31 Ocak 2017 Salı

#14 ve #15

#14 : keşke arkadaşım olsa dediğin ünlü kim?

İki gündür bunu düşünüyorum. Hiç bulamadım. Pek ünlü de bilmiyorum ondan mı acep?

29 Ocak 2017 Pazar

On yıl sonra nerede, nasıl yaşamak?

Geçenlerde anlatmıştım, hani İlker'in telefonda, biz şimdi on sene sonra filan gelsek, şehirden uzakta yaşasak, sıkılır mıyız? diye sorduğunu ve benim de hiç tereddüt etmeden "sabit gelirim olsa, on sene beklemem bugün bile yaşarım, hiç de sıkılmam, çok eğleniriz ne diyorsun" diye cevap verdiğimi.

On yıl sonrası için şimdilik iki olasılık üzerine hayaller kuruyorum. Biri yukarıda anlattığım gibi, muhteremle sayfiyede kocamak! Hatta bak şöyle bir hayal, tek katlı, asgari konforda bahçeli ev, bahçesinin ciddi bir bölümü bostan olacak, - evde bir saksı kaktüsü bile öldürebilirim ama bahçe olayından az buçuk anlarım - mümkünse denize de yakın olsun bir zahmet, hava iyi oldu mu balığa çıkalım muhteremle, kötü oldu mu, evde film seyredelim, ben okurken veya yazarken o maç izlesin filan...

28 Ocak 2017 Cumartesi

#12 : 10 yıl içinde hayatında neler değişti?

Neler olmadı ki?

On yıl önce İstanbul'dan İzmir'e taşındık. Evlendiğimizde çok severek taşındığımız Bakırköy'deki o eski apartmanın birinci katındaki sıcak evimizi boşaltıp toplanıp geldik İzmir'e. Ailelerimiz ve çocukluk arkadaşlarımızla sarmalandık, İstanbul'u hiç aramadık. Zaten nesini arayacaktık? Trafiğini mi, yalnızlığımızı mı, iki yakamızı bir araya getiremeyişimizi mi? Ben zaten on yıldır ayda iki defa gidiyorum ve İzmir'e her dönüşümde derin bir nefes alıyorum, çok şükür...

27 Ocak 2017 Cuma

Challenge #10 ve #11

Hiç unutmak istemediğin anın nedir diye sorulmuş.

Arca ile çok kahkaha attığımız bir an var mesela, baş başa bisikletle sahile indiğimiz, güneş batarken denize girdiğimiz karanlık sularda yüzdüğümüz o gün, Arca'nın gözlerindeki "ilk defa yapıyorum çok eğlenceli" bakışını gördüğüm an. İlklerini birlikte yapmaya bayılıyorum. İki tekerlekli bisiklete adam akıllı binmeyi öğrettiğimde de vardı o bakış. Babasıyla ilk kalamarını yakaladığında da... Bir çocuğun gözlerindeki o ilk defa başarma anı... Onu hiç unutmak istemiyorum, o bakış hayatta tutan, bir işe yaradığını, önemli olduğunu hissettiren bakış.

25 Ocak 2017 Çarşamba

#9: Göç etmek zorunda kalsan hangi ülke?

Gündeme girmek istemezdim ama madem soru geldi, samimiyetle söyleyebilirim:
Göç etmek zorunda kalacağız zaten. Zira bu ülkede kimin uğruna değerlerimi, düşüncelerimi savunacağım ve direneceğim bilemiyorum. Kendimi bu ülkenin yabancısı gibi hissettiğim sürece göç etme fikri hiç de uzak gelmiyor.

24 Ocak 2017 Salı

Challenge #7 ve #8

Challenge #7: Hangi hayvan olurdun?

Bu soruya cevap bulamadım. Ciddi bir zaman dilimini düşünmeye ayırmama rağmen bulamadım. Muhtereme sordum. Senden hayvan olmaz dedi. Haklı. Hayvan sevmiyorum ben. Allahın yarattığını sevmemek ne büyük günah ama sevmiyorum işte.

Kedi köpek zinhar haz etmem. Balık kuş manasız. Bulamadım.

#6: hatırladığım en eski anı

Denizde kum bende anı! 
Doğumundan yıllar evvel vefat eden dedesiyle ilgili anılara sahip bir insan için çok sakıncalı bir soru:) Başlıyorum:

21 Ocak 2017 Cumartesi

#5 : her zaman ve bazen özlediğin iki şey

Aylar önce facebook'ta bir reklam filmine denk geldim. Ne reklamıydı hatırlamıyorum, çocuklar oynuyordu. Çocuklar çocuk gibi neşe içinde şarkılar söyleyip dans ediyorlar, oradan oraya kaygısızca koşuşuyorlardı. Başarılı bir çekimdi bence, zorlamasız, doğal, ah bir hatırlasam hangi reklam olduğunu.

20 Ocak 2017 Cuma

#3 & #4

Soru 3: Hayatın bir kitap/film olsa türü ne olurdu?

Ruh halime göre ortaya karışık aslında.

Bu aralar yakın çevreme sorsanız, psikolojik manyak, hatta paranoyak bir film karakteri olduğumu söyleyebilirler. En son geçen gün birlikte yemek yediğimiz iş arkadaşımı sofradan kaçırdım.

18 Ocak 2017 Çarşamba

Palm yağı, nutella hüsranı, sürprizler ...

Geçen haftaydı, önce BBC'nin sitesinde okuduk (bunlar hep ingilizce biliyorum havaları:P), İtalya'da ve Avrupa'da palm yağı kullandığı için süpermarketlerin Nutellaları raftan indirmesi ile ilgili bir haberdi. Ben evdeki diğer iki nutella canavarına durumu anlattım, moraller biraz bozuldu. PMS dönemi olsaydı en çok ben isyan ederdim, o nutella kavanozlarının dibini kim kaşıklıyor sanıyorsun?

Aradan birkaç gün geçti, haber bizim sitelere de düştü. Nutella'nın üreticisi, yok kalite düşer demiş de, palm yağından vazgeçmek istememiş de... Gıda mühendisi değiliz tabii ki çok anlamıyoruz ama meselenin Bilalcesi şu; bu palm yağı normalde zararlı değil fakat gıdalarda katkı maddesi olarak kullanılması için bazı işlemlerden geçirilip rafine edilirken kanser yapan bir maddeye dönüşüyor.

Evdeki nutella tüketicisinden küçük olanını yanıma kattım, ipadi açıp haberi okuttum. Bilimsel filan deyince seninkinin bir dötü tutuştu. Hemen bizim raftakinin içeriğine baktık (berikinin hala içinde bir umut belki bizim kavanozda yoktur, henüz seri üretime kafa basmıyor) palm yağı!

Challenge #1 ve #2

Bloglamanın en eski geleneklerinden biri mimlemek ya da bir challenge davetine icabet etmek.
İçinden geliyorsa tabii, zorlama yok.

Ben canım Leylak dalı'nın yazısında gördüm, içimden geldi katılıyorum. Sorular da hoşuma gitti, biraz beni bana, biraz beni okuyana anlatacak sorular. 

14 Ocak 2017 Cumartesi

Gerçek

"Tüm mutlu anılarımızın bir köşesinde bir gıdanın olması ne ilginç değil mi?"

İlker de ben söyleyince fark etti, "a sahi" der gibi gülümsedi. 

Akşam pişirdiği etlerden payıma düşenin bir kısmını ertesi güne neden bırakacağımı Arca'ya anlatıyordum. İlker'in özenle pişirdiği etler ve benim soslu spagettimden oluşan tipik bir cumartesi sofrasındaydık. Arca'nın kendisini hem dışlanmış hissettiği hem de deli gibi merakla dinlediği üniversite yılları anılarımız sofranın sohbet konusuydu. 

13 Ocak 2017 Cuma

kısa #18

Geçtiğimiz haftalarda İlker'e dolar alalım diyorum, hani pasaport filan aldılar, belki ufak bir tatil yapacak oluruz, kenarda dursun. İlker, yok dedi deli misin hesabında yastığının altında doları olanı vatan haini ilan ederler, aman diyeyim. Yok artık daha neler dedim, espri yaptı sanıyorum.
Meğer benim muhterem ileri görüşlü bir zat imiş, bilememişim.

Zaytung haberi değil, gerçek:
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/659164/Erdogan_elinde_dolari_olani_terorist_ilan_etti.html

11 Ocak 2017 Çarşamba

bir bebek gece neden çığlıklarla uyanır ve ağlar?

Bir bebek gece neden çığlıklarla uyanır ve ağlar? sorusuna cevabı merak ederek bu bloga tıklayan sayın internet kullanıcısı, hoş geldiniz. Yeni anayasa, egemenliği milletten, milleti yönetme yetkisini meclisten alıyor ve tek bir insana – kim olduğu önemli değil, Ayşe Fatma Ali Veli – o TEK İNSANA veriyor. Ya o tek insan çok kötü bir insan ise? Bir bebek gece çığlıklarla uyanıp ağlıyorsa, bil ki, geleceğinden duyduğu endişedendir. Bil ki, sayın anne, bugün bebeğinin bir gece vakti ağlayarak uyanmasından, sen, endişe duyarak buraya geldiysen, bebeğin gelecekte de ağlamasın diye iş sana düşüyor.
Katıldığım bir SEO eğitiminde ilk paragrafta anahtar sözcükler bulunursa daha fazla tıklanma alır, gibi bir öneri aklımda kalmış. Ben o eğitimi aldım ama derdim bloğuma milyon tıklanma gelsin olmadığı için hiç dikkat etmiyorum önerilere, içimden geldiği gibi yazıyorum, okuyanlar biliyor zaten.
Bir süredir, gündemle ilgili eleştiri yazıları yazmamayı tercih ediyordum.

9 Ocak 2017 Pazartesi

İsyan!

Arca hasta. Cumadan başlayan nanemollalık dün gece itibariyle kırka yaklaşan ateş ile alevlendi, hane halkının tamamını silkeledi. Epeydir hasta olmuyordu, iyi gidiyor diyorduk, ateş nöbetlerini, uykusuz geceleri unutmuşuz. İki saatte bir kalkmak bünyeyi paçavraya çeviriyor.

Bu cüce hasta diye İzmir çevresindeki kar alan yöreleri de ziyaret edemedik maalesef. Arabamızın kaputuna bir kar adam yapamadan, bir kartopu oynayamadan, dötümüzün altına bir poşet koymak suretiyle ranpalardan kayamadan hafta sonunu, bunları yapabilenlerin fotoğraflarına iç geçirerek elimiz böğrümüzde noktaladık.

Neyse ki her akşam misafirimiz vardı da eve tıkılmışlığın o hasta edici ruh halinden sıyrılabildik. Ne güzel oldu…

6 Ocak 2017 Cuma

Kahramansın !

Autocad kullanmayalı paslanmışım, bir de bizim program Almanca artık ikonlarla ne kadar kotarabilirsem tırmalıyorum. Ofiste akşamüzeri saatlerim görece sakin geçiyor, zaten sabahın yoğunluğuyla o kadar yoruluyorum ki öğleden sonra üçe kadar pilim bitmiş oluyor, ben de ıvır zıvır işlerimi toparlıyorum o vakitte.

İşte böyle ufak tefek işlerimi hallettiğim, birkaç branşman çizeceğim diye bilgisayar karşısında debelendiğim saatlerde İlker aradı. Daha yeni konuşmuştuk, dişçiden çıkmıştı şarjı bitmek üzereydi, filan…

Adliyenin yakında çalışan Orçun haber vermiş, patlama diye.

Aynı anda whatsapp’tan mesajlar yağmaya başladı. Telefonlar kilit. Bir taraftan twitter… Çatışma haberleri geliyor ama canlı bomba refleksi olunca açıkçası ben hiç ihtimal vermedim önce. Tek düşündüğüm o saatte adliyede canını kaybetmiş olabilecek onlarca vatandaş. Nereden bileceğim, cesur bir polis elindeki beylik tabancasıyla kalaşnikoflu iki teröristin üzerine ateş açtığını, kendini onlarca insan için feda ettiğini.

Fethi Sekin.

Kahramansın. İzmir sana minnettar.


Sen olmasaydın… 

4 Ocak 2017 Çarşamba

Tencere yemeği

Çalışan kadının kurtarıcısı önceki akşamdan pişirilip buzdolabına konmuş tencere yemeğidir. Akşamın yedisinde eve bir ekmek bir yoğurtla girdiğinde o tencereleri ocağa koyabiliyorsan, senden rahatı yok. Ertesi güne bir öğün daha çıkarsa ne ala. Çıkmazsa, tencerenin dibindekini saklama kabıyla işe götürürsün mis gibi ev yemeğin öğlene garanti. Sofradan kalkarken de bir sonraki akşamın yemeğini hazırlayabilirsen, şahane, yarına da rahatsın.

Ne yapalım anamızdan böyle gördük.

2 Ocak 2017 Pazartesi

ışık

Geçen hafta bir akşam Jim Carrey'nin filmine denk geldim. The Majestic. Belki müthiş bir film değildi ama insana dokunan filmlerdendi. Hani izlediğinizde duygularınız ve göz pınarlarınız gıdıklanır, benim gibi yalnız izleyenleriniz de belki biraz ağlar. İşte öyle bir filmdi.

İlker'le film izlerken şöyle bir hönkürerek ağlayamıyorum. Dalga geçiyor. En son galiba Cars animasyon filminde Şimşek McQueen'in Kral'ı itekleyerek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede ağlayınca, biraz abarttığımı fark etmiş olacağım, yanımda insanlar varken ağlamamaya çalışıyorum. Halbuki ben ancak filmlerde kana kana ağlayabiliyorum, öyle de iyi geliyor ki.

30 Aralık 2016 Cuma

Hayatın küçük mucizeleri

Kitap kulübünde bir arkadaşım var, Özlem. Ama başkanım Özlem değil, hani hep bizi bir araya getiren, toparlayan, organize eden Özlem değil. Özlem Kara. Kara müthiş bir okuyucudur, okumak derken müthiş işte, benim gevezeliğim bile yetmiyor. Fakat hemen hiç konuşmaz. Toplantılarda başkanım Özlem’in çok okuyan ama az konuşan Özlem’i “sen de konuş bir şeyler söyle” diye dürttüğü, uzman psikolog Deniz’in de mesleki sorumluluğu gereği bu dürtmelere tepki gösterdiği çok olmuştur. Kara ancak ciddi baskılar altında konuşur. Başkanım Özlem bile artık dürtmekten vazgeçmiştir. Bazı toplantılarda Kara’yı konuşturmayı atladığımız bile oluyor, ama onun varlığı yeter.

Ursula K.LeGuin özel buluşmalarından Lavinia toplantısında Özlem Kara, rahatsızdı, erken kalkacaktı. Bu sebepten onu uzun zamandır ilk defa konuşması için sıkıştırdık. Lavinia, tek tek her birimizin bayıldığı bir kitap olmuştu, Kara da iki çift laf etmek istemez miydi? Hepimizin gözü kulağı Özlem’deydi.

29 Aralık 2016 Perşembe

Tercih meselesi

İstanbula tam zamanında gidip dönmüşüm. Bugün bakıyorum fırtına başlamış, toplantım bir gün sonra olsa rezilim çıkmıştı. Gerçi sabahın dördünde kalkıp akşama kadar aralıksız toplantı yapıp İzmir geri dönmek de benzer şekilde rezilimi çıkarıyor ama buna da şükür.

Havaalanındaki yarım saatlik fazladan zamanımı milli piyango bileti alarak ve kitap okurken serin serin biramı yudumlayarak değerlendirdim. Ritüeller hoşuma gidiyor. Hiç çıkmasa da her sene İstanbul’dan bilet almak mesela, yılbaşında ağaç süslemek, eve kokina almak, ışıklarla donatmak evi…

Blogda da yıl sonu yazı ritüellerim vardı. Vardı diyorum, zira bu yıl hiç dokunmamışım, şurada kaldı iki gün. Yeni yıla hedeflerle, planlarla başlamak, geçen yılı şöyle bir düşünmek… Geçen yılı kimse düşünmek istemiyor, daha çok 2016’nın kıçına tekmeyi vurma hissiyatı hakim. Eh kimseyi suçlayamayız. Yedek kulübesinden hakeme “bitir şu maçı artık” diye bağıran teknik direktörler gibiyiz.