18. ay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
18. ay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2010 Cuma

Lüzumsuz Bilgiler Ansiklopedisi - Biliyor muydunuz?

- Günde en az 3-4 defa Arca yakınlarımdayken veya yerde oyun oynarken sarsak davranışlarım yüzünden elimin kolumun veya kalçamın çarpması sonu Arcanın yere kapaklandığını, yine aynı sarsaklık sonucu ara sıra elini sürgülü kapıya sıkıştırdığımı?
- Arca’nın tam 4 defa alnının aynı bölgesini muhtelif yerlere çarpmak sureti ile pinpon topu gibi şişirdiğini?
- Arca’nın durduk yerde defalarca düşebildiğini ve Yelizin sakarlık genlerinin Arcaya geçtiğinin tüm aile tarafından kabul edildiğini?

- Peki Arca’nın Bebek Koala kitabını 1 gecede üst üste 4 defa okutarak “İyi geceler ponpon” kitabı ile sahip olduğu 3 kerelik rekorunu kırdığını?
- Arkadaşım Eşek şarkısının arka arkaya 2, Almanyanın Eurovizyon şarkısının 3 defa mutlaka çalındığını?

- Yelizin sıklıkla kullandığı s.kt.r kelimesinin Arca tarafından öğrenildiğini (HASS S….R! – Niçin dublajlardaki gibi lanet olsun demiyorsun kadın!!)
- İlknura “iknuk”, Emreye “emmi”, İlkere “ilkey”, Cansuya “tantu”, Tuna “una”, teyzeye “deyde” derken Yeliz, anane, dede, Nilda, Alpi gibi isimleri doğru söylediğini?

- Arcanın el ve ayaklarının tamamen babasınınkilerin 1/10 oranında küçültülmüş maketi olduğunu?
- Peki yemek yedikten sonra aynı babasınınki gibi göbeğinin çıktığını? Ve daha anne karnındayken göbeğinin büyük olacağının belli olduğunu



Arcanın
- bamya delisi olduğunu ve bu durum karşısında İlkerin babalık testi talep ettiğini?
- özellikle de zeytinyağlı domatesli makka (makarna) yerken kendinden geçtiğini? Domatese hiçbir koşulda hayır demediğini? Et tavuk balık üçlüsüne bayıldığını? Bal, reçel sevmediğini? Henüz “dondurma, çikolata ve nutella” yememiş olmasına rağmen kakaolu puding, browni gibi benzer ürünleri afiyetle tükettiğini, buna rağmen annesinin o ilk üçlüye çocuğunu yanaştırmadığını büyük gururla söylemesinin ne büyük bir çelişki olduğunu?

- en az 10 tane arabası, 2 adet damperli kamyonu, 1 adet çöp kamyonu, 3 adet minik arabası, 2 adet üzerine binilebilen arabası, 1 adet otobüsü, 1 adet kepçesi, 1 adet ambulansı, 1 adet lokomotifi, 2 adet motorsikleti olduğunu ve hala tekerlekli bir şey gördüğünde üzerine atladığını?
- tırnaklarını ve saçlarını kesmenin yegane yolunun Baby TV açmak olduğunu ve Arcanın bu nadir muamele karşısında hipnotize olmuş şekilde hareketsiz durduğunu?
- abi ve abla hastası olduğunu, Duru’ya aşık olduğunu, İlknuru görünce heyecanlandığını, gözlerini kaçırdığını, annebaba eve geldiğinde ilk 5 dakika kesinlikle yüz vermediğini?

- İlkerin tekstil mühendisi olmasına rağmen müteahhitliğe soyunduğunu amma velakin televizyonda inşaat işine giren futbolcu haberine “önüne gelen de inşaat işine giriyor kardeşim, çivisi çıktı sektörün” şeklinde yorum yapabildiğini?
- Şantiye kuşu İlkerin 3 ayda ayakkabı eskittiğini buna karşın ofis gülü Yelizin bir ayakkabıyı 5 sezon giyebildiğini?

Yelizin
- bütün ayakkabılarının İlkerin onayından geçtikten sonra satın alındığını?
- 15 liralık bir kolyeyi satın almak için 3 gün düşündüğünü, içine sindirdikten sonra kalmadığını öğrendiğinde bu defa da 3 gün kolyeyi aradığını?
- zerre kadar anlamamasına rağmen inatla ütü yaparken futbol maçı izlediğini, yorum yaptığını hatta hakeme sövdüğünü, bu arada bu kimin kocası, bu adam hangi memleketten, kaç yaşında filan gibi futbolcular hakkında ipe sapa gelmez sorular sorabildiğini, İlkerin ise bu sorulara sabırla cevap verebildiğini?
- futbolcuların şort boyları ve saç kesimlerinden maçın hangi yıllara ait olduğunu çıkarabildiğini? (Evet İlker 1984 yılına ait GS maçları izliyor!!)


- Son olarak tüm Türkiye'de sadece 229 kişinin adının Arca olduğunu

BİLİYOR MUYDUNUZ?

1 Eylül 2010 Çarşamba

Marley ve ben… köpek ve ben… arca ve ben…


Arşivdeki dünya kadar film öylece raf süsü oldu çıktı. Birkaç gece de üst üste Arca ile beraber sızdıktan sonra “yeter ulen!! arca uyuduktan sonra bişeyler yapılacak! Tez Dvd izlenecek, hoşbeş edilecek, paşa gönlüm eğlenecek!” buyurdum!

Benim izlenecekler listem üçe ayrılır:
1. İlker ile izlenecekler (ikimizin de dehşet beklediği iyi filmler – İlker olsa benim bütün filmlerim iyi bikerem der – ama yok bu kısımda Ingmar Bergmanlar, almadovarlar, felliniler vardır. Ayrıca bu kadar damar olmamakla birlikte sağlam gişe filmleri de, bağımsız filmler de sayılabilir.)
2. İlkerle izlenmesine gerek olmayan eskiler (when Harry met sally, aşk ve gurur, notebook, love actually gibi tarafımdan defalarca izlenebilen - tercihen ütü yaparken - romantik, softirik filmler ile nasıl olduysa izlememiş olduğum eski filmler, misal ay çarpmasını daha geçen hafta izledim, yağmur adam sıradaki!)
3. Yine ilkerle izlenmesine gerek olmayan ve İlker beklenirse muhtemelen ertelenecek filmler (PS I love you, Karamel…)

3 no’lu listeye “Marley ve Ben” filmi de dahildi. Ama meğersem İlker de izlemek istermiş, hemen oturduk başına. Romantik komedi filan değil, çok keyifli bir sarışın köpek filmi. İlker köpek delisidir, bense yolda görsem yolumu değiştiririm. İlkokul – ev arası en bilinmedik sokakların haritası hala beynimin bir köşesinde bulunur. İlkerin üniversitedeyken bir rotweiler cinsi köpeği vardı, türlü anılarımız vardı kendisi ile… yazsam roman olur (trajikomik ile korkunun birleştiği bir tür var mı?) Ama karşıdan severim ve Arcanın da bana benzemesini istemem, zira hayat benim için zor! Ve hayvan sevgisi güzel bir şey olmalı!
Bu kısa ara nottan sonra gelelim filme. Film gerçek bir hayat öyküsü, 2 gazeteci evleniyorlar, adam muhabir olmak istiyor, ancak pek başarılı değil, kadın başarılı bir köşe yazarı. Tesadüfler sonucu adam da köşe yazarı oluyor, çocuk isteyen karısının bu isteği ertelensin diye bir köpek hediye ediyor ki ne köpek!! Macera da başlıyor. Bu arada köpeği ile ilgili yaşadıklarını köşe yazılarına taşıyan adam da başarıyı yakalıyor.

Filmin başı:
Yeliz :yok abicim köpek filan istemem eve, bak bu şarışın köpekleri çok seviyorum ama nasıl ağızlarına sıçtı!! Tipim değilsin üstü kalsın!!
İlker: eğitirsen bişey olmaz.

Filmin ilerleyen bölümleri (çocukları oluyor) :
Yeliz: Ay İlker bu köpekten alalım biz, Arca biraz büyüsün ama çişe filan o götürsün, sorumluluğunu alsın köpeğin, ama bahçeli bi ev olsun öncelikle apartman dairesi olmaz, kokar !!
İlker: tabii canım ben sana villa şeederim!

Filmin daha da ilerleyen sahneleri (başka çocukları oluyor, aile genişliyor, kadın işi bırakıyor, kadın 3 çocuk + köpekle çıldırıyor ama köpek çok şirin!!) :
Yeliz : Ay İlker bu köpekten alalım ama benim çalışmamam lazım, köpeğe de kesinlikle arcanın bakması lazım, çocuk kaç yaşında köpek sorumluluğu alabilir? 10 yaşına kadar bahçeli evimiz olur mu? Ben o zaman işi nasıl bırakırım?
İlker : zzzzzzzzzzzzzzz

Filmin sonu:
Yeliz: böhüüühü
İlker : zzzzzzzzzzzzzzz

Ertesi gün ;
İlker: ne biçim uyumuşum, filmi sonuna kadar izledin mi?
Yeliz: Yok abicim köpek almak yok!!! Ölüyo bunlar be!! Al büyüt ağzına sıçsın, sonra ölsün (ağlamaya başlar, Arca yanına gelir sarılır)

Yeliz Arcaya köpekleri karşıdan sevmenin de güzel bişey olduğunu anlatır, “köpek bu öleceği zaman belli, niye ağlıyorsun” diye mantık içsesi olmaya çalışan İlkere çemkirir, “sen ne biçim dog-loversın abicim” diye üzerine yürür, sonra puhahha diye gülmeye başlarlar ve Arca bu duygu karmaşasının içinden çıkamaz, “ammaaan bunlar gülüyor, ben de güleyim” diyerekten ortama uyar, hazırlanıp dostlarla kahvaltıya giderler…
Bize de Arcanın kahvaltı serüveninden kareleri seyredalmak düşer…

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Gelelim Köle Isauranın onbeşmilyonyüzüncü bölümüne...

Kendimi bir türlü hazır hissetmediğim tuvalet mevzusuna mehter takımı ritmi hakimdi. Birşeylerin bu kadar uzun sürmesi, sürüncemede kalması çok rahatsız edici. Açıkçası geçtiğimiz aylarda tamamen önümüzdeki yaza bırakma kararı almış, en kötü karar karasızlıktan iyidir, diyerek ferahlamıştım. Ama Arca işaretlerini gözüme sokunca, Ümit abla tilki gibi beynimin kıvrımlarına sokulunca yine rahat edemedim. Hazırmış gibi görünen çocuğu görmezden gelmek de içime sinmedi. Hani ben de geçtiğimiz aylar boyunca boş durmadım, yani Arcaya vahiy inmedi, inceden çalışma yapıldı, şimdi “benim bebem her bişileri kendi yapıyor” havalarına girecek değilim.
Ne yaptım?
En şahanesinden uzay mekiği gibi bi lazımlık aldım. Yanlarına dergisini, tuvalet kağıdını koyuyorsun. Sonra her tuvalete girdiğimde Arca da benimle geldi. Zaten paçamı bırakmadığı için pek gönüllü bir aktivite oldu. Her seferinde ne yaptığımı tek tek anlattım, en son sifonu çekerken bay bay dedim. Bi de Arcaya anlatır gibi değil, zaten her seferinde aynı şekilde yapan biri gibi.
Peki Arca ne yaptı son günlerde? Bir süre sonra aylar önce lazımlığa oluşan tepki kayboldu, ancak bu defa da kokoş lazımlık pek alengirli geldi, dikkat dağıldı, şimdi lavaboya basamak oldu, 60 küsür liralık basamak:) Gün içinde sürekli bezini çekiştirir hatta çıkarır oldu. Bu arada geçen kitap siparişinde “bay bay bezim” diye bir kitap eklemiştik. Ali var bu kitapta. Bence pek güzel değil ama Arca kitabı sevdi. O kitaptaki lazımlık bizim ikea lazımlığa benziyor. Bi kitaptaki alinin lazımlığı gösteriliyor bi arca kendininkini gösteriyor. Derken gelsin çişler gitsin kakalar. Beraberce klozete atılıp sifon çekiliyor, kaka ve çişe el sallanıyor, uğurlanıyor, eller yıkanıyor.

Ümit abla alıştırma kilodu alın dedi, zaten gün içinde sadece şortla dolaştırmaya başlamış. Üçü ofisteki arkadaşın oğlundan yadigar 5 alıştırma kilodu var Arcanın şimdi. Evde yazlıkta sürekli kilotla. Hafiften rahat etsin, bu yaz bi donla dolaşsın rahatlığı da üzerimizde. Erken biliyorum, belki de değil. Ama kendimi kasma durumları yok şükür ki. Geçen hafta izinliyken 1 gün hemen hiçbir çişini yakalayamadım, hepsi kaçtı, ama tepki yok. Zaten el kadar bebeye ne diceksin, pipini yakarım mı:) ama düşünce hali hazırda Arcaya tuvaletini henüz haber vermesini söylemek olmadığı için, anne kişisi kendisini sürekli bu kilotları bu sıcakta rahat etsin diye giydiriyoruz, arada çişi de yakalar, lazımlığa oturursa ne ala olmazsa da olmaz motivasyonu ile eğittiği için (bu iş çocuğu değil anababayı eğitmek bu arada kesinlikle yaşayınca anladım) ertesi günü de devam ettik. Ama sokağa çıkınca bez giydi, hatta ben konsantre olabileceğime güvenmediğim için elfana ve hülyaların geldiği gün de birkaç saat bez giydi arca. bunun haricinde bez yoktu, çiş ve kaka "gaga" şeklinde haber verildi, verilmediği uyandıktan hemen sonra, kakasının geldiğini tahmin ettiğim zamanlar ve yemekten yaklaşık yarım saat sonra lazımlığa oturup icraat ile devam etti. Sevindirici mi demeli, tesadüf mü? Hepsi mümkün. Olur mu olur!! Sorsan çok değil, 4 ay önce bir gaza gelmişliğim, yol kat edip tepki görünce tırsmışlığım, 2 ay önce de, yok daha çok erken yanlış bişey yapmayalım demişliğim, geri adım atmışlığım var da şimdi içgüdülerim, hem de en sağlamından, neden olmasın diyor.
Araya dip not:
Doktorumuz hemen her düşüncemizin paralel gittiği doktorumuz pek çok doktor gibi 27. aydan önce tuvalet eğitimini önermiyor. Kendisinin kemikleşmiş düşüncesinin dışına çıkarmak zor ya da ben beceremiyorum. Pek tabii ki çocukların tuvaletini tutmaya yarayan kaslarını kullanmayı öğrenmeleri için belli bir yaşta olmaları gerektiği tıbben kabul görmüştür, saygımız vardır. Ancak bizim yapmak istediğimiz farklı birşey. Tuvaletin bezden başka bir yere yapılacağının çocuğun kafasında yer bulmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Beni tanıyanlar az çok bilir, ben "daha sonra daha zor olur" düşüncesi ile pek çok şeyi ertelemeden hatta belki erkenden halletme taraftarıyım. Bu belki de benim şu 2 yaş olayından gözümün çok korkması ile alakalıdır, belki biraz tembelliğimdendir, zira sonradan daha meşakatli bir süreç geçireceğime şimdiden halledeyim düşüncesi... Bu emzikte böyle oldu ve işe yaradı. Tuvalet için de aynı şeyleri düşündüm. 2 yaş sendromu kapısında iken pek çok annenin tuvalet bilinci var olduğu halde inadına veya başka bir sebepten tuvaletini bezine yapmayı uygun gören çocuklarından yakındıklarına şahit oluyorum. Haa şimdi bu işi seviyor, yarın sevmez, inat yapar, şimdiden öngörmek imkansız, ben kısaca şansımı deniyorum diyelim. İlker ara sıra bezli ara sıra bezsiz olayına takmış durumda. Doktor da bezi çıkardınız mı bir daha giydirmek yok düşüncesinde. Ama işte öyle değil, biz Arcaya "bundan sonra sen büyüdün artık bezine işemek yok, lazımlığa yapacaksın" mesajı hiç vermiyoruz ki... Bu yine de küçük de olsa bir soru işareti, doğru mu yanlış mı?
Diğer konu, bu süreç meselesi. Bilinen tuvalet eğitimi kısa sürdüğü için beni çok cezbediyor aslında, bu sebepten erteleme kararı almıştım. Şu an yaşadığımız iletişim tamamen uzun bir süreçten oluşuyor. Bu süreçte şimdilik lazımlığa tepki oluşmamışken, ve hatta klozet adaptörüne kendisi oturma denemesi yapmışken doğru yoldayız galiba diyorum. Sadece benim gibi sabrı sınırlarda bir insan için epey uzun bir yol hikayesi bizi bekliyor!!
Bir benzetme ile konuya virgül koyalım, zira bu pembe dizi mutlu sona henüz çok uzak..
Uyku konusu Arcanın tüm bebekliği boyunca beni geren bir hadise oldu. Daha doğrusu ben hadise yaptım. Aman saatli uyusun, aman iyi uysun, aman kendi kendine uyusun, gece mi uyandı ,amanın alışkanlık yaptı… Uzar gider. Hala da uyku söz konusu olduğunda diken diken olan tüylerimi hissederim. Çünkü ben uykumu alamamışsam terörist gibi oluyorum. Çocukken böyle değildim, pıt diye kalkar az uyur, uyumadığı zamanlar neşe içinde bir çocuktum. Yaş ilerledikçe bu yeteneğimi kaybettim, yetenek diyorum çünkü herkese nasip olmaz. Git gide sabah şekerliğinden gece kuşluğuna dönüştüm. Dolayısı ile sabahları sirke satan bi kadın oldum. Arcanın mutlu olması için => benim mutlu olmam lazım => benim mutlu olmam için uyumam dolayısı ile Arcanın uyuması lazım. Denklem bu!! Ben kastıkça hep bişeyler ters gitti. Ne zaman üzerime bi adamsendecelik bir aymazlık çöktü, işler bir şekilde çözüldü. Aynı süreci tuvalet konusunda yaşamak istemiyorum, şimdiden bir rahatlığa bir aymazlığa bürüneyim istiyorum, kendimi telkin ediyorum. O yüzden zamanı geldiydi, geçtiydi, geç kaldık, erken başladık tantanalarını paketledim rafa kaldırdım, içgüdülerime göre hareket ediyorum, bakalım bu defa beni doğru mu yönlendiriyorlar, yanlış mı?

27 Ağustos 2010 Cuma

Sen kiiim “kişisel gelişim” kitabı kim!!

Ben kişisel gelişim kitabı okumam. Neden? Çok gelişmiş bir kişiliğim var ihtiyacım yok ondan mı? Yok ya bildiğin kafam almıyor ayrıca “şunu yap bunu yap” tarzı şeylere gelemiyorum. Sonra bu Arca yaşına girdiğinden beri pek çok çocuk eğitim vs kitabı okudum ya bünye “şunu yap bunu yap” tarzı şeylere bağışıklık kazandı. Bir de araya bir “es” koymak istedim.
Mekan : Sabiha Gökçen havalimanı
Zaman : geçen haftaki İstanbul seyahati dönüşü uçağa şöyle bir 2 saat kala.
Moral : sıfırın altında seyretmekte zira iğrenç bir toplantıdan yeni çıkmışım.
Ömr-ü hayatımın ilk kişisel gelişim kitabını aldım elime. Yeniden düşün, hadi bakalım yeniden düşünüyoruz.
Bir sardı bir sardı, elimde kara kaplı ajanda, bir yandan okuyorum, bir yandan not düşüyorum. Kitap genel olarak zaten çokça üzerinde düşündüğümüz konulara nasıl farklı açılardan bakarız özeti etrafında dönüyor. Güzel öneriler var. Ben gaza geldim, ya kendi işimi filan kurucam ya da asla aklıma gelmemiş bir fikir ile acayip şeyler yaratıcam.
Önerilerden biri her zamanki rutininizin dışına çıkın, mesela farklı yoldan evinize gidin. Algılarınız her zamankinden farklı şeylere açılsın, falan filan…
Güzeeelll… gelelim hadiseye. Geçen hafta Arcanın doktor kontrolü var, plan şu: erken çıkıp eve gideceğim, üzerime rahat bişeyler giyeceğim, sonra beraber doktora gideceğiz, doktor çıkışı Alsancakta gezeceğiz adet olduğu üzere. Tam yola çıktım aklıma geldi, başka yoldan gideyim dedim, Yeşildere yolunu seçeyim dedim. İyii.. Bornovaya kadar 10 dakikada geldim, oh diyorum ne güzel otoban otoban bi yere kadar, olmadı yolu uzatayım kordondan sahile ineyim laylaylom… dememe kalmadı BAM!! Trafik sıkıştı, ucu bucağı görünmüyor. İlkeri aradım, bi süre "ya niye bildiğin yoldan gelmiyorsun" nasihatlerine maruz kaldım. hele kişisel gelişim filan şeetsem garanti uzayacak hiç sesimi çıkarmadım. hemen koordinatları aldım hedef alsancak doktorun orası. onlar da Arca ile taksi tutup gelecekler. Geldiler benimle hemen hemen aynı saatte. bi güzel puseti de unutmuşlar.
İlginç bir doktor seansı oldu, 18 aylık karma aşısının bu kadar kızaracağı uyarılmadığından sonraki 2 gün epey telaş yaptım hatta doktoru aradım. Meğer aşı tutmuşmuş.
Arcanın gelişim kısaca güzel... bu ay için ne denebilir ki. olması gerekenler olması gerektiği kadar var. son köpek dişinin çıktığını teyidini de alınca güzel bi oh çektik. Ancak tuvalet eğitimi konusu yine 27 aya takıldı, benim de o trafiğin üzerine "iletişim eğitim farklı şeylerdir" açıklaması yapmaya mecalim olmadığından konu kapandı. bizim doktorun naçizane çocuk eğtimindeki tavsiyesi "geri adım yok" olduğundan bez çıktı mı çıkar tekrar takılmaz takıntısı var... bunu burada uzatmayacağım...
Akşam İlknurlar ile buluşuldu, Arca çok sevdiği üzere dışarıda yemek yedi, Kıbrıs Şehitlerindeki sokak çalgıcılarına daldı (adamları zengin edeceğiz bozukluklarımızla) arabayı park ettiğim yere gidesiye kadar babasının kucağında uyuyakaldı. Bense geceyi, eve gidemediğimden iş kıyafetlerim ve yüksek topuklularımla Alsancak sokaklarını pıtı pıtı arşınlayıp bana yol değiştirme aklı veren pek muhterem kitaba saydırarak tamamladım.
dip not: bu kötü tesadüf bir yana kitap gerçekten güzel, hakkını yememek lazım. Hiç sıkılmadan keyifle okudum, şiddetle tavsiye...

Artık vimeo şeysi öğrendim ya b.kunu çıkarırım. Bakalım buraya da ekleniyor mu, deneyelim:
tatatammm makarnadan mest olmuş Arca cücesi...
Yeliz: ne yiyorsun Arca?
Arca: MAKKAA

makarna güzeli arca from yeliz minareci on Vimeo.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Küçük notlarla küçük tatil…


Cuma … İşyerinde bunalım. Babam izmire gelmiş, hadi dedi Cuma akşamından yazlığa gidelim. Hemen Ümit abla organize edildi, bavul hazırlatıldı gündüzden. İlkeri evde bırakıp yazlığa yollandık. Yolda bütün kitaplar okundu, Arca uyutulmamaya çalışıldı zira henüz akşam yemeği yememişti. Yazlığa gelince Arca kudurdu, uyku açıldı, bütün ev tavaf edildi.

Cumartesi… Sabah erkenden BİM!! Meşhur puzzlelar, ışıklı kepçe, ahşap bulmaca araba … Annem İzmirde ananeme bakıyor diye sadece dede vardı. Dede&anane kafasında bir kalıp oluşturmuş olacak Arca belli rutinlerle ananeyi sordu. Sahil arkadaşı Mert ile buluşma. Çocuğun oyuncağına musallat olmalar. Bu yılın en uzun yüzme rekorunu kırdım, öyle ki sudan kendim çıktım, Arcanın yaygarası ile değil. Arca simit olayına karşı, bıraksak kendi mi yüzecek sanki?

(Arcanın domates aşkında son nokta!!)

Pazar… yazlık rutini… köydeki fırından gevrek alıp yolda bir kısmını yemek… Arca öğleden önce uykusu uyudu, deniz sefasını akşamüstüne bıraktık, iyi de ettik. Arca bu defa arkadaş bulamadı ama en azından denize kendi girmek istedi, elimizden tutup denize götürdü bizi. Şap şap yaptı, alışma turları… Akşam Menderes dolaylarında yangın çıktı, elektrikler kesildi. Akşam kalmayı gözümüz yemedi, babamı ertesi gün gelecek ablamlara bırakarak eve döndük.

Pazartesi… Arcanın odasındaki balkon püfür püfür eser. Ne hikmetse bu yıl sadece çamaşır için kullanmıştık. Olaya el attım masayı kurdum. Şahane bir kahvaltı yaptık. Arca da bizim sandalyelerde oturdu. Anane sabahtan aradı, Arca burnunda tütmüş, koş gel dedik. Arcaya uzun uzadıya koklaştılar. Ben de o arada işleri bitirdim. Aynı balkonda kahve içtik, Arca ananeyi görmenin huzuru ile uzun uykular uyudu, biz annemle dertleştik. Akşama doğru İlker aradı, arabasının direksiyonu 3. Kez kilitlenmiş ve yolda kalmış, benimkini almaya geldi eve, keyfimizi görünce dayanamadı kaldı, hep beraber Güzelyalıya indik, Arca sokakta oynayan çocuklara katıldı, hatta gitti aralarına oturdu “ee napıyoruz, hadi oynayalım” gibilerinden, peşlerinden koştu. Kurabiyecinin dolap vitrinine burnunu yapıştırdı, sonunda dayanamadı, aradaki boşluktan elini soktu, kurabiye kaptı.

Salı… Alpi & Tuna bize gelecekti, çok geciktiler, merak ettik. Arca Alpinin peşini bırakmadı. Büyük çocuk sendromu var. Tuna çok şahaneydi, sakin sakin oynadı. Giderayak o çok meşhur çöp kamyonunu Arcaya verip otobüsü gözüne kestirdi. Arca “bauv bauv” diye mızıldayınca Hülyanın içine sinmedi, fazla arıza çıkarmadan değiş tokuş yapıldı. Akşam evi öylece bırakıp Zeyneplere gittik, Arca bir posta da orada kudurdu. Bir gece önce hiç uyanmadan sabahı eden Arca bu gece defalarca uyandı. Çok mu aktive oldu ne:)




Çarşamba … Sabahtan Agoraya gitmeye karar verdik, evden çıkmak = 3. Dünya savaşı!!! Babane de Bodrumdan gelmiş bize takıldı. Boş AVM’de oynadık, koştuk, çay içtik, Arca bizim kurabiyeleri kaptı, yoğurdun üstüne. Remzi kitapevinde ben eğitim kitaplarını kurcalarken (Çocuğunuza sınır koyma yı aldım, biri beni durdursun!) Arca ile babane koltuklarda kitap karıştırdılar. Sabah ve haftaiçi sakinliğinde AVM ne kadar dinlendirici ve keyifli oluyor… Tam eve döneceğiz, İlker aradı, yemek yiyelim diye. Sonra bizi eve geri getirdi, Arca yolda dayanamadı sızdı. Ablam ve Duru geldi. Arca uyandı. Duruya defalarca cici yaptı, öptü, etrafında pervane oldu. Büyük çocuk sendromu vol.2!! Kargodan kitapları geldi… (“bitap” = kitap – yeni sözcük.) Atakan ve Tübitak serilerinden birkaç örnek daha, sonra arkadaşların tam destek verdiği “rüzgarlı bir gün” ve “gölde”, “Aya yolculuk”, 1001 hayvanı bulun…

son söz...
Arca tatili gibi bişey oldu bu. Telaşsız, baş başa… Tespitlerim var. Çalışmasaydım, belki Arca ile başa çıkmak daha kolay olurdu. Arca muhtemelen bütün gün beni gördüğü için sürekli tepemde olmazdı, ben –Hülyanın dediği gibi – sabahtan akşama ne yaptı, ne yedi, ne kadar uydu gibi kanıtlar elimde olduğundan bir sonraki krizi bu bilgilerle henüz oluşmadan atlatmam daha kolay olabilirdi. Ama çalışmayan anne için yükü paylaşılmıyorsa gerçekten zor, çok zor! Uzun lafın kısası, bu tatil Arca ile 100% geçirilmiş – ve çoğu zaman tek başıma – bir tatil olmasına rağmen kesinlikle yorulmadım. Demek ki beni görmediği zamanların acısını çıkarmak istercesine bana yapışıyormuş, naz yapıyormuş. Napalım o naz yapacak biz çekeceğiz.
Bu sabah fena oldu, onu erkenden hazırlamama rağmen yaklaşık yarım saat beni bırakmadı. Tokamı vermek, hadi saklayalım, gelince birlikte bulalım bile sökmedi. Üstelik Ümit teyzesini o kadar özlemiş ki sıkı sıkı boynuna yapışmıştı. Yeni kitaplarını göstermek bahanesiyle ilgisi dağıldı. Ben çıktıktan sonra İlker eve girdi tekrar, “annim annim??” diye beni soruyormuş. Bu tatil birbirimize çok alıştık.

12 Ağustos 2010 Perşembe

kadir abi koş!! motive edilesim var!!

Cuma akşamı, Çeşme otobanına bağlanan güzergâhım zaten haftasonu sebebi ile yoğun olur, bir de devrilen kamyon ile çok sayıda aracın karıştığı zincirleme kaza olunca eve varışım bir buçuk saati buldu. Üstelik daha çantalar hazır değildi, arcanın uyku saatine kadar bi tarafıma motor takmışçasına dolandım evin içinde, Arca da peşimde. Yolculuk telaşesini çok seviyor bu küçük adam. Hareket olsun neşe olsun.
İzmir nefes alınmaz bir haldeydi. Arca arabaya binişinin 3. Dakikasında uyumuştu.
Sabahtan itibaren yazlık rutini başladı. Kahvaltı, köye yürüyüş, taze gevrek alıp yarısını eve dönerken bitirmek, büyüklerin kahvaltısına devam. Kamyonu evde unutmuşuz, BİM’de çok ucuza şahane bi kamyon bulduk, kocaman. Dede & babanın ortak yapımı kum havuzu günde 4-5 defa ziyaret ediliyor. Bu arada anne çay kahve molası veriyor.

Nazlı ona eskilerin kaynana zırıltısı dediği bastonlu tekerlek vermiş, zırıl zırıl hiç durmuyor. Bu haftanın favori oyuncağı bu! Bütün bahçe defalarca zırıl zırıl turlandı.
Deniz konusunda hala tereddütlü ama bıraksan kendi başına girecek. Deniz kıyısında hafriyat devam. Yeni arkadaşlar edinip çete kurdular.
Bizim yazlık 25 senelik, hatta öncesinden ev kiralar gelirdik. eskiden bu kadar ev yoktu, sokağa çıktın mı herkesi tanırdın, her evin terasına selam vermekten yarım saatte eve gidemezdin. Sahilde oynarken hemen her şemsiyenin sahibini tanırdık, falanca teyzeydi, filancanın annesi. Annelerin kimi salatalık getirir, kimi meyva, kimi börek, hangi şemsiyenin altına gitsen nasiplenirdin. Annemin bi tencere domatesli makarna getirmişliğini bilirim. Hala ne zaman domatesli makarna yapsam bizim sahil gelir aklıma. Biz annelerimizin yanında denize girmezdik, küçükkenden ayrı takılırdık. Kaktüs diye bi mekan vardı, disco gibi bar gibi bi yer, hafta sonları dans yarışmaları yapılırdı, gençler oraya takılırdı, biz kimi zaman kapısından bakardık, bi orası aynen durur. Bisiklet çetelerimiz vardı. Burnumun üstü, yanaklarım her yıl mutlaka güneşten yanar, soyulurdu, minik çillerim o günlerden kalma. Hepimiz büyüdük, oralar gelişti büyüdü. Şimdi tüm arkadaşların çocukları var, hemen hepsi akran. Filancanın annesi biz olduk. Ama sahile gittiğimde tanıdığım o kadar azalmış ki. Her gördüğüme selam veremez olmuşum, tanımaz olmuşum.
Nerdeyse 5 yaşından beri tanıdığım arkadaşın oğlu tam 2 yaşında, Arcanın arkadaşı. Ve tam 2 yaş sendromunda. Sahilde çocuklara haşlanmış mısır aldık, ben rahat tutsun diye Arcanınkini kırdım, verdim, Elif de kırdı, ama oğlu bastı yaygarayı, bi süre kimse anlamadı, hem iki eli ile birer parça mısır tutmak istiyor, hem ikisini birleştirmeye çalışıyor. Tüm sahil seferber olduk, İlker babam koştu bi mısır daha aldı. Yok susturmaya imkan yok. Bi anda sustu, neden ağladı neden sustu. Kimse bilmiyor. 2 yaş zor azizim, Allah tüm anababalara sabır versin.
Güzel uykular uyudu(K). Loğusa gibiydim bu hafta, Arcanın öğle uykularının bir kısmına eşlik ettim. Nasıl iyi geldi. Uyuyarak kafa boşalttım. Üniversite sınavından sonra 2 gün sadece yemek yemeye kalkmıştım, arta kalan zamanlarda sürekli uyumuştum. 2 gün sonra yeni bir ben olarak hayata devam etmiştim. Ben de böyle garip bi karakterim işte. Köye ve denize gitmek haricinde totomu evden dışarı çıkarmadım.
Arca özgürlüğün zirvesindeydi, çıpıl çıpıl koştu, çimlerde ve kumlarda elektriğini atarak rahatladı, uzun öğle uykularına rağmen erken yattı, erken kalktı. Fazla arıza çıkarmadı. Tek sıkıntı uzun uzadıya yüzmeme izin vermedi, ne zaman açılsam, antenleri ile yerimi tespit etti ve yaygarayı basmak sureti ile kölesini görüş alanına hapsetti.
Dönüş yolu rte nin uçağına kurban gitti. Kontak kapattık, topluca sövdük, İstanbul ve Ankarada yaşayanlarla empati kurduk.
İş mevzusu sıkıcı, can sıkıcı, yeni kararlar arifesindeyim. Yazık ki ceketimi alırım çıkarım benim bünyeme ters, sadece bu haftaki İstanbul toplantısında motive edilmeyi bekliyordum, motive eden ben oldum durumları yaşadık. Dönüş yolu havaalanında 2,5 saati boş geçirmedim. "Yeniden Düşün" diye bir kitaba başladım, ilk 100 sayfasındaki görüşüm "okuyun!" şeklinde özetlenebilir. Notlar aldım, kararlar aldım. Uygularsam anlatıcam söz! uygulayamazsam güzel bir roman okudum diyeceğim. Haftaya bi istanbul daha var, mail cevaplamaya vakit bulamayan zatlar toplantı yapmaya vakit buluyorlar ya ne diyeyim. Maksat vakit geçsin:) Kadir abiye ihtiyacım var, biri beni motive etsin yav!!

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Arca'dan haller, haberler, komikler, seminer

Bugün keyfim yerinde! Yarın ne olurum bilmem!
Kore - Atina derken ... İşler iyi gitti diyelim.

Bir de Montessori Semineri var ki tadından yenmez. Aylar önce gaza gelip el atmıştım. Ancak bütçe çok zorlamıştı. Ücretsiz bulduğum dernek klimasız olunca hadi eylül-ekime erteleyeyim demiştim. Sonrasında tesadüfler Başakı çıkardı karşıma. Çok değerli eğitmenlerle bir seminer hazırlığında idi, hemen dahil oldum, Elfana'yı "pşşt alooo bak burda neler oluyor, bu eğitmenler kim tanıyo musun" şeklinde naçizane uyandırdım, tecrübe ve bilgileri ile o da dahil oldu, kısaca Başakın ön ayak olması ile ufaktan dayanışma içine girdik. Önceki mekan, bütçe çalışmalarımı aktardım, mekan konusu yorucu idi, İlknura danıştım, hatta yoğun iş temposundan vakit bulamadığım zamanlarda bizzat kendisi gidip görüştü, Elfana ve Başak da onu yalnız bırakmadılar ve ortaya güzel bir organizasyon çıktı. Bir taraftan bloglarımızda, bir taraftan İzmirli anneler mail grubu ve Nurturia'daki duyurularla güzel de bir katılımcı grubu oluşturduk. Tabii biz tohumları attık, seminer sonrasını değerlendirmek lazım. "Olmaz yapamayız nasıl olur" dediğimiz bir işi kotaracak gibiyiz, olur mu olur:)
(hala bilmeyen ve katılmak isteyenler için detay bilgi gelsin =>
3 Ağustos Salı, Saat 10:00, Türkan Saylan Sanat Merkezi, Kıbrıs Şehitleri Cd., Alsancak )

Haberleri dinlediniz, şimdi haller...

İnkar edecek değilim Arca çok yoruyor. Herkesin çocuğunun annesini yorduğu kadar. Vantuz modunda sürekli yapışma hallerinde! 12 kilosun sen kardeşim düş yakamdan!! diyemiyorsun tabii kol kası yapıyorsun.

Bir de Arcanın yüzüne bir yaramazlık ifadesi oturdu, bi bebeklik hallerine bakıyorum bir şimdiki muzırlığına, hep bi cinlik peşindeymiş gibi bakıyor. Gitti o uslu çocuk gitti!!! içine şeytan kaçmış bir atom karınca geldi.


Hafta sonu biz kahvaltı ederken bir şeyler çiziyordu. Gayri ihtiyari, “annecim ne çizdin bakim” dedim. “aydede” dedi ve çizdiği şey ters bir “C” harfi! O-ha! İlker gaza geldi, bizim çocuk Picasso ya… “çiz babacım araba çiz, kamyon çiz, otobüs, kedi çiz!” Tabii ki çizemiyor ama işin komik tarafı biz şunu çiz dediğimizde bişeyler karalayıp gösteriyor, adını söylüyor. (bu arada ilk şaşkınlığın ardından Ümit ablanın aydede çizmeyi gösterdiğini anladık tabii ki)

Tabii bizim picasso bunları yaparken annenin beklentisi yükseliyor. Aman allahım ben bebem aynştayn mı olcek yoksam :P Nerdeyse doğduğundan beri top oynayan Arca, evde her boydan en az 10 tane topu olan Arca, kelime dağarcığı gelişmiş, barbie bile diyen Arca topa bi türlü top demeyince anne olaya noktayı koyuyor, "oğlum top diyemiyorsan bari meşin yuvarlak de evladım" !! Gayet saf salakça ağızdan çıkan bu cümle, İlkere "ben bu kadınla niye evlendim" sorusunu belki milyonuncu kez sorduruyor.

Ayağına diken batan süper karga birkaç haftalığına uyku öncesi ritüelimizin bir parçası idi. Birlikte yatağa giriyorduk, Ayı yogiyi karşımıza oturtup kitabı okuyorduk(m). Şimdi günün herhangi bir saati kargayı okuyacağımız zaman hemen yatağı gösteriyor, giriyoruz, okuyoruz. Karga sadece yatakta bakılıyor (okunuyor) ve yatakta başka hiçbir kitap okunmuyor. Böyle bir prensibimiz var, bozmuyoruz.
Her kitabın ayrı bir ayini var. Erken çocuk kitaplığından Diş Hekiminde diş fırçaladıktan sonra, yatmadan önceki kitap bugünlerde. Elinde diş fırçası ile okuyor, temsili fırçalama ve doktora aaa diye ağız açma gösteriliyor. (bu doktora gidişimizde Ege ve Eceyi hatrlatarak açtırdık ağzını). Yaramaz fındık kitabı ile son sahnedeki kavuşma anne ile canlandırılıyor.

Yataktan atlama olasılığı korkutucu olmaya başladı. Henüz atlayamıyor ama ayak sürekli korkuluğun üzerine atılıyor, biraz daha uzun bir çocuk olsa, kafa üstü yerde! Bir çare bulmalı, yatağın korkuluklarından kurtulmalı, korkuluklar korkulu rüyam olmaya başladı.

Laf kazadan açılmışken, Arca sandalyesine oturup masada bişeyler yapıyor. Artık totosunun üzerinde oturmaya pek alışkın değil ya, sandalye ile ileri geri kaykılırken tam kafa üstü arkaya düşeceği sırada, ben panter atlayışımı yaptım, ama refleksler iyi Arcada, masayı tuttu, hoop kendini çekti. Allah koruyor yavruları mı demek lazım bilmiyorum.

Hep kalabalıklar olmalı Arcanın etrafında, insanlarla sarılmalı... Mikroplarımızdan kurtulduk, babane ege sahillerinden döndü, cümbür cemaat yemeğe çıktık. İlknurla babaneyle kudurmaca, kedilere yemek vermece. Dün akşam Zeynep ve Orçunun doğumgününü kutladık, Poyrazın kakaları temizlenirken Arca seyretti ve katıla katıla güldü. Kendi zıçmıyor ya:P Zeynepin sütleri bol (maşallah) benim pompayı vermiştim, alışmak kolay değil tabii, sağma çalışmaları yaptık birlikte, Arca da annesinin döt biti yanımıza geldi ama pompadan nasıl korktu, hadi dışarda oynasın dedik, ona da yok anne diye mızıklıyor. Kedilere bakmaya bile ikna olmadı. Neyse ama biz hallettik pompa işini. Bu arada Poyraz çok tatlı oldu, doğum kilosuna çoktan ulaştı, geçti.

Zeynepte ufaktan lohusa cinleri konuşlanmış... haftada bir gidip yokluyoruz (ki daha sık yapmalıyız, en son Gülle bu kararı aldık) "hadi poyrazı babalara satalım, caddede yürüyelim" ya da "kalkın bize gelin değişiklik olsun" teklifleri her daim yapılıyor. Zor zamanlar biliyorum:) böyle vakitler bir kap yemek, bir hoş sohbet, bir ufak kaçamak lazım. Bebekle o rutinin içine giren annenin bir nefes alması lazım. Haftasonu balığa gitme planları kuran İlker, Orçun ve Tufanı da olaya dahil etti, taze anne ile Gülü de bizimle yazlığa gelmeye ikna etti. Açıkçası zeynep istemez sanmıştım tam tersi fikir bile canlandırdı onu. Umarım bi aksilik çıkmaz ve haftasonunu annemin muhteşem yemekleri ile besiye çekilerek geçirebiliriz.

Son olarak keyifli posta bir nokta koymadan önce... Arca hastalıktan yırttı beri gece 12 civarı bir ağlama nöbeti ve anneye yapışma halleri dışında bütün gece uyuyor, uyutuyor. İtinayla kulak memesine asılıyoruz, dudaklarımızı büküp muck sesi çıkartıyoruz , işaret parmağını kıvırıp en yakın tahtaya vuruyoruz. Hatta kesintisiz uyku sonrası, sabah 06:10 itibari ile kalkmak bile koymuyor, sadece sabah kudurması sonrasında işe yorgun gidiyorum, o kadar . NOKTA .