Arca biraz büyüsün ama çişe filan o götürsün, sorumluluğunu alsın köpeğin, ama bahçeli bi ev olsun öncelikle apartman dairesi olmaz, kokar !!
İlker: tabii canım ben sana villa şeederim!

Filmin daha da ilerleyen sahneleri (başka çocukları oluyor, aile genişliyor, kadın işi bırakıyor, kadın 3 çocuk + köpekle çıldırıyor ama köpek çok şirin!!) :
Yeliz : Ay İlker bu köpekten alalım ama benim çalışmamam lazım, köpeğe de kesinlikle arcanın bakması lazım, çocuk kaç yaşında köpek sorumluluğu alabilir? 10 yaşına kadar bahçeli evimiz olur mu? Ben o zaman işi nasıl bırakırım?
İlker : zzzzzzzzzzzzzzz

Filmin sonu:
Yeliz: böhüüühü
İlker : zzzzzzzzzzzzzzz

Ertesi gün ;
İlker: ne biçim uyumuşum, filmi sonuna kadar izledin mi?
Yeliz: Yok abicim köpek almak yok!!! Ölüyo bunlar be!! Al büyüt ağzına sıçsın, sonra ölsün (ağlamaya başlar, Arca yanına gelir sarılır)

Yeliz Arcaya köpekleri karşıdan sevmenin de güzel bişey olduğunu anlatır, “köpek bu öleceği zaman belli, niye ağlıyorsun” diye mantık içsesi olmaya çalışan İlkere çemkirir, “sen ne biçim dog-loversın abicim” diye üzerine yürür, sonra puhahha diye gülmeye başlarlar ve Arca bu duygu karmaşasının içinden çıkamaz, “ammaaan bunlar gülüyor, ben de güleyim” diyerekten ortama uyar, hazırlanıp dostlarla kahvaltıya giderler…
Bize de Arcanın kahvaltı serüveninden kareleri seyredalmak düşer…