30 Aralık 2016 Cuma

Hayatın küçük mucizeleri

Kitap kulübünde bir arkadaşım var, Özlem. Ama başkanım Özlem değil, hani hep bizi bir araya getiren, toparlayan, organize eden Özlem değil. Özlem Kara. Kara müthiş bir okuyucudur, okumak derken müthiş işte, benim gevezeliğim bile yetmiyor. Fakat hemen hiç konuşmaz. Toplantılarda başkanım Özlem’in çok okuyan ama az konuşan Özlem’i “sen de konuş bir şeyler söyle” diye dürttüğü, uzman psikolog Deniz’in de mesleki sorumluluğu gereği bu dürtmelere tepki gösterdiği çok olmuştur. Kara ancak ciddi baskılar altında konuşur. Başkanım Özlem bile artık dürtmekten vazgeçmiştir. Bazı toplantılarda Kara’yı konuşturmayı atladığımız bile oluyor, ama onun varlığı yeter.

Ursula K.LeGuin özel buluşmalarından Lavinia toplantısında Özlem Kara, rahatsızdı, erken kalkacaktı. Bu sebepten onu uzun zamandır ilk defa konuşması için sıkıştırdık. Lavinia, tek tek her birimizin bayıldığı bir kitap olmuştu, Kara da iki çift laf etmek istemez miydi? Hepimizin gözü kulağı Özlem’deydi.

29 Aralık 2016 Perşembe

Tercih meselesi

İstanbula tam zamanında gidip dönmüşüm. Bugün bakıyorum fırtına başlamış, toplantım bir gün sonra olsa rezilim çıkmıştı. Gerçi sabahın dördünde kalkıp akşama kadar aralıksız toplantı yapıp İzmir geri dönmek de benzer şekilde rezilimi çıkarıyor ama buna da şükür.

Havaalanındaki yarım saatlik fazladan zamanımı milli piyango bileti alarak ve kitap okurken serin serin biramı yudumlayarak değerlendirdim. Ritüeller hoşuma gidiyor. Hiç çıkmasa da her sene İstanbul’dan bilet almak mesela, yılbaşında ağaç süslemek, eve kokina almak, ışıklarla donatmak evi…

Blogda da yıl sonu yazı ritüellerim vardı. Vardı diyorum, zira bu yıl hiç dokunmamışım, şurada kaldı iki gün. Yeni yıla hedeflerle, planlarla başlamak, geçen yılı şöyle bir düşünmek… Geçen yılı kimse düşünmek istemiyor, daha çok 2016’nın kıçına tekmeyi vurma hissiyatı hakim. Eh kimseyi suçlayamayız. Yedek kulübesinden hakeme “bitir şu maçı artık” diye bağıran teknik direktörler gibiyiz.

26 Aralık 2016 Pazartesi

Güneş ışığı

Allah’ın bildiğini kuldan saklayacak değilim, depresif bir ruh hali içindeyim. Aslına bakarsan şahsi hayatımla ilgili ciddi bir sorunum yok çok şükür. Benim, ailemin sağlığı, huzurumuz, düzenimiz yerinde. Gel gör ki, mutlu olacak şükredecek çok sebebimiz olmasına rağmen en küçük bir olumsuzlukta – ki bu bizim ülkemizde hemen her gün oluyor – bir el boğazıma sarılıyormuş gibi hissediyorum. İç dünyamı dengelemekte zorlanıyorum.

Burada bile defalarca anlattığım gibi kendimce kuyruğu dik tutma gibi önlemlerim var. Bu önlemlerin en sonuncusu sosyal medyada denk geldiğim bir aldatma ve linç etme olayıydı. Konuya özne bilmemnemom kişisini tanımıyorum, hatta varlığından bile haberdar değildim ta ki bir sosyal medya hesabında bahsini okuyana kadar. Sonra bile isteye, olayın içine daldım. Evet bu benim için ilginç bir durum zira mümkün mertebe sosyal medyanın bu gibi tuzaklarına düşmem. Ne var ki, gündemin ağır gerçeklerinden kaçmak için, sosyolog mu psikolog mu neyse, bir diploma sorununu incelemek cazip geldi. Bir süreliğine kafayı düzelttim. Bana böyle gündemlerle gelin! 

22 Aralık 2016 Perşembe

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.24

Arca okumaya başladı beridir, bu seriyi refleks olarak sınırlandırdığımı fark ettim. Halbuki benim salaklıklarım sınır ötesi. (Birazdan anlatacağım) Ve benim salaklıklarımı okumasına gerek yok evladımın, zira bizzat şahit oluyor (onu da anlatacağım) ama gel gör ki anasıyım, atsan atılmaz satsan satılmaz. (Şimdi Arca bu cümleyi okuyor olsa, Letgo ile satılır derdi, ıyyy neyse ki benden aldığı tek kötü özellik salaklığım değil, espride yeteneksizliğim)

Parantezler yazıda arttı mı anla ki, gevezeliğim üzerimde. Okumaya niyetlenenlerin işi zor fakat bu yazıda en azından küçük bir kahkaha vaat ediyorum, pişman olmayacaksınız.

20 Aralık 2016 Salı

Küçük sevinçleri ve küçük kederleriyle, herhangi bir günü daha bitirmek dileğiyle…

Dün akşam bütün hafta sonu yıkanan ve kuruyan çamaşırların ütü günüydü. Ütüde bir Türk dizisi ne bileyim bir romantik komedi film arıyor gözler. Genelde Perşembe akşamlarına sallamamın sebebi bu aslında. Ama bu defa İlker çalışacaktı, benim de yapacak daha iyi bir işim yoktu, ütü masasını televizyonun karşısına koyuverdim. Dizi bulamadım, film kanallarına geçtim. Epey dandik bir Noel filmine denk geldim. Bu ay konsept bu. Arca da arkamdaki sehpada yılbaşı kartı hazırlıyor, hummalı bir çalışma var evde, herkes kendi halinde.

Tutunmaya çalışanların hafta sonu kişisel gündemleri

Arca geçen haftanın ortalarından itibaren bir sirk gösterisine gitmek isteyip duruyordu. Okuldan davetiye dağıtmışlar, illa gidelimmiş.

Küçükken ailecek gittiğimiz sirkte sahnedeki kaplanın biri suratıma işemişti. Akabinde burnumun üzerinde çıkan çilleri de o sidiğe yormuşlardı. Ben böyle hatırlıyorum ama tabii geniş hayalgücümün bir saçmalaması olabilir. (Bilginin doğruluğunu anneme teyit ettiremeyeceğim, he deyin geçin) Çillerimin sidikle ilgisi yoktu bence, o yaz güneşin altında çok kalmıştım bütün yüzüm soyulmuştu ve çiller şahsıma sevimli bir hava veriyordu. Uzun lafın kısası, benim sirklere mesafem hayvan hakları savunucularının ateşli muhalefetinden evveline dayanıyor.

Yine sallamaya çalıştım, alternatif etkinlikler sundum ama hayır. Sirk de aslında öyle çok gösterişli bir şey değil, illüzyonist var, cimnastikçi bir kız var, lastik gibi, yılanlı bir gösteri, palyaço filan… Neyse gittik.

13 Aralık 2016 Salı

Kötülük bizim normalimiz

Bazı sabahlar metroda uzun süre ayakta dikilmek zorunda kalırım. Bazı sabahlar ayazda aktarma otobüsünü eklerim dakikalarca, sırtıma buzlar sürülür. Ama bugün o sabahlardan biri değildi, şanslıydım.

Şanslı olduğumu düşünmek için acele ettiğimi çok yakında anlayacaktım ama o an, o an için şanslıydım.

Metroda iki durak sonra oturmuştum, kitabımı okumuş, hatta birkaç duraklık sürede kestirmiştim. Şanslıydım, öyle ki, ofise götürecek aktarma otobüsüne son anda yetiştim ve önümdeki çocuk üç durak sonra inince de oturabildim. Tıngır mıngır giderken, bir anda bam diye bir ses ve sarsıldık.

Kaza.

12 Aralık 2016 Pazartesi

"Ruh sıkıntısına iyi gelecekler" reçetesi

Hafta sonu için ciddi bir reçete hazırlamıştım.

Balığa giden İlker’in yerine annemler Arca’yı servisten aldılar, ben de hem özlemişim bahaneyle görmüş oldum hem de mis gibi anne yemeğiyle karnımı doyurdum. Aile, psikolojiye bire bir!

7 Aralık 2016 Çarşamba

"Ruh sıkıntısına iyi gelecekler" listesi

Bu akşam kitap kulübünde Lolita akşamıydı. Kitabı okumakta ne kadar zorlandıysam, duygularımı anlatmakta da o kadar zorlandım, hatta anlatmadım, anlatmamayı tercih ettim. Konuşmaktan ziyade yazarak kendini ifade edenlerden olduğum için belki de... Yok ya ondan değil normalde her toplantının gevezesi cıvıtanı olurum, bu defa düşüncelerimi toparlamakta zorlandım, lafı evirip çevirmenin manası yok.

Roman, hastalıklı bir ruhun bir çocuğa aşkıydı, bu kadar aslında. Nefis bir anlatım, harika tasvirler, aklında canlandırması bile içinin daralmasına sebep olurken okumadan edemiyorsun. Bu kadar. Nabokov, bir dahi. Lolita ise bir dahinin elinden çıkma bir şaheser. Kabul etmeyeceğiz de ne yapacağız? Okunmalıydı, okunurken anlatımın "mürekkep yalamış" damaklarda tat bıraktığı kabul edilmeliydi. Okundu, kabul edildi.

6 Aralık 2016 Salı

Osurmak aşkı öldürür mü?

İsmini burada ifşa etmeyeceğim bir arkadaşımın, eşinin yanında asla osurmadığını öğrendiğimde kulaklarıma inanamamıştım. Yanında yapmayınca, eşin senin o işi hiç yapmayan biri olduğunu mu sanıyor? Ne yanılgı.

Şahsen ben de tuvalette rahat bırakılmanın önemine inananlardanım, dolayısı ile kendimle baş başa kalabildiğim o nadir anların bir cüce veya babası tarafından bölünmemesi için son derece katı olabilirim. Ama osurmak öyle mi ya?

5 Aralık 2016 Pazartesi

Nadas

Kadınların beyinleri aynı zamanda birçok şeyi düşünebilme özelliğine sahiptir. Şimdi kaynağını hatırlamadığım birkaç yazıdan ama en çok da kendimden biliyorum ve bu blog benim şahsi sallama alanım olduğu için rahatlıkla genelleştirebilirim. Ben taş atayım da, dileyen çıkarmaya uğraşsın.

Bu, aynı anda çok şey düşünebilme özelliğinden daha evvel bahsetmiştim, tekrar aynı detaylara girmeyeceğim, multitasking hakkında merakı cezbolan kimseler bunu ve şunu tıklamak suretiyle bilgilerini tazeleyebilirler.

Yazıları adam akıllı okuyanların da rahatlıkla anlayabileceği gibi, bu özellik iyi değil, kötü hatta lanet bir özelliktir, yani kadın olduğumuz için övünmenin manası yok, saçmalamayalım.

Lanet derken?

2 Aralık 2016 Cuma

Umut

Neyin nereden aklına ne getireceği belli olmuyor. Bir şey okuyorsun ve birkaç cümlesi sana farklı bir taraftan bakmanı sağlayacak bir fikir veriyor.

Blogcu anne Elif’in ÇıtırÇıtır Felsefe serisinin yazarı ile yaptığı söyleşiyi okuyordum. Okuyordum çünkü – tamam öncelikle Elif’in yazdıklarını hep okumaya çalışırım sonra – bu serinin ilk kitabını geçen sene almıştım Arca’ya fakat pek heyecanlanmamıştı, yani acaba yaş mı acaba neden şeklindeki sorularıma cevap alabileceğimi ve yazarı tanıyabileceğimi umdum. Seriye tekrar ilgi duymamı sağlayan başka bir şey de Arca’nın televizyon izlerken “felsefe nedir?” diye sorması oldu, zamanı gelmiş miydi acaba?

Hayata dair olguları küçük yaştan itibaren kavranmasına çok önem veriyorum, zira şimdiden düşünen özgür bireyler olmalarına bu kavramanın bir zemin oluşturacağına inanıyorum. Umut işte…

Umut bu aralar, fakirin bile ekmeği değil. Umut bu aralar aslanın ağzında adeta.

1 Aralık 2016 Perşembe

Lavinia bizi kurtarır mı?

Hafta kötü başlıyor. Hastalıkla devam ediyor. İşler öyle birikiyor ki, bir gün daha rapor alsan - ki aslında ihtiyacın var -, boş veriyorsun, biliyorsun ki evde raporlu otursan yine çalışacaksın, kurtuluşun yok git bari işinin başına.

Gün kötü başlıyor. Her an yürek burulması. Eskiden de böyle miydi yoksa anne olduğumuzdan, yaş almaya başladığımızdan beri mi böyle? Daha bir ağrılı oluyor bu yürek çarpıntıları?

Gün zor devam ediyor, yığılan işler, kontrolünden çıkmış işler ve hemen hiçbir şeye konsantre olamama hali. Tuvalette, iki arada bir derede oyalanayım diye eline aldığın sosyal medyada yurtdışına taşınmış uzak yakın tanıdıkların "ah evropa" temalı paylaşımları... Iyyy... Almanya merkezde bile işe alımların durdurulduğunu öğrenmek ise tuz biber...

29 Kasım 2016 Salı

Hastayım hasta

Siz benim böyle bol bol okuduğuma bakıp da beni kültürlü entel bir şey sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Yok aslında tam olarak yanılmıyorsunuz, kendime göre sınırlı bir entelektüelitem var bence. Biri bir filme, bir kitaba atıfta bulunduğunda mal mal bakmıyorum en azından, ucundan kıyısından bir muhabbet yakalayabiliyorum. Ama abartmaya gerek yok.

27 Kasım 2016 Pazar

10 yaş hamile pantolonu

Arca, dün tüm günü karın ağrısı ile geçirdi. Arada klozette rahata kavuşan cücenin evin içinde iki büklüm gezinmesine içim burkuldu. Akşam üzeri karnına sıcak havlu koyarak biraz rahatlamasını sağladım hatta bir yarım saat kadar uyudu.

19 Kasım 2016 Cumartesi

Çorba pişirmenin iyileştirici gücü

Kötünün de kötüsü günlerden geçiyoruz. Daha kötüsü olamaz dediğimiz her olayın daha kötüsünü yaşıyoruz. Gözümüze sokar gibi...

Bugün Arca ile baş başa evdeyiz. Dışarı çıkabilirdik, markete gidip alışveriş yapabilirdik ya da erkenden alışveriş merkezine gidip ablamın gecikmiş doğum günü hediyesini alabilirdik, aklımda birkaç şey var. Hiçbirini yapmak istemedim.

#tecavüzmeşrulaştırılamaz

Öyle bir ülke haline geldik ki, birilerine tecavüzün suç olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, tecavüzle rıza ve çocuk aynı cümle içinde hem de devlet yetkilileri tarafından dile getirilebiliyor.
Ülke boka battı, kokuyor, elle tutulacak hiçbir yeri kalmadı. Kadınlar ve çocuklar sürekli taciz ediliyor, tecavüz meşrulaştırılıyor. Benim artık midem, psikolojim hiçbirini kaldırmıyor.
Umudun kalmadığı yerde gelecek sis bulutlarının ötesinde.

17 Kasım 2016 Perşembe

Dawson's Creek

Pazar sabahıydı, gevrek almaya çıkarım diyen muhterem baktım, “beraber çıkalım boyoz yer döneriz”e dönmüş, demek ki canı çıkmak istemiyor, bizi de sürükleyecek. Arca evvela istemedi, tembel teneke. Sonra Poyraz’ları da alırız teklifine balıklama atladı. Şanslıyız ki, pazar sabahın köründe uyandırıp “kalkın boyoz yemeye gidelim” dediğimizde küfür etmeyecek arkadaşlarımız var.

Boyoz yanına fırında pişmiş yumurta, of ki ne of. Gerçi beni yağlı hamur işleri beter ediyor, bütün gün midem ağzımda geziyorum ama o lezzete karşı koymak imkansız. Sahi İstanbul’da neden boyoz fırını açmıyorlar? Ne biçim iş yapar? O biçim! (ıy iğrencim evet)

Ha bu arada sabah kafamızı çıkarıp, boyozumuzu tıkınıp, sabah kahvesine Zeyneplere geçesiye kadar son haftaların en felaket yağmuruyla ıslandığımızı da belirteyim. Öğlen olmadan eve döndük ve şansımıza hava açtı. Mayışan Arca ve İlker’in bana katılmayacaklarını bile bile sordum: “yürüyüşe çıkıyorum, gelen var mı?”

16 Kasım 2016 Çarşamba

Dumur diyalog #163

Bizi asla bırakamayacağını bildiğimiz için çocukların kabul edilmediği bir düğün yalanını uydurdum. Hayır utanmıyorum, belki biraz. Neyse konumuz o değil. 
Biz İlker ile gecikmiş kutlamamızı yapacağız, Arca anneannesinde kalacak, plan bu.
O sabah servis beklerken İlker'le sohbet ediyorlar:

14 Kasım 2016 Pazartesi

6 dakika: "düşünmeden"


Burada yazdığım 6 dakika başlıklı yazılar,  Macera Kitabım'ın yazarı Özlem Öztürk 'ün gönderdiği Yeşim Cimcoz'un 6 dakika kartlarından çektiğim kelimelerle başlıyor. 

Bir kelime ve hiç aralıksız, 6 dakika boyunca aklına geldiği gibi yazmak. Bir oyun da diyebilirsin bir terapi de (oyun zaten terapi değil midir:))

12 Kasım 2016 Cumartesi

Memelere dikkat

Geçen mayıstı. Yıllık olağan kontrol için jinekoloğuma gitmiştim. Doktorun bana "her şey yolunda ikinci isterseniz, yapın, sonra geç kalmış olabilir ve üzülebilirsiniz" öğüdüne, teşekkür edip "almayayım kalsın" demiştim kibarca.

Birkaç yıldır meme ultrasonu için bir talep kağıdı yazdırıyorum doktoruma, halamın meme kanserinden vefat etmiş olması, bir risk unsuru, ihmal etmemek lazım. Ablama da sık sık hatırlatıyorum.

11 Kasım 2016 Cuma

6 dakika: Ayakları

Ayakları kokuyordu. Eminim! Çünkü özel tasarlayıp çizip ürettirdiğimiz o kırmızı köşeli kanepeyi içeri taşımalarından önce böyle bir koku yoktu. Bence dünyada böyle bir koku yoktu, evi sardı yavaş yavaş ama bir anda değil, inceden ortamın atmosferinin içinde yayıldı ve koku molekülleri havada asılı kaldı. Bir an evvel çıkmalarını istedik. Çıkar çıkmaz da pencereleri açtık o Aralık soğuğuna rağmen. Bugün ne zaman ayaklarım koksa – ki bu kış aylarında her gün – o hamal aklıma gelir. Ne saydırmıştım adama, yeni gelin evimi kokuttu diye, insan bir yıkanmaz mı diye… Bugün hani o çıplak ayağa giydiğim spor ayakkabılarım var ya hah işte onları ayağımda gören ilker ve arca birbirilerine kaş göz yapıp yanımdan kaçıyorlar, pisler! Ve ben her allahın günü yıkıyorum ayaklarımı, ama yine de kokuyorlar, hamalın ayakları gibi!

9 Kasım 2016 Çarşamba

Kabuk

Benden büyük, müdahale edemeyeceğim şeyleri engelleyemediğim zamanlarda toparlanmakta güçlük çekiyorum. Üzerimden etkisini atamıyorum ve sürekli sorguluyorum. Ülke gündemindeki hemen her olay, eskisinden daha derin izler bırakıyor, tahammülümün sınırına geldiğimi hissediyorum.

8 Kasım 2016 Salı

İki kitap yorumu: Enigma ve Doppler

Dün sabah, her zamanki gibi “geç kaldım” söylenmeleriyle evden çıkmaya çalışma dakikaları… Benim şapşal telaşlarımı baba oğul, uykulu gözlerle izliyorlar. Bir odadan diğerine savrulurken, banyodan çıkıp mutfağa girerken sürekli elimde çantaya tıkıştırılacak bir şeyler var, çenem hiç durmuyor, beni izleyenler yoruluyor. Arada Arca’nın sütünü çıkarıyorum, oda sıcaklığında tercih ediyor, ne sıcak ne soğuk. 

3 Kasım 2016 Perşembe

Ne zaman yaşlandığını anlarsın?

Bir fotoğraf çekinirsin ve yüzündeki sarkmalarla çizgiler kabak gibi ortaya çıkar. Yaş almaya hoş geldin. Daha doğrusu yaşlandığını fark edenler kulübüne.

Arca geçenlerde anaokulundan beri en sevdiği arkadaşı Kayra için, “biliyor musun Kayra benim beş yıllık arkadaşım!” dedi. Poyraz’ı hatırlattım, “a evet ya Poyraz benim yedi yıllık arkadaşım vay be” diye ekledi. Biz arkadaşlarımızdan bahsederken yirmili yıllara geçtik bile. Elvan, Gülayşe, Emel, Tuba yirmi yıllık arkadaşlarım, ya Zeynep? Yirmi üç yıl olmuş. İlker’le tanışmamızın üzerinden yirmi bir yıl geçmiş. “Hey gidi” diyor insan.

Bazen yolda genç çocuklara rastlıyorum, lise öğrencilerine. Onlarda İlker’in geçmişi ile Arca’nın geleceğini görüyorum, hem hüzünlü hem umut dolu bir gülümseme beliriyor yüzümde, hoşuma gidiyor.

1 Kasım 2016 Salı

Kitap yorumu: Güvercinler Gittiğinde

Bir kitabı tavsiye etmem için beni alıp götürmesi ilk kriter. Alıp götürmek terimi açıklıyorum. Mesela metrodayım, ayaktayım ayağım ağrıyor fakat yine de kafamı kaldıramıyorum kitaptan, boşalan yerleri bile kesemiyorum. Hatta otobüste bile ayakta kalsam, o sıkışıklıkta birkaç sayfa okumaya çalışıyorum. Sonra elime sosyal medya hesaplarının yerine kitabı alıyorum, bitinceye kadar elimden bırakamıyorum. Sonlara doğru goodreads’teki yorumlara bakıyorum ve hatta yazarın bundan bile iyi bir kitabının olduğunu öğrenince derhal sipariş veriyorum. Öyle işte…

Bu günlerde şansıma böyle iki kitapla yollarımız kesişti.

Sıra ona gelmedi

Fark ettim ki, ben kendim için bir şey yapmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Başta manevi sonra da maddi sebepler ağır basıyor.

Vaktim yok. Gerçekten vaktim yok. Nasıl mı?

30 Ekim 2016 Pazar

Pazar gününden...

Tembel bir pazar öğleden sonrasından bildiriyorum şeklinde bir cümle kurmak isterdim. İsterdim ki, tüm pazar günümü üzerimdeki pijamaları çıkarmadan geçirmiş olayım. Ve aşağıdaki fotoğrafı tasvir ederken de, "artık yaymaktan sıkıldığım dakikalarda aklıma birkaç tepsi kurabiye pişirmek geldi de, şimdi iyi demlenmiş kahvemin yanına aldım, bir fotoğraf çekimlik süreye bile sabredemeyerek bir lokma yemiş bile olabilirim", diye devam etmek isterdim. Dur lan, öyle oldu vallaha. Sadece tembel bir pazar değil.

İnsan, beklentileri somut bir duruma dönüştüğünde mutlu olur demiş miydim? Evet şu an için mutlu bir an diyebilirim. Tüm hafta sonu planladığı her şeyi yapmış insanlara özgü bir tatmin olmuşluk var üzerimde.

28 Ekim 2016 Cuma

Öncelikler yüzünden

Dün sabah.

Muhtereme, evle ilgilenelim biraz, dedim. Baktı. Yani, yorganı çıkaralım, çarşafları değiştirelim, evi temizleyelim diyorum. Yarın yarım gün çalışacağım, temizlik yapayım dedim, mesela, “boş ver hep beraber yaparız” dedi. Canım muhterem… Arca bundan hiç hazzetmedi, siz evi temizleyin ben ipad filan oynarım dedi, yok ya! Banyo ışıklığının oradaki menfez kapağının takılması şart, tozu pisi bıraktım, artık soğuk hava girecek, silikonlamanın tam zamanı dedim, hak verdi, canım muhterem.

Tam evden çıkacağım, gözüm mutfağa kaydı, akşamki on dördüncü evlilik yıldönümü kutlamalarından kalan pizza kutuları hala masanın üzerindeydi. Aynı anda KFC kutusuna burnunu sokup “tüh ya hiç kalmamış” diyen Arca’yı gördük, kahkahamızı zor tuttuk, ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk, mutfak bekar evi mutfağına benziyordu. N’apalım akşam eve vardığımda saat dokuza geliyordu. Fakat artık silkinmenin vakti geldi. Madem şimdilik işteki yoğunluk biraz hafifledi, stres yerini rutine bıraktı o halde biraz hayatımıza odaklanalım.

27 Ekim 2016 Perşembe

Kitap yorumu: Bayan Jean Brodie’nin Baharı

Yeni yetme dönemlerimi hatırlıyorum. Ortaokul zamanlarını. Okulda gruplaşmalar olurdu. Bir gruba dahil olmak, ait hissetmek ergenliğin gerekliliğiydi demek ki… Oğlan gruplarında genelde tek tipleşme hakimdi. Aynı saç modeli, aynı takımın oyuncusu olmak… Fakat kızlarda, aynı gruba mensup bile olsa, ayrık bir ruh hali hemen göze batardı. Birbirlerine katiyen benzemeyen ayrık otları. Kadınların doğasından gelen bir ayrıklık var bence, bireysellik, birbirinden bir şekilde ayrışmak.

24 Ekim 2016 Pazartesi

kısa #17: Eyvallah

En sevdiğim kelime.

Daha doğrusu en sevdiğim kelime olduğunun farkına yeni vardım. Geçen hafta uçaktan önce erken akşam yemeği için İtalyan misafirleri götürdüğümüz Yeşilköy'deki balıkçıda sohbetin koyulaştığı bir vakit, lisanlarımız hakkında konuşuyorduk.

21 Ekim 2016 Cuma

Mutluluk

Bir süredir zihnimi kurcalayan cümleyi nerede okuduğumu hatırlamıyorum, kenara not ettiğim cümlelerin kaynaklarını da yazsam iyi olacak.

Cümle şu:
Mutluluk somut bir durum ile soyut beklentiler arasındaki ilişkiye bağlıdır.

Bu cümle doğru ise, mutluluğun formülü çok açık: bir sen bir ben bir de bebek :))

Hayır, değil tabii ki.

19 Ekim 2016 Çarşamba

Kitap yorumu: Hayvanlardan Tanrılara, Sapiens

İkinci üniversite olayını duymuş muydunuz? Eğer bir fakülte bitirmişseniz, iki yıllık veya dört yıllık bölümlere, herhangi bir sınava girmeden kaydınızı yaptırabiliyorsunuz, açık öğretim gibi. Ben bu yıl sosyoloji bölümüne ön kaydımı yaptırdım.

Bölüm seçimimde “Yılmaz Morgül’ü bir millet neden izler” sorgulamamın etkili olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yok lan şaka yapıyorum, bana ne. Bizim millet Kürk Mantolu Madonna’daki Madonna’yı şarkıcı Madonna diye canlı yayında goygoy yapanları izliyor, Yılmaz Morgül ekranların gülü be gülü!

17 Ekim 2016 Pazartesi

6 dakika: DEV

Babam, geçenlerde bir yazımı okumuş, ne kadar zamanda yazıyorsun bunları diye sordu. Kendisini yazıdan ziyade sözle iyi ifade edebilen insanlara özgü küçük bir hayranlık vardı sesinde.

Az önce cüzdanımın iç gözlerini kurcalarken birkaç tane "6 dakika" kartı buldum. Galiba yazlığa filan giderken cüzdana atmışım, ne zamandır unutulmuş. Bir kart çektim, DEV sözcüğü çıktı ve 6 dakikada aşağıdaki pasajı yazdım. Şimdi sorsa babama "6 dakikada yazıyorum" diyebilirim:))

13 Ekim 2016 Perşembe

İyi hissettiren küçük şeyler

Geçen gün işten biraz erken çıktım, İlker ve Arca ile buluşacaktık, vaktim vardı ve sokak sokak yürüdüm. Kıbrıs Şehitleri caddesinin arka sokaklarını, Kemeraltı'nın ara sokaklarını, Pasaport'a kadar Kordon'u (o siyah beyaz eski kaldırımlarda) baştan başa yürüdüm. Buluşma zamanına yakın Topçu'nun karşı köşesindeki Starbucks'ta dinlendim. Yanımda defterim vardı, sayfaları karıştırırken Sanatçının Yolu kitabındaki görevlerden birine denk geldim.
Mutluluk veren şeyleri listelemişim. Görev buymuş demek. Ara sıra başka kalem kullanmışım demek ki dönüp dönüp eklemeler yapılmış.
O an içlerinden üçünü yapmış olduğumu fark ettim, yürümek, kahve içmek, yazmak/okumak...
Diğerlerini de yazayım, zira düşünmek ve yazmak ve hatta sonradan o listeyi okumak bile iyi geliyor.

10 Ekim 2016 Pazartesi

Dumur diyalog özel : Kedi

Ödevde ne hayal ettikleri sorulmuş.
Biri bisiklet, bayram harçlıkları, yazın kazandıkları ve anne baba katkısı ile sahip olabildi, pek heyecanlı kendisi. 
Diğeri; sarı tüylü bazı yerleri beyaz olan tombalak bir kedi. imiş.
Hedefi, böyle bir kediye sahip olmakmış.
"Hedefine ulaşmak için ne yapmayı düşünüyorsun" sorusunun cevabı: Annemi ikna etmek.

9 Ekim 2016 Pazar

"Eve döndüm, geleceğim"

Çocukluğumuzda bizi ödül almaya alıştırmışlar. Eğitim sistemimizde böyle bir kara delik var. Dersleri sınavlarda çıkacak sorulara göre öğrenmeye çalıştık çoğumuz. Mutlaka zevk aldığımız dersler olmuştur ama iyi notlar almanın ya da sınıfı geçmenin en birinci hedefimiz olduğunu söylerken ve genelleştirirken abartmış olmam sanırım. Sonra o bitmek bilmeyen ortaokula, üniversiteye giriş sınavları... O sınavları kazanmak o kadar öncelikliydi ki, kazandıktan sonra dünyaları kazandığımızı düşündük. Yeni hedefimiz fakülte bitirip diploma almaktı, onu da hallettik tamam, sandık.

Halbuki yeni bir sınav başlıyordu, hayat sınavı. İşte aramızdan sadece sonuç odaklı olanların, dışsal ödüllerle hedefleri tutturmaya alışanların bu hayat sınavında "başarılı" olsalar bile mutlu olmaları daha doğrusu mutluluklarının sürekli olması mümkün olmadı. Evvelden sınavlarda iyi not almaya alışkın olan bünye, şimdi ay sonu alacağı maaş için, yıl sonu alacağı title için çalışmaya devam etti. Alamamak büyük bir motivasyon kaybı iken alabilmek bir süreliğine gönlümüzü oyaladı, zira ödülün etkisi de cezanınki gibi kısadır.

Rutin iyidir.

Pazar. Saat 11:12. İlker yirmi dakika kadar önce Arca'yı alıp şantiyeye götürdü. Beni evde bir saat yalnız bırakmakla, bana nasıl bir iyilik yaptığının farkında mı acaba? Aslında onlarla çıkıp beni pazara bırakmalarını dönüşte de almalarını istemiştim ama sonra pazardan bir sonraki haftaya kadar bozulacak ve çöpe atılacak sebzeler almak yerine evde bir başınalığımın tadını çıkarmaya karar verdim. Pazardan aldıklarımızı tüketemediğimiz hiç olmamıştı, bu haftaya kadar. Evle ilgili hafta sonundan alışveriş, yemek, ütü gibi konularda plan yapar, bu planları genelde de uygularım. Ama bu hafta...

30 Eylül 2016 Cuma

Seyrek yazıyor olabilirim ama...

O kadar perişan görünüyorum ki, metroda bana yer veriyorlar. Üzerlerine aksıracağımdan, kusacağımdan veya bayılacağımdan korkuyorlar. Belki de kokudur sebep. Zira bu hafta duş yaptım mı hatırlamıyorum. Saçlarım yağlı olsa mecbur bir saçım olsun yıkanacak da, iki mıncıkladım mı sokağa çıkılabilecek (bedhead akımının öncüsüyüm) hale geliyor, sallıyorum.

Çok mu uzattım? Peki. (daha yazının uzunluğunun farkında değilsiniz tabii, başındasınız).

28 Eylül 2016 Çarşamba

Oblomov

İki yıl önceydi, klasik okusam da ne okusam dediğim zamanlar. Evet, bu kadar okuma meraklısı biri için klasikleri okumamış olmak ilginç, biliyorum. Ama öyle…

Her şeyin bir uygun bir zamanı olduğuna inanıyorum artık.

23 Eylül 2016 Cuma

Persephone sen misin? Daha gitmedin mi?

Sabah bakkala giden (muzlu süt için yer cücesi tarafından zorla gönderilen) İlker, "sabah serini var, üzerine bir şey al", dedi. Halbuki ben daha kot monta hazır değilim, ayağımda spor ayakkabı üzerimde incecik elbiseyle çıkmak üzereydim. Dünkü yağmurlu İstanbul’un serin sonbahar havasını hatırlayınca, buna da şükür dedim içimden, hala ılık buralar.

Her sabah metroya bir patikadan iniyorum. Sağı solu ağaçlı. Mevsimleri ve mevsimlerin birbirine dönüşmelerini, o patikada yaptığım yürüyüş sırasında fark etmek çok keyifli oluyor.

22 Eylül 2016 Perşembe

Eş zamanlılık

Telefonda Timehop diye bir uygulama var. O gün için geçmişe hopluyor zıplıyorsun. Bugün bir bildirim geldi, bak diyor, bundan 1-2-3… sene evvel neler paylaşmışsın, neler yaşamışsın. Zaman makinesi gibi ama sadece geçmişe… (About Time filmindeki gibi)

Bu uygulamayı en çok Arca’nın bebeklik fotoğraflarına denk geldiğim için seviyorum. Bugün uygulama bana bir sürpriz yaptı, tam 8 sene öncesine götürdü beni, blogda bir haber vermişim o gün: IT’S A BOY!
  

19 Eylül 2016 Pazartesi

Tatil sonrası hayata adapte olma rehberi

Derler ki, bir tatilin tam anlamı ile tatil olması için işle ilgili her şeyi geride bırakmak ve unutabilmek gerekir. Ancak böyle tazelenmiş bir zihinle işe dönebilirsin. Benim genelde tatillerim telefon, mesaj ve mail trafiği ile piç olduğu için uzun zamandır işi, en son işte ne yaptığımı unuttuğum bir tatilim olmamıştı. İlk defa geçen haftayı tam anlamıyla kafayı boşaltarak geçirebildim. Bundan sebep hep gülümseyerek hatırladığım bir tatil olacak. İçimize sinsin.

Gel gör ki, zaman geçiyor ve tatil de bitiyor. Gerçek hayata adapte olmak gerekiyor. Her ne kadar rutinin, düzenin, yerleşik hayatın özlemini çeksek de, itiraf etmem gerekirse, bizim hane için hayata dönüş çok zor oluyor.

10 Eylül 2016 Cumartesi

Kışlık domates yapımı

Geçiş mevsimlerinin insan metabolizması üzerinde bir araştırması yapıldı mı acaba?
Sizi bilmem ama bana müthiş bir enerji veriyor. Özellikle sonbahar başlangıcı. Yazın rehavetini bir düzen telaşıyla üzerimden attığımı fark ediyorum. Deliler gibi planlar projeler ve daha iyisi, hayata geçiriliyorlar…

Mesela kışlık domates.

9 Eylül 2016 Cuma

His

Üreticideki kontakt arkadaşım işten ayrılıyor. Birkaç haftadır pek sessizdi, her şey yolunda mı diye sormuştum, tam isabet, değilmiş. Ailevi sebepler vs… En az üç dört yıldır birlikte çalışıyorduk. Genç düzgün bir arkadaş, kendisini, çabasını, elinden gelen desteği vermesini takdir ederdim. 

6 Eylül 2016 Salı

Modaya direnen feşınbilogır

Her sezon yeni bir şey trend oluyor. Moda dergisi üyeliğim olmasa da, sosyal medya hesaplarından, üyesi olduğum markalardan bu trendlere boğuluyorum. Hiçbirini takip etmesem, dükkan vitrinlerinden cansız mankenler el sallıyor. Alışverişe çıkmasam her allahın günü metrodayım, trend nedir ne değildir anlamamam imkansız. En azından bir göz aşinalığı oluyor. Ama allah için direniyorum.

Bazı çok moda parçalara göz takılıyor, inkar edemem fakat hemen kafamı çeviriyorum. Neden? Çünkü tek sezonluk giysilere para vermek istemiyorum. Çünkü bir aldığımı kalitesi el verdiği sürece – umarım yıllarca – giymek istiyorum. Çünkü bir parçayı bir sezon giyecek kadar zengin değilim (Rahmetli Vehbi Koç’un dediği gibi ucuz ayakkabı giyecek kadar zengin değilim)

Ben zamansız stil seviyorum. Trençkotlar, kot ceketler, keten şortlar, tek parça sade elbiseler, mavi ve beyaz gömlekler, düz renk pantolonlar…

Geçen, indirimden böyle birkaç parça yakalayabilir miyim diye internette alışveriş sitelerinde gezinirken, dikkatimi çekti son sezonlarda ne çok trendi teğet geçmişim?

2 Eylül 2016 Cuma

Yazlıkçılar

Adet olduğu üzere, bir eylül yazısı patlatmayacağım. Sanırım herkes Eylül 1 itibariyle sosyal medya timeline'larından "hoşgeldin eylül", "böhüü yaz bitiyor", "en sevdiğim mevsimdi sarı sonbahar" ve türevleri cümleler ile sayısız sarı ve rüzgarda uçuşan yaprak emojisinden payına düşeni almıştır.

İyi o halde, biz Ege sahillerinin renkli yazlıkçı profilleriyle neşemizi bulalım.

1 Eylül 2016 Perşembe

Arca ile tatil günleri

Sınıfın whatsapp grubunda velilerin çocukları hakkında “okulu çok özlemiş” “çok heyecanlı” gibi cümleler yazdıklarını okuyunca biraz imrendim. Arca’da tık yok. En son, ikinci sınıfta okula gitmesinin gereksiz olduğuna kanaat getirdikten sonra, biz kitaplarını alırken okula girmemeyi, arabada beklemeyi teklif etti. Sanki adamı okulda bırakıp kaçacağız. Kırtasiye malzemelerini almaya gittiğimizde bendeki heyecanın onda biri cücede yoktu. O, hotwheels arabalarını seçmekle meşguldü, sanki bana defter, kalem alıyoruz!

Vallahi açıkça yazdım, bizimkinin okula dönmeye niyeti yok, dedim grupta.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Kendini sevmek

Serin esiyor. Çeşme hep serin eser de, artık iyiden iyiye sonbaharın kokusu geliyor burnuma. Çok değil, birkaç haftaya ön bahçeye komşu ailenin kış hazırlıklarının kokusu da gelir. Güneş gören bahçelerinde salça tepsileri ve renk renk reçelleri dizilir. Sabah baktım, biberleri asmışlar, dolmalık biber kurutuyorlar bu sene. Bu kadar hazırlığı kime yapıyorlar diye aramızda konuşuyorduk geçenlerde, çocukları vardır dedim, bir karı koca bütün kış tüketemez yoksa. Annemler gibi. Tarhanamızı hazırladılar mesela. Mis gibi olmuş, yeni mahsülü ilk defa geçen hafta denedik, bayıldık. Sonra Arca'yı da hazırlığına dahil ettikleri biberler kurumuş, koca bir torba verdiler. Rondoda azıcık zeytinyağıyla birlikte bızlatıyoruz, kavanoza koyup buzdolabında muhafaza ediyoruz. Katkısız ve deli acı pul biberimiz hazır.

25 Ağustos 2016 Perşembe

Cornetto Dondurmalarının Kalorileri

Bildiğiniz gibi yaz geldi çattı. Bizlerse bu yaz sıcağında biraz da olsa serinlemek için dondurmaya başvuruyoruz. Fakat yazın kilo aldığımız zaman buna dondurmanın sebep olduğunu da aklımızdan geçirebiliyoruz. Ayriyeten aramızda diyet yapan arkadaşlarımızda bulunuyor. Bu yazımızda ise hem diyet yapanlara ve hem de beslenmesine dikkat edenlere, Cornetto dondurmalarının kalorileri hakkında bilgiler vereceğiz.
Öncellikle her bir Cornetto Dondurmasının kalorilerini ve besin değerlerini yazmakla başlayalım:
Cornetto Disc Oreo 145 ML (YENİ!) >>>>>>> 299 kcal, 16 gram yağ, 39 gram kh(karbonhidrat)
Cornetto In Love Chocolate Berry 125 ML (Çikolata Böğüren) (YENİ!) >>>>>>> 230 kcal, 10 gram yağ, 31 gram kh
Cornetto Disc Cheesecake 145 ML >>>>>>> 280 kcal, 14 gram yağ, 35 gram kh
Cornetto Disc Vanilya - Karamel 145 ML >>>>>>> 300 kcal, 16 gram yağ, 37 gram kh
Cornetto Disc Antep Fıstık Çikolata 145 ML >>>>>>> 320 kcal, 17 gram yağ, 38 gram kh
Cornetto In Love Toffee Krokan 125 ML >>>>>>> 220 kcal, 11 gram yağ, 28 gram kh
Cornetto Classico Kaymak 120 ML >>>>>>> 200 kcal, 10 gram yağ, 24 gram kh
Cornetto Classico Çikolata 120 ML >>>>>>>  200 kcal, 10 gram yağ, 26 gram kh
Algida Keyif Kornet 125 ML >>>>>>> 110 kcal, 6 gram yağ, 12 gram kh
Cornetto Mini Kaymak 60 ML >>>>>>>  120 kcal, 6 gram yağ, 13 gram kh
Cornetto Mini Çikolata 60 ML >>>>>>> 110 kcal, 6 gram yağ, 12 gram kh

Diyet Yaparken Dondurma Tüketilmeli Mi?
Verilen Cornetto dondurmalarının kalori değerlerine bakacak olursak Cornetto diyet için ideal bir dondurmadır. Çünkü diyet yaparken vücut için gerekli olan tatlı ve şeker ihtiyacını dondurma diğer tatlılara oranla daha iyi bir şekilde sağlamaktadır. Bunun nedeni ise normal tatlıların dondurmalara oranla çok daha fazla kalori içermesi. Bu yüzden çoğu diyetisyen tatlı isteğimizi bastırmamız adına dondurmayı önermektedir.
Üstelik dondurmalar, içerdiği vitaminler ve mineraller sayesinde oldukça sağlıklıdırlar. Sütlü dondurmalar kalsiyum ve fosfor, meyveli dondurmalarda ise genellikle C vitamini öne çıkarıyor.
Ayrıca bilim adamları, dondurmaların alındığı yerlerin güvenilir olması gerektiğini şiddetle vurgulamaktadır. Çünkü güvenilir olmayan yerlerden alınan dondurmalar, kimyasal katkı maddeleri içerebileceğinden dolayı vücuda zararlı olabilir ve çok daha fazla kalori içerebilir.
Cornetto dondurmalarının kalorileri ise gayet standartlara uygun olduğundan gönül rahatlığıyla tüketebilirsiniz. Özellikle en fazla tercih edilen Oreolu dondurma hakkında detaylara http://www.cornetto.com.tr/cornetto-disc/oreo sayfasından ulaşabilirsiniz.