Kahvaltıyı müteakip elime aldığım keyif çayımı, blogumla baş başa biraz zaman geçirirken içecektim, bu kararımı da ev halkına bildirirken aslında bana fazla bulaşmamalarını alt mesaj olarak iletmekteydim. Lakin İlker bu girişimimi fırsata çevirmek aruzusuyla, "cüceyi de al, öğretmenine mail yazacaktı, birlikte yazın" dedi. Paralel kitap okumalarımız gibi birbirini rahatsız etmeden ara sıra öpüşe koklaşa saatler geçiririz sandım, büyük yanılmışım.
Kulaklıkları takmama ve kendimi ortamdan soyutlamama ramak kaldı. Az önce Arca'ya bağırdığıma göre durum ciddi. Arca yazı yazmaktan nefret ediyor, oğlumla benzemiyoruz ama yazı konusunda ayrı dünyaların insanlarıyız. İki cümle yazıp gelip yanaklarımı mıncırıyor, sonra öpüyor filan, şiştim yeminle. Yaptığı şeyin Flamanca öğretmeni için ne kadar değerli olduğunu anlattım, işini bitirince bisiklet bineceğimizi anlattım, anlattım da anlattım ama yok, şimdi de ben nasıl bütün parmaklarımla yazabiliyormuşum onu seyretmeye geldi. Şiş-tim!
Şikayetlerin sonuna geldiniz. Zira şimdi kahvemi almaya gidiyorum.
Geldim.
Eylül gibi sonbahar sohbetleri düşmeye başlar. Okul hazırlıkları, şehre dönüşler, Eylülü sahil kasabalarında geçirme lüksü olanların sakin hikayeleri. Belçika'da sonbahar Ağustos ortası gibi kendini hissettiriyor. Hava sıcaklığı uzun süre 18-24 C aralığında seyrediyor, yağmurlar sıklaşıyor, rüzgar sertleşiyor ve hatta yapraklar bile sararıyor. Evvelden yaz severdim ve tabii Mayıs çocuğu olarak ilkbahar. Belçika'da bir yıl geçirdikten sonra diyebilirim ki, sadece ilkbahar ve sonbahar güzel burada. Kış zaten nerede güzel ki? Ekvator:)
Bu arada İlker odaya geldi. Tüm yaz tatilini Flamanca tekrar ediyorlar ve klavyenin başına ilker geçti. Bana da odadan kaçmak düştü. (Meğer Arca'nın istediği şey ilgilenilmesiymiş, benim o an için yapmak istemediğim tek şey)
Arca babasının onun dil ve dersleriyle ilgilenmesinden yana çok şanslı. Bana kalsa, önceki bir saat boyunca yaptığım gibi ilgilenmem ve işinin başına sepetlerim. (Iy kötü anne!) Bundan sebep bu yıl da Fransızca dersi alsa mı dediğimde İlker şiddetle karşı çıktı, önce bir dili halletsin dedi. Çünkü o benim gibi "olduğu kadar"cı değil, o mükemmeliyetçi.
Her konuda böyle ama. Bir yemek yapılacaksa, mesela, o yemeğin en iyisi, en lezzetlisi, en mükemmeli için malzemesinden tarifindeki detaya kadar her şeyiyle ilgileniyor. Seksen yıldır malzemelerini kendisi seçmek için sabahın köründe pazara giden dünyaca ünlü Japon suşi ustasının hikayesini İlker'e okudum, bu sensin dedim!
O an, mutfaktaydık, o, çiğ balık hazırlıyordu, bana yanımda dur demişti, içerideki koltuğa kıvrılıp kitap okumaktansa, yüksek sesle ona kitaptan pasajlar okumak daha cazip gelmişti. Japon suşi ustasını mecbur dinledi, ve "çok konuşma limonları sık" dedi.
Lakin kitap okumayı da, ona kitap okunmasını da hiç sevmez.
Bugün ne öğrendim. Sabah yeni bir derse başladım, Hollandaca konuşma kursu. Şimdihangi mevsimdeyiz diye sordu öğretmen biz atladık sonbahar. Hayır yaz dedi. Sonbahara 4 gün var 😂😂 burada 21 eylül de başlıyormuş sonbahar ve hep 21 inde üç ayda bir mevsim dönüşleri oluyor. Muhtemelen şu an sizin orda da mevsim hala yaz Yelizcim ☺️
YanıtlaSilAy öyle vallaha son yaz günlerini yaşıyoruz :₺
SilO kendimle kaldığım, kahvemi yudumlayacağım anları ben de çok istiyorum. Genelde başaramasam da haksızlık etmeyeyim fırsat yarattığım günler de oluyor bu keyifli anlara. Bunun tanımı " huzur".
YanıtlaSil