5 Kasım 2014 Çarşamba

Çocuklara okuma alışkanlığı nasıl kazandırılır? Uyku öncesi kitap okuma ve diğerleri

Benim sıklıkla karşılaştığım sorulardan biri; “çocuğuna okuma alışkanlığını nasıl kazandırdın?”
Daha detaya inersek, “akşam uyumadan önce kitap okuma rutinini nasıl oturttun?” ya da “kaç yaşında kitap almaya başladın?” gibi sorularla da karşılaşıyorum.(*)

Biri bana “çocuğuna okuma alışkanlığını nasıl kazandırdın?” diye sorunca, hiç sevmem ama, soruya soruyla karşılık vermek istiyorum, “sen kitap okuyor musun? Kitap evin içinde, hayatınızın içinde ne kadar var?”

4 Kasım 2014 Salı

Şükür vesilesinde on numero beş yıldız bir vesile : Yeşim the sister!

Annemle babama müteşekkir olduğum çok şey var tabii ki ama en başında ablam. İyi ki benden önce ablamı yapmışlar. Tabii ben sonra geldiğim için o öyle düşünüyor mudur bilmem puahahha ama bir çocuğun ablası olması kadar müthiş başka bir şans bilmiyorum ben.

Tamam, itiraf ediyorum, çocukken birbirimize kıl olurduk, kavga dövüş eksik olmazdı.
Küçükken annemle babamın ilgisini sürekli kendi üzerimde ister, hep ön planda olmaya çalışırdım. Bir de hiç hoşlanmamasına rağmen sürekli onu öpmeye çalışırdım. Elmayra vardı hani, “bütün sevgimi sana vericemmm” diye hayvanlara sarılır, zavallıların cıcığını çıkarırdı. Hah işte o benim, Elmayra ve bütün sevgimi ablama vermek günlük rutinlerimden biriydi. Kitaplarına salça olurdum, bütün oyuncaklarına konardım. O evden gider gitmez odasına da kondum. Okula gittiğinde odasının her yerini karıştırırdım.

Zor çocuk yoktur, çocuğunu iyi tanımayan anne baba vardır.

Çocukların temel ihtiyacı nedir? Sınırsız sevgi dışında tabii ki:)
Gıda, temizlik, barınma, eğitim ve uyku değil mi? Yani anne babalar olarak çocuklarımıza sevgimizden sonra bunları vermeliyiz. Hele bebekken uykusu gıdası, tek derdimiz bunlar.

Kimi çocuk uykuda kimi çocuk gıdada, kimi ikisinde de zordur derler ya, bunun aslında tamamen anne babayla ilgisi var. 

Zor çocuk yoktur, çocuğunu iyi tanımayan anne baba vardır.

Benim velet altı yaşına girecek ya, oh rahat rahat ahkam kesebilirim.

Hatta dur bir tane daha attırayım; "yeni anneler üçe ayrılır, uykusuzluktan çekenler, iştahsızlıktan çekenler ve ikisinden de çekenler"

3 Kasım 2014 Pazartesi

Yaşasın kendi kendine uyuyan çocuk!!

Bugünkü şükür vesilesi Arca ve “kendi kendine uyuma talebi” olsun. Zira bu şükür bu gece itibariyle tedavülden kalkabilir. (#80şükürvesilesi Nr 18)

Dün tüm gün çok hareketliydi, maç izlemek dışında hemen hiç oturmadı. Gündüz de uyumadı.
Dedik ki akşam köfte makarna ve patates kızartması üçlüsünü mideye indirir, üzerine de bir duş yaparsa tumba yatak! Akşamüzeri saatleriydi. Pazardan dönmüşüz. Evin oğlanları içeride takılırken ben de sebzeleri yerleştiriyorum, bir taraftan da çintarları yıkıyorum. İşim bitti, çintarları ocağa, salata malzemesini ve parmak patatesleri de suya koydum. Kahve içerken kitaptan birkaç sayfa okudum, sonra kenara bıraktım. Sokağı, bir Pazar akşamını evinde geçirmeye niyetli insanların gün batarken evlerine yetişme çabalarını izledim. Üst mahalleden son alışverişlerini yapmış, elinde torbalarla hanım teyzelere baktım. Akşam serini çıktığı için eve çağrılan çocukları ve sokak köpeklerini seyrettim.


2 Kasım 2014 Pazar

#80şükürvesilesi nr17

Kitap kulübü ile ilgili şükredecek bir 80 vesile daha bulabilirim. Ama bugün "Tutunamayanlar"ı okuma hevesini ve cesaretini verdiği için şükrediyorum. Allah biliyor ya yıllardır kaçıyordum ama saklanamadım işte...


Bazen kopuyorum bazen önünde saygıyla eğiliyorum. Hala duygularım karışık ama eminim ki daha çok ertelerdim bu kitabı. Ne iyi oldu da son toplantıda Oğuz Atay çktı ne iyi oldu da gaza gelip bu kitabı seçtik... 



30 Ekim 2014 Perşembe

Kurabiye

Yarım gün çalışmak için kötü bir gündü. Sabah metro arızalandı, 25 dakikada gittiğim yolu, bir saate yakın bir zamanda gidemedim. Aktarma otobüsü sırası desen kuyruk olmuş, bari pastanede oturayım dedim. Yok orası da kalabalık. Otobüs en az yirmi dakika geç kaldı ve gün yüzü görmemiş küfürler telaffuz eden güruhu alıp korkunç bir trafiğe doğru yoluna devam etti.

29 Ekim 2014 Çarşamba

28 Ekim 2014 Salı

Çıntar (çintar, melki)

Çintar ya da çıntar ya da Balıkesir’deki adıyla melki…

Adı çok ama lezzeti eşsiz…

Bu mantarlar, Ege ve Akdeniz bölgesindeki çam ormanlarında sonbahar yağmurları sonrası ağaçların dibinde yetişirmiş. Pek çok hastalığın tedavisinde kullanılan protein deposu değerli bir tür imiş.
Önceki yazıda dediğim gibi ben bunlardan bir kilo kadar kaptım geldim. Çocuklar gibi şenim. İlker, zehirlenmeyelim dedi. Yok yav dedim ama ben de anlamam mantardan, kültür mantarı dışında da mantar filan almam. Ama aldım işte, pişireceğim ve yiyeceğim, benim başıma bir şey gelmezse, akşam etin yanında muhtereme de ikram edeceğim.
Çintar - çıntar- melki

27 Ekim 2014 Pazartesi

Tezgah sohbetleri

Pazardayım.

Hava yağmur renginde. Garip bir renktir o, gri desen değil, karanlık da değil. Yağmur, yağmazdan az evvel havaya sephia bir filtre takar. İndirecek biliyorum zaten alacaklarımı da almışım ama son bir tur daha atıyorum. 

Ben yeliz, ben bir Pazarkoliğim… Çocukluğumdan kanıma işledi Pazar, sevmediğim bir dönem oldu, yıllarca gitmedim – ergen zamanlarıma rastlar – ama sonra sahalara bir dönmüşüm… O hafta pazara gitmediysem, çok kötü hissediyorum kendimi. İki torba bir şey alacaksam bile gitmeliyim – ki hiç iki torba olmuyor, pazarı alıp geliyorum – mutlaka… Bu hafta da yüklenmişim ama son bir tur atıyorum…

Şükredecek ne kaldıysa artık

Kimdi o şom? Ciddi soruyorum, kimdi o “sinüs rinse yapıyorum, sümüklerimden kurtuluyorum” temalı şükür vesileme “kulağına kaçırmayasın haa..” diyen? Bulamadım, bulsam fena çemkireceğim. Bu kadar sosyal medya hesabın olursa karıştırırsın hepsini birbirine. Şu reklam gelirinden bisiklet parasını çıkarayım, kendime sosyal medya asistanı tutacağım. Hangi hesaptan hangi şom ağızlı hangi kehanette bulunmuş, tespit edeceğim!

26 Ekim 2014 Pazar

Ömrümün yarısı

Kitaplara aşığım ama o hiç sevmez, on sekiz senedir tanırım, elinde tek kitap görmedim.

Balerin olmak isterdim, bale gösterileri izlerken kendimden geçerim, gözlerim bile dolar, ama o nefret hatta alay eder. Kuğu Gölü balesini puhahaha şeklinde terk etmek zorunda kalmışlığımız var.


Benim öz evladım bana ninni söyletmezken, onun sesini dinlemek için çocukken düğünlere orgunu taşırlarmış.


Futboldan hiç anlamam ama o müthiş oynar (öyle diyor, izleyenler)


Atletizm takımına ite kaka girmiş, koşturmuyorlar yüksek atlama yaptırıyorlar diye kaçmıştım takımdan. O milli atletmiş lisedeyken.

Beden dersinde arkadaşlarım turnikeyi benim atmamı isterlerdi, - dalga geçmek için - , o lise basketbol takım kaptanıydı.


Sporun hiçbir dalına ilgim yok ama o Eurosporttaki ne idüğü belirsiz karşılaşmaları, GS’ın 1984 yılı maçlarını izler.


Benim kitaplığım var, onun film koleksiyonu.

24 Ekim 2014 Cuma

#80şükürvesilesi Nr 12-13

Arabayla işe gelirken dar kısa etekler, elbiseler, altına yüksek topuklu pabuçlar giyerdim. Hanım hanımcık gelelim ofise değil mi ya? Toplu taşımaya döndüğümde önce bir süre afalladım. Lan benim kısa topuklu pabucum yok! İlk zamanlar yaza denk geldi de ne giysem altına terliği geçiriyor, ayakkabıları da yanıma alıyordum. Ama o hamaliye öyle gitmiyor tabii. Zamanla tarz değişti.

Lookbook’ların “ofis şıklığı” şeklinde kategorize ettikleri kostümler yerini birer birer spor tarza bıraktı, benim gardıropta. Topuklar iyice alçaldı, çanta boyutları içine kitap, şemsiye, atıştırmalık gibi ıvır zıvırı da alacak şekilde iyice büyüdü. Bilgisayar çantamı bile kolay taşımak için sırt çantasıyla değiştirdim.

Tutumlu ol canımı ye! tutumluanne.com

Çocukken gözüm hep ablamın kıyafetlerindeydi, büyüse de kıyafet buna küçük gelse, ben de konsam diye kuş gibi beklerdim. Hep de severek kullandım ablamın eskilerini. Zaten yeni kıyafet pek alınmazdı. Gerekirse annem dikerdi. Aklımdan çıkmayan bugün bile burnumda tüten nefis kıyafetler dikerdi bize. Yav şu kadının dikiş maharetinin onda biri bana geçseydi bugün Nur Yerlitaş bendim!

Şimdi bir nostalji havasında anlatıyorum ama bakma aslında biz bu geleneği kendi içimizde devam ettiriyoruz. Arca’nın bütün küçülmüşleri, eskileri Deniz’de şu anda. Ve çocuklar buna bayılıyorlar.
Deniz geçenlerde Arca’nın eski bir montunu giymiş, “bu Arca’nındı” diye anlatıyor, Arca da bununla gururlanıyordu. Sonra baktım Arca kıyafetlerine eskisine göre daha fazla dikkat ediyor. Yıpranmasınlarmış, sonra Deniz giyermiş. Üzerine küçük geleni hemen ayırıyor ya da halasına gösteriyor, bak bu Deniz’in olacak diyor.

Annemin bir sözü vardır: Çocukların yediği helal, giydiği haram der. Ne kadar doğru. Giysinler tabii ama o kadar kısa bir süre giyiyorlar ki eskimiyor bile… Geçenlerde Arca’nın ilk süt dişi düştü, ben de ilk dişi çıktığında bloga koymuş olduğum çok eski bir fotoğrafı instagramda paylaştım, Arca işte o zamanlar 4,5 aylık filandı. İlknur’un arkadaşı Merve bir  yorum yazmış “Yeliz ablacım Arca’nın üzerindeki tulum şimdi bizde” diye… Yani o tulum şimdi üçüncü bebekte… Çok mutlu oldum. Önce bir "vay çocuğum büyüdü" hissi, sonra "bir anneye katkım olmuş ne güzel" hissi arkasından da geri dönüştürmüş olmanın verdiği tatminkarlık hissi…

Şimdi ne diye anlatıyorsun diyorsan… Diyor musun cidden? Yav arkadaş israf etmeyin, diyorum, tutumlu olun diyorum, hatta tutumluanne.com diye bir site var, gidin oradan alışveriş edin diyorum. Sadece satın almayın aynı zamanda satın da eskilerinizi, eski değil onlar zaten kısa süre kullanılmış, artık işinize yaramayan şeyler…

Tutumluanne.com’un kurucusu Özden hn benimle irtibata geçtiğinde ve artık işimize yaramayan ama kullanılabilir durumda olan eski bebek çocuk eşyalarımızı değerlendirebileceğimi anlattığında çok hoşuma gitti. Dediğim gibi bizim arkamızdan gelenimiz olduğu için tutumlu anne’nin sosyal medya hesaplarını takip etmeme rağmen hiç alışveriş yapmamıştım. Sonra daha da güzeli, istersek satışlarımızın gelirini KAÇUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı)’a bağışlayabileceğimizi öğrendim. Ve Arca ile o hafta sonu evde satacak bir şeyler aradık. E hiçbir şey yok! Her şeyi vermişiz:) Hatta bir ara Hülya’dan bir sling satın alayım da onu satayım, dedim. Sağ olsun o hatırlattı bebek tartısını. A sahiii oldum bir an. Hemen İlknur’a sordum. Tabii ya, o da artık onun işine yaramayanları (ve arkadaşının) annesinin evindeki depoya bırakmıştı. Tamam işte! Cillop gibi tartı!

Derhal babaanneye gidildi, tartı alındı, kontrol edildi ve karar verildi. 

Tez satıla, geliri KAÇUV’a aktarıla!

Satacak bir şey bulunca, tutumluanne.com’a hemen üye oldum, bilgilerimi girdim, ve dükkan bile yaptım kendime. Özden hn, hep yardıma ihtiyacım olursa arayabileceğimi söyledi ama hiç gerek kalmadı. Her şey son derece hızlı ve kolay şekilde halloldu.

Evet, benim dükkan burada gençler, bebek tartısı da satışta…

Ne demiş büyüklerimiz : Tutumlu ol!  canımı ye!


23 Ekim 2014 Perşembe

“Beni asla bırakma”

Baştan uyarayım, ağır spoiler içeren bir yazı olacak. Sonra ne ettin, niye sonunu tartıştın, bıkbık istemiyorum. Hem zaten bunu yapan ben değilim ki, yazar da maşallah daha kitabın başından sermiş malını ortalığa… Yani bacım/abicim bu postu ister oku ister okuma, canın sağ olsun ama kitabı oku. Bak filmi izle demiyorum, hatta izleme diyorum ama kitabı oku.
...............................

Evet şimdi etik bir davranış sergileyerek terbiyeli bir giriş paragrafı zikrettikten sonra kitaba direkt dalabiliriz.

#80şükürvesilesi Nr 11: SÜMÜK

Günün şükür vesilesini takdimimdir. Vallahi hiç romantik takılacağımı vaat etmedim. Aforizmalar uçuracağımı da söylemedim. Ama hadi bir tane patlatalım; “Hayat nefes alınca güzel”


Spritüel anlamdaki nefesten bahsetmiyorum, açık ve net olarak fiziksel nefes almaktan bahsediyorum. Bak şimdi beynime kadar tüm sümüklerimi akıttım da oh be nefes aldım. Allah seni inandırsın benim burnum tıkalıyken aklım çalışmıyor, aklım çalışmayınca motivasyonum düşüyor, mutsuz oluyorum lan var mı ötesi.

22 Ekim 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #134 ve #80şükürvesilesi Nr 10

Yürüyüş yaparken sıcaktan bayılacaktık.
Y: Arca işte bunlar hep küresel ısınma, bu mevsimde böyle sıcak olur mu ya?
A: Biliyorum babam yüzünden
Y: Nasıl?
A: Babam hep ışıkları açık unutuyor
..................

21 Ekim 2014 Salı

#80şükürvesilesi Nr 9: ARMUT

Yürürken dönüp bir daha bakma ihtiyacı hissettiğiniz şeyler çıkıyor mu karşınıza? Benim çok çıkıyor.

Çoğu ilginç şeyler değil. Pusetinde uyuyan bir çocuk, el ele tutuşmuş yaşlı bir çift, farklı dövmesi olan bir kimse, bakışlarını üzerimde hissettiğim ve aniden dönüp ürkütmek istediğim annesinin elinden tutan küçük çocuk… Yanımdan geçip gittiklerini sanırlar ama dönüp tekrar bakarım onlara ve bir fotoğraf karesi alırım, çaktırmadan klik! Sonra hafıza denen albümün sayfaları arasına katarım o anı, bazen unutulur gider bazen de yazılarda servis edilir.

Fotoğrafçı olsaydım, ki Allah biliyor çok isterdim olmayı, sokak fotoğrafçısı olurdum.

Sokak fotoğrafçısı = an hırsızı.

O “an”ı çalıveriyor, bir fotoğraf karesine hapsediyor ve sanatçının çektiği her karede en azından bir öykü gizleniyor. Belki bir portre çekiminde de hikayeler yakalayabilirsin ama sokakta yaşam var, sokaktaki öykü başka.

Ben de işte o öyküleri fotoğraflayabilmek isterdim. Hayali bir deklanjör refleksim var ama her zaman gerçek anlamda çekemiyorum, üşeniyorum, galiba biraz da çekiniyorum. Oradan öküz göründüğüme bakmayın, naif, utangaç bir yönü var karakterimin, lütfen gülmeyelim …

Üşenmeyeceğim/utanmayacağım da tutuyor bazen ve cebimden telefonu çıkarıp çekiveriyorum. Bu genelde Arca yanımdayken oluyor. Çünkü Arca ile aheste hareket ediyoruz ve yolda gördüğümüz ilginç her şeyi birbirimize anlatıyoruz. Ve ilginçtir, birlikteyken daha fazla ilginç şeyle karşılaşıyorum, Arca o iflah olmaz merakıyla etraftaki en sıradan şeyleri bile ilginçleştirebiliyor. “Dur bir fotoğrafını çekelim, babaya gösteririz” de oldukça cesaretlendirici bir cümle oluyor. Ve eğer yanında küçük bir çocuk varsa kendini hiç de korunmasız hissetmiyorsun.  Etraf senin yaptığın o “yetişkinler yapınca yadırganacak” hareketlerini, yanındaki çocuğun hatırına anlayışla karşılıyor.

O armutları çektiğimiz gün olduğu gibi… Arca olmasaydı da muhtemelen görürdüm armutları, fark edilmeyecek gibi değil. Haşmetleriyle incecik dalın ucundan sarkıyorlar, düşmeleri an meselesi, berelenmeleri ve ermeden çürümeleri… Ama biri, içinde her canlıya verecek kadar sevgi ve iyi yürek taşıyan biri armutlara derme çatma bir destek vermişti. Keşke dallarımıza ağır geldiğimizde düşmeyelim diye kollarımızdan tutan destekleyicilerimiz olsa, koruyucu meleklerimiz… keşke... Belki de vardır, kim bilir? Ama şimdilik en azından bu haşmetli armutların koruyucu meleğine, bize koruyucu meleklerin varlığına dair umut verdiği için şükredebiliriz…

#80şükürvesilesi Nr 9…

20 Ekim 2014 Pazartesi

Nokta

Resim yapamadığını düşünen Vashti, bir resim dersinin sonunda boş resim kağıdıyla sırada otururken, öğretmeni onu neşelendirmeye çalışıyor. Vashti’nin cidden çok üzgün olduğunu fark edince de “bir nokta yap bakalım, seni nereye götürecek” diyor. Vashti noktayı yapıyor ve öğretmen resmi inceleyip Vashti’den imzalamasını rica ediyor. Vashti, şaşırıyor ama yine de imzalıyor, "resmini". 

Ertesi hafta ise resmin çerçevelenip öğretmen masasının üzerine konması Vashti için büyük sürpriz oluyor.

Kendine ait bir balkon:)

Pazar çok sıcaktı, bir de kendimi kaybetmişim ki… Hani pazarı mı aldın derler ya… Birkaç hafta üst üste gitmeyip sebzeyi mahalle manavından alınca böyle oluyor. Bir de bazı sebze meyvelerle vedalaşma bazılarıyla hasret giderme vakti, ondan da alayım bundan da derken boku çıkıyor... Bir tarafta mandalinayı ortadan ikiye bölmüş amca, mis gibi kokusu geliyor, onun kokusu geçmeden sarımsaklar, yeni çıkmış taze soğanlar… Akşam makarnanın yanına yeşil salata yapayım diyorum, sonra bir tane mor lahana, biraz da kırmızı biber tam mevsimi, salata yeşillikten çıkıverdi. Halbuki iki çeşit marul, soğan, semizotu ve rokayla halledecektim…
Neyse… Salatayı boşver de ben şimdi tam da anı anlatacaktım. An itibariyle diye başlayacaktım…

19 Ekim 2014 Pazar

#80şükürvesilesi Nr 8

Akşam maç izlerken bizim Arzu pideden pide söylemiş, ayranlarımızla dıkınmıştık. Üstüne mis gibi türk kahvesi, üstüne çay tatlı... Buraya kadar her şey ortalama bir aile toplantısı şeklinde seyretti. Altı yetişkin üç de çocuk, yaş araları 18'er ay ve hepsi erkek. 
Maç bitti, biz sevinen taraftık. 
Bu arada...
Arca arkadaşlarıyla oyunu dozu artırdı ve beşinci uyarıyı müteakip odasına yollanmış, diğerleri de evin muhtelif köşelerinde uyuklamaya başlamıştı. 

Gece 23:00 suları... Aramızdan biri bir türlü iyileşemediğinden bahsediyordu, bir viski iç iyileşirsin demiş bulundum....

İlker de arkadaşına bir shot verdi.... Aa güzelmiş. Sonra diğerine, eh o da attı bi' tane. Derken bir tane de gül içti. Ben de bir bira açtım. 

Sohbet de sohbeti açtı. Sonra bi bira daha bir viski daha biralar bitti birer kola bacardi... 

Balkona ve klozete yaşan sohbetler... 

Ve evlerine dönemeyeceklerine kanaat getirip "hadi bizde kalın"lar ... Sabah sarhoşların inkarları kalanların kahkahaları...

Lazım arada lazım:) 



Çocuklar sabah bir arada uyandıklarına inanamadıkar onlara tam bir sürpriz oldu. Biz dersen, kimimizin başı ağrıyor kimimizin midesi amann kafalar iyi olsun... ama var ya dediğim oldu mu oldu! Orçun'un bir haftadır geçmeyen gribi geçti sağ ol Jack abi yaaa. 

Yok lan Jack abiye şükretmeyeceğim, çocukluk arkadaşlarına ve yirmi beş senelik dostluklara şükredeceğim:) şerefe ...



Kitap? Ha evet yarın hayırlısıyla "tutunamayanlar"a başlayacağım önden biraz Tezer iyi gider dedim... Geceye cila... 

18 Ekim 2014 Cumartesi

Cumartesi : #80şükürvesilesi Nr 7

Tüm hafta boyunca İlker, Arca’yı okuldan alabilmek içingünlük işlerini çoğu zaman yarım bırakmak zorunda kalıyor. Bu yüzden cumartesigünleri tam gün çalışıyor. Arca ile baş başa kalıyoruz ve cumartesi günleribizim için Anne-Arca günü.
Arca küçük bir bebekken ve sonrasında yürümeye başladığıdönemlerde cumartesi günleri kabustu, daha doğrusu Arca ile baş başa kaldığımızher gün korkunçtu. Çünkü benim çocuk oyalama becerim yok. Oyun kurmayı vebirlikte oynamayı pek sevmiyorum. Belki kız çocuğum olsaydı, durum farklıolabilirdi, çünkü içimde bir yerlerde hala bebeklerle evcilik oynamak ve kağıtbebeklere elbiseler tasarlamak gibi heyecanlar var. Ama arabalarla oynamayısevmiyorum, zorla mı yav! Oğlan çocuklarının hemen hiçbir oyununu sevmiyorum,hiç sevmedim!
İnsan çocuğuyla büyüyor, değişiyor. Hayır hala arabalarısevmiyorum ama puzzle gibi, kutu oyunları gibi, boyama yapmak gibi sevebileceğimve birlikte zaman geçirebileceğimiz pek çok farklı alternatif yarattıkbirlikte. Yemek yapmak, etraf toplamak, birlikte film seyretmek, sohbet etmek...Kitaplar ise hep vardı…
Bu cumartesi saat kulesi
Ve tabii ki birlikte daha çok vakit geçiriyoruz dışarıda. Oöğle uykusu saati meselesi, yok efendim yemek konusu filan hep gerilerde kaldı.Koca adam yav! Giyiniyoruz, kent kartımızı da atıyoruz cebimize oh mis gibigeziyoruz. Arca zaten metro ve otobüs delisi hiç öyle arabasız gitmem demiyor.Hem daha uzun süreler yürüyebiliyor hem de ne bulsa yiyor… Arca büyüdükçe vetabii ben de büyüdükçe cumartesiler muhteşem olmaya başladı.
Geçen cumartesi, hızlıca giyindik, kahvaltıdan sonra apartopar çıktık, piyano dersine yetişeceğiz. Her hafta da geç kalıyoruz aksi gibi.Metro istasyonuna yürürken Arca "en çok ne yapmayı seviyorum biliyor musun"dedi. Birkaç tahmin yürüttüm, hiçbirini tutturamadım. "En çok seninle piyanodersine gitmeyi seviyorum, birlikte yürüyoruz ve konuşuyoruz" allahım geçkalmamış olsak onu oracıkta yiyip bitirecektim. Ama bitmedi cücenin çenesidüşük (kime çekmiş bilmiyorum ki:P) "sonra en çok anne-arca gününü seviyorum.Sonra anne-baba-arca gününü (birinin bu çocuğa haftanın günlerini öğretmesigerek) sonra ipad oynamayı, sonra bir de pide yemeyi…" ve tabii ki o ilkcümlenin büyüsü bozuldu ama ilk onu saydığına göre hala şükredebiliriz:Anne-Arca günlerine pardon cumartesi günlerine şükür…


17 Ekim 2014 Cuma

Mehmet Pişkin

Mehmet Pişkin’in bir veda videosu yayınladıktan sonra intihar ettiğini öğrenmiştim ama videoyu izlememiştim, çok da bilgim yoktu açıkçası…

Akşam servis Arca’yı annemlere bıraktı, İlker de beni aldı ve oraya gittik, gitmişken yemek de yedik birlikte. Konuyu açtım, İlker videoyu izlemiş, biraz anlattı. Kullandığı kelimeler “gayet sakin, ne yaptığını bilen ve tükenmiş..” sanırım böyleydi.

Sordum, neden video ve neden facebook? Yani ailesine bir intihar mektubu bırakır ve gidersin, selametle… Neden viral bir yayılım? Bir mesajı mı var? Bir mesajı olmalı, illa “çocuklarınızı uyuşturucudan uzak tutun” ya da “örselenmiş bir çocukluk geçirdim, çocuklarınıza daha sıkı sarılın” şeklinde gözüne sokulan cinsinden olmasa da… Olmalı!

Yok, dedi…

Mevsiminde

Sizin yaşadığınız şehri bilmem ama biz burada İzmir’de hala son yaz yaşıyoruz. Yapraklar kurudu, ayaklarımızın dibine düştü, sabahları ise, insan üzerine ince bir mont olsun, almak istiyor. Gel gör ki hala gün içinde ve hatta akşamları hala sıcak. Dilim sonbahar geldi demeye varmıyor. İnsan bir ürperti, bir battaniye sıcaklığı arıyor önce…

Mevsim güze dönerken sebze-meyveler de dönüşüyor. Sevenler tezgahlarda kereviz görünce gülümsüyorlardır, eminim. Aman söyleyeyim henüz soğuk yemedi kerevizler, kış aylarındaki gibi olmaz. Bugünlerde coşkuyla aramıza katılanlar olduğu kadar sessizce aramızdan ayrılanlar da var… Semizotu, taze fasulye, bamya…

Geçen fark ettim ki, bu devir teslim törenleri sırasında ben geçmiş ayların gıdalarıyla ilgili derin bir muhasebeye giriyorum. Hayır, tabii ki, kendimle ilgili değil. Arca ile ilgili…

16 Ekim 2014 Perşembe

#80şükürvesilesi Nr 4 ve Nr 5

Hiçbir şeyi planlamamıştım. Sadece bir poğaça alıp, otobüse binecek ve erkenden ofise gidecektim. Saate baktım, yedi buçuk. Sadece on dakikalık yolum var ve mesainin başlamasına bir saat. Hayır manyak değilim sadece bundan bir yarım saat kadar geç çıktığımda resmen yollarda sefil oluyorum ve küfrede küfrede işe gidiyorum. Belediyeye gönderdiğim ağır tahrik ve taciz içeren dilekçelerimden de artık bıktıklarını düşünüyorum. Pes ettim. Onlar bana yarım saat erken kalk kadın, demeden ben yarım saat erken kalkıyorum. Sabah yogamı da yapamıyorum ama sorun değil, düşünsene sen güneşi selamlıyorsun sonra tıkış tepiş metroda o meditasyonun hükmü kalmıyor ettiğin küfürlerden!

15 Ekim 2014 Çarşamba

Koku: #80şükürvesilesi Nr 3

Beş günlük tatilin ardından ofise döndüm ve masamda bir şeyler ararken en alt çekmeceyi açmış bulundum. Bitki çaylarımın, kuru meyvelerimin ve ara öğün bisküvilerin durduğu çekmece. Birden bir kokuyla irkildim. Zira burnum beni önceki güne uzanan bir zaman yolculuğuna çıkarmıştı.

Tatilin son günüydü. Arca da dahil olmak üzere çok dikkat etmemize rağmen sabah kahvaltısında yine alerjinin nüksettiğini görmüş, çok sıkılmıştım. İlker, balıktaydı. Fotoğraflarını çekip gönderince o da, doktor da alerji konusunda hemfikir oldular. Şurup içti, biraz geçer gibi olasıya kadar benim canım hiçbir şey yapmak istemedi. Tatilin son gününe has o “yarın iş/okul var böhüü” psikolojisinden Arca da ben de nasibimizi almıştık, tahammülsüzdük. Bir de alerji tuz biber ekti. Ama kitap okuyarak çizgi film izleyerek gün geçmiyor. Bisiklet alıştırmalarına ise hiçbirimizin sabrı yok. 

14 Ekim 2014 Salı

Dumur diyalog #133

Poyraz ve Arca sohbet ediyorlar.
A: Poyraz, babamın telefonunda oyun oynayalım mı?
P: Ben artık ipad’de oyun oynuyorum.
A: hıh ben de! Ama etrafta ipad yoksa babamın telefonuna dadanıyorum.
…..

Julie ve Julia : #80şükürvesilesi Nr 2

Aslında bu şükür nesnesini zor zamanlar için saklıyordum. Ama sonra dedim ki aynı nesne farklı sebeplerle ve farklı zamanlarda şükür vesilesi olabilir. Neden olmasın? (bu etiketi “arzu nesnesi”nden devşirdim, nesne yerine vesile mi diyeydim, daha mı iyi olurdu yav? – tam da şu anda aklıma geldi ve hop 3 günlük bir anket koydum sağ tarafa)

Mesela önümüzdeki seksen gün içerisinde sizi kusasıya kadar Arca denen şükür nesnesiyle muhatap edeceğim. Şükretmek için çocuktan daha ala bir vesile olabilir mi? Mutsuz toplumların nüfus yoğunluğunun bu kadar çok olmasının sebebi bu mu acaba? Hmmm…

Ama bugünkü çıkış noktamız bir film. Adı Julie ve Julia. Konusunu pek bilmiyordum, tamam Julia Child denen bir kadın varmış ve yemek denince hazır gıdadan başka bir şey anlamayan Amerikalılara Fransız mutfağını ve yemek yapmayı öğretmiş, bunu biliyordum. Bildiğim diğer şey ise bu karakteri Meryl Streep oynamış. Evet tüm bildiklerim bunlar. Ve sizi bilmem ama, bazı filmleri izlemek için bu kadının rol alıyor olması bence yeterli.

13 Ekim 2014 Pazartesi

"Hepimiz tatil için çalışıyoruz"

Annemle babam Ekim ayının ve bayram sonrasının sakinliğinde küçük bir tatil yapmak istediler. Bayramda bir aradayken  de otel araştıralım dediler. Tam onların isteyeceği gibi bir otel bulduk, odayı satın aldık, rezervasyon bilgilerini de benim e-mail adresine gönderttik.

Buraya kadar her şey güzel…

#80şükürvesilesi Nr 1

Az önce balkona çıktım, saçlarım ıslak, ama kocaman bir şalım var benim. Elvan’ın annesi örmüştü, beni iki tur sarabiliyor, başıma örttüm ve bedenimi, ayaklarımı altıma topladığımda bacaklarımı bile örtüyor, nefis bir şey! Bir sigara yaktım, İlkerin o bir dünya para bayıldığı sigaralarından bir tanesini paketten çektim ve ucunu yaktım. On yıldır ilk defa diyerek demogoji yapmak isterdim ama yapmayacağım, zira on senedir pek çok kereler yaktım. Çok tepem attığında, çok alkol aldığımda, çok düşündüğümde… Nikotinin zihni açan bir tarafı var ve ağlamayı durduruyor. Tekrar başlamıyorum başlar mıyım, salak mıyım bırakmışım o kadar! İçine çekmeyip dumanını atmosfere püfledin mi bir şeycik olmuyor. Püflediğim duman gökyüzünde belli belirsiz bir iz bırakırken ay ilişti gözüme, yarım yamalaktı, hiç sevmem! Karaktersiz bir manzara. Bir hilal değil, bir dolunay hiç değil, bir adı bile yok.

Her kadın kendi döngüsü içinde “hayat – ölüm – hayat”ı yaşar. Menstrual siklus diye bir şey var. Çektiğin sancıların akabinde, yitirdiğin döllenmemiş yumurtalarının yerine yenilerinin gelmesi, yeniden doğmak ve yeni bir hayat döngüsüne girmek değil de ne?

10 Ekim 2014 Cuma

Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi

Kitap kulübü toplantılarından birindeyiz… Henüz Virginia Woolf tartışmaya başlamamışız, trafik malum, herkes aynı saatte gelemiyor. Pidelerimizi götürürken birbirimize verdiğimiz ödünç kitaplardan konuşuyoruz. Tartışmayı gerekli görmediğimiz ama okunsa iyi olur dediğimiz kitapları aramızda döndürüyoruz. Deliduman, Dublörün Dilemması gibi… Tam da benim Sırça Fanus’u isteyen olur belki diye yanımda götürdüğüm gündü, hatta sohbet Virginia üzerine Sylvia bir de üstüne Kafka okumamın sorgulatıcı etkilerine kadar geldi. Evet bu ara sorgulamanın boku çıktı biliyorum…

“Oh yo”, dedim, “önlemimi aldım. Bunların üzerine kafayı dağıtacak bir kitap okuyorum, hem öyle dağıtıyor ki parçalarını toparlayacakken bir daha dağıtıyor.” Kitabın adı öyle uzun ki telaffuz edeceğime çıkardım koydum masaya. Selda hemen “o nefis bir kitap ve karnavalesk türünün ülkemizde ilk örneği” dedi. Ayfer Tunç’u önceden okumuşluğumuz vardı, elbette ki başka yazarlarla devam edecektik okumalarımıza ama Selda’nın verdiği bilgiler herkeste merak uyandırdı. Ama özellikle bende… Boş durmadım – Allah boş duranı sevmez – araştırdım.

9 Ekim 2014 Perşembe

Dumur diyalog #132

Arca dil çıkarma alışkanlığı ile anasını sinir eder; Y: “Ay Arca lütfen dilini çıkarma, çok ayıp”
A: Aa annem dil bizim özel yerimiz mi?
……………………….

8 Ekim 2014 Çarşamba

Kader benim oyuncağım

Başımı göğe kaldırdım. Ekim rüzgarının bir yandan öte yana usulca savurduğu beyaz bulutları aradım. Görmek ne mümkün. Tam orada, karşımda dikiliyor, dalları ve yapraklarıyla… Mağrur ve umursamaz göğe yükseliyor. Heybetinden nefesi kesilirken insanın, bulutları görmeye çalışmak nafile bir çabadan öteye gidemiyor.

2 Ekim 2014 Perşembe

Bilim adamlığından taksiciliğe…

Arca ile akşam yemeğinde sohbet ediyoruz. Okulda yüzme dersi olmayabilirmiş. Ama olsa keşke kollukları çıkarsan… diyorum. Evet teknenin altından babam gibi dalarak geçebilirim diyor. Ne güzel işte motivasyonun da var be evladım gir şu yüzme derslerine… Yok geçen sene çocuğun bir su sıçratmışmış, o veledi bi yakalasam kafasını suyun dibine dibine sokacam bak bakalım bi daha benim evladımı yüzme dersinden soğutuyor mu!

1 Ekim 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #131

A: Baykuş erkek mi? hiç kız yok mu?
Y: Nasıl yani? erkeği dişisi var.
A: onu demiyorum... kız baykuşa "bayankuş" mu diyeceğiz ne diyeceğiz?
-------------------------------

30 Eylül 2014 Salı

Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü : "Dönüşüm"

Bu yaşıma kadar hakkında o kadar çok şey duydum okudum ki kitabı hiç okumadan da hakkında birkaç kelam edecek birikimi edinmiştim. Daha doğrusu öyle sanıyordum. Ama bir halt edinmemişim, okuyunca anladım.

Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü. Değişim, metamorfoz gibi isimlerle çevrilmiş dilimize. Ama sanırım en doğrusu “Dönüşüm” olmuş. Almanca öğrenmeyi niçin bıraktım, Allah beni n’apsın dedirten başka bir “Almanca okunursa daha iyi olur” hissiyatı veren eser.

“ Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini yatağında ev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”

29 Eylül 2014 Pazartesi

Domates

Daha az düşünenlerin neden mutlu olduğunu anlayabiliyorum.Az düşünce, az kuruntu, az yorgunluk (çünkü kafa yorgunluğu hiçbir şeye benzemez…)
Korkunç bir Cuma günüydü. Akşam son yılların en şiddetli mide ağrısı geçmek bilmedi, ben diyeyim reflü sen de gastirit. Ama Cumartesi Arca ile çok keyifli bir gün geçirdik. Piyano dersinden sonra gezdik, alışveriş yaptık, yemek hazırladık, Atlas Çocuk dergisinin verdiği çıkartmalı Türkiye haritasıyla uzun vakit geçirdik. Hangi yörenin nesi meşhurmuş, sor Arca’ya anlatsın. Truva atının hikayesini defalarca anlattırdı. Digiturk’ü tamire gelen abiler de Arca’nın sorularından nasibini aldı, biri Karslıymış, sınır köyünde yaşarlarmış, Ermenistan’ın dibi, iki halk birbirine el sallarmış, düşün o kadar yakın. Arca’nın çok ilgisini çekti.Önünde harita elinde yer küre, hiç bitmeyen sorular, meraklar meraklar… Gezgin mi olacak acaba, ne olacak çok merak ediyorum.
Boktan bir düzende, boktan bir memlekette yaşıyoruz ama insan çocuğu oldu mu, iyi ki doğurmuşum lan diyor! İyi ki…
Çocuk deyince...

26 Eylül 2014 Cuma

Sırça Fanus, Sylvia Plath

Cüretkar? Kışkırtıcı? Düşündürücü? Yalın?

Hayır, hiçbiri, evet hepsi.

“Sırça Fanus”u tek kelime ifade etmek mümkün olsaydı, bu kelime ZAMANSIZ olurdu. Moda için kullanılan en moda tabirlerden biridir aslında zamansız. Hani gardırobuna bir trençkot, küçük siyah elbise eklemelisindir, zamansız parçalardır, yıllarca giyersin. Sylvia Plath’ın “Sırça Fanus”unu da basımının 50. Yılında hala günceli yakalayabiliyor, zamansız bir parça.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Ne kadar adaletsiz değil mi? BİR BİRA DAHA LÜTFEN!

Bugün bir takside kahverengi (burada siyah daha havalı dururdu ama gözlüklerim kahverengi) kalın camlı gözlüklerimin ardında ağladım. Öylesine boş boş ağladım. O anda ne düşünmekte olduğumu gayet iyi hatırlıyorum. Hayatıma dokunan kadınların lafları dönüp duruyordu kafamda.

23 Eylül 2014 Salı

Alerji

Basmane’de metrodan inip doktorun muayenehanesine koşar adım yürüdüm. Aklım hep Arca’da. İçeri girdiğimde, arkadaki odayı gösterdiler, teklifsizce daldım. İlker kahve içiyor, Arca konuşuyordu: “pervaneli olanları istiyorum, helikopterleri değil. Puzzle gerek yok, parçaları kaybolur hastanede”

Neayyy! N’oluyo lan!?

22 Eylül 2014 Pazartesi

Bana bir kadınlık geldi hemşire!

Bak işte şimdi sonbaharın anlam ve önemini konuşabiliriz, zira takvimlerimiz 21 eylül’ü gösterdi ve iş resmiyete bindi. Gerçi İzmir hala otuz derece ve üstü sıcaklıklarda seyrediyor ama ufaktan balkona veda etmeye başladığımıza göre sonbaharı karşılayabilirim.

20 Eylül 2014 Cumartesi

An itibariyle...

Uzun bir günün akşamı. Ayaklarım trampet çalıyor.

Sabah arcanın piyano dersine yetiştik. İlknur bir müzik okulu açtı, yer cücesi piyanoyu tecrübe ediyor. Sevdiğini söylüyor gerisi boş zaten. Dönüşte evde bizi bekleyen babaanneyi aldık kuaföre götürdük. Ameliyat sonrası henüz araba kullanacak durumda değil. Biz de Arca ile pazara gittik. Pazarda fiyatlar semtin gelir düzeyiyle paralel, net! Şöyle söyleyeyim Alaçatı pazarı bizim sosyete manavının fiyatlarını yakalarken Yeşilyurt pazarı benim pazarlarım arasında fiyatta mütevaziliğin zirvesine oynar. Kalitede fark yok. Bugün eylül sonu itibariyle kış hazırlıklarına iyi denk geldi Yeşilyurt:) daha dün üç kilosu on liraya barbunya bulan muhteremi tebrik etmiştim ben bugün dört kilosunu on liraya alarak sezonun en ciddi avantajını yakaladım:) domates ise on iki kilo on lira.

19 Eylül 2014 Cuma

Daha çok belgesel izlemeliyim

Geçen akşam erkenden sızmışım, daha doğrusu İlker bir ara balkona çıktı, bir kanepede ben bir kanepede Arca güya sohbet ediyorduk, sonra ne oldu anlamadım, uyuyakalmışız. İlker'in balkondan içeri girdiği ve her ikimizi uyur halde gördüğü andaki surat ifadesini görebilmek için o an orada bir kamera olmasını nasıl da isterdim. İlker Arca’yı yatağına yatırmış, beni dürtmüş, bir iki silkinmeye çalışmışım yok olmamış, gitmiş yatağıma yatmışım. Artık nasıl yorulduysam.

18 Eylül 2014 Perşembe

Bir evi sevmek için insan neye gereksinim duyar?

Bilinmeyen yanım dedim bıraktım, devam...
Pinterest'te gizli panolar oluşturmak.
Sapıkça değil de utanıyorum yav...
Bak anlatayım.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Şükür

O an orada bulunmak istemediğiniz bir yerde bulunduğunuz oldu mu hiç? Benim çok oldu. Ofiste sıkıcı bir işi yapmakta iken aslında evde çay içip kitap okumak istediğim çok oldu. Ya da… sohbetinden hoşlanmadığım biri ile konuşurken kendimi bahçe sularken hayal ettiğim anların sayısı azımsanmayacak kadar çok… “Ben burada ne yapıyorum, ben aslında…” şeklinde çok cümlem var benim. Ama o gün o an olmak istediğim başka bir yer yoktu, olamazdı.

Sosyal medya camiasından haller haberler

Efendim gelelim son günlerdeki sosyal medya camiasından hallere haberlere...

Bilmeyen de beni sosyal medya gurusu sanacak:)

Aklımdakileri paylaşayım, bilmeyen de bilsin öğrensin, yegane amacım topluma faydalı bir birey olmak...

Başlıyorum 1:

16 Eylül 2014 Salı

Dumur diyalog #130

Dumur diyalog serisine "Anne, baba, Arca" sayfasından veya buradan ulaşabilirsiniz:)

Y: Arca öğretmenin değişmiş değil mi?
A: Ya evet gelmedi bugün, niye gelmedi ki?
Y: Bebeği olacakmış, ayrılmış. Yeni öğretmen nasıldı?
A: Ya işte adı özge mi özgü mü ne? Öyle bir şey… A özgü diye isim olur mu?
Y: Olur ikisi de olur, sen yarın tam öğrenirsin tamam mı? Nasıl biriydi yeni öğretmen?
A: Güzeldi hihihi

......................................

A: Bak annem?
 – parmağına bant yapıştırmış, tam bir maymun dötünü görmüş yara sanmış hadisesi – 
Y: Geçmiş olsun, yaralanmışsın, nasıl oldu?

15 Eylül 2014 Pazartesi

Gelmiş geçmiş en iyi 10 uyku öncesi kitabı

Çocukların uyku saatinin bir rutini olması gerekir. Bu rutine alışkın olan çocuklar için uykuya geçiş daha rahat olur çünkü aslında çocuklar rutinleri, bir sonraki adımın ne olacağını bilmeyi çok severler, böylece kendilerini güvende hissederler. Ben demiyorum, uzmanlar diyor.

Uyku öncesi rutini, aileden aileye değişebilir. Bizim mahalde 20:30-21:00 arası uyku saatinin yaklaşmakta olduğu yer cücesine bildiriliyor. Sonrasında; diş fırçalama, çiş, yazın odasındaki klimayı çalıştırma, kışın pijamaları giyme, Papyonu arayıp bulma, okunacak kitapları seçme… şeklinde devam ediyor. Kitap mühim, diş fırçalamayı unutabiliriz, kitabı asla!

Yatakta yan yana uzanınca Arca’ya “rahat mısın, başlayalım mı” diye soruyorum, yani dikkatini iyice veriyor mu diye kontrol etmeden okumaya başlamadığımı fark ettim. Ben de kendime rutin yapmışım. Kitap adedi konusunda ön anlaşma yapıyoruz. Çok yorgunsam bir kitapla bile geceyi bitirdiğimiz oluyor.

Kaç kitap okursak okuyalım, son kitap mutlaka ama mutlaka bir uyku öncesi kitabı oluyor.

13 Eylül 2014 Cumartesi

Bu yaz hangi kitapları okudum?

Özlem tatilde okuduğu kitapları yazmış, vayyy süper dedim ama sonra düşündüm, ben de tatil kitabı olarak belirlediğim hemen tüm kitapları ve hatta biraz fazlasını okudum bile.

“Kahperengi” ile başladı yaz.

Sonra Tezer Özlü’nün iki kitabı, ikisi de dostlarıyla mektuplaşmaları. Öyle iyi geldi ki o mektuplar bana. Mektuplaşmanın çok kişisel olduğunu düşünürdüm, iki kişi arasındaki mektuplaşmayı niye merak edeyim derdim, değilmiş.

10 Eylül 2014 Çarşamba

Instagram'da takipçi kaçıran hareketler, aman diyim:P

Şimdi en yeni en sevilen en bir kolay sosyal mecra instagram.

Aslına bakarsan hiyeroglife geri döndük. Artık kelime oyunlarına, edebiyat patlatmalarına, tasvirlere filan hiç gerek yok. Ne uğraşacaksın, çek halini, koy instagrama. Hem bir de filtre filan, sanırsın herkesler fotoğraf sanatçısı. Ama nerden baksan bunun da boku çıkıyor. Yok o "sayfama beklerim" "takipleşelim" leri filan demiyorum, onların iyice suyu çıktı, benim dediğim o fotoğraflarına altına yazdıklarımız ve tekrarlanan klişelerle "ay içim şişti, bırakacağım takibi" diye canhıraş kaçırdıklarımız. "mız" diyorum zira bende o klişelerden ne çok varmış tahmin bile edemezsin.

Buyur yavrum, üstüne alınmıyorsan tadını çıkar, alınıyorsan aman diyeyim, dikkat et :)

9 Eylül 2014 Salı

Çocukla en ideal tatil

Uzatmayacağım ve sadede geleceğim; yazlık.
Eskiden olsa ay hiç uğraşamam, otele gidiverelim zaten bir hafta tatilim var derdim.
Evet maalesef biz kapitalist kölelerin sadece bir hafta tatili var ve o bir hafta tatiline de bilgisayarınla akıllı telefonunla gitmen lazım. Mütemadiyen online olmadın mı, aman işler sensiz halloluveremez filan, dünyayı kurtaramadığınla kalırsın. Sanki o mesele o gün hallolmazsa tüm kurumsal hayat duracaktır... Kapitalizmin çarklarına çomak sokulmasın aman diyeyim...
Bu sene bir haftalık tatil yerine her cumayı tatil yapmayı denedim. En geç çarşambadan gidecekti Arca, ya anneannesiyle Özdereye ya babaannesiyle Çeşmeye. Ben de Perşembe akşamından arazi olacak, hem çocuğumla dolu dolu üç gün geçirecektim, hem işlerden tam anlamıyla kopacaktım (ben daha bir haftalığına tatil çıkıp da tatilde çalışmadığım gün bilmiyorum, en azından derler ki yeliz pazartesi gelecek ilişmeyiverelim…) hem de o hafta sonu göçebeliğini zaten yapıyordum bari üç günlüğüne yapacaktım, değecekti. Oldu da, yaptım da… Sadece annemin ayağı kırılıp ameliyat olunca işin Özdere ayağı salıdan çarşambadan değil Perşembe akşamından başlamış oldu. Olsun...
Yazlıkçılık iyidir, keşke tüm yazını yazlıkta geçirebilme imkanı olsa... Öğretmenliğe hiç bu kadar özenmemiştim :) 

Haftaya başlarken…

Tamam ben de dün başladım haftaya ama nasıl başladım hatırlamıyorum. Sabah altı buçukta kalkıp kahvaltı hazırladım ve çıktım. Sonra tüm gün boyunca Cuma günü izin kullanmış olmanın bedellerini ödedim. Arada küçük bir mola verip ilkokula dün başlayan yavruları ve analarını aradım. Biz geçen hafta o dilekçeyi vermemiş olsaydık, Arca da başlayacaktı dün, aynı heyecanlar…

4 Eylül 2014 Perşembe

Erteler misin? Savsaklar mısın? Gel yamacıma :)

Haziran ayıydı sanırım, evet haziran olmalı. Twitter’a bakarken bir link dikkatimi çekti, algıda seçicilik, klimalarla ilgili bir yazı. Teknolojikanneler.com’da yayınlanmış. Yazı gayet güzel ama ufak tefek eleştirilerim oldu, teknolojik annelerden Derya ile yazıştık, derken Derya sen de bir yazı yazsana dedi. A neden olmasın? Yazarım tabii… Allah seni inandırsın üç ay sonra yazıyı gönderdim. Ertele babam ertele… Ama sanma ki tamamen aklımdan uçup gitti, bu süreçte konu ile ilgili yeni yönetmelikleri anlatan bir makale bile yazdım, sayısız kaynak okudum, araştırma ve derleme yaptım.. Bu arada birçok blog yazısını ve diğer tüm işlerimi hiç anlatmıyorum bile. Sezon bitti, kimsenin klima filan alacağı kalmadı, ben o makaleyi sadeleştirerek Derya’ya gönderdim. Bravo bana!

Evet ben Yeliz, ben bir sistematik erteleyiciyim…

3 Eylül 2014 Çarşamba

Okul yazısı

Aman eksik kalmayayım...

Arca şu anda 67 aylık. Yani aslında ilkokula başlama yaşında. Arkadaşları arasında başlayan var, başlamayan da var.

Sonbahar sizin olsun.

Akşam rüzgarlarının serinliği geçicidir dedim ama yok geçmiyor, Eylül 1 dedik bizim pencereler birer birer kapanmaya başladı. Sonbahara direniyorum.  Bu yaz çabuk mu geçti ne? Üstelik öyle iyi filan da geçmedi. Biz kendimize şükür nefesleri bahşettik, o da hepi topu birkaç güzel an… Gerçi mutluluk dediğin an değil de nedir?

31 Ağustos 2014 Pazar

ALS


Geçtiğimiz günlerde Blogcu anne Elif, ALS hastalığı hakkında farkındalığı artırmak için bir adım attı. Bizlere de katkıda bulunmamız için çağrıda bulundu. 

Açık konuşayım, günlerdir hem sesimin düzelmesini bekledim hem de aklıma yaratıcı bir fikir gelmesini... Hiçbiri olmadı. Ben de kendim olmaya karar verdim.

Kendi videomu çekerken baktım Arca musallat oluyor, aldım karşıma konuştum. Neden video çekiyorum, ALS hastalığı nedir, nasıl destek oluruz... Bir bir anlattım. Yo hayır, bir travma geçirmesinden çekinmiyorum, zira iki yaşının ilk bir ayını hastanede geçirmiş bir çocuk olarak travmanın babasını yaşayalı yıllar oluyor. Çocuklar bir yerlerde birilerinin acı çekmekte olduğunu bilmeli bence, hayat tozpembe değil. Ve insanların acılarına ortak olmak, onlara destek verebilmek en büyük erdemdir.

Arca, videonun sonunda mücadeleye davet etmek istediğim isimleri telaffuz ediyor; bir de buradan alt yazı geçeyim: 
Instagramda yaratıcı kitap temalı paylaşımları ile takip etmekten keyif aldığım : http://instagram.com/fuufu_
Blog yazılarını ve sosyal medyadaki paylaşımlarını sevdiğim Özge : durumbildirimi.com
Ve ana girişimci (anagirisimci.com) : Hülya 

Bu yazıyı yazmadan önce, hem biraz daha bilgi edinmek, hem de öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak için biraz araştırma yaptım. Zira ALS'yi bir kova buzu kafasından aşağı boca eden insanlarla tanımıştık ama hangimiz ne kadarını biliyorduk?

Aşağıdaki önemli bilgileri Aslı Şahin isimli doktora öğrencisinin yazısından birebir kopyaladım. Öyle güzel öyle açıklayıcı yazmış ki... Beni en çok etkileyen kısım, hastanın tüm yaşadıkları sırasında bilincinin hep açık olması... Ben bunu hayal edemiyorum, çok uğraştım ama kendimi o hastanın yerine koyamadım bir türlü... Allah hem hastalara hem yakınlarına sabır versin...

Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki linke tıklayabilir, ALS derneğine dolayısıyla bu hastalıkla mücadele eden hasta ve yakınlarına katkıda bulunabilmek için bağış yapabilirsiniz: 


"ALS (Amiyotrofik lateral skleroz), motor sinir hucrelerinin dejenerasyonu ile tanimlanan olumcul bir hastaliktir. Hastalik taa 1869 yilinda Jean-Martin Charcot tarafindan isimlendirilmistir. Jean-Martin Charkot, hastalarinda otopsi sirasinda, omuriligin yan kisimlarinda gordugu sertlesmeler sonucu bu ismi vermistir. 
......

ALS hastaligi kendini, hastanin tek tarafli olarak kolunu ya da bacagini haraket ettirmede sorun yasamasiyla belli eder. Sebep bu sorunlu bolgelerdeki motor sinir hucrelerinin, yani kaslarimizi oynatmaktan sorumlu sinir hucrelerinin, dejenerasyona ugramaya baslamasidir. Dejenerasyona ugrayan motor sinir hucresi, kastan baslayarak, beyne ya da omurilige dogru geri cekilmeye ve ölmeye baslar. Hastalik ilerledikce motor sinir hucresi kaybi tum vucuda yayilir. Ornegin diyafram da bir kastir, nefes alis-verisimizi saglar. Hasta bu bolgedeki motor sinir hucrelerini kaybettiginde nefes alamaz ve solunum cihazina baglanmak zorunda kalir. Iste buz kovasi mucadelesini baslatan ALSA veTurk ALS Dernegi (Tam ismi ALS-MNH Dernegi) gibi organizasyonlar, bu hastalarin ihtiyaclarini karsilamak icin yardim eder, onlara solunum cihazi gibi aletler verir. Hayatlarini birazcik da olsa kolaylastirmaya calisirlar. Maalesef, bu hastalik genelde cok hizli ilerler. Teshis konulan bir hastanin omru ortalama 3-5 sene kadardir. (Istisnalar, hastaligin yavas ilerleme durumlari, mevcuttur. Ornegin unlu fizikci Steven Hawking bu hastalik ile 25 seneden fazladir yasamaktadir.) Bence bu hastaligi, diger butun sinir hastaliklarindan ayiran ve kotu yapan en onemli nokta bu hastalik sirasinda bilincinizin yerinde olmasidir." 


29 Ağustos 2014 Cuma

söyleyeceklerim bu kadar!

Enkaz gibiyim! Ay yeminle sürünüyorum! Yaz gribi diye bir şey çıkarmışlar bak çok ciddi söylüyorum: biyolojik silah! Benim gibi müthiş bir değeri yeryüzünden silme girişimleri var ama yıkılmayacağım!

Dün biraz kuyruğu doğrultur gibi oldum bam! uçak rötarı, İstanbulun sidikli iğrenç havası... Var ya sırf şu havası bile İstanbul'u terk etmek için yeterli sebep. Arkadaş o ne yav! Leş gibi nem, pis bir rüzgar, sidikli bir gökyüzü. Ellerini açıp da "yağ allahın cezası yağ da güneşin gül cemalini bir görelim" diye haykırası geliyor insanın. İzmir'de yaz kış güneş gözlüğü takan ben, İstanbul seyahatinde direkt numaralı gözlük hiç uğraşmıyorum lensle filan!

Bizim şirkette aynı dönem işe başladığım arkadaşlarım bir bir ayrılıyor, ne şimdi bu? Sinyal mi? ay o sinyal bana verileli neredeyse üç sene oluyor, yerimden kıpırdayamıyorum, kahrolsun İzmir'in kısır iş imkanları.. Miyopum ya ne sinyalleri görebiliyorum, ne iş fırsatlarını... Havaalanından alan arkadaşa "n'oluyoooor bize n'oluyooor?" diye ağlayacaktım neredeyse. Sahi n'oluyor lan? Nereye gidiyorsunuz beni bırakıp? Ay aman neyse...

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Hay çölde kutup ayıları şeyedesice!

Arca bu yaz TRT çocuk kanalı ile tanıştı. Annemin ameliyat olduğu haftaydı, yazlıktayız. Ben yemek yapıyorum yardımcı olmak için. Arca, ayağa kalkamayan anneanneye teslim. Fazla hareket kabiliyetleri yok, televizyon seyrediyorlar. Pek alışkın olmadığı bu muamele karşısında Arca sevinçli bir şaşkınlık içinde. Ama öyle başıboş bırakmak yok. Yani koy çocuğu televizyon karşısına, bak işine şeklinde değil, annem de Arca ile birlikte izliyor, hatta istişarelerde bulunuyorlar. En çok ama en çok “Canım Kardeşim” adındaki çizgi filmi seviyorlar. Favorileri Mıncır denen kedi ile evin babası çocuk ruhlu Galip. Çizgi film bitiyor, bunlar hala Galip’ten bahsedip gülüyorlar. Arca feci sardı. Saatini biliyoruz, bitince kapatıyoruz, kurallar, kurallar…

26 Ağustos 2014 Salı

OG-JEF-TİK!

Arca yılsonu gösterisinin bir bölümünde fotoğrafçı olmuştu. Okuldan da gösteri için bir fotoğraf makinesi göndermemizi istediler. Gerçi kullanmadı, kartondan daha sevimli bir makine yapmışlar ama o olay Arca’nın fotoğraf makinesi ile tanışmasına vesile oldu.

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #129

Bu yazı umumiyetle İzmir'de geçiren Arca karşı komşunun oğluyla samimiyeti ilerletir. Ne var ki Tuna arca'ya göre çok televizyon izlemektedir. Bir gün Arca dayanamaz ve arkadaşını uyarır. 
"Bak tuna sana söylemem lazım: çok televizyon izliyorsun beyin hücrelerin ölecek!"
-----------

21 Ağustos 2014 Perşembe

Nerede kalmıştık?

Yazdım kaçtım, sordum kaçtım gibi oldu değil mi? Değil!

İki gündür bilmiyorsunuz ne haldeyim:P Öncelikle NA hastaneye kaldırıldı, iki gün yoktu. Sonra İlkerin annesi dün ameliyat oldu. Bu arada Arca’nın okulunun tadilat olası gelmiş, yok İlker idare etti, yok annemler ilgilendi (onun da ayak hala tam iyileşmedi bu arada), yok ben izin aldım filan derken… Günler geçti.

Üstüne benim hatamın da bulunduğu korkunç bir sorun yaşadık işte. Hala da çözemedik. E rakiplerin bir departman ayırdığı görevi sen evde boş zamanlarında hobi niyetine yaparsan, hata yaparsın! Diyerek işverenime yükleyebilirim suçu ama hayır yapmayacağım, baştan sona bütün arşivi didik didik düzeltme projesi türettim kendime, cümlemize hayırlı olsun. Sabahtan beri pert olmuşum, zaten bu ağustos sıcağında boğazım da ağrıyor, ıhlamurumu içerken, şahsi maillerime bakayım dedim, abovvv…. Blog beni çağırıyor.

19 Ağustos 2014 Salı

Dikkat! Dikkat! Blog listesine hangi blogları ekleyeyim?

Uzun yıllardır içerik üretmeyen blogları görüp listeyi tümden kaldırmıştım.
Hemen fark edilmiş, şiddetle de listenin konması talep edilmişti.
Siz istersiniz de ben koymaz mıyım bacılarım kardeşlerim?

Biraz kırparak da olsa koydum listeyi. Yine fazla kırpmadım, en son bir yıl önce yazdıysa bıraktım:)

Ben çoğunlukla Bloglovinden okuyorum aslında ve oradan takibe aldığım bloglar çok ama uğraştım yine de oradaki listeyi burayla birleştiremedim. Neyse ya sorun değil manuel olarak da girebiliyorsun sonuçta.

Liste şu anda sağda bir yerlerde mevcut.

Fark ettiysen aynı benim blog gibi her şeyden her kategoriden blog var.

Masa başı çalışanlar için egzersizler

Baktım pabuç pahalı, internetten araştırmalara başladım. Biliyorum, hastalığı internetten araştırmak sakıncalı, biliyorum bilgi kirliliği… Ama cidden doktora gidemem. Kötü şeyler söyleyecek biliyorum. Önce ben elimden geleni yapayım sonra gideyim tamam mı? Anlaştık mı?

Bir kere duruşum tamamen yanlış!
Bak nasıl da evrimleşmiş insanoğlu...
Kaynak belirtemedim üzgünüm, instagramdan araklamıştım:)

Ben işte o en bir evrim geçirmiş son halkasıyım insanlığın.

Yani nasıl durulmaması gerekiyorsa, benim fotoğrafımı çek, fizik tedavi uzmanlarının ders kitabına koy!

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Her şeyin başı sonu önü arkası berisi gerisi sağlık!

On iki yıl önce şekeri bıraktım, hala çikolatayı bırakamadığım için kendime kızarım. Bağımlılık n’aparsın… Krizim tuttu mu yemem lazım. 

On yıl önce sigarayı bıraktım. 

Bir yıl önce kolayı ve gazlı içecekleri.

Siyah çayı azaltıp yerine yeşil, beyaz çay koymaya çalışıyorum.

Kahvenin yerine koyabileceğim bir şey henüz icat edilmedi. Reflümü tetiklemesi pahasına hala günde bir bilemedin iki tane içiyorum. Laf edene çok pis çemkiririm, “kahveme karışmayın allahsızlar!” notasından arabesk girerim, şaşar kalırsın! 

13 Ağustos 2014 Çarşamba

"Senin hayatına bir yol çizmeyeceğim ama sana dünyaları vereceğim, söz!"

Geçtiğimiz aylarda Arca’nın okulundan bir arkadaşının doğum günü partisindeydik. Pek concon bir partiydi, parti evindeydi, çocuklar içerinde çılgınlar gibi eğlenirken, anneler (ve bir tane de baba vardı) başka bir salonda izzeti ikram ağırlanıyorlardı. Mahalle kreşinden ağzımız yanınca daha kurumsal bir okula verdik ya cüceyi, verdiğimiz şube tam da sosyetenin çocuklarının gittiği şube. İlker her gün Arca’yı almaya gidiyor da oradan biliyor, arabalar son modelmiş, yok efendim şoförler alıyormuş çocukları vs… Ben meseleye o partide aydım. Farklı bir gezegenden geliyordu anneler. Bana uzak bir gezegenden. Neyse konumuz o değil, konumuz başka.

Hay dilimi eşek arıları soksun!

Metro Üçkuyulara kadar açıldı. Hatta Pazar günü pazara gitmek için kullandım, gayet güzel. 5 TL otoparka vereceğime, 2 TL kentkartımla paşalar gibi gider gelirim, mazot neyim de harcamam, park yerine gir çıkla uğraşmam. Hafta içi de biliyordum, kalabalıklaşacaktı, üçüncü durak olacaktım. Ama diyordum ki yolcu sayısı artacağına göre, herhalde sefer sayılarını sıklaştırırlar ya da vagonları artırırlar. Nerdeee… Bir de yeni düzenleme geldi ki bu da insanların metroya yüklenmesine sebep oldu.

Aziz Amca, maşallah yemedi içmedi, ilk icraat olarak toplu taşımanın içine etti!

12 Ağustos 2014 Salı

bugün bir an önce eve gitmek istiyorum

Sabah UPS'çiler geldi ve tüm çalışma şevkimin içine ettiler. Bir de UPS prizinin nasıl bir priz olduğunu kalın kafasına bir türlü bilgi girmeyecekmiş birine anlatır gibi anlattılar. Sen kimsin bana anlayış gösteren tebessümle yaklaşıyorsun diyecek oldum, amaaann boşver dedim. Uğraşamayacağım. Robin Williams ölmüş zaten!

Benim için ışıldayan gözlerini gördüğümde gülümsediğim bir insandı. Hafta sonu babam televizyonda bir filmini izliyordu, "aa ne severim, ne harika bir oyuncudur" dediydim, elimi attığımı kurutuyorum. Çok bencilim, ölmesine bencilce bozuldum. Her gidenin gidişine bencilce bozuluyorum ve ölenlerin ardından kendimi daha yalnız hissediyorum ve daha olgun, daha yaşlanmış... Çünkü gidenler giderken geçmişin anılarını yanlarında götürmüyorlar, özlemini çekelim diye koynumuza bırakıp gidiyorlar. Gidene değil, kalana zor.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #128

"Cumhurbaşkanı hırsız olmayacakkk!"
Arca: bak doğru söylüyor cumhurbaşkanı hiç hırsız olur mu? Olmaz!
................

Arca, biraz bazen kelimeleri birbirine karıştırır :)

Tatil eğlenceleri kitabında yunus gösterisi sayfası var. 
Y: hiç hoşuma gitmedi!
A: aa neden annem?
Y: yunus gösterilerine prensip olarak karşıyım!
A: prens mi? Prens ne?!

yazmayayım diyorum yok duramıyorum

En son ne zaman umut etmiştim? Sanırım yerel seçimlerdi.

Çok pis oyunu düşürecektik, çok fena bozum edecektik. Edecektik değil mi?

He canım he gülüm he…

7 Ağustos 2014 Perşembe

Her değişiklik arayan kadın saçıyla oynayacak değil ya?!

Geçen bir okuyucu (adı yoktu da o yüzden okuyucu dedim) fark etmiş, niçin blog listesini kaldırdın demiş. Böyle böyle eksile eksile blog kendini imha edecek haberiniz yok : ) Hehe tabii ki ondan değil. Blog listesini kaldırıyorum arkadaş! Ne gerek var? Sanki millet blog mu yazıyor? (sık yazanlar alınganlık yapmasın!) Yazmıyor tabii… Bir bloga bakayım diyorsun en son dört ay önce içerik üretmiş. Sen blog yazıyorum deme. (Bak nasıl da profesyonel blogger’lar gibi “içerik üretmek” terimlerini kullanıyorum, allahım sana geliyorum!)

Izgara kalamar dolması

Tatil mevzusu sebebiyle kazanmış olduğum antipatiyi nefrete dönüştürmeden tarifi vereyim bu tekneydi denizdi, kalamardı meselesi kapansın aramızda.

Tarif kısaca İlker – Yeliz ortak dötten uydurması.
Ama yok o kadar da haksızlık etmeyelim. Önce bir yerde bir yemeği yiyoruz (mesela bunu Cunda’da yemiştik), yerken hoşumuza gittiyse zaten tarifi o an oluşturmaya başlıyoruz.

“Hmm nasıl yapmış bunu?”
“Peynir fazla erimemiş bak.”
“Evet kaşar olsa bak akar, akmayacak ızgarada.”
“Permasan?”
“Yok lan ağır olur. Sepet peyniri bu…”
“Sosunda bir ekşilik var, nar ekşisi değil de soya sosu ya da balsamik bu”
“Ben pişiririm sos senin işin, karışmam!”

Karışmadı. Ama sosa, yoksa tutmaktan temizlemeye, pişirmekten servisine kadar en ince ayrıntısına kadar muhteremin ellerinden çıktı kalamar ızgara.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Yeni yepyeni bir şeyi çocuğunuzla tecrübe ettiniz mi hiç?

Çocukla tekrar çocuk olma şansın var. Çünkü onların kahkahasındaki saf mutluluk ve neşe, başka hiçbir şeyde yok. Çocuklar belki de kendi çocukluğumuza dönmemizi sağladıkları için bu kadar seviliyorlar. Yoksa mesela benimki bazen çekilecek bok değil!

Keyfimin kaçtığı bir akşamdı. Olur öyle arada. Kaçar, sonra bir yemek yaparım, yanına güzel bir şarap açarım, hatta yemeği yaparken şaraba başlarsam daha bile güzel olur. Zira kokusuyla yemeğin, tadıyla şarabın, terapi başlamıştır. 

Terapi dediğin şeyi bir yoga merkezinde, bir dağ başı meditasyonunda araman manasız.
Terapi, yaparken dünyadan koptuğumuz şeylerin bütünüdür ve bu kişiden kişiye değişir.

5 Ağustos 2014 Salı

Kafasına edeni bulmaya çalışan küçük köstebeğin hikayesi

“Bana kitap alacaksan, hayvanlı al, böyle hayvanlı olsun, sonra eğlenceli olsun”
Emrin başım üstüne majesteleri! Neymiş efendim, o aldıklarım öğreticiymiş, şöyle yap böyle yap diyormuş. 

Nerde o önüne her koyduğuma gömülen çocuk nerde?

Aklıma geldikçe, birilerinin tavsiyesinde gördükçe favori listesine eklediklerimi açtım önüme. Ciddi ciddi araştırdım, hangisi komik, hangisi hayvanlı…

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Haller haberler

Bloga tek satır yazmamışsam da internet detoksu filan yapmış değilim. Tekneden boy boy fotoğraflarımı, şaraplarımı, kitaplarımı, yer cücesini, balıkları kalamarları ve daha nicelerini instagram’da paylaştım. Blogun pabucunu dama filan atmadım, instagramın tatil fesatlıklarımı göze sokmanın daha iyi bir yolu olduğunu düşündüm. Puhahahha kılım yav, harbi kılım! Son günboynumun tutulmasını hak ettim kanımca, milletin gözüne sokarsan…

Bizimkilerle geçirdiğimiz bol kahkahalı iki günün haricinde bu tatil umumiyetle Çeşme’de ikamet ettik. Zira İlker teknesiyle haşır neşir olmak, balık tutmak, karadan ziyade denizde vakit geçirmek istedi. Bunca yıllık kocamı kıracak değildim ya…(istemem yan cebime:P) 

Bu tatilde çok yeni kararlar aldım. Hayır, istifa edip sayfiyeye taşınmıyorum (keşke:P) 

25 Temmuz 2014 Cuma

Hep mi aptaldı bu ülke? yoksa ben yeni mi aydım meseleye?

Aziz Nesin, aptal olduğumuzu söylediğinde ve bir oran verdiğinde, %60 mı demişti, “ya tamam da o kadar değil ya”, demiştim. Pembe bulutların üzerindeymişim meğer. 

Ülkenin büyük çoğunluğunun aptal olduğunu görmek için twitter’da biraz vakit geçirmek kafi.

Bir tatlı hanım kardeşimiz ne demiş?

24 Temmuz 2014 Perşembe

İnternetten alışveriş nasıl yapılır?

Benim gibi zamanınız yoksa eşek gibi yapılır!

Yok yav işin geyiği filan değil. Eskiden yani araba ile işe gidip geliyorken haftada bir Forum’a kaçar, özellikle indirim zamanı tozunu attırırdım mağazaların. Ay bilmeyen de beni alışveriş manyağı sanacak. Evet manyak ama senin bildiğin anlamda değil. Ben manyakların satın almakta zorlanan cinsiyim. “Bunun ederi bu” yaklaşımım ve cimri kişiliğimle alışverişten eli boş döndüğüm günler, satın alma yaptığım günlerden daha çoktur.

Neyse o günler geride kaldı.

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Beni entel edenler utansın!

Geçen akşam İlker ve Arca hafıza kartı oynuyorlar halının üzerinde. Ben ise hayretle bakıyorum bu ikisine. Hayret edilecek durum şu ki; bu ikisi güya oyun oynuyorlar ama tepelerinde bangır bangır televizyon açık.

Televizyonda da belgesel filan yok hani çocuk iki hayvan yüzü görsün.

Memetali beeeyy var.

22 Temmuz 2014 Salı

Benden sosyal medya fenomeni olmaz! Neden mi?

Bu aşağıdaki fotoğraf gibilerini paylaşıyorum mesela, yetmez mi:)) 

Tamam tamam sulandırmayacağım.

Kokmayın kardeşim! Sabahın köründe kokmayın!

Toplum tarafından kabul görüldüğü şekliyle bakımsızlığa lafım yok.

Bakınız gençler, bakımsızlık konusundaki genel geçer kriter, açık ayakkabıya ojeli parmak, yaz sıcağında bir kalıp makyaj, kılsız kol, fönlü kafadır. O parmaklar pislik içinde olabilir ama hayır ojeli olacak. Sıcaktan rimelin akabilir ama o fondöten sürülecek, kıl mevzusuna girmeyeceğim, ama o kafa üç gündür yıkanmıyor bile olsa fönlü olacak. Budur yani…

Biraz daha abartıp giyim kuşama girersen, benim takım elbisemle kombinleyerek sırtıma taktığım laptop çantam bile kimine göre banal görülebilir. “Iyy Avrupa görmedin mi bacım sen?! Orada kadınlı erkekli takım elbiseli tipler sırtlarında çantalarıyla işe gidip geliyor”, demem, ezikemem, açıklama filan yapmam. Ben takarım, rahatıma bakarım. Laf aramızda harbi rahat yav!

Sen bana bakma benim zaten bir günüm bir günüme denk değil. Bir gün spor ayakkabı ile işe giderim, bir gün kalem etek yüksek topuk ayakkabıyla. Bu ara favorim, her gün elbise altına sandalet, oh be püfür püfür… Makyaj filan da yapmıyorum, ne lan bu sıcakta!

Dediğim gibi senin makyajsız olman, ayağının çirkin olması filan umurumda bile değil!

21 Temmuz 2014 Pazartesi

#deliduman

Bazı kitaplar çok merak uyandırır, tavsiyesine güvendiklerinden iyi eleştiriler duymuşsundur, günceldir, önemsediğin kalemler “oku” buyuruyordur. Okursun, diğer tüm kitaplar sırasını bekleyedursun…

“Deliduman” beklerse, sanki o tılsımını yitirecek bir kitapmış gibi geldi bana. Zaten şöyle birkaç sayfasını çevireyim bakalım nasılmış deyince birden içinde buluyorsun kendini. Bırakmak mümkün değil. 

Kenarda köşede kıyıda kalmış bir sahil kasabasında başlıyor öykü. Kasaba tam bir Türkiye gerçeği, sanki merceği tutmuşsun o küçük yüzölçümüne ve Türkiye’yi seyrediyorsun.

Her bir karakter o kadar tanıdık o kadar bizden ki…

15 Temmuz 2014 Salı

PAPYON: Güven nesnesi mi? Yoksa bir şeylerin eksikliği mi?

Arca ile babası süpermarkete gittiklerinde para atıp oyuncak yakaladıkları oyunu oynarlar ve bir ayıcık kazanırlar. Arca bu ayıcığı pek sever. Bir gün sabaha karşı uyumakta olan annesinin yanına kıvrılır ayıcığı ile ve annesine “bu ayıcığı çok seviyorum, adı ne olsun?” diye sorar. Annesi uyku sersemi, açık tek gözü ile oyuncağa şöyle bir bakar ve boynundaki papyondan başka hiçbir ilginç özelliği olmadığı için “papyon” olsun deyiverir. Arca ismi benimser, öyle çok benimser ki annesi “ayıcığını çek annecim” gibi bir cümle sarf ettiğinde hiddetle “onun adı ayıcık değil, PAPYON” diyerek ağzının payını verir. Aynı hiddet, Papyon için “şu” “o” “oyuncak” “hayvan”… gibi kelimeler kullanıldığında da vukuu bulur.

Pencereme aşk kondu

Her yaz başı yaz kitapları listesi yaparım. "Yaz kitabı ne lan, kitabın mevsimi mi olur" diyene de teessüflerimi sunarım. Olmaz mı yav? Misal kitap kulübünde Eylül için Virginia Woolf’tan “kendine ait bir oda”yı seçtik. Eylül o kitaba yakıştırdım ben. Okudun mu desen okuduğum ettiğim yok da öyle işte hissiyat de geç…

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Dumur diyalog #127

Reklam vs... yayınlıyor, bisikletin parasını bir şekilde çıkarmaya çalışıyor olabilirim ama verdiğim sözleri de tutuyorum, hemen sıcak sıcak pazartesi sendromuna iyi gelecek bir dumur diyalog...
............
Babasıyla yaklaşık yedi kilometre bisiklet bindikten sonra, yemek yemeye bile mecali kalmamıştır. Kafası makarnanın içine düşecekken İlker, Arca'ya takılır.
İ: Arca ya, yemekten sonra bir tur daha atalım mı?
A: Sen tur atabilirsin, Avusturalya'daki evlerin çatısına kadar gidebilirsin.
İ: Sen?
A: BEN BURDAYIM!!

10 Temmuz 2014 Perşembe

Middlesex

Çok karakterli romanın merkezindeki karakter bir hermafrodit yani çift cinsiyetli bir insan. Bu genetik bir farklılık aslında. Ve hepimizin aşina olduğu homoseksüellik, travestilik veya transeksüellikten çok farklı bir şey. Dişi olarak doğup hayatının belli bir dönemi kız çocuk olarak yaşadıktan sonra erkek oluyor kahramanımız. Ama tam erkek oluyor diyebilir miyiz? 


Hayır! Bence hayır. O tam anlamıyla bir üçüncü cins. Ne dişi ne erkek…ve üremesi mümkün değil. Aslında bu cins oldukça nadide bir tür. Belki de böyle olması, doğa ananının bize bir uyarısı. “Bak yavrum akraba evliliği yapmayın, yoksa çekinik olan bu gen açığa çıkar ve çift cinsiyetli çocuklarınız olur. Bu çocuklar üreyemez ve neslinizin devam etmesi mümkün olmaz” diyor. Aman ha neslimiz kurumasın : )

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez

Önceki üç yılı saymazsak 2008’den beri blogger’da 1510 yayın, 9860 yorum ve 962.254+ sayfa görüntüleme (milyona az kalmış) … Günün çorbasının bugün itibariyle istatistiksel verileri… 

8 Temmuz 2014 Salı

Yaşam kalitenizi artırmak için sporu tercih edin…

Reklam metni yazarı olacak kadınmışım be peh! Şimdi Gülçin yazmış da oradan aklıma geldi.

Bisikletle işe gittiğim ilk gün götü başı dağıtmış olmama rağmen dünyanın en pozitif insanıydım. Telefon da bile sesim çınlıyordu. Spor, dedim, hayata pozitif bakmanın yolu bu. Az biraz bacak iyileşsin yine bisikletle işe gitmeye devam edeceğim. Sonra ne oldu? Annem ayağını kırdı. Ne alaka deme yav, bisiklet için sabah erken kalkmak lazım, refakatçi olmaya gitmek için bisikleti bir şekilde bırakmak lazım. Neyse öylece bekledi beni… Hayır yılmış değildim, “düştüm de korktum” yok bizde. Bakma sen çocukken dere tepe bir cesaretle bisiklet binerdik, şimdi kendime azami dikkat ediyorum. Yokuş aşağı gitme konusunda temkinliyim, mümkün mertebe kaldırımdan seyrediyorum. Canımı sokakta bulmadım yani…

3 Temmuz 2014 Perşembe

Dumur diyalog #126

Y: Arca, markete gidiyom geliyon mu benle? (siz beni salon kadını sanıyorsunuz ama ben Bruce Wayne iken izmir şivesiyle konuşuyorum, geliyom gidiyon...)
A: Annecim sana eşlik etmek isterdim ama hiç sürpriz (abur cubur) almak istemiyorum.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Maksat yeşillik olsun…

"What a busy day!"
“Al benden de o kadar!” Diyecektim de İngilizcesine dilim dönmedi. Biz açıyoruz bu meşguliyetleri başımıza. Ulaşılabilir olmakla alakalı her şey. Sen elin Çinlisini whatsapp’tan wechat’ten hababam dürtersen, o da seni dürter.

Şöyle bir fark ettim de, benim işler bir rahatlamıyor. Ay sonu yoğunluğu, efendime söyleyeyim, sipariş dönemi yoğunluğu olur insanların. Benim fıtratımda yok dönemsel yoğunluk. Bende meşguliyet daimi.

Bugün bir ara bir arkadaşıma “var ya departman gibi çalışıyorum, acilen yetiştiremediğim işlerim için birini almaları lazım” gibi bir cümle kuracak oldum, peşi sıra cümlenin manasızlığına beraberce güldük. Nasıl olsa yapıyorsun yeliz, ne gerek var? Abarttığımı düşünene dalarım, bizim sektörde diğer firmaların bazı elemanlarının iş tanımını ben boş zamanlarımda icra ediyorum, öyle bir profesyonel yaşam hallerindeyim. Harbi söylüyorum. Geçen hafta derneğin komisyon toplantısındayız, bir konu gündeme getiriyorum, katılımcılar “ay ona bizim şirkette başka arkadaş bakıyor” diyor. Başka bir konuyu aktarıyorum, eh o ithalat departmanının işi diyor. Ulan ben bunların hepsini kendim yapıyorum diyecek oluyorum, “enayi misin” derler diye sesimi çıkarmıyorum.

Şikayetleri dinlediniz…

Ay neyse…

30 Haziran 2014 Pazartesi

Alper Canıgüz candır!

Ve tabii ki acar dedektif Alper Kamu veledi!
Kahramanın ismini Albert Camus'tan alıp almadığını düşündüm önce ama sanırım değil. Enterasan bir velet. Bünye beş yaşında ancak zeka uzay. Çokbilmişliklerinde tam bir roman kahramanın gerçek üstülüğü var Alper Kamu'nun.

İlk kitabını birkaç sene önce okumuştum, "oğullar ve rencide ruhlar", yaz kitabı arayışına girdiğimde ve eğlenceli ne okunabilir dediğimde ilk aklıma gelenlerden biri Alper Canıgüz oldu.