27 Mayıs 2018 Pazar

Seyahat yazısı: Gent'te ne yenir, ne içilir?


Belçika'ya gelip de Brugge'de (Bruges - Fransızcası) bir gün geçirmeyeni dövüyorlar galiba. Zira evvelden Belçika'ya gelmiş istisnasız herkes Brugge diyor, daha da demiyor. Bu döt kadar memleketin açık ara en turistik yeri diyebiliriz.

Bizim Alaçatı gibi düşün. Bir de beni düşün, Alaçatı'nın dibindeyken tüm yaz adımını atmayan beni. Onun yerine Germiyan, Paşalimanı'nı tercih eden, dondurma yemek için bile Çeşme merkeze inen beni.

Belki de bundan sebep, daha buraya gelmeden Brugge bende öyle bir önyargı yarattı ki, anlatmam mümkün değil. Nitekim ilk gittiğimizde müthiş soğuk ve yağmurlu havaya, ikinci gittiğimizde ise korkunç bir garsona denk gelmek önyargıma tüy dikti.
- Brugge?
- Yok Brugge sevmiyom ben :( Gent'i tercih ederim.

21 Mayıs 2018 Pazartesi

Brüksel ve İzmir ya da Türkiye ve Belçika arasındaki farklar, tespitler Vol.3

Aylar geçtikçe yeni yeni tespitler türüyor, yeni tespitler türedikçe ben de üzerime düşeni yapıyor, siz canım blog dostlarıma hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak yazıyorum da yazıyorum...

Vol3.Tespit1: En doğal doğum kontrol yöntemini bulmuşlar! 
Güneş göz kırpsın bunların ayaklarında sandalet, kıçlarında şort. O götler hep yerde, o ayaklar hep çıplak! Sonra niye nüfus yoğunluğu az? O üşümeye çocuğu olur mu insanın tövbe olmaz. Benim babet çorabı giyince bile ayaklarım donuyor. Atletimi daha törenlerle çıkarmadım.

19 Mayıs 2018 Cumartesi

Şikayetler, sosyal medya, blog, hayvansız belgesel ve diğerleri

Mayıs ayı, tatil ayıymış burada. Benim gibi mayıs çocukları için ne şans! Önce doğum günümü ve işçi bayramını kutlayalım diye 1 Mayıs tatildi. Haftasına başka bir bayram, hop iki gün tatil. Bu hafta yine bir başkası. İzmir'den arkadaşlarımız geldiydi, gezdiydik derken arayı açtık. Olsun n'apalım gönüller bir olsun. Ne yapıyorum, ne ediyorum merak edenlere bir ara sıcak yazısı geçelim ;)

Önce şikayetler!

8 Mayıs 2018 Salı

"teoride desen zehir gibi, pratik dersen sallanmakta"

Geçtiğimiz haftalarda bizimkilerin mutfak gündemi çilekli pastaydı. Nereden nasıl akıllarına geldi bilmiyorum, nerelere kadar gidip pasta malzemeleri almışlar, çilek desen kasa kasa...

Cumartesi kahvaltıdan sonra baba oğul giriştiler. İlker'in mutfağı iyidir, malumunuz, lakin pasta börek işleriyle pek alakadar değildir, bundan sebep pastanın kekine kremasına kendi yorumunu katarken benim engin fikirlerimi almayı ihmal etmedi.

"Ya Yeliz kek çatlıyor pişerken!?"
"Fırının içine bir tas su koy."

Internetten tarif izliyor: "Ya adam sekiz yumurta kırdı keke! Yuh!"
"Sen de az koyma dağılır. Ha bir de yumurtalar oda sıcaklığı olsun aman diyeyim, kabarmaz."

Ben şimdi böyle sallıyorum ama bildiğimden değil, hamurişleriyle hiç işim olmaz aslında. O kadar ki, Arca, babası pasta yapasıya kadar pastanın dışarıdan alınan ve evde pişirilmeyen bir yiyecek olduğunu sanıyordu. Benimki pastane ustası gibi bir annenin yanında yancılıktan mürekkep teori.

MFÖ'nün Ali Desidero'sundaki kız gibiyim, "teoride desen zehir gibi, pratik dersen sallanmakta".

29 Nisan 2018 Pazar

Erken 1 Mayıs yazısı

Az önce Elvan'la konuştuk. Aylar sonra eften püften bir sebepten mesaj atmıştım, sonra telefon ettim. Havadan sudan konuşurken kuzenini kaybettiklerini öğrendim. Böyleyiz biz işte, birbirimizi en ihtiyaç duyduğumuz anlarda aramayı başarıyoruz. Dostluk böyle bir şey... Ve ölüm, bir sıradanlığa dur deyip hayatı sorgulatıyor, özellikle genç ölüm.

Halbuki birkaç saat evvel, İlker'le youtube'dan müzikler dinliyorduk. Voice finalistleri filan. Karşımıza Donel diye genç bir yarışmacı çıktı ve efsane babaannesi. "A-ha!!" dedim, "benim bu! Bu babaanneden olacağım ben!"

22 Nisan 2018 Pazar

Sakura

Haftada iki gün toplam altı saatini Fransızca kursunda harcamakla iyi yapıp yapmadığını sorgulayan arkadaşımın derdi, kendine hiç zaman kalmamasıydı, kendisi için bir şey yapamamaktan şikayetçiydi. Ona söylediğim şey şu oldu: "Kendi zamanından çalmıyorsun, kendin için bir şey yapıyorsun."

Kişisel gelişimde markayım şerefsizim! Ben buradan artık alır yürür, TED Talks'a geçerim, siz de dersiniz, bu kadın blog köşelerinde az yemedi bizi, neyse ki kurtulduk şimdi TED düşünsün! 

Fransızca kursu için verdiğim bu bakış açısını arkadaşım beğendi mi bilmiyorum, ben çok beğendim, tevazu gösteremeyeceğim. Nitekim, aynı kursun üç saatlik kuruna yazılırken aynı şeyi düşünüyordum: Tek beklentim yeni bir dil öğrenme deneyimi edinmek ve tabii kendim için iyi bir şey yapmak. 

Dün Arca'nın okulda gösterisi vardı. Ya kursa gidecek ve dersin yarısında çıkıp dönecektim ya da gösteriyi bahane edip hiç gitmeyecektim. Bir an gitmemeyi düşündüm ama sonra dedim ki, birkaç cümle daha öğrenirsin, hadi kalk git, hem bu kendin için bir şey yaptığın belki de tek zaman...

Meşguliyetler iyidir.

Geçtiğimiz hafta hava sıcaklığının 25 derece civarında seyretmesi, açılmayan pencereli ofisleri doğal yaşam alanına dönmüş biz masum beyaz yakalıları, terasa attı. En azından öğle yemeği için. Beyaz yakalarımızı açtık, beyaz bağrımızı güneşe verdik, D vitaminiyle vuslata erdik. İzmir'de gölge fesleğeni bendeniz bu memlekette ayçiçeği gibiyim, güneş nereye ben oraya...

17 Nisan 2018 Salı

Hallerbos

Bahar geldi. İnanması güç ama Brüksel'e bile bahar geldi. Geçtiğimiz hafta sonlarının birinde, bir pazar, yine yeniden Bois de la Cambre parkına gitmek istediğimizde, İlker çatladı! "Arkadaş madem parka gideceğiz, zibilyon tane park var, ne demeye her seferinde Bois de la Cambre'a gidiyoruz?"
"Ay işte bilmiyoruz!"
"Bilmiyoruz da neden öğrenmiyoruz?"

Geçtik bilgisayarın başına, başladık park araştırmaya. Aklımıza Kralın sarayı geldi, buranın kralı evinin bahçesini yılın belli bir zamanı misafirlere açarmış, çiçekler, bitkiler... Botanic overdose... Ama işte maalesef Nisan sonu- Mayıs ortasına denk geliyormuş bu zaman. Geçtik.

İlker'in aklına Hallerbos geldi. Haller Ormanı. Çan çiçeklerinin (bluebells) açılma mevsimi varmışmış... O da bir hafta sonrasıymış peh!

15 Nisan 2018 Pazar

Arca n'apıyor? Ya Yeliz?

Sizin çocuğunuz dokuz yaşındayken kopya çekmeye çalıştı mı?

Mesela ben biliyorum ki, annemkiler böyle bir teşebbüste bulunmadı. Ama benimki bulunmuş!

Sektör fuarına katılmak için gittiğim Milano'da bu haberi aldığımda, seyahatin akşamı, akşam yemeği ve hatta gecesinin gündemine bu cüce oturdu, benim böğrüme ise taş gibi bir utanç!

Tam fuar alanından çıkacağım, bizimkiler ne yapıyor diye aradım, bam! bomba gündeme düştü. Otele dönmeden evvel bir kadeh kırmızı şarap bir lazanya için sağanak yağıştan kendimi attığım lokantada, kırkbeş dakika, salya sümük ağlayan cüce ile sohbet ettim. Ne şarabın ne de lazanyanın tadı kaldı aklımda. Zira lokmaları yemiyor, yutuyordum, iki lafın arasında.

İlker bir dizi yaptırımı kendisine bildirmiş, en ağırı da babasının bundan gayrı ödev ve dersleri konusunda kendisi ile muhattap olmayacak olmasıymış. Bu sebepten cücenin durdurulamayan ağlamalarını durdurmakla görevliydim o gece. Hepsini biliyorum ve rica ettim muhtereme "çikolatayı da yasaklara sokuver" dedim.

9 Nisan 2018 Pazartesi

Konfor alanı

Belçika'ya taşınmaya karar verdiğimizde çevremizden duyduğumuz olumsuz tarafların başında "konfor alanı" geliyordu.

Öncelikle bizim Almancısı bol eski şirketten arkadaşlar, "aman" diyordu, "bir saçını kestirmek 50 euro'dan başlıyor hem üstelik iyi de kesmiyorlar!" Bir başkası, "yok" diyordu "senin röfleden röfleye Türkiye'ye gelmen lazım altından kalkamazsın!"

1 Nisan 2018 Pazar

"Je suis fatigue*"

Haftanın en dingin saati.

Arca ve İlker GS-Trabzonspor maçını izliyorlar. Az önce yanlarına gittiğimde ve "gol olacak" dediğimde olduğu için, beni yanlarında istiyorlar ama ben yazmayı tercih ettim, düşün artık nasıl kıymetlisin blog.

Kıymetlisin çünkü çok ama çok şey borçluyum sana. Bana iyi insanlar kazandırdın, beni iyi insanlara kazandırdın. Belçika vizesi yazısı sebebi ile bana ulaşıp akıl danışanlara, geçen yıl bu zamanlar bana yine bu blog aracılığı ile yardımcı olmuş insanlar gibi, ben de aklım tecrübem yettiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Hayatın tatlı tesadüflerinden biri daha, bana, bizim şirkette işe başlamak üzere olan bir arkadaşı bu blog aracılığı ile getirdi, umarım yardımcı olabilmişimdir.

Hayat tüm hızıyla hatta biraz da fazla hızlı akıyor burada. Allah biliyor ya bazen çok yoruluyorum.

Yorgun demişken...

28 Mart 2018 Çarşamba

"Siyah" taksi Uber'e karşı

Milano'daki fuardan dönüşüm biraz sıkıntılı oldu.

Gün içinde 20.000 adım atmışım, o yorgunluğun üzerine bir de uçak rötar yapmasın mı? Yaptı.

Bitmedi. Ablamların bavulları greve takıldı beridir, bagaja bavul vermek benim için bir tür travma,  bir de gecenin o vakti, kabinde yer kalmayınca valizimi bagaja sepetlemesinler mi? Sepetlediler.

Neyse ki kaybolmadan, greve filan kurban gitmeden aldım bavulumu, atladım taksiye. Taksiciye adresi verdim, ringi önerdi. Şehrin içinden git, gece vakti ne trafik olacak diyecektim ki, vazgeçtim. Belli ki adam yolu uzatıp yolunu bulma derdinde, benimse şirketin parasını gözetecek halim yok, he dedim, ringten gidelim.

26 Mart 2018 Pazartesi

Dumur diyalog #169

Evin sokağındaki bütün ağaçları kestiler. O yemyeşil yamaçlar çıplak kaldı, keyfimiz kaçtı.
Ailenin gündemine oturan bu meseleyi İlker ve Arca aralarında konuşuyorlar.
İ: N'apacaklar acaba buraya Arca, ne diyorsun?

17 Mart 2018 Cumartesi

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.25

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" serisinden şahane dizi olur. Evet belki bir Fi, belki bir Ufak Tefek Cinayetler ligine giremez ama Gülse Birsel'in bir dal "ay ilahi Yeliz"ini alırım kanımca. Jet Sosyete'yi izliyor musunuz bu arada? Ben bayılıyorum, Gülse Birsel'den ötürü.


Salaklık derken, katiyen abartmadığımı serinin takipçileri iyi bilirler. Gurur duymuyorum, utanmıyorum, neysem o. Maksat bu diyardan göçüp gider isem - ki çivi çakacak değiliz hiçbirimiz - , benden geride kalanlara bir hoş seda olsun diyerekten kaleme (klavyeye) almak, ha bir de okuyanların yüzünde bir tebessüm aşk etmek... ağız dolusu kahkahaya da hayır demem!

Herkes hazırsa başlıyorum.

11 Mart 2018 Pazar

Brüksel ve İzmir ya da Türkiye ve Belçika arasındak farklar - karşılaştırmalı tam liste Vol.2

Bu Vol.2'nin tamamını okul ve eğitim sistemine ayırsam, Vol.2.1 - Vol2.2... diye uzar gider aslında.

Belçika eğitim sistemi hakkında çok derin bilgilere sahip değilim. Dilini daha kolay öğrenir düşüncesiyle Flamanca eğitim veren bir okula yazdırmak için epey uğraştım. İyi mi kötü mü oldu zaman gösterecek. Zira pratikte ve okuldaki öğrenciler tarafından Fransızca konuşulan bir muhitte Flamanca eğitim cesurca bir karar aslında, şimdi fark ediyorum. Ama sanırım başa dönsem yine Flamanca eğitim veren bir okula gitmesini isterdim. Çünkü öğrendiğime göre Flaman hükümeti eğitime daha fazla bütçe ayırıyormuş. Böylece sınıflar daha az kişilik, eğitim olanakları daha fazla oluyormuş. Arca'nın Flamanca öğretmeni dediydi. Doğru aslında, bak mesela Arca'lar 14 kişilik bir sınıfta eğitim görüyorlar. İzmir'de yılda 35.000 TL civarı bir okulda okurken sınıf 23 kişilikti. Lego kursuna gitmesi için fazladan ücret ödememiz gerekirdi, bunların şimdi kocaman bir lego sınıfları var. Geçen dönem futbol oynarken bisiklet binen çocukları rahatsız ediyorlar diye hemen bir futbol sahası ayarlanmış.

Okulla ilgili bize hala garip gelen birçok nokta var.

7 Mart 2018 Çarşamba

Haller haberler'de bugün: Yuvarlanıp gidiyoz

"N'abıyonuz? Ay oldu sesin soluğun çıkmıyor bacım, n'ettiniz?" diye soranlara gelsin: Yuvarlanıp gidiyoz.

Son yazımın üzerine üç dört tane yazı yazmış taslağa atmışım. Yazıp yazıp yayınlamamamın sebebi hiçbirini okuyanların beğenisine sunmaya layık görmediğimdendi. Ya da aslında şiddetle layık görüp olgunlaşmaları için demlendirmemdendi. Olsun, gün gelir okursunuz, günler çuvala mı girdi?

Eften püften püfürükten bir post yazacağımı daha şimdiden biliyorum, size de söyleyeyim, okumak zorunda değilsiniz. Dün Stuttgart'tan araba ile dönerken maillerime bakıyordum, içimden de ne vakittir bloga birkaç kelam yazamadım, ayıp lan diyordum. O vakit Serap'ın maili düştü, neredesin, diyordu. Ah nerede olacağım buradayım ama gel gör ki, feci yoğunum. Bak şimdi İlker ve Arca bir maç izlemeye daldılar da, attım kendimi klavyenin başına.

12 Şubat 2018 Pazartesi

Blog 10 yaşında! Mutlu yıllar blog :)

Canım blog 10 yaşında!

Bu gece kutlamak için güzel bir şarap açtım ve blog arşivinden rastgele yazılarımı tıklayarak zamanda yolculuk yaptım. Kişisel tarihime...

Önce ilk yazılarımı okudum. Neden bilmem, hiç öyle blog yazmaya başlıyorum, diye bir girizgah yapmamışım, direkt iş için gittiğim Kore'yi anlatmışım. Galiba başlangıcı olanın sonunun da olacağını düşünmemdi sebep, belirsizden gelip sonsuza gitsin istemişim belki, belki de vedalara olduğu kadar merhabalara da mesafemdendir.

Görkemden uzak bir başlangıç, görkemden uzak, benim gibi...

10 Şubat 2018 Cumartesi

Kitap yorumu: Mutfağın Hatıra Defteri

"Buralar dutluktu" diye bir başlarsam roman olur şerefsizim!
Ama öyleydi. Yüzlerini hiç görmediğimiz insanları, yazıları ile sevdiğimiz zamanlar vardı.
Sonra?

Sonra soruyoruz : İçerik öldü mü?

Öldü tabii, helvasını bile yedik cümleten, ruhuna El-fatiha.

8 Şubat 2018 Perşembe

Ofis feministliğinin tatlışlığı

Geçen haftaydı, öğlen yemeğine biraz geç indim. İşe yemek götürmediğim ve yarım sandviç ile çorbaya talim ettiğim bir gündü. Masalar hemen hemen boşalmış. Bizim ofisten Belçikalıların ağırlıklı olduğu grubun yanına oturduk. Masadakilerin elinde bir telefon, bana dönüp uzaktan gösterdiler, yarım yamalak Torino'daki eventten bir sahne olduğunu seçtim, beni de sahnede mi paylaşmışlar acaba dedim. Yok ya bana bayağı kızmış gibiydiler. Niye ya n'oldu? Sahnedeki modelleri gösteriyorlarmış meğer. Ben de tebrik edecekler sandım, saf mıyım salak mıyım?

4 Şubat 2018 Pazar

Özledin mi beni blog?

Allah biliyor ya ben seni özledim, daha doğrusu yazmayı. Her gün klavye döven parmaklarım, blogspot dashboardını görünce yeminle coştu. Ayrı kaldığımız günlerde takipçilerim artmış. Sahi o nasıl oluyor? Hala bloglar okunuyor mu? Allah seni inandırsın, sanıyorum ki, bir sen, bir ben, bir de bizim birkaç yorumcan okuyor. Ve inanmazsın, bu da insana başka bir özgürlük bahşediyor, şükür. Kendim için yazmanın özgürlüğü hiçbir şeyde yok. Varacağın noktanın stresini değil, sürdüğün yolculuğun tadını çıkarmak gibi ... Anladın sen onu:)

Efendim, sebeb-i yokluğum tamamen iş. Allah başka vesile ile ayrılık vermesin. Torino'da bir ürün lansmanı vardı ve benim de, ikincisi sürpriz yumurta gibi son anda çıkmak suretiyle, iki önemli görevim. Projenin ortasında işe başladığımdan anca ucundan kıyısından dahil olduğum klimanın eventi.

15 Ocak 2018 Pazartesi

"Eyvah büyüyor!" dediğim anlar

Banyo, her seferinde biraz daha eksilerek dahil olduğum, bana duyulan ihtiyaç azaldıkça üzüldüğüm merasim. Sürece, sadece öncesinde tırnak keserek, sonrasında saç kurutarak dahil oluyor, arada bir de yokluyorum artık. Bugün bir başkası daha ellerimden kayıp gitti: tırnak kesmek. Artık onu da kendi yapıyor. Muhtemelen çok önceden kendisinin yapabileceği bir şeydi ama ben öğretmeye, göstermeye, denemesine hiç çaba göstermemiştim.

Bizde tırnak olayının hassasiyeti var. Doğduğundan beri her zaman tırnaklarını ben kestim. Sonra dört yaş civarı kesemedim, çünkü tırnaklarını yemeye başlamıştı. Sonra bir gün tekrar kestim, o tekrar kesmeye başladığım günü gözyaşları içinde anlatmıştım, hala hatırlayanlarımız vardır. Bugün denemek istedi, makası eline verdim ve bitti. İşte böyle böyle "eyvah büyüyor" dediğim anlar birikiyor.

14 Ocak 2018 Pazar

Brüksel karşılama merasimi

Bugün güneşi gördük. Yolda giderken bulutların arasından şöyle bir görünüverdi. Beş dakika kadar. Bence Brüksel için kayda değer bir süre.

Burası o kadar bulutlu o kadar bulutlu ki, aralık ayı boyunca toplam sadece 2 saat güneş görünmüş. Bu 1934'ten beri bir ilkmiş. İstanbul'a gri fanus dediğim zamanları anıyor ve çok özür diliyorum. Allah benim belamı da böyle veriyor, güzelim İstanbul'a bok atarsan... Brüksel seni böyle karşılar.

Brüksel'in bir karşılama merasimi de benim canım gözüm bisikletimi gasp etmek suretiyle oldu. Evet, yılların takipçileri hatırlar, o bisikleti ben bu bloga aldığım reklamların paralarını denkleştirmiştim de alabilmiştim. Neay!!! Tıklarken helal etmediniz mi len!?

13 Ocak 2018 Cumartesi

Kitap yorumu: Aşık bir adam

Az önce Karl Ove Knausgaard'ın "Aşık bir adam"ını bitirdim. Bu adam bende yazma isteği uyandırıyor, yazık ki, okurken onun yaşamının içinde yaşarken yazmanın yanına yaklaşamıyorum. Bu seriyi bana okutan Tufan'a "senin adamı elimden bırakamıyorum" diye mesaj attığımda, "araya başka kitaplar al" tavsiyesinde bulunmuştu, haklı biraz es vermeli.

4 Ocak 2018 Perşembe

Dumur diyalog #168

Yılbaşı hediyeleri hakkında konuşuyoruz.

A: İki hediye alacaksınız.
İ: O niye?
A: Ne demek niye!? Madem geldik, burada hiç akrabamız yok onların alacağı hediyeler ne olacak? Onların da alacağı hediyeleri alacaksınız!

.....................................................................

Brüksel ve İzmir ya da Türkiye ve Belçika arasındak farklar - karşılaştırmalı tam liste Vol.1

Bu akşam eve erken geldim. Daha doğrusu normal saatte geldim ama genelde fazla çalıştığım için bizimkiler şaşırdılar. Tatil sonrası beş dakika fazla kalamadım. Beş gibi eve damlayınca, kaç gündür salladığım patatesli yumurtayı yapmamak için haliyle kaçamadım. Ama yanına annemin mis gibi tarhanasıyla havuçlu marullu salatayı da kattım ki, kızartmaya dadanmasınlar.

Ay bunlar pek fena! Bak yine şikayet edeceğim. Geldiklerinden beri benim moral tavan, bir de muhteremin yemekleri pek şahane olunca kilo aldım yav! Neyse işte sebzeden yana fazla da seçenek olmayınca, böyle çorbaydı, salataydı, derken sağlıklı beslemeye çalışıyorum.

Ne diyordum? Akşam. Yemeği yiyince bana bir miskinlik çöktü, girdim battaniyenin altına, o ikisi PES maçı yaparken uyuklamışım. Tabii şimdi akşamın bu saati cin gibiyim. Söylemesi ayıp bir bira açtım keyfine, Zara'nın online indirimini değerlendirirken Leffe triple yuvarlamışım.

İlginçtir (aslında hayır değildir, zira ülkenin alım gücüne göre aynı mala farklı fiyat uygulaması global şirketler için olağandır) burada bok gibi para ödediğin aynı malı Türkiye'den neredeyse yarı fiyatına alabilirsin. Aldım. Ay sonu gelecek ablamların bagajını biraz şişireceğim artık :)

31 Aralık 2017 Pazar

2018 hedefi

Hyyge üzerine yazdığım yazıya gelen yorumlardan biri, Jardzy'e aitti.
"Itirazim var. mutlu insanlar refah icinde yasar. Mutlu ve güvende olan insanin para ile derdi olmaz. Para ve refah kendiliginden gelir. Bizim ülkemiz de degisecek ve temenni ettigimiz o ulke olacak."

Gerçi açık konuşayım, ay sonunu getiremeyen, asgari ücretin son zamla bile Almanya'daki işsizlik maaşından düşük ve açlık sınırının altında olduğu, emekliliği mezarda göreceğini bilen bir vatandaşımıza gel de hyyge niyetine kestane çizelim, sobaya koyalım (kilosu ekim ayında 70 TL imiş?) yanına çay demleyelim de kaygılarından kurtul, diyelim, kanımca ıslak odunla dayağı yeriz. 

Lakin ben Jardzy'nin neyi kast ettiğini az çok biliyorum ve sonuna kadar katılıyorum, dahası artırıyorum!

AŞMIŞ İNSAN.

28 Aralık 2017 Perşembe

Tatil

Ofis Christmas'ı yeni yıla bağlamış, cillop gibi tatilim var. Sanırım bu şekilde işyeri tatilleri, Avrupa'da oldukça yaygın. Bense iki gün Noel tatili yapacağız derken bir hafta tatili Meksika dalgasıyla karşıladım.

25 Aralık 2017 Pazartesi

İlginç ?

Geçenlerde Yıldıray'ın Blogcu Anne'deki yazısına denk geldim. Gülümseyerek okudum, bizim hayatımızdan izler buldum. Bana oldukça olağan gelen, anne dışarıda çalışırken babanın çocukla evde kalması durumunun aslında pek çoklarına "farklı" geldiğini fark etmemi sağladı. Ve bizim jenerasyonun mahalle ortamında büyümüş erkeklerinden muhtereme bir defa daha saygı duymamı da...

Yurtdışında yaşama kararını İlker'le uzun sohbetlerimizin neticesinde vermiştik. Toparlanıp gidecek değildik. İş bulmamız lazımdı. Kurumsal hayatı on sene evvel İstanbul'da bırakmış olan muhteremin tekstil mühendisliği diplomasıyla iş aramasındansa, hali hazırda global bir şirkette çalışan şahsımın girişimde bulunması daha mantıklıydı.

23 Aralık 2017 Cumartesi

Muhteremin "ölüyü dirilten et suyu" tarifi

Geçenlerde bir akşam iş dönüşü epey yorulmuşum, hani nasıl derler dokunsalar yıkılacağım. Asansöre bindim, kapısı açıldığı anda burnuma enfes bir koku geldi. Hmm birileri nefis bir şey pişirmiş... Üçüncü kata geldiğimde aşağıdaki kokunun sadece bir fragman olduğunu anlamıştım. Sabırsızca anahtarı arandım ve nihayet eve girdim. O koku evet sadece o koku şahsımı diriltmeye yetti. İlker'in pişirdiği sadece ve sadece et suyuymuş. Sadece demek haksızlık oluyor ama öyle...

Muhteremin mutfakta yarattığı harikalara "makarna pişirdi" "et suyu hazırladı" "mantar çorbası yaptı" gibi cümleler sarf etmek de öyle...

10 Aralık 2017 Pazar

Öyle işte...

Eşyalarımız geldiğinde alelacele sıraladığım kitaplarımı az önce ani bir kararla düzenlemeye başladım. Çünkü İlker'e fazla bulaşmak istemiyorum, zira maçla ilgili alakasız yorumlarım evdeki futbolseverleri ziyadesiyle sinir ediyor. Aile bütünlüğümüzün hayrı için maç süresince başka bir odada kendi halimde takılmam lazım. Lakin kitaplık düzenlemek çok tehlikeli üstelik bir maç süresine sınırlandırılamayacak kadar kapsamlı bir iş. Neden? Çünkü ben kitapları elime aldım mı başlıyorum kurcalamaya.

Yeni bir kitapsa önce arka kapak derken önsöz yetmezse ilk bölümden birkaç paragraf okuyorum.

7 Aralık 2017 Perşembe

Kültür şoku

Arca'yı ilk defa yarım günlüğüne mahalledeki kreşe yazdırırken kurum sahibinin her hava koşulunda çocukları bahçeye çıkardıklarını, "kötü hava koşulu yoktur, uygun olmayan giysi vardır" düşüncesini benimsediklerini işittiğimde pek sevinmiştim. Bu palavraların bizim gibi saf anneleri hedef alan satış argümanı olduklarını öğrenmem uzun sürmedi. Nitekim iki sene sonra daha kurumsal bir anaokuluna yazdırırken sormamıştım bile, hava biraz serinlesin, iki damla yağmur yağsın, çocukların çizgi film başına oturtulacaklarını biliyordum. Gerçi kurumlara bok atmak da nereye kadar doğru? Neticede yurdum annesinin soğuk algınlığı kabusunu hepimiz biliyoruz. Bir iki derken okul yönetimleri de pes ediyordur mutlaka.

27 Kasım 2017 Pazartesi

Herkesin Hygge'sı kendine

Geçen hafta departman toplantısındayız, yeni bir klimanın katalogunda kullanılacak mekan görsellerini inceliyoruz, çok keyifli bir evden kareler slaytlarda akıyor. Herkes beğeniyor, ben de, çünkü yuva gibi bir ev. Ama bir uygunsuzluk var. Budur, tamamdır diyemiyorum.  Düşün düşün sonunda nedenini buldum!

Hygge.

25 Kasım 2017 Cumartesi

Çocuklar

İlker'siz bir haftayı sağ salim bitirdik. Arca da hayret etti, "atlattık vallaha" dedi. Artık benimle baş başa hayatın ne tür bir cehennem olacağından endişelendiyse... Gerçi ben de çok rahat değildim.

Arca'yı okula erken bırakıp, birkaç saat fazla okulda kalacağını anlatmak kolay değil. Anlamadığından değil, istemediğinden. İlk gün okul yolunda yürürken epey sızlandı. Hatta okul sonrası için ipadi bırakmamı istedi. Okulda ekran tamamen yasak. Okul müdürü, sıkılmayacağını garanti etti, dediği gibi de oldu. Zira okuldan sonra ödevlerini yapmışlar ve bahçede oynamışlar. Sonra ikindi kahvaltılarını yapıp anaokulunun oyuncaklı bölümünde vakit geçirmişler. Her yaştan onlarca çocuk olunca Arca'nın tabiriyle "korktuğu kadar korkunç" geçmemiş.

22 Kasım 2017 Çarşamba

En sevdiğim mevsimdi sarı sonbahar

İstanbul'un en sevdiğim mevsimi sonbahar. Yok bana hiç kimse baharda açan erguvanlardan bahsetmesin. Büyükşehir belediyesi otobüsleri erguvana boyadı beridir, sevmem baharı, onların olsun! Zaten İstanbul'un gri kışı ile yapış yazından kimsenin hazzetmediğinden eminim.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Ben?

Ben bizimkiler Belçika'ya ayak bastığından beri, pişmiş kelle gibi sırıtıyorum. İşteki arkadaşlara adağım vardı, baklava. İlker gelirken getirdi. "Vize sorunu aşıldı, tekrar bir aradayız kutlaması yapıyoruz" diyerek bir öğleden sonra herkesi mutfağa davet ettiğimde, bilmeyenler de öğrenmiş oldu. Hala birileri nasıl gidiyor diye sorduğunda, gözlerim parlayarak cevap veriyorum: İyi gidiyor, çünkü ailem yanımda.

Bu kadar.

19 Kasım 2017 Pazar

Biz

Az önce muhteremi İzmir'e yolcu ettik. Adam daha köşeyi dönmeden Arca özlediğini söylüyordu. Beni de özlüyor muydun allahsız! Özlüyormuş özellikle ilk hafta çok özlüyormuş sonra alışıyormuş. Bak dedim fazla da özlemeden bir hafta sonra gelecek işte. En azından biliyoruz, ne zaman gidecek ne zaman gelecek...

12 Kasım 2017 Pazar

Faydalı bilgiler kılavuzu

Muhtemelen okuyanların büyük kısmının umurunda olmayacaktır ama gerek neşeli anlatımım, gerekse bunca yılın hatırı, yazının okunur kılınacağına dair umutları canlı tutuyor.

Olur da Belçika'ya gelelim derseniz, ya da yerleşme planlarınız varsa, yazıyı okuyunuz, hatta çıktısını alıp çerçeveletiniz. Evet çok iddialıyım! Geldiğimden beri şahane insanlardan şahane tavsiyeler aldım, deneyimledim, bir influencer olmasam da vatandaşa hizmet amacıylan paylaşıyorum (günün çorbası - hizmette sınır tanımayan muhteşem blog... internet sağlayıcınızdan ısrarla isteyiniz!)

3 Kasım 2017 Cuma

Deniz

Geç oldu. Aslında yatsam uyurum ama muhteremle içtiğimiz akşam kahvesinin damarlarımda dolaştığının farkındayım. Hem zaten çamaşırın asılması lazım. Evde herkes uyuyor. Bu demek oluyor ki, kendimle baş başa kalabileceğim biraz zamanım var. Kitap okuyabilirim, dizi izleyebilirim beklerken, ne yapacağıma karar vermeye çalışırken sosyal medyada gezinmeye başladım. Deniz'in seyahatinden fotoğraflara denk geldim. Evet kararımı vermiştim, iki hafta önce yazmayı düşündüğüm yazıyı yazacaktım.

Deniz, Zeynep ve Yeliz.
soldan sağa: Zeynep, Deniz, Yeliz
Lise sıralarındaki arkadaşlıkları üniversitede mesafelere bölünmüş (İzmir, İstanbul, Bursa) ama mektuplarla hep birbirine bağlanmış (allah kahretsin yaşımız çıkacak:P) üç arkadaş.

30 Ekim 2017 Pazartesi

Belçika'da oturma izni nasıl alınır?

İlker ve Arca geleli iki haftadan, eşyalar eve taşınalı bir haftadan biraz fazla oldu. Son paketleri az önce açtım ve çeyizlik porselenlerimi de konsola yerleştirdim. Resmi olarak yerleştiğimizi duyurabilirim.

Yuvayı dişi kuş yapar lafı hikaye. İlker, iki aydır otel odasından başka bir şeye benzemeyen dört duvarı yuva haline getirdi. Perdelerimiz var! Gerçi kolay olmadı, buranın kornişleri bizi epey uğraştırdı. Muhterem, Evrim'den aldığımız tavsiye üzerine Türk Mahallesine bile gitti. Gerçekten her şey Türkmüş :) Muhabbetler de...

Perdeci: Abi nerde oturuyorsunuz, biz getirelim?
İlker: Uccle'da.
Perdeci: a niye ki? Orada hiç Türk yaşamaz, n'aptın abi ya? Buradan ev bulsaydınız keşke!

19 Ekim 2017 Perşembe

Tespitlere gel

Geliyorum. Madem geldik, yerleştik (yok aslında henüz yerleşemedik), biraz tespit biraz gözlem az buçuk ortaya karışık geyik yapabiliriz :)

Belçika D tipi çalışma ve aile birleşimi vizesi nasıl alınır?

Yeni yazı yayınladığıma göre vize konusunu kapattığımızı anlamışsınızdır. Fakat ne çektiniz benden:) Ama çile bitmedi. Son bir yazı ile başımıza gelen türlü belalarla kafanızı son bir defa daha şişireceğim. Hazır mıyız?

Hepimiz bir şekilde çalışıyoruz ekmeğimizi kazanıyoruz. İşini sevebilirsin, sevmeyebilirsin fakat yaptığın işe saygı göstermek zorundasın. Özellikle de yaptığın iş insanların hayatlarını etkiliyorsa, mesela öğretmensen, doktorsan... Ya da bir vize başvuru merkezinde memursan...

14 Ekim 2017 Cumartesi

Mutluluk yadırganır mı?

Geldiler.

Bense uyuyamadım, benim o yer döşeğine üçümüz sığıştık, pazartesiye kadar böyle. Horultu orkestrası uykumu kaçırdı, üstelik Arca iyice yayıldı, en son yerde uyumaya debeleniyordum. Aman, dedim, kalk bari, depresyondan bütün hafta sonu uyuduğun günlere say.

Bu gece de mutluluğu yadırgasın bünye, n'apalım :)

28 Eylül 2017 Perşembe

Kapatiyoruz

Ablam nazara inanir ve dikkat eder. Bir gun bana "insanlarin pozitif enerjisini uzerinde hissetmen guzel ama nazarin nereden gelecegi belli olmaz (uzerinden cok zaman gecti tam kelimeleriyle olmayabilir) cok aciksin", demisti. Allah biliyor ya onemsememistim, cunku…

Sebebi cok.

Oncelikle nazarin kotuden geldigine, burayi okuyanlarin kotu olamayacagina inanmak istiyordum.

Hem sonra nazar edecek ne var ki, neyim var ki? kimsenin gozune hicbir seyi sokmuyorum ki? Allah askina neyi sokacagim zaten? Ailemden ayri kalmami mi? Gunduzleri bir sekilde calisip oyalanip aksamlari ve hafta sonlari bos evin duvarlarina bakip aglamami mi? Ailemin artik sabrinin tukendigini mi? Oglumun ha bugun ha yarin bu vize cikar diye dusundugumuzden okula gidememesini mi? Sikintidan birkac ayda sekiz kilo almasini ve ruh sagligindan oldugu kadar fiziksel sagligindan da endiselendigimi mi? Bu yurtdisina gitme pardon gidememe isinin ‘benim sayemde’ olmaktan cikip ‘benim yuzumden’ cekilen rezillige donusmesini mi? Iki ayri ulkede iki ayri evimizde birer masa dorder sandalye ile birer dosekten ibaret sefilligimizi mi sokayim? Giren bana girmis, gerisine cigdem citleyip izlemek dusuyor. Ekranin ote tarafindan bakinca kuyrugu dik tutuyor gibi mi gorunuyorum? Yok vallahi tam tersi hic normal degilim.

Hadi ablamin lafini onemsemedim de onceki yaziya gelen yorumlara ne demeli? Hem de en sevdigim arkadaslardan (burayi her zaman okuyanlari arkadaslardan ayirmadigim icin…)

Olabilir mi? Bu kadar negatiflik bu kadar kotuye gidis… gercekten hepsi nazara baglanabilir mi? Ailemin ve beni sevenlerin dualarinin hic mi faydasi yok?

Yine “yok canim” diyecektim ki, tum evraklari tamamlamamiza ragmen, karar icin gun sayip bir hafta oldu, nerede kaldi bizim karar diye sorguladigimda, daha bugun “aylar” telaffuz edildigine gore… Gercekten nazar diye bir sey olabilir mi?

Olsun olmasin. Artik hicbir seyi riske atacak sabrim kalmadi. Madem boyle negatif bir sey olusturuyorum burada, daha da tek kelime yazmam!  

Ailem yanima gelesiye kadar bu da burada onlem olarak dursun. Hadi bana eyvallah!


nazar boncuğu resmi ile ilgili görsel sonucu

22 Eylül 2017 Cuma

And the Oscar goes to...

Bendeniz!

Bugün insan kaynakları, şahsım ve vizeyi takip eden danışman firma yetkilisi arasındaki telekonferans toplantısında ortaya koyduğum kan, şiddet, gözyaşı içerikli, Merlyn Streep'e taş çıkaran ultra şahane performansım, otoriteleri ziyadesiyle şaşırtacak nitelikteydi. Oyunculuk piyasasında pek ala geç kalmış bir keşif olarak nitelendirilebilirim!

Nicedir danışman firmanın bizim dosyayı takipte zayıf kaldığını sezmekteydim. Öyle ki, Ankara'daki konsolosluğa ben ulaşıyorum, koskoca firma Belçikalardan ulaşamıyor. Adama sormazlar mı kardeşim sen konsolosluğa ulaşamıyorsun memleketinin bakanlığına nasıl söz geçireceksin? Nitekim geçiremiyordu zaten. Bir evrak veriyorum, bir tercüme, bir mail o kadar.

17 Eylül 2017 Pazar

görüntümle tezat gerçekliğim

On üç yaşımın yazıydı, çok iyi hatırlıyorum çünkü bütün bir gece boyunca sohbet ettiğim ablamın arkadaşı (kızın adını hatırlamıyorum şimdi) yaşımı öğrendiğinde çok şaşırmıştı. Hemen her kız çocuğu gibi çabuk büyümüştüm ve yaşımdan büyük gösteriyordum ama sebep sadece bu değildi. Kendi yaşıtlarımı çocukça bulduğum için ablamın arkadaş grubuna sızmaya çalışıyordum. Bu konuda da oldukça başarılıydım. Neden? Çünkü bütün çocukluğum benden büyük kuzenlerin sohbetlerine katılmakla, okuduklarına ve walkmanden dinlediklerine yancı olmakla geçmişti. O kız da beni on yedi yaşında sanmıştı, on yedi yaşında gibi davrandığıma ve göründüğüme göre ne bekliyordum ki? Gayet normal.

11 Eylül 2017 Pazartesi

Yağmur ve sonrası

Ağaçları, ormanı sevdiğimi fark ettiğimde sanırım ilkokuldaydım. O yıllar ilkbahar aylarına denk gelen bayram tatillerinde, annemler bizi İstanbul, Çanakkale, Bolu, Bursa, Ankara gibi başka şehirlere götürürlerdi. Bolu'daki ormanların beni müthiş etkilediğini hatırlıyorum. Hiç o kadar yüksek ağaçları, o kadar farklı tonda yeşili bir arada görmemiştim.

İzmir dünyanın en güzel şehri olabilir - ki bence öyle - yazık ki pek yeşil değildir. Kültürpark'tan başka (şimdi bir de Kent ormanı var), ağaçların altında yürüyebileceğiniz yolları yoktur. Üniversite için İstanbul'a gittiğimde, küçük kampüsümüzün sayılı ağaçlarının ve komşumuz Gezi Parkı'nın bana orman gibi gelmesinin sebebi bu olsa gerek. 

kısa #19

En sıkıldığım zamanlarda beni yoklamayı başaran bir arkadaşım var, Elvan. Nasıl yapıyor anlamıyorum, en kaybolduğum, en kendimi kötü hissettiğim anda bir mesaj atıveriyor, "nerelerdesin, kayıp mısın" deyiveriyor. Telepati, belki?

Bugün yine kendimi bok gibi hissettiğim bir anda mesaj attı, arayayım mı dedim, konuştuk. Daha doğrusu ben anlattım. O dinledi. Bazen sadece söylediklerinizin dinlenmesini istersiniz. Bu, ağlamak gibi. Çözümün o anda o kişi tarafından sana sunulmayacağını bilmene rağmen içini akıtmak.

9 Eylül 2017 Cumartesi

sıkıldım

Yağmurlu ve yalnız bir Brüksel sabahında yapılacak en iyi şey yazmak. Bir de kahve içmek.

Maille, sosyal medya, whatsapp ve çağımızın her iletişim kanalından bu fakire ulaşıp "Bacım iyi misin? Niye yazmıyorsun? Ah yoksa sizinkiler geldi de çok mu meşgulsünüz ay hadi inşallah..." şeklinde meraklarını ileten, alakalarını, iyi dileklerini üzerimden eksik etmeyen dostlar olmasa, bizimkilerin vizesi çıkasıya kadar tek satır yazmamaya karar vermiştim. Neden?

Çünkü kelimenin tam anlamıyla SIKILDIM.

27 Ağustos 2017 Pazar

Kurgu bebek ıspanak salatası

Bütün gün karpuz gibiydim. Mutfak sandalyelerinden sonra oturulabilecek tek yerde yani Arca'nın şiltesinde bir o yana bir bu yana devrildim. Kahvaltıdan sonra biraz yatakta okuyayım dedim uyuyakalmışım. Aslında pazar günü için bütün hedefim buydu. Haftalık yemeklerimi pişirecek, evi biraz düzenleyecek ve bol bol dinlenecektim. Ama cep telefonunun interneti bitince dışarı çıkmak zorunda kaldım. Tabii ki dükkan kapalı, ne sanıyordum ki?

Cumartesi

Biri benim önümden şu M&M's denen hastalığı alabilir mi? Çikolatadan genzim yandı hala yiyorum. Markete aç karnına gidip böyle zararlıları aile boyu almak çok yanlış.

Bütün hafta köpekler gibi çalıştığım için hiç markete uğrayamamıştım, haftalık alışveriş bugüne kaldı.

Allah biliyor ya harbi çok çalıştım. İki sebebi var, hem benim gibi Türkiye'den gelenlerden farklı olarak bizim şirketin Türkiye fabrikasından gelmediğim, dolayısıyla 1-0 geriden başladığım için hiçbir şey bilmiyorum ve öğrenmem gerek, hem de geçtiğimiz iki hafta evdi, vizeydi tatildi derken işlere konsantre olamadım, bir şekilde bir ucundan tutmam lazım.

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Tehlikenin farkında mısınız?

Yeni bir ülkeye alışırken hayal edemeyeceğin zorluklarla karşılaşıyorsun. Her şeyi olması gerektiği gibi, kuralıyla düzeniyle yapıyorsun ama yine de işler ters gidebiliyor. Aslında bu hep böyle ama yabancısı olduğun ülkede daha zor yaşanıyor.

Vize meselesini yeniden açmayacağım, elimizden geleni yaptığımıza inanıyorum, bundan sonrası Belçika dışişleri bakanlığının hızına, insafına ve bizim şirketin danışmanlığını yapan firmanın kabiliyetine kalıyor (ve işte tam da bu yüzden yandığımızın resmidir!)

Benim aklıma, hayalimin köşesine gelmeyen başka bir zorluk isim meselesi.

20 Ağustos 2017 Pazar

Sarasvati

Belçika'ya geldiğimden beri yeni doğan bebeye sahip analar (instamom:P) gibi, yediğimi içtiğimi, gazımı paylaşıyorum, nasıl bir disiplinse artık bu:) Arca'nın bebeklik günlerine döndüm. İçimden yeni bir Yeliz mi doğurdum acaba? (Başka doğurmayacağım ya matruşkaya döndüm)

Biliyorum aslında bunları hep aylar yıllar sonra dönüp okumak için yazıyorum. Bir de tabii, bu deli kızın yeni hayatındaki gelişmeleri merak edenler için...

İçtimayı bir yana korsak, işin duygu tarafı var ya, o çok fena. Dua edin duygusala bağlamıyorum, yoksa antideprasana başlarsınız.

Bu olayın duygu tarafını en güzel işteki arkadaşım Melike tarif etmişti; "bir gün coşuyorsun, her şeyin iyi gittiğine şükrediyorsun, bir gün işler ters gidiyor ve hayatın tepetaklak oluyor gibi hissediyorsun, ilk zamanlar böyle geçiyor."

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Ev

O ayak başparmağımın üzerine çekmece kapağı düşürdüğüm gün, burnumun ucuna kadar gelen son yağmur damlası da düştü ve ben tramvaya atlayıp otelin yolunu tuttum.

Merak etmişsiniz teşekkürler ama ayak parmağında biraz morluk vardı, kırık çıkık yok, yani önceki postun içine kaynamış ama sorun yok çok şükür. Bir ara ben size zehirli ottan şişen yüzük parmağımı anlatayım, bak bunu İlker bile bilmiyor:)

6 Ağustos 2017 Pazar

Brüksel'de ev

Geçen akşam yayınladığım çamaşırhane postunu gören çamaşır sırasına mı girmiş ne, indim şimdi, boş makine yok dediler. Peki. Ne para kırıyorlar ha, 5 oyro bir makine eyvallah. Ne o deterjanını koyuyormuş, otelin çamaşırhanesisin neticede, almayıver?

Odayı ilk kurcaladığımda koca buzluğu görüp rakı mı içeceğiz, amma abartmışlar demiştim, bak şimdi nasıl lazım oldu. Nasıl? Şöyle, bugün bir ev gezerken ayak baş parmağımı paraladım. Allah seni inandırsın mosmor! Hayır abartmıyorum, az öne alsa darbeyi, tırnak düşerdi, darbe az daha kuvvetli olsa, kemik çatlardı bak, garanti!  Olay şöyle cereyan etti...

Burada bir es veriyor, çiğdeminizi çekirdeğinizi almanızı bekliyorum. Herkes hazırsa başlayalım.

30 Temmuz 2017 Pazar

Lost in transportation in Brussels

Ay geldi ecnebi memlekete hemen de yabancı dil yumurtluyor diye düşünene dalmayacağım, hakkımda atıp tutmak serbest, lakin bilin ki, Lost in Translation filmine gönderme yapıyorum (entellektüelitemlen ezmeyeyim de...).

Sondan mı başlayalım, yoksa toz ve bulut evresinden mi? Her şekilde toz ve bulut evresine geçeceğimi hepimiz biliyoruz, değil mi?

Peki, tamam kaldığımız yerden başlıyorum.

23 Temmuz 2017 Pazar

"Yazsana kardeşim!"

He vallaha yazsana:) Canım Enne, son yazıma yorumunda böyle demiş, "yazsana kardeşim".

Sosyal paylaşım dürtüsünün temellerini attığım en kıymetlim, blogumu, ihmal etmiş değilim. Katiyen! Sadece bilgisayarın başına oturamadım. Yoksa instagram story, blogun köpeği olsun. (az önce zibilyon tane story paylaştı ama çaktırmıyor)

11 Temmuz 2017 Salı

Son iki hafta

Son iki hafta ve sonra iş başı. Belçika vize tarihinde sanırım bir ilk yaşandı ve araya bayram tatili girmesine rağmen üç iş gününde vizem çıktı. (Belçika'da artık bana nasıl ihtiyaç duydularsa alelacele çıkarmışlar vizeyi puhhahaha) Ama maalesef tek başıma gidiyorum. Çünkü İlker ve Arca,vize çıkmasını bekleyecekler. Arca'ya bunu bir iş seyahati gibi görmesini önerdim. Ama ne kadar sürecek bir iş seyahati bilmemek ikimiz için de sinir bozucu. Arca bana beş gün verdi. Çocukların duaları kabul olur değil mi? Beş gün iyi bence, hadi on olsun ama daha fazla olmasın, amin.

23 Haziran 2017 Cuma

Ankara

Döndük. Ankara'dan.

"Bugün git yarın gel" nakaratının sadece Türk devlet dairelerine özgü bir şey olduğunu sanıyordum, yanılmışım. Belçika konsolosluğu da bu konuda bizimkilerle yarışırmış meğer. Meğer aklına esmiş de bu hafta çalışma vize başvurularını kabul etmeye amma ve lakin ailenin kalanının vize başvurusunu kabul etmemeye karar vermiş. Öyle işte...

19 Haziran 2017 Pazartesi

Haftanın Menüsü

"Günün çorbası" "Haftanın menüsü"ne dönüşmek üzere. Hani gece vakti uykum da kaçmasa nasıl blogun başına oturacağım da iki satır yazacağım bilmiyorum.

Az önce vize için başvuru formlarımızı doldurduktan ve elindeki telefonla oynayan ve bir türlü yatmayan muhteremi fırçaladıktan sonra uykuya yolladım, ama davulcular sağ olsun, benim uyumama müsaade etmediler. Güzel de çalmıyorlar ki arkadaş. İnsan bir oyun havaları çalar, maksat uyandırmak değil mi, ne var azıcık keyiflensek?

Yok ama küfretmedim, kendime bir papatya çayı koydum, bilgisayarın başına oturdum. Boş gezenin kalfası olmanın böyle rahatlıkları var, üç saat sonra kalkıp işe gideceğim stresi taşımıyorum, oturup "Haftanın Menüsü"nü yazabiliyorum.

9 Haziran 2017 Cuma

Arca, Belçika, karne, okul ve daha fazlası...

Arca'nın Belçika hakkındaki hislerinin değişim hızına yetişemiyorum.
Hayır, hiçbir zaman olumlu bakmıyor ama negatif hislerini, bazen daha ılımlı, bazen daha sakin, bazen daha duygusal ve bazen iç acıtıcı ortaya koyuyor. Bazen sanki hiç gitmeyecekmişiz gibi davranıyor, her seferinde tekrardan alıyorum, baştan, tek tek...

En son geçen Cuma günüydü. Akşam üzeri okuldan geldi, sohbet ederken tatil konusu açıldı, onu motive ederken en büyük kozumuz Avrupa'da görmek istediği her yere sık sık seyahat etme planlarıydı. Fakat o gün ters tepki etti.

6 Haziran 2017 Salı

Samos'a gidin ama...

Biz gibi bayramda filan gitmeyin. 19 mayıs tatilini değerlendirmek için kötü bir alternatifmiş, düşünemedik. Gidişimiz ve dönüşümüz kabus gibiydi. Şöyle anlatayım, feribot 08:00'de kalkacaktı güya, bir buçuk saat rötar yaptı ve Karlovasi'deki pasaport kontrolünü geçip de otele vardığımızda saat 15:30 civarındaydı. Dönüş de aynı.

Ha bir de unutmadan, Sığacık-Karlovasi feribotunu tercih etmeyin, mümkünse Kuşadası'ndan gidin. Bizim gittiğimiz hat sanırım çok yeniydi, organizasyonsuzdu, yığılmalar oldu, belki tatildendir bilemiyorum ama özellikle feribot seyahatini üstlenen firma çalışanlarından çok şikayet oldu. Free-shop da yok maalesef, hani içki, parfüm almayı free-shop'tan halletmeyi düşünürseniz, aklınızda olsun.

Kitap yorumu: Sıcak külleri kaldı

Oya Baydar'ı Melek Ulagay ile hazırladıkları söyleşi kitabı sayesinde tanımıştım: Bir Dönem İki Kadın  Yo, hayır galiba Deniz Gezmiş'i okuduğumda tanımıştım.

Edebiyatçı yönünü de o kitap sayesinde öğrenmiştim. Lisedeyken epey ses getirmiş bir roman yazmış. Sonrası hep politika.

"Sıcak Külleri Kaldı", kitap kulübünde seçilince ve ben Oya Baydar'ın edebi yönüne hayran kalınca, keşke bütün hayatı boyunca yazsaymış, roman yazsaymış diye aklımdan geçirdim. Öyle güzel, öyle akıcı bir dil...

1 Haziran 2017 Perşembe

an itibariyle

İlker işten erken geldi, sağdaki odada Buselik Makamına şarkısını seslendiriyor. Arca şu anda ipad oynarken bir yandan kankası Poyraz'la telefonda konuşuyorlar. Oynadıkları maçı spiker gibi anlatıyor, o da solumda odada. Ev tımarhaneden hallice.

Ben de Samos ile ilgili birkaç satır bir şey yazacaktım, nerde?

30 Mayıs 2017 Salı

#gezi4yaşında

İşten ayrılalı neredeyse bir ay oldu, henüz televizyon açıp kadın programı izlemedim. Halbuki Müge Anlı ve bir de Seren Serengil'in programlarını çok merak ediyorum. Televizyon açma alışkanlığı olmayınca olmuyor. Bir tek geçen hafta ütü yaparken Aşk-ı Memnu'yu bakayım dedim, gitmedi, Fi'yi açtım. Zaten ancak ütü yaparken...

Bu sene İlker'le izlediğimiz iki dizi de final yapıyormuş, İçerde zaten hikayesi belli, uzasa saçmalayacak bir dizi olurdu, bitmesine sevindim. Cesur ve Güzel ise, oyuncularının hatırına izler olduğumuz dizi, uzatmayıp bitirmeleri yerinde bir karar olmuş.

Bu sabah kahvaltı yaparken twitter'ı açtım, illa bir şey açılacak. Aslında biliyor musun, yemek yerken bir şey okuyup izlememek lazımmış. Bu hem yediğin her lokmanın farkında olmamızı sağlarmış hem de yavaş yediğin için kilo vermende faydası olurmuş. Tabii ben zaten hep bu yüzden kilo veremiyorum, televizyon olmasa da telefona bakmak yüzünden, yoksa dal gibi olacağım.

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Haller, haberler, son günler

Bir defterim var, Belçika'ya karar verdiğimizden beri okuduklarımdan, iletişimde olduğum kişilerle yaptığımız görüşmelerden notları tutuyorum. Ayrıca randevuların bilgileri, soracağım soruların notları da o defterde. Bir de sık sık yenilenen bir "yapılacaklar liste"m var.

18 Mayıs 2017 Perşembe

Dumur diyalog #167

Ipad'i hemen kapatmasını ve acil çıkmamız gerektiğini söylüyorum.
Dinlemiyor. Uzun tartışmaların sonunda arabaya nihayet bindiğimizde de bu defa beni babasına şikayet ediyor.
A: Annem beni strese sokuyor, maçı bitmedi ama hadi hadi diyor. Bu şekilde davranması yasalara aykırı!
Y: Bu evin ANA-Yasalarına göre aykırı değil.
(İğrenç espirime babasıyla birlikte gülünce iyice dellendi.)
A: Anayasa ne? Bilmiyorum ben ve siz ikiniz konudaki bilgisizliğimi istismar ediyorsunuz!

16 Mayıs 2017 Salı

Yapacak ne çok iş ve ne kadar az zaman...

Arca'nın ilk aylarında, kısa gündüz uykularını nasıl değerlendireceğim diye düşünürken sürem dolardı! Yapacak çok şey vardı ve çok kısa bir süre. Gece uykusuzluğumu telafi etmek için biraz kestirebilirdim, ev işi yapabilir ya da kahve keyfi yapabilirdim, ya da blog yazabilir, kitap okuyabilirdim.

Bugünlerde kendimi böyle hissediyorum. Yapacak çok şey için çok az zamanım varmış gibi.

11 Mayıs 2017 Perşembe

Gülümseten keşifler

Sağlıklı yaşam ile ilgili okudukça kendimle ilgili çok ilginç özellikler keşfettim.

Bu, biraz gülümseten tesadüflere benziyor, hani neşeli bir sürpriz gibi... Belçika'dan çalışacağım şirkete aylar önce geçen bir arkadaşım var, bana pek çok konuda yardımcı oluyor ama okul konularında çocukları olmadığı için ancak ben sordukça başkalarından bir şeyler öğrenebiliyordu. Ben de sen yorulma beni, aydınlatabilecek kişilerle tanıştır, direkt sorayım dedim ve yine aynı ofisten bir arkadaşla tanıştım, pek çok konuda bilgi verdi, okullar, vs... Aynı günlerde Burçay, Belçika'da yaşayan bir arkadaşı olduğunu, bizi tanıştırabileceğini söyledi, facebook üzerinden arkadaş olduk ve yeni tanıştığım bu iki kişi meğer karı kocaymış:)

Hayata gülümseten tesadüflerin dokunuşu olmasa halimiz niceydi...

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Diyete pazartesi başlanmaz: Ama ben başladım

Çünkü diyet yapmıyorum. Yapmayacağım. Yapamam zaten, gerçekçi olalım, hiç yapmadım. Anca diyete yancı oldum. Aylardır İlker'in yine diyet yapmasını bekliyorum mesela, yancılık iyi oluyor, ona destek olurken hep düzene girdim, kilo verdim şimdiye kadar. Ama her şeyi de İlker'den beklememek lazım. Bu defa da ben ilk adımı atayım bence.

Diyete pazartesi başlanmaz

Dün bir kardeşimizin düğününe gidecektik, kaç kilo aldığına bile bakmaya korkan İlker sabahtan kilolu zamanlar için zulada beklettiği takım elbisesini denedi, ite kaka oldu, oh! Arca da giyeceklerine karar verdi.

Ben rahattım. Böyle fazla yakın olmadığımız düğünler için ya küçük siyah elbisemi, bacakta epilasyon yoksa siyah pantolonumu giyerim, bluz ve ince bir ceketle tamamlarım, işte hazırım.

O pantolonu 2013 senesinde aldım. Çok net hatırlıyorum, aynı anda indirimden aldığım yün ceketin bu kış dikişleri attığında, "dört sene giydim, buna da şükür" demiştim. İnce, tiril tiril bir kumaştan topuklu ayakkabı ile giyilmesi gereken bir model olduğu için genelde bu pantolonu akşam davetlerinde giyiyorum, haliyle epeydir giymemiştim.

7 Mayıs 2017 Pazar

Kitap yorumu: Karanlık Kız

Geçen yıl bir solukta bitirdiğim Napoli Romanları Serisinin yazarı Elena Ferrante'nin Karanlık Kız diye bir kitabının olduğunu öğrendiğimde hemen aldım.

Ferrante, bende Maeve Binchy etkisi yaratıyor. Hafif, keyifli, sürükleyici bir okuma arayışına giriyorum bazen, özellikle kafam çok meşgul olduğunda, beni ve kafamı alıp götürecek bir kitap iyi geliyor. Karanlık Kız 'ı böyle zamanlar için zulada tutuyordum.

5 Mayıs 2017 Cuma

"Tadını çıkar"

Belçika'ya iş görüşmesine giderken yolda sık sık İlker'le konuştuk. Heyecan, gerginlik, "nasıl olacak" endişeleri... İlker, "bir dur" dedi, "bir sakin ol, iş görüşmesine davet edildin ve şimdi yapacağın tek şey bunun tadını çıkarmak." Evet ya, işte ben bunu yapmıyorum, tüm o endişelerin içinde bulunduğum anın tadını çıkarmıyorum!

Bu salı itibariyle çocuğunu okula, kocasını işe uğurlayan kadın moduna girdim. Aslında daha tam girmedim, Seren Serengil'in programını izlemeye başlamadım mesela, ya da Müge Anlı'nın. Ben daha ziyade çalıştığım için zaman bulamadığım ve hep salladığım işlere daldım.

4 Mayıs 2017 Perşembe

Dumur diyalog #166

Ailecek bol rüyalı bir gece geçirmişiz. Hemen rüyalarımızı yorumlayalım diye anlatmaya başladık, İlker'in rüyasının tabiri için internete bakarken Arca tutturdu, onun rüyasını da yorumlayacakmışız. Rüyasında seçim yapıldığını görmüş, rüya tabirleri sitesinden okuyorum:
"... çok istediği bir mevkiye geleceğine..."
A: Nerde istediğim mevkiye gelecekmişim? Futbolda mı?

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Bu yaştan sonra...

Az önce arkadaşlarımızla çıktığımız kutlama yemeğinden eve döndük. Arca it gibi koşmaktan yorgun doğruca yatağa girdi ve sızdı. İlker'in horultuları da az önce yükselmeye başladı, demek kaçırdığı maç görüntülerini izlerken uyuyakaldı. Saate baktım, balkabağına dönüşmeme yarım saat kalmış. Doğum günüm bitmeden adet olduğu üzere bir yazı ile 39 yaşımı uğurlayayım dedim. Şunun şurasında kırka ne kaldı?

Geçenlerde kırk yaşın annelerimiz zamanında geç bir yaş olduğundan bahsediyorduk. Kimi için başına eşarp bağlama yaşı, kimi için namaza başlama yaşıydı o vakitler. Torun sahibi olanlar vardı. Çalışan kadınların bile emeklilik yaşıydı. Pek çoğu için aktif hayattan elini eteğini çekme yaşıydı 40.

Bense kendimi yeni bir hayatın kollarına atmaya hazırlıyorum.

29 Nisan 2017 Cumartesi

On dört yılın ardından...

Profesyonel yaşam bir yere kadar, iş bir yere kadar. 
Sonunda elimizde kalan hisler, kazanım ise insanlar oluyor.

Dün, on dört yıldır çalıştığım şirkette son iş günümdü. Evlenip İstanbul'a gittiğimde - sene 2002 - İzmir'de çalıştığım fabrikadan ayrılmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum, iş başvuruları yapıyordum ama pek sonuç alamıyordum. Evimizin kirası, yaşamımızın standardı tek maaşla karşılanamıyordu, birikimim suyunu çekmek üzereydi, iş bulmak zorundaydım. O vakitler kriz yeni atlatılmış akepe iktidar olmuş, filan... 

Hürriyet gazetesinin IK diye bir eki var, pazar günleri çıkıyor, açtım sağ tarafta bir ilan gördüm hem de yakın, Merter'de. Daha önce o ofisi görmüştüm, turuncu bayrakları E-5'ten görünüyor. Eh biz de o vakitler Bakırköy'de oturuyoruz, hep yolumuzun üstü. İş buldum dedim İlker'e ve hemen başvurdum. Net! 14 sene sonra Belçika'daki iş yeri için de aynı cümleyi telaffuz edecek, hem bak Anderlecht'teymiş maçlarına gidersiniz diye geyik çevirecektim. Var bende bir manyaklık;) 

25 Nisan 2017 Salı

Kendine küçük bir dünya yaratmak mı? Ya başına yıkılırsa?

İlker'in kuzeni Serhat ve karısı canım Nihan (tea&pot eltilerimden küçük olanı) evsiz kaldılar. Yani Urla'daki evlerinin inşaatı bitinceye kadar... Yani aslında evsiz kalmak değil de evleri tamamlanasıya kadar kiralık bir evde kalmama tercihi denebilir. Kah teyzelerinde, kah Serhat'ın abisinde, kah Nihan'ın ablasında kalıyorlar. Göçebe hayat.

Bazı günler bizde de kalıyorlar. Arca Nihan teyzeleri gelecek diye acayip seviniyor, alıştı artık her perşembe soruyor. Zira evlerinde televizyon olmayan bu garibanları, işkence olsun diye özellikle Cesur ve Güzel'in yayınlandığı (takip ettiğimiz iki diziden biri) perşembe akşamları misafir etmeyi tercih ediyoruz. Sadece Sühan'ın iğrenç kıyafetlerine değil, muhterem ile 60 yaş üstü kaynana kritiklerimize de maruz kalıyorlar, kıyamam. Yemin ediyorum muppet show'daki o iki ihtiyar, Statler ve Waldorf gibiyiz, bık bık bık, sürekli konuşuyoruz. Bizimle dizi izlemek bir ayrıcalık! Bekleriz:P

22 Nisan 2017 Cumartesi

yazmaya ara verdim ama bi' sor niye verdim?

Yokluğumda çok kitap okudum... diye başlamayı isterdim ama hayır, çok değil.
Yokluğumda çok yoğundum, çok yorgundum, çok hastaydım ve dolayısı ile çok uzaktım her şeye.

12 Nisan 2017 Çarşamba

Dumur diyalog #166

Pazar günü akşamı mutfaktan çıkamadım, Arca'nın banyosuna bir türlü sıra gelmedi. Artık kendi başına yıkanıyor ama göz kulak olunması lazım. Yani öyle sanıyorduk. Baktım, tırnaklarını kesmiş, banyosunu yapmış, bir güzel giyinip saçını kurutmuş, geldi: "Büyük adam oldum" dedi. Yerim! 
"Evet Arca gerçekten büyük adam gibi her işini kendin halletmişsin." dedim.

Aynı akşam yatma vakti epey geçmiş, İlker uyardı. 
"Hayır efendim, büyük adam oldum artık ben, istediğim saatte yatağa giderim!"

---- 

11 Nisan 2017 Salı

"ne diyorduk nereye vardık" postunda bugün

Alaçatı Ot Festivali akepe mitingine benziyor, İzmirli yok. 
Bu pazar ikisi de İzmir'deydi.

Aklım Alaçatı'da kalmıştı ama sosyal medyada paylaşılan birbirinin benzeri yüzlerce fotoğrafı görünce, iyi ki yeltenmemişim diyecektim. Paylaşımlar aynı. Trend giy, arka plana ot tezgahı veya Alaçatı evi kapısını al, saçına çiçek tacı tak, poz ver. Vermeyeni dövüyorlar mı acaba? Aman neyse ne, esnafın yüzü gülmüştür umarım.

Miting hakkında tek söz etmeyeceğim, neden? Çünkü tüm gün şehrin büyük kısmında trafiği felç ettikleri için bir kısım İzmirli tarafından kulakları ecdadlarına kadar çınlatıldı, benim konuşmama gerek yok. Ben diğer kısım İzmirlilerdendim. 

3 Nisan 2017 Pazartesi

Dumur Diyalog #165

Evden çıkmadan duş almışım, saçımı bir güzel kabartmışım, bonus kafamla kendimi pek beğeniyorum. Asansörde kendime bakarken, Arca'ya sordum: Saçlarım nasıl?
A: Iyy! KIVIRCIK!
(Ben evin bu iki oğlanına bonus kafamı bir beğendiremedim!)

28 Mart 2017 Salı

On maddede Brüksel’den ilk izlenimler

Ben Brüksel’e ömrü hayatımda bir defa gitmiştim, 2004 mü 2005 mi hatırlamıyorum bile. İş için tabii ki. Bir workshop vardı galiba. Deli soğuk bir havada arkadaşımla o meşhur meydanda gezdiğimizi hatırlıyorum. Kullan at fotoğraf makinesiyle hatıra fotoğrafları çekmiştim, ama tab ettirmeden makineyi kaybettim sanırım. Yani pek bir hatıram yok. İlker de yine aynı yıllarda iş için gitmişti, diğer Avrupa şehirlerinden fazlaca bir farklılığı olduğunu hatırlamıyoruz.

Bu defa günde kişi başı 20.000 adım atmak suretiyle altını üstüne getirdik, izlenimlerimizi 10 maddede derledik:) Bak görüyorsun bacım günün çorbası blog siz sayın okuyucuları için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor, yediğini içtiğini, gezdiğini gördüğünü kıskandığını paylaşıyor:) 

27 Mart 2017 Pazartesi

Ne? biri Belçika yazısı mı istemişti?

Muhterem ile üç günlüğüne Brüksel’e gittik. Maksat, hangi muhitlerde yaşayabileceğimizi, Arca cücesini hangi okullara gönderebileceğimizi görmek, öğrenmekti. Tavsiye edilen semtlerdeki gözüme kestirdiğim birkaç okula mail atıp randevu istemiştim ama beni hiç sallamadılar. Yine de kötüye yormadım, yüreğimi çürütmedim. Bir şeyleri netleştirecektik nihayetinde, en azından kafamızda canlandırmak kolay olacaktı.

Kafamız daha da karıştı. Neden? Çünkü bilmediğimiz bir şey için pek çok seçeneğimiz var. Ve seçim yapmamızı kolaylaştıracak objektif bir kriter yok, sadece tecrübeler ve fikirler var.

Çok bilinmeyenli, çoktan seçmeli bir kaosun ortasında kaldık, lanet olsun. 

15 Mart 2017 Çarşamba

"Challenge Accepted!" => Belçika

Nereden başlasam, nasıl anlatsam?
Aslında klasik Yeliz olarak toz ve bulut evresinden başlamalıyım ama bu defa sondan başlayayım.

Belçika'ya yerleşiyoruz.

Çalışma izni ve diğer her şeyin belli bir süreçte ilerleyeceğini düşünürsek, sanırım birkaç ay daha buralardayız ama sonra çekirdek ailemiz için yeni mücadele başlıyor, bir challenge ve "Challenge Accepted!"

8 Mart 2017 Çarşamba

Kadın.

AVM ve çarşı gezmeyi sevmediğim için bütün alışverişini internetten yapan bir insan olarak bu işin kitabını yazarım, hiç tevazu gösteremeyeceğim. 

Tabii alışveriş yaptığım sitelerin reklamları, kampanyaları mailbox’ımı istila ediyor. Bu da işin kötü tarafı.  Özellikle son bir haftadır, konu aynı. Kadınlar Günü. Yılbaşı bitti, Sevgililer Günü bitti, sıra kadınlara geldi. 

Sadece mail adresime gelen duyurulardan birkaç örnek:

2 Mart 2017 Perşembe

Değişik

Ehliyetler değişiyormuş, biz de İlker'le değiştirelim dedik, sabah sağlık kontrolüne gittik. 
Öncesinde aramızda konuşuyoruz.
İlker iğneden tırsar soruyor: "kan testi yaparlar mı?" 
Ben daha rahatım ama benim de başka soru işaretlerim var: "yok ya bir damlacık alır grubuna bakarlar. Bence renk körlüğü muayenesi yaparlar. Hani yirmi sene evvel ehliyet alırken yapmışlardı, bir de dizine filan vururlar, refleks bakıyorlardı ya. Ay sağ dizim hala bereli, öbürüne vur diyeyim..." 

24 Şubat 2017 Cuma

Çocuk

Kış olmasa bahar bu kadar sevilir mi?
Baharın geleceğini bilmesen kış çekilir mi?

20 Şubat 2017 Pazartesi

Dumur diyalog #164

İ: A Arca senin doğum günün yaklaşıyor ben sana daha hediye almadım?
A: A üzülme babam, akşamüstü geçerken alırsın.

---------------------------------

8 Şubat 2017 Çarşamba

Kadınlığı konuşmak ayıp değil

Bizim ortaokul ve lisenin kampüsünde bir mağaza vardı. Okul kıyafetleri, çorap gibi ihtiyaçlar ile tekli hijyenik pedler satılırdı. Tabii o zamanlar pedler Elif’in dediği gibi çocuk bezi kalınlığındaydı, ayrıca şimdiki gibi tek tek paketli değildi. Onlu paketin içinden tek tek çıkarılan pedler özenle katlanıp hediye paketiyle paketlenip öyle satılırdı (kanımca o kadar ellenmeye pek hijyenikliği de kalmıyordu ya neyse...).

Ben olsam ben de!

Çocukken sorulan açık ara en iğrenç soru: “anneni mi daha çok seviyosun babanı mı”

Biz de Arca’ya pislik olsun diye bazen soruyoruz, cevap hep aynı: İkisini de!

En çok sevdiği insanları sayarken anne-baba ilk sırada sonra diğerleri geliyor.

7 Şubat 2017 Salı

Okuma notları - Ocak

Yılın ilk günü evdeki herkesten önce kalktım. Kanepede uzanmış, yılbaşı hediyelerimize bakarken, Tufan’ın “sende kesin yoktur eminim, onun için aldım, çok heyecanlı kitap” diyerek hediye ettiği Kelebek’i okumaya başlamıştım. Gerçek bir hikaye, bir kürek mahkumunun özgürlüğe kaçışını anlatıyor. Gerçek olması çok etkiliyor insanı. Bizimkiler uyanıp da İlker’in Reina saldırısını haber verdiği saate kadar onlarca sayfayı okumuştum bile. Akıcı, hızlı okunan bir kitap. Özellikle kafa boşaltmak ihtiyacı duyulduğunda, keyifle okunur:)



6 Şubat 2017 Pazartesi

Keyfim kaçınca...

Geçen gün o vize dalgasına keyfim fena kaçtı. İşler istediğin gibi gitmeyince hani, böyle bıkkınlık hali gelir ya üzerine, öyle işte. Acilen neşelenmem lazım yoksa benim nemrutluğum hiç çekilmez ve maalesef katlanarak artar. Derhal blogu açtım, Diyalog etiketine tıkladım, allah seni inandırsın, bütün neşem yerine geldi. Tavsiye derim.

Sonra aklıma geldi, keyfim kaçınca neşelenme listesi yaptım kendime, bak o liste bile müthiş neşelendiriyor insanı.

3 Şubat 2017 Cuma

Challenge'da son soru: 2017'de olmasını istediğin bir şey

"Dünya barışı" diyeyim de küfürü yiyeyim mi?

Tamam demiyorum, en son 2016'ya girerken cümlemize barış huzur dilemiştim, sonrası malumunuz.

2 Şubat 2017 Perşembe

Beni Türk dizilerine emanet edin.

Uzun zamandır Türk dizi piyasasına çok haksızlık ediyormuşum. Ona buna bok atıp, en kalitelilerini bile haksız yere yerle yeksan ediyormuşum, allah beni nasıl biliyorsa öyle yapsın!

Ezelden beridir ve evet tam da Ezel’den beridir izlemiyordum. Kah izlemeye kasıyor, dayanamıyor, kah köşe bucak kaçıyor, uzaklaşıyordum.

Türk dizilerini, Huxley distopyasından türetilmiş, korkunç birer manipülasyon ekipmanı olarak bellemiştim. Öyle korkuyordum ki o ekranın kölesi olmaktan, alaycılık ve aşağılama savunma mekanizmam haline gelmişti. Edebiyatın bile beni kurtaramayacağını anladığımda çareyi boş yere yabancı dizilerde hatta defalarca izlediğim Hollywood filmlerinde aradım.

Oradaydı, bir kumanda mesafesindeydi haz.
Ve hedonizmin çağrısına daha fazla kulak tıkayamadım.

1 Şubat 2017 Çarşamba

#16 bir şey çiz ve bize göster, eyvallah

Annem müthiş resim yapar. Evde tabloları var. O derece yani!

Ben resme olan kabiliyetsizliğimi babamdan aldığımı düşünürdüm, öyle avunurdum. Kısa boylu oluşumu da babamdan almamış mıydım? Pek ala yeteneksizlik de ondan geçmiş olabilirdi.

Yanılmışım. Meğer babam da çok güzel resimler çiziyormuş. Arca ile birlikte kaldıklarında çizdikleri resimlerden sergi açabilirsin, cidden başarılı.

31 Ocak 2017 Salı

#14 ve #15

#14 : keşke arkadaşım olsa dediğin ünlü kim?

İki gündür bunu düşünüyorum. Hiç bulamadım. Pek ünlü de bilmiyorum ondan mı acep?

29 Ocak 2017 Pazar

On yıl sonra nerede, nasıl yaşamak?

Geçenlerde anlatmıştım, hani İlker'in telefonda, biz şimdi on sene sonra filan gelsek, şehirden uzakta yaşasak, sıkılır mıyız? diye sorduğunu ve benim de hiç tereddüt etmeden "sabit gelirim olsa, on sene beklemem bugün bile yaşarım, hiç de sıkılmam, çok eğleniriz ne diyorsun" diye cevap verdiğimi.

On yıl sonrası için şimdilik iki olasılık üzerine hayaller kuruyorum. Biri yukarıda anlattığım gibi, muhteremle sayfiyede kocamak! Hatta bak şöyle bir hayal, tek katlı, asgari konforda bahçeli ev, bahçesinin ciddi bir bölümü bostan olacak, - evde bir saksı kaktüsü bile öldürebilirim ama bahçe olayından az buçuk anlarım - mümkünse denize de yakın olsun bir zahmet, hava iyi oldu mu balığa çıkalım muhteremle, kötü oldu mu, evde film seyredelim, ben okurken veya yazarken o maç izlesin filan...

28 Ocak 2017 Cumartesi

#12 : 10 yıl içinde hayatında neler değişti?

Neler olmadı ki?

On yıl önce İstanbul'dan İzmir'e taşındık. Evlendiğimizde çok severek taşındığımız Bakırköy'deki o eski apartmanın birinci katındaki sıcak evimizi boşaltıp toplanıp geldik İzmir'e. Ailelerimiz ve çocukluk arkadaşlarımızla sarmalandık, İstanbul'u hiç aramadık. Zaten nesini arayacaktık? Trafiğini mi, yalnızlığımızı mı, iki yakamızı bir araya getiremeyişimizi mi? Ben zaten on yıldır ayda iki defa gidiyorum ve İzmir'e her dönüşümde derin bir nefes alıyorum, çok şükür...

27 Ocak 2017 Cuma

Challenge #10 ve #11

Hiç unutmak istemediğin anın nedir diye sorulmuş.

Arca ile çok kahkaha attığımız bir an var mesela, baş başa bisikletle sahile indiğimiz, güneş batarken denize girdiğimiz karanlık sularda yüzdüğümüz o gün, Arca'nın gözlerindeki "ilk defa yapıyorum çok eğlenceli" bakışını gördüğüm an. İlklerini birlikte yapmaya bayılıyorum. İki tekerlekli bisiklete adam akıllı binmeyi öğrettiğimde de vardı o bakış. Babasıyla ilk kalamarını yakaladığında da... Bir çocuğun gözlerindeki o ilk defa başarma anı... Onu hiç unutmak istemiyorum, o bakış hayatta tutan, bir işe yaradığını, önemli olduğunu hissettiren bakış.