22. ay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
22. ay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Aralık 2010 Pazar

22 aylık anne gelişimi

Arca 22 aylık oldu da ben 22 aylık anne olmadım mı?

2 yıllık anneliği doldurmaya 2 ay kala ibreyi anneye çevirelim, bakalım ne gibi gelişmeler var?

Kaba motor gelişimi : TAM NOT!

Bu ay itibari ile son derece hızlı panter kaleci özelliği bünyeye dahil olmuştur. Misal; Arca koltukta zıplamaktadır, Yeliz yanındaki koltukta oturmakta ve ortamı güvenli hale sokmaya çalışmaktadır. Arca’nın ayağı kayar ve kafa üstü yere kapaklanacakken Yeliz bir panter kaleci olarak zıplar ve Arca’yı ayak bileğinden yakalayıp kafasını yere değil koltuğa çarpmasını sağlar. En az zararla hadise atlatılır.

İnce motor gelişimi:
Bir taraftan kendi yemek yerken bir taraftan Arca’nın ağzına tıkıştırabiliyor, sağ ve sol el ile yemek yeme ve yedirme konusunda olduğu kadar Arca’nın üzerini kirletme konusunda da başarılı.
Arca kendi yemek yediği zaman daha az üzerini kirletiyor! Ancak bu gerçeği görmezden geliyor, çaba gösterdiği için anneye aferin veriyoruz!

Sanatsal faaliyetler:
Resim çok kötü, Arca’nın karalamaları bile daha başarılı.
Hamurdan heykel yapmak zayıf! Tostoramanı yaptığını söylüyor ama Arca “kirpi” olduğunda ısrar ediyor. “Aman çok biliyorsan kendin yap be senle mi uğraşacağım” cümlesi ve hayal kırıklığı ile bu aktivite direkt Ümit ablaya kaktırılıyor.
Müzik? Arca’ya göre şahane! "bi daha bi daha!" tezahuratlarıyla defalarca "Nane limon kabuğu" şarkısını söyletiyor.

Müzik konusundaki ciddi çabalara rağmen orta!

Kitap okuma:
İyi! Sadece okurken daha az uyuyakalmalı, bu konuda desteğe ihtiyacı var. Arca’nın dürtüp “oku” buyurması her zaman işe yaramıyor.

Masal anlatma :
İyi! Uydurma güzel ancak sonunu getirmede olayları bağlamada biraz destek almalı. At çiftliğinden küçük tayın nasıl kaçabildiği hala soru işareti.

Sosyallik:
10 NUMARA! Eve sürekli misafir gelsin, sürekli bir yerlere gidilsin, Arca bir şekilde oyalansın, anane babane her daim hayata dahil olsun.
Hatta parktaki anneler, sanal gerçek her ortamda sosyal olabilme becerisi yüksek!

Paylaşma :
Süper! Özellikle ev işlerini başkalarının üzerine kaktırmak suretiyle görev paylaşımı yapma konusunda çok gelişti. Hemen her ev işi Ümit ablaya, toz alma Arca’ya, yerleri süpürme İlkere, Pazar alışverişi babaneye, sofrayı toplamak gelen misafire itinayla kaktırılır.

Özbakım becerileri:
Gelişti.
Lohusalık dönemindeki kendini tanıyamaz anne yerini ayda bir saç kestiren kırışık önleyici kremlerini düzenli kullanan anneye bıraktı.

Kilo-boy gelişimi :
Boy artık uzamaz lakin yüksek topuklularla irtifa kazanılabilir.
Kilo standartın altında ki bu bir anne için iyi bir gelişim!

Organizasyon:

Gelişmekte!
İlker giyininceye kadar (ki en fazla 10 dakika) 2 koluyla ahtapottan daha ahtapot Arca’yı giydirip, eşyalarını, oyuncakları seçmesini sağlayıp, hazırlayabilmekte, bu arada kendi eşyalarını hazırlayıp giyinip makyaj yapabilmektedir.

Uyku düzeni:
Arca daha az uyanırken Yeliz’in gece uyanmaları arttı. Önlem almalı dikkat etmeli!

Rahatlık :
Gelişmekte. Daha bir “saldım çayıra ama illa ki kollana” halleri. Olacak olacak ümit var!

Olaylara bakış açısı:
İyimser, 2 yaşına 2 kalmış bir çocuğun penceresinden bakabilme becerisi kazanmaya çalışıyor. Umut verici.

Donanım:Okuduğu sayısız kitap ile "terrible 2" sendromlarını "lovable 2" durumlarına çevirme konusunda donanım sahibi. Teori desen zehir gibi pratik dersen sallanmakta! (Ali desidero)

Dil gelişimi:
Ortamdan etkileniyor. Arca ile olduğu vakitler yaşının çok altına takriben 2 yaşa kadar düşüyor. Tek kelimelerle konuşuyor. Normal yaşamında dil gelişimine özen gösteriyor.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Çocukluğumda hiç çam ağacı süslemedim ben!

Neden bilmiyorum, yani ağacımız yoktu hiç olmadı. Hani yılbaşı kutlamayan bir aile miydiniz deseniz, yooo hem öyle bir acayip kutlardık ki öff! Sofralar kurulur, tombalalar çıkar, video olduğu yıllarda eğlence illa ki kaydedilir, ertesi günlerde de seyredilir, hatta dansözlü kısımlar geri sarılarak defalarca izlenir, Zeki Müren heyecanla beklenir, Zeki Müren de bizi görecek sanılır: ) Harika geçirirdik yılbaşlarını. Kokinamız eksik olmazdı. Bir de ablamla mutlaka gramafon kağından yaptığımız kedi merdivenleriyle, para biriktirip köşedeki kırtasiyeden aldığımız balonlarla, süslerle evi süslerdik. Demek ki o yıllar yılbaşı ağacı süsleme olayı pek moda değilmiş diyeceğim bu durumda. Ha bir de minik not, şimdi annemlerde devasa bir ağaç her yıl süslenir.

İlk yılbaşı ağacımı İlker aldı bana. Okuldayken anlatmışım özencimi demek ki, yılbaşı hediyesi olarak almıştı. Yıllarca o maki (20 cm kadar olunca ağaç demek pek saçma geldi) evimizi süsledi. Hatta hiç unutmam, İlker askerdeyken annemler bana gelmişlerdi, yılbaşı arifesi hadi dedim çıkaralım ağacımızı süsleyelim, itina ile paketlediğim diplerden çıkarıp, özenle kutuyu açıp içinden bu çalı çıkınca annemler kocaman ağaç kuracağımı ummuş olacak epey dalga geçmişlerdi, hala özenle kutusundan çıkarışımı taklit edip gülerler. Gülsünler napalım benim ilk yılbaşı ağacımdı o!

O küçük makinin üzerine ağaç koklayamadık bak seneler geçti. Geçen yıl özenip büyük alacak olduk hadi dedik Arca’nın anlayacağı zamana bırakalım.

Cuma günü izin aldım, arabanın alım satım işleri devlet daireleri, arta kalan zamanda İlkeri ayarttım, çam ağacı alacağız. Bornova’da işimiz vardı, gitmişken İkea’ya girdik. Şahane süsler var, ağaçtan önce süslere daldık. Hatta ağaç devrilmesin diye bir düzenek yapmışlar, ondan bile aldık.

Ağaçları bir türlü beğenemedik. Kipa’ya geçtik, yok, en iyisi Koçtaş’a da bakalım dedik, elimizde süslerle döndük.

Pazar sabah erkenden önce Koçtaş’a gittik, yok güzel değil. Sonra AVM’deki oyuncakçıya baktık, yok buradaki de vasat. Tekrar Kipa’ya gittik, artık kesin ağacı alacağız. İstediğimiz ağaç kalmamış. Bastık Bornova’ya gittik, orada da yok. Yine İkea’ya girdik, yok yine içimize sinmedi, dünya para ama yapraklar seyrek seyrek! Alsancak’a inecektik, dönüşte Gaziemir Kipa’ya girdik. Orada da kalmamış! İlker “var mısın Karşıyaka?” dedi orada kopmuşum!! Çok ama çok kıl bir çift olduğumuza İzmir’in yarısını turladıktan sonra karar verdik.

Eve elimiz boş döndük.

Arca çok keyifliydi ama … arabada Barış Manço’nun nane limon kabuğu şarkısını defalarca çaldırıp "hapşuuu" diye eşlik etti, her durakta dışarı çıkıp yağmurda yürüdü, birikintilere şap şap yaptı, hatta Kipa’da tırtıla bile bindi.

Hadi biz sabrederiz de işin kötüsü Arca süslere hasta oldu, oynamak istedi. Ne kadar gıcık bir çift olduğumuzu, kıçı kırık bir çam ağacını bile beğenemediğimizi anlayacak durumda değildi.

Bari nefsi körelsin diye, akşamın ilerleyen saatlerinde emektar çam makisini törenlerle kutusundan çıkardık.

Arca büyülendi. Noel Babalara hediye paketlerine bayıldı.

Bir de şu düdükler (ne deniyor onlara bilmiyorum) kalmış geçen yıldan, yaklaşık bir saat birbirimize üfürttük, çok neşeliydi çook! Yılbaşı öncesi eğlence provası oldu.


Süsler hazır, yeri belirlendi, sabit tutacak kaidemiz mevcut, bir de süslemek için deliren bir sabırsız Arca var elimizde! Tek eksiğimiz bir çam ağacı şimdilerde!

14 Aralık 2010 Salı

Arca'ya hayvanları sevdirme procesi

Çocukluğuma kısa bir dip dalış yapsak, köpeklerden korkmam için yeterli sebebim olduğunu herkes kabul eder. Pek çok köpek saldırısına maruz kaldım. Ama bu kediler ve diğer tüylü hayvanlara dokunamamamı açıklamıyor. Evet ben hayvanlara dokunamıyorum, tüylü olanlara. Böceklerle aram iyidir.

İlker tam tersi. Eve böcek girdiyse gazete ile bile öldüremez sheltox yeliz devreye girer. Diğer taraftan tam bir köpek delisidir.

Ben ölesiye korkarken ve yolumu değiştirirken okul zamanlarında Rotweiler cinsi bir köpek edinmişti. (hmm beni uzaklaştırmaya çalışmış galiba ama ben azimle yapışmışım adama : ) ) Arthur sayesinde biraz dokunabilir olmuştum. Ama lanet hayvan bacaklarıma tırmanıyordu ve acayip rahatsız olduğumdan yaz sıcağında pantolonla dolaşır olmuştum. Epey sıcak bir yazdı!

Neyse… Hayvanlarla münasebetim yok, ilgim de yok. Gezegenimizi bu dostlarla paylaşmaya lafım yok ama ilişkimizi asgaride tutarsak sevinirim… derdim. İnsan anne olunca öyle hödö hödö konuşamıyor. Hayvanları sevsin, gezegendeki tüm canlılarla iyi anlaşsın istiyor anne yüreği. Bebek odası konseptini bile hayvan üzerine yapmıştık. Arca daha doğmamışken dünyanın parasını verip National Geography peluş hayvanları ile doldurduk odasını. Hep bir hayvan teması var hayatımızın içinde. (İncelenesi bir aileyiz?)

Bir gün İlker belgesel izliyor (ay pek entel dantel bi aileyiz, biz dizi izlemiyoruz, belgesel izliyoruz:)) ) ben hiç hazzetmiyorum. Yok o onu yemiş yok bu öbürüyle çiftleşmiş, zinhar ilgimi çekmiyor.

Kaplumbağa ile kurbağayı bile birbirine karıştırırım, ötesi var mı!

Hayvanlar filan Arca ilgilendi tabii, koştu geldi seyrediyor. Hani ben de öğretici anne olacağım ya başladım ahkam kesmeye. (bir de televizyon izliyoruz bari iletişimimiz olsun, TV başında kilitlemeyelim telaşındayım, biri beni vursun, nolur!!)

Yeliz: Aaa Arca bak keçilere!
Arca: Keçi
İlker: ya Yeliz antilop o, yuh!
Yeliz: (istifimi bozmuyorum) Afrika keçisi annecim, antilop, söyle bakim
İlker: yürü git Yeliz ya
Yeliz: sus bakim, ben de öğreniyorum işte!

………….

Yeliz: arca koş fok çıktı, fok

Arca koşar peluş fok balığını alır, gelir.

İlker: Babacım nolur annene bakma deniz fili o!
Yeliz: lımbır lımbır sürünüyor işte fok balığı gibi
İlker: Görmüyor musun hortumu var!
Yeliz: Hadi be öyle hortum mu olur ç.k kadar hortum! Bak öbürü hortumsuz o fok işte
İlker: O da deniz aslanı
Yeliz: Aman be, ne diye bildiğin fok belgeseli çekmiyorlar! Fili aslanı ayrı çek foku ayrı çek, hem küçük çocuk ne anlar deniz aslanından. Fok annecim o sev sen fokunu, ooo cici

Bu arada Arca bir elindeki foka bakar bi televizyona bir şey anlamaz tabii.
Tam o sırada köpek balığı gelir, Jaws’tan biliyoruz köpek balığını!

Yeliz: Köpek balığı geldi annecim baaak
Arca: BA-Lİ-NA!
Yeliz: Al işte artık beni takmıyor artık!

Bık bık bık… derken bazı vahşi hayvanlar bazı sevimli hayvanları yemeye yeltenir, Arca kucaklanır, ortamdan uzaklaştırılır, belgeselle ile hayvanları sevdirme projesi rafa kalkar.

Bu kadar hayvan muhabbetine buyrun Arca'nın son klibi!

“A” de bakim “AAA” bi de “YE” de “YEEE” …..

ayı from yeliz minareci on Vimeo.

13 Aralık 2010 Pazartesi

kısa... kısa...

Arca kar ile tanıştı. Cumartesi sabah serpiştirdi, tam hadi bari balkona çıkalım diye giyinirken durdu, vazgeçtik, pencere kenarına ilişip seyrettik. Ara sıra durdu, Arca’ya karı bizim yağdırmadığımızı söylememişiz, “bi daha ! bi daha!” diye çıldırdı.

Oyun grubunda bu defa daha iyiydi, en azından ağlamadı, kendi isteği ile ayrıldık, giderken ablalara “hokkayay” dedi. İnkilap kitapevinde daha çok eğlendiğini söyleyebilirim (entel çocuğum öyle hoppidi zıppidiler olgun evladıma göre diil - bir geyik sıkıştırmazsam olmaz) Nurturia’daki çekilişte bize 12 aylık bir tatlı oğlan çıktı, tanımıyoruz, ilgi alanı kitaplarmış, aman pek sevindik. Arca’nın o aylarda sevdiği kitaplardan aldık, umarız o da kitapla yolculuğunda bu yeni yol arkadaşlarını sever.

Pazar günü iki saat düz vites araba çalıştık İlkerle. Sanıyorum sigarayı bırakmasının kötü bir zamanlama olduğunu fark etmiştir. Önceki iki denemeye göre iyiydim. İlker “gaza bas! Gaza!!” diye haykırırken arkada Arca da “gaza! Gaza!” diye tempo tuttu. Bir ara “in anne ben geçicem direksiyona” cümlesiyle dile geleceğini sandım. Yokuşlar tahminimden iyi sadece ben trafiğe çıkacaksam sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli ki etrafta benimkinden başka araç olmasın. Olduğu an panik anne devreye giriyor.

Arca inanılmaz bir kriz yaşadı. Böylesine hiç tanık olmamıştık. O salya sümük ağlar ve çığırırken biz İlkerle birbirimize soran gözlerle bakakaldık. Pazar günü öğle uykusuna çok geç yattı, Orçunlara gidecektik ve artık kalkması gerekiyordu. Perdeyi açtım, a uyandı dedim, yok henüz afyonu patlamamış. Biraz kucağımda kestirdi. Neyse uzun zamandır görmediği Orçuna gideceğiz deyince sevindi, hadi giyinelim dedik. Pantolon giymek istedi, üzerine 2 kazak koydum, seçsin diye. “kımını”yı seçti. Buraya kadar her şey normal. Pijamasının altını çıkardım. Başladı ağlamaya. O an anlamadım zaten. Anlasam anında pijamayı geçiririm, hiç inatlaşmam da, öyle bir hal aldı ki olay, Arca ağlıyor, ne demek istediğini anlatmıyor, ben elimde pantolon istersen öbürünü giyelim diyorum. Tam inatlaşma! Bir taraftan kucağımda. Bu arada çantaya koyduğu oyuncaklarını rahatlık olsun kendi taşısın diye sırt çantasına koyuyoruz, ağlıyor, başka torbaya koyuyoruz daha çok ağlıyor. Sürekli kucağımda, kendini sakinleştirmeye çalışıyor. Böyle bir yarım saat gitti, ben ömrümdense 1 yıl! Bir şekilde sakinleşti, pijamayı gösterdi, giydirdik, sanki yarım saat böğüren çocuk o değilmiş gibi laylalom arabaya bindi, mezeciye giderken elmaları götürdü, Orçunlarda gayet keyifliydi, anlattık, inanamadılar. Neyse ki şarap iyiydi, mezeler iyiydi, akşamın geri kalanı neşeli geçti. Arca ilk defa haydari yedi, “naneli yoğurt” şeklinde tanıştırdık kendilerini. Yakında rakı balığa başlarız: )

Balık demişken hala yiyemedik desem : )))))

10 Aralık 2010 Cuma

Arca'ya masallar .. Miki ile tiki ormanda

Hülya’nın ilginç bir lafı vardı, ormanda kaybolmakla ilgili fantezilerimiz var diye, ne gülmüştüm. Dikkat ettim benim masallar bir şekilde ormana yönleniyor. Bir nevi kırmızı başlıklı kız sendromu. Ya da hayvanlarla iletişimi kopuk ananın bebesine hayvan sevgisi aşılama telaşı, eminim pek eğreti duruyordur.

Son zamanların favori masalını paylaşıyorum, dikkat! hiç bir hakkı saklı değildir, -hiç sanmıyorum ama- olur da beğenen olursa bebesini bu masala maruz bırakabilir.

Miki ile Tiki bir gün ananelerini ziyarete gitmeye karar vermişler. Ananelerine ulaşmak için ormandan geçmeleri gerekiyormuş. Konuşa konuşa ormanda gezerken Kunduza rastlamışlar, havadan sudan, dereden tepeden derken Kunduzun değneklerden yaptığı evi yıkılmış.

---nasıl diye sormayın, ben de o kısmı uyduramadım---

Kunduz çok üzülmüş. Miki ile Tiki demişler ki “gel beraber yapalım evini birlikten kuvvet doğar” Hemencecik evi yapmışlar, Kunduz çok sevinmiş, demiş ki “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa “HA Hİ HO deyin” ben hemen gelirim.” Miki hadi len demiş içinden sen daha kendi evini yapamıyorsun nasıl yardım edeceksin bize. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.

Bir ördekle karşılaşmışlar, “senin ne işin var burada gölde olman lazım “ demişler, ördek de “kayboldum, gölü bulamıyorum” demiş, bizimkiler hemen yardım etmişler, ördeği göle götürmüşler, ördek çok sevinmiş, demiş ki “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa “HA Hİ HO” deyin ben hemen gelirim.” Miki yine hadi len demiş içinden, canımız portakal soslu ördek çekerse portakalları da kap gel deriz, yoksa sana ne ihtiyacımız olacak demiş. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.

Bir yavru atla karşılaşmışlar.

---Arca her seferinde tay diye düzeltiyor, kıl oluyorum, biz öğrettik onu sana oğlum sen kime satıyorsun hey??--

“senin ne işin var burada annenin yanında olman lazım “ demişler. Tay ise “aman ben sıkılıyorum onlardan kaçtım, kafama göre takılıyorum” demiş. “aman olur mu öyle şey, hadi bakalım doğru annenin yanına” demişler ve katmışlar ufaklığı önlerine annesine götürmüşler. Anne at çok sevinmiş ve demiş ki, “eğer ormandaki yolculuğunuzda bana ihtiyacınız olursa HA Hİ HO deyin ben hemen gelirim.” Miki yine içinden küçümsemiş, sen önce bebene sahip çık bacım demiş içinden. Tiki ise, tamam sağol demiş ve yollarına devam etmişler.

Bir yılan çıkmış karşılarına “tsss” demiş, “ee?” demişler. “sokacaktık da” demiş

---burada Cem Yılmaz’ın el hareketi yapılır, odada İlker varsa yarılır gülmekten bu sahne hemen atlanır---

“Yürü git” demişler, gitmiyor illa ki sokacak.

---Arca hala uyumadığı ve her HA Hİ HO kısmını buraya kadar defalarca anlattırdığı için artık baymıştır ve anne kendine eğlenecek bir şeyler aramaktadır.---

Neyse… Tiki “HA Hİ HO” demiş, bir ördek sürüsü gelmiş, yılanı gagalamış kaçırmışlar, bizimkiler bir oh çekmiş.

Sonunda ananenin evine varmışlar. Bakmışlar anane çok hasta, hastaneye götürülmesi lazım. Ne yapsak derken yine Tiki “HA Hİ HO” demiş, anne at koşmuş gelmiş. Demiş ki; “ben ananeyi götürürüm ama at sırtında çok zor olur, bir at arabasına ihtiyaç var” Saksıyı çalıştırmışlar ve hop Tiki yine “HA Hİ HO” demiş, Kunduz gelmiş. Hep beraber bir araba inşa etmişler, ananeyi içine koymuşlar, doğru hastaneye gitmişler.

Miki hayvan dostlarını küçümsediği için çok üzülmüş, hepsine teşekkür etmiş.

Sonra da gitmiş yatmış uyumuşşş, hadi Arca iyi uykular

Arca : HA Hİ HO BİYA!
Yeliz : hayır annecim bir daha ha hi ho anlatamam, ışığı kapatıyorum, sen uykulara dalıyorsun rüyanda miki ile tikiyi görüyorsun.

Arca : HA Hİ HO
Yeliz : hay dilimi eşek arıları şeetsin, annecim bak bugün Hülyayla konuştum, Tuna o kadar büyümüş ki uyu deyince uyuyormuş (artık bu muhabbeti pek yemiyor)

Arca : Berk?
Yeliz: evet annecim Berk çoktan uyumuş biliyorsun okula gidiyor

Arca: Ela?
Yeliz : Ela bu masalı dinleyince hemen gözlerini kapatıyormuş, hadi gözlerini kapat bebeğim ben şimdilik buradayım

Arca : ha hi ho ha hi ho…
zzzzzzzzzzzzzzzzzzzz

9 Aralık 2010 Perşembe

Kitaplar... hayaller... Arca ve daha neler!

Aylık mutfak masrafı diye bir terim vardır değil mi?

Benim için de aylık kitap masrafı diye bir kavram ve bütçeme göre ayırdığım bir ödeneğim var. Şimdiye kadar Arca ile beğenisinin örtüştüğünü bildiğim dostların tavsiye kitaplarını göz gezdiririm, sonra kitapçıya giderim. Genellikle Agora’daki Remzi kitapevi olur. Orada geniş koltuklarda oturabilirsiniz ve Arca için masa sandalye var, ilgilenen ablalar var. Sabah saatleri çok tenha oluyor. Kitapları orada tek tek incelerim. Sonra bunları internetten 3 siteden sepet yapar toplamı hangisinde daha ucuz kontrol ederim. Kendim için alacağım kitapları eklerim. Aylık belirlediğim bütçeyi geçmeyecek şekilde sipariş ederim. Ayıp olmasın diye bir kitap ya da dergiyi mutlaka Remzi’den alırım. Ama kitap için internet her zaman çok daha ucuz oluyor.



“Arca kitapları çok seviyor” cümlesi onun kitaplarla ilişkisini anlatmaya pek yetmiyor. Gözlerinin içi parlıyor, onları öpüyor, kitap okuyalım deyince sevinçten yerinde duramıyor …. Tasvir etmeye kalksam ayrı bir post olur.

En nihayetinde amaç Arca’ya kitap sevgisi aşılamaktı. Anne baba ister istemez çocuğunu doğru bildiği şeylere yönlendirmekle görevlendirir kendisini, değil mi?

Arca kitapları okudukça sevdi, sevdikçe yeni kitaplar aldık, aldıkça kitapları ve kitaplara olan sevgisi çoğaldı.

Arca’nın kitaplığında 40’a yakın kitap var. Çoğu öykü kitabı. Çok samimi söylüyorum, bu kitapların %70’ine ilgi çok yüksek, kalan %30’luk kısmına ise vaktiyle çok ilgi gösterdi, bazen aklına gelip tekrar dönüş yapıyor. Gün içinde kitaplarla vakit geçirme süresi tüm gün evdeysek 2 saati aşıyor.

4-5 kitap üst üstüne ve pür dikkat okutulabiliyor. Bir kitap üst üste 4 defa tekrarlatılabiliyor. Bunlar konsantrasyonunu ve kitapları sevdiğini gösteren ibareler, sorun yok, hatta kıçını kırıp oturuyor diye duacı bile olabiliriz:)

Lakin bu iş biraz çığırından çıkmaya başladı. Yanlış anlama olmasın, çok alıyoruz vs değil konu, hep derim gerekirse az gezer az giyerim illa ki kitap alırım. Benim diyeceğim başka bir şey.

Arca fazla hayal dünyasına dalıyor. Dalıyor ve o dünyada yaşıyor.

Böyle havada kalmasın, örneklerle açıklayayım:

Arca bir gün koltuğun arkasına sıkıştı.
“ho ho ho sıkiştim, kurtarın” dedi. Ama gülüyor. Neyse çıkardım, bir daha aynısını yaptı. Jeton köşeliymiş, geç düştü. (Değnek Adam – Noel babanın bacaya sıkıştığı kısım) “ho ho ho” kısmından anladım, çünkü ben öyle okuyorum o kısmı. Bu bir oyun oldu:
A: ho ho ho !
Y: aa kim sıkıştı?
A: Noel
Y: kurtarayım mı?
A: evet

Diğer örnek:
Arca koltukta kafa üstü kendini sarkıtıyor, “annecim bak kafa üstü bam diye düşersin, yapma öyle” dedim. “Bebek ayi” deyip kitabı getirdi.

Atakan’ı ve Bay Bay bezimdeki Ali’yi arkadaşı sanıyor. Tamam abartmayayım, mesela arkadaşları buluşacak isek; Tuna, Alpi, Berk, Ege, Ela’yı sayıyor, sonuna Atakan filan eklemiyor ama mesela ittaiye arabasını Ali’ye (yani kitaptaki Ali resmine) gösteriyor.

Son örnek:
Pocoyo ve kulesinde Elly hapşırır, kule yıkılır, Pato üzülür, Pocoyo Pato’yu "üzülme Pato" diye teselli eder, biz ilgisini çeksin diye kafasını da okşuyorduk bu kısımda. Kule yaparken artık her seferinde yıkıyor ve eliyle kafasını okşuyor, bize illa ki okşatıyor ve "üzülme Pato" dememizi istiyor.

Örnekleri çoğaltmak mümkün.

Olayları kitapların içinden yaşamak gibi bir durum kısacası.

İşte tam bu noktada pimpirik ana devreye girer ve sorular kafasında dan dun sesleriyle yankılanır:

"Sanki dünyadan kopmuş ve kitapları gerçek mi sanıyor? "

"Oyun mu yapıyor, canlandırma mı yoksa birebir o kitapların içinde mi yaşıyor?"

"İlgi gösterdikçe durmaksızın aldığımız kitaplar yaşına göre fazla mı?"

"Yaşına göre gereğinden fazla bir hayal pompalaması yapıyoruz?"

"Aşkla bağlandığımız kitaplar bir şekilde tehlikeye dönüşebilir mi?"

Beynimin bu sorularla daha fazla kemirilmesine dayanamadım, fikirlerine çok değer verdiğim bir profesyonel arkadaşıma danışma ihtiyacı hissettim.

Bir yandan aptalca diyorum, güzel işte, kitap iyidir, bir taraftan gerçek dünyadan kopar diye korkuyorum.

Korkularım yersizmiş, bu aylarda normalmiş.

Taklit, hafıza, -mış gibi yapma oyunlarıymış. Cümle kurma öncesi böyle şeyler görülürmüş.

Allah biliyor ya kendimi böyle normal bir süreci psikopata bağlayan manyak ana gibi hissettim. Ama şimdi iyi ki sormuşum diyorum çünkü güzel bilgiler edindim.

Sizin de benim gibi endişeleriniz varsa, bir kaç noktaya dikkatimizi çekmeliymişiz:
- kitaplardaki karakterler korku malzemesi olmamalıymış. İğne olmak, canının acıması ...vs.
- doğa üstü durumları (uçmak, balkondan atlamak vs..) gerçekten ayıramayabilirlermiş bu yaşta. Mesela babanesi Peter Pan kitabı getirmişti, şimdilik bizim odada duruyor, yaşı büyüyünce okuyacağız, çünkü uçmanın aslında normal bir şey olduğunu sanabilir.

En önemlisi akranları ile çokça vakit geçirmeli.

Benim de bu görüşlere Arca için eklentilerim oldu. Mesela dış dünyaya daha fazla açılmalı. Bakıcısı ile hava şartları ne kadar kötü olursa olsun her gün mutlaka dışarı çıkmalılar, bence. Kitaplarda gördükleri mümkün mertebe gerçek hayatta da gösterilmeli.

.....

Arttırılabilir.

Şimdi burada anlatınca tablo korkunç görünmüyor, belki bütün çocuklar benzer şeyler yaşıyordur. Bizim elimizde bir tane olunca onun üzerinden kafa yoruyoruz: )

Sadece bu yaşadıklarımız "iyi olduğunu düşündüğümüz pek çok şeyi çocuklarımıza sunuyoruz, zarar verir mi pek aklımıza gelmiyor" türünden düşüncelere sebep oldu, paylaşmak istedim.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Dumur diyalog #2

Yaklaşık 2 haftadır Yeliz’in canı acayip balık yemek istemektedir, balık satın almak İlkerin görevidir. Amma velakin türlü vesilelerle hep ertelenir. Bu arada Yelize sürekli mis gibi balık kokuları gelmekte, ortam iyice gerilmektedir. (Hayır, hamilelik mevzu bahis değildir ama olsaydı mutlaka düşürürdü: ) )

Artık iş iyice geyiğe dönmüştür.

Hemen her sabah aynı muhabbet yaşanır, İlker balık alırım der, Yeliz bak ona göre bir şey hazırlamıyorum der, sonra akşam olur ve balık alınmayınca ıvır zıvırla çoğunlukla da makarna ile idare edilir. Zaten son birkaç gündür artık lafı bile edilmemeye başlamıştır.

Sabaha karşı Arca’yı koklama bahanesi ile aralarına almışlar, bir güzel sabah kadar uyumuşlardır. Arca bu sarhoşluktan hala anababasının yatağında uyumaktadır.

Yeliz : Akşam ne yiyelim? Çıkmadan hazırlık yapayım.

İlker : Puhaha balık alayım istersen : )))

Arca yerinden doğrulur, gözler yarım açık : Baluuuk?? Ih!!! MA-KAV-NA !!

sonra yeniden kafayı yastığa gömer, uyumaya devam!

Oyun teyzesi Yeliz

Geçen haftaki korkunç Topolino macerasından neşeyle çıkan dengesiz Arca, bütün hafta “oyun – park!” başımın etini yedi. Gözümü karartıp götürmeye söz vermiştim ki, Kipa Play Barn’dan oyun grubu önerisi kapımıza geldi. Meltem ilgilendi, grup oluşturmaya çalıştı, Hayat da talip oldu derken sözleştik. Tek içime sinmeyen anneler gruba dahil olmayacak, oyun ablaları ilgilenecek. Zaten olması gereken de o, ama Arca’nın ortamlara yavaş ısınması karakter özelliklerinin başında geliyor ki bunu artık sağır sultan duydu. Deneyelim dedim. Sonuçta Arca’nın hem fiziksel aktiviteye hem de sosyal ortamlara daha fazla girmeye ihtiyacı var.

Perşembe ateşlendi, Cuma devam etti. Gecesine ateşi çıkmasa cumartesi götürecektim ama doktor da cumartesiyi sakin ve dinlenerek geçirin deyince, tek outdoor aktivitemiz balkonda piknik oldu. Cumartesiyi iyi geçirince Pazar gitmeye karar verdik. Emre’nin yeğeni Yasemin Arca’dan 3 ay büyük, tam bir dilli düdük, İlknurlardaydı, onlar da gelmeye karar verdiler. Birbirlerini tanır severler, arabada yan yana seyahat ettiler, pek güldürdüler.



Arca, cümle kuramaz, tamlama eklerini henüz çıkaramaz, Yasemin onu düzeltir:

İlknur: Arca nereye gidiyoruz halacım?
Arca : OYUN – PARK!
Yasemin : Arca nereye gidiyoruz? Oyun PARKINA gidiyoruz!

Yasemin kelimeleri çok düzgün telaffuz edemez, çok bilmiş Arca onu düzeltir:
Yasemin : (Arca’nın mikifaresini ister) aa Miki MARE!
Arca : MİKİ FARE!

Buraya kadar güzel…

Play Barn küçük bir yer. Olsun, zaten sadece 7 çocuk kabul ediyorlar, ablalar var. Dedim ki bizim ilk, ben aylık ücret ödemeden önce denemek istiyorum. Tamam dediler.
Anneleri oyun alanına almıyorlar, tamam sorun yok, zaten ben de Arca’nın peşinden dolanmaya meraklı değilim de Arca’yı bilmediğin ortama bırakınca hönk! Oluyor. Gelmeden önce oyun ablalarından bahsetmiş olmama rağmen Yasemin ve Ela gibi tanıdığı arkadaşları olmasına rağmen Arca arıza çıkardı. Ağladı.

--------------------------------------------------------
Hata 1: Arca’yı tanıyorum, öncelikle rica edip ben girmeliydim, oyuncakları ablaları arkadaşları vs tanıştırıp kaynaşması için destek olmalıydım, geçen haftaki topolino’da o kadar ortamların adamı görüntüsü çizdi ki Arca gerçeği kafamdan silinmiş. (özeleştiri)
Bir eleştiri de işletmeye, ilk defa gelen bir çocuk belli ki çekingen mizacı var, bir oyun ablası ona verilmeli, abla kendini tanıtmalı sevdirmeliydi, bunun yerine “aa Arca gel bak oynayalım” diye elinden çeken tanımadığı bir insan oldu o ablalar Arca için. Şimdi mesela Ela, Hayatlar Ela’yı bıraktılar, gittiler, Ela için de ilk gün sonuçta, ama malumunuz Ela ortamlara direkt aktı, hiç sorunsuz. Belki olması gereken oydu, ama yine de çekingen mizaçlı bir çocuk için özel muamele –en azından – başlangıç için yapılabilir miydi? (Yine çuvaldızı kendime batırayım, ben belki de baştan uyarmalıydım)

---------------------------------------------------------

Neyse girdim içeri, oyuncakları tanıttım, ablaları sevdirmeye çalıştım, Ela ve Yasemin ile kaynaşmasına çalıştım. Yalnız takılmayı tercih etti, kaydırakları çok sevdi. Ama bir defa olsun paçamı bırakmadı, tam hah alıştı, paravanın arkasında bekleyebilirim diyorum, görüş alanından çıktığım an basıyor yaygarayı! Tam ne güzel oynuyor diyorum, çocuğun biri dokunuyor, bizimkinin gücüne gidiyor, basıyor yaygarayı! En son oyun evinin içine girdi, çıktı, Ela girdi, Yağmur girdi, kapıyı kapattılar, aman pek bi içlendi. Tamam dedim, artık bu kadar küçük ve zararsız şeylere bile tahammülü kalmadıysa gitme vakti gelmiştir. Eş zamanlı olarak işletmenin başındaki bayan da "bugünlük Arca için yeterli" dedi, benden iyi not aldı. Demek ki gözlemlemiş.

Dışarı çıktık, kuru üzüm ve kayası ile teselli bulmaya çalışıyoruz, bankta oturduk sohbet ediyoruz.

Y: Burasını sevdin mi Arca?
A: Hayım: (
Y: Bir daha gelmek ister misin?
A : Evet
Y: Ablaları sevdin mi Arca?
A: Hayım!
Y: Peki o halde bir daha gelmeyelim tatlım, sorun değil
A: GEL!

-------------------------------------------------------------------
Özeleştiri: Arca hastaydı ve fiziksel olarak iyileşmiş bile olsa bu paçama tırmanmalar, boynumdan inmemeler hep hastalık sonrası kırılganlığın getirdikleriydi. Belki bu hafta hiç getirmemeli, belki daha az orada tutmalıydım.
-------------------------------------------------------------------

Hayat’la çıkışta sohbet ettik, Ela’nın özgüvenine hayranlığımı (maşallah) bir defa daha dile getirdim. Düşün ben paravanın arkasına geçemedim onlar market alışverişi yaptılar, HARİKA!! Hayat çok sevmedi ama devam edecek, yeterince koşup enerjisini atamadığını düşündü Ela’nın. Topolino gibi yerler, eğer kalabalık olmayan bir zaman yakalanırsa enerjisini atmak için daha uygun yerler gibi görünüyor.

Tam yürürken işletmenin başında olan bayan arkamdan koştu, dedi ki Arca için güzel bir gün olmadı ama hafta içi uygun ve tenha bir zamanda getirin alışsın, göreceksiniz sevecek. Ben de Arca ile ilgili bilgiler verdim, çekindi, tanımadığı bir ortam ve tanımadığı yetişkinler, çocuklar etrafını sarmış gibi hissetti, kendini güvende hissetmedi, farklı yaklaşmak gerekirdi. Hafta içi mümkün değil ama cumartesi herkesten yarım saat önce gidip alışması için fırsat vereceğim, hem Arca’ya hem Playbarn’a. Sonuçta bu tür oyun gruplarının Arca’nın sosyalleşmesi için olumlu olacağını düşünüyorum. Parka götürdüğümde bir kaydırağı bile paylaşmak istemiyor, “ama ama ama”lar uzayıp gidiyor. Tabii yaşı küçük ama böyle ortamlara girmezse paylaşmanın ne demek olduğunu hiç öğrenemeyecek.



Neyse kısaca o gün oradaki ablalardan farkım yoktu, evet belki yaş farkı! Bu bakımdan bana oyun teyzesi diyebilirsiniz: ) (Bakar mısınız top havuzunda debelenme aktivitesinde bile varım, hey allam b.k var, mecbursun sanki topla götür çocuğu kardeşim!)

3 Aralık 2010 Cuma

Akşamın iki yüzü

Ben anahtarımla evime girmeyi severim, hem Ümit ablanın o anda işi olur diye yeltenmem, hem kapıda beklemeyi sevmiyorum elim kolum dolu!
Artık değiştim, aşağıda 5 dakika da bekleyecek olsam zili çalışıyorum, hoparlörden sesi duyuluyor “kim o?” sonra evin kapısında da anahtarı kullanmam, kapıyı tıklatırım, yine ay tonda
“kim o?”
“ben dilenci memo:) “

Hemen o günkü numaralar sergilenir, Ümit abla günün bilgilerini verir, sonra o giderken “hokkayay!” denir, anneyle yumuşmaya devam edilir.
Uzun zamandır oyun aktivite faaliyet işte ne dersen de, Ümit ablaya bıraktım. Zaten vakitleri bol, Ümit abla da seviyor, resimdi hamurdu takılıyorlar birlikte. Biz kudurmacalı oyunları tercih ediyoruz. (Ümit abla’ya bu yaşta koştur koştur oynatacak halimiz yok : ) )

Yemek çok eğlenceli ama sıkıntı Arca ile konuşacaksın yemekte, İlkerle aramızda iki çift laf etmek mümkün değil. Olsun napalım bütün günün acısını 2,5-3 saate sıkıştırıp çıkarıyoruz! Mutfak öylece kalır, ben öyle mutfak pis kalmış, yok toplayamadım, yok dağınık kaldı gibi dünyevi takıntılara sahip olmadığımdan öylece kalır…

Akşamın rutininde illa ki bir “dakat” (yatak) var. Kah Arca’nın yatağında kukla oynatmaca, oyuncak atıp tutmaca, en masumundan kitap okumaca kah bizim yatakta yastık kapmaca. Kokusundan tanıyor annenin mi babanın mı olduğunu yastığın. Genelde üç kişilik tepişme ama bazen İlker şutlanıyor.

Bazen minderlerden ve battaniyeden ev yapıyoruz, Arca içine saklanıyor. Çadır çok isteyip sonra almaktan vazgeçmiştim, bu yöntem aynı görevi görüyor. İlla ki trenle ve arabalarla oynanıyor her akşam, bazen de saklambaç. Gözlerini kapatıyormuş yapıp parmak aralarından etrafı kesmeler, illa ki aynı yere saklanmalar, saklandığında heyecandan elini ayağını nereye koyacağını bilememeler ve koştur koştur sobelemeler.
Canımız çok çekerse dance dance dance baby!!

Artık yorgunluk paçalarından aktığında, iki kitap seçilir, süt içilir, pijama giyilir. Uykuya muhalefet gününde değilse, günün en dingin en tatlı zamanları.



Akşamın diğer yüzü başlar.

Mutfak toplanır.
Bütün eve saçılmış kitaplar toplanır, kitaplığa yerleşir.
Fırlatılmış ayak kokulu minik çoraplar kirliye atılır, gerekirse çamaşır yıkanır.

Her yere saçılmış dağınıklık tek tek toplanırken yüzde bir tebessüm belirir, uyumadan önce yaşananlar akla düşer, birkaç kelime İlkerle paylaşılır.

Omuzlardaki yük ufaktan hafifleyip koltuğa yığılınca … akşamın kalanında ne yapılacağının programından hemen önce “ya İlker çok acayip şeker, bak şöyle yaptı, şöyle dedi, şöyle böyle…” diye özlem dolu Arca dolu birkaç cümle edilir.

O yer cücesi şimdiden özlenmiştir.

29 Kasım 2010 Pazartesi

OYUN – PARK!

Arca artık tamlamalar yapıyor. Ama iki kelime arasına bir “es” koyuyor. Sanki düşünüyormuş gibi, ya da üstüne basa basa söylemek ister gibi. İlginç, sevimli. Mesela Donald – Amca ya da Yılmaz – dede gibi.

Cumartesi günü –deneme çekimi yapacağımız saha çalışmasını saymazsak - fotoğrafçılık kursundaki son günümdü, yine büyülenmiş olarak çıktım sınıftan. Bu sanat nasıl bir şey kardeşim, nasıl alıyor insanı içine ve ruhu nasıl başka bir boyuta taşıyor? Ömrüm boyunca sanatın her dalına (bale, dans, flüt, gitar…) çok hevesli fakat az yetenekli oldum, belki de sanata sanatçıya hayranlığım bundan kaynaklanıyor. 3 saatlik bir fotoğraf şöleni ile doyan ruhum trafiğe çıktığımda artık hazımsızlık mertebesindeydi, Topolino gazımı aldı!!

Kurs için birkaç saatliğine ayrılacağımı anlatmak ve küçük adamın olurunu almak için epey dil dökmek gerekti. Topolino’dan bahsetmiştim ona, arkadaşlarıyla oynayacağından, öncekini hatırladı, keyfi yerine geldi. OYUN – PARK! Yeni tamlama!

Topolino gazımı aldı demiştim ya, geçtiğimiz ay o kadar sevdiğimiz mekandan nefret ettik diye özetleyebilirim ama yok detaya gireceğim!

Başımıza gelenleri anlatmam lazım. Annemi Agora’ya bırakacağımız için biraz geç kaldık, 3’ü geçiyordu. Ama elif ve Egenin annesi gelmişti, yaşasın. (bu arada egenin annesine bayıldık, meltem ile tanıştığımıza çok sevindik, Fadişle rastlaşamadık, çok üzüldük, halbuki Arca “Deniz”i arkadaş listesine eklemişti.)

İçerisi o kadar kalabalıktı ki, Arca’yı bacaklarımın arasına sıkıştırdım, girişteki işimi ancak öyle hallettim. Geçen ayki bayan vardı kasada ama o günkü gibi tatlı değildi, zavallım bambaşka bir insan olmuştu. Bizimkilerin yaş grubuna ayrılan bölüme gittim, aman tanrım 7-8 yaş çocuklar var. Hemen görevliye şikayet ettim, cevap : “sabahtan beri 3 doğum günü vardı, zapt edemiyoruz”. Hani ben mi şikayetçiyim o mu anlamadım. Arca bu defa inanılmaz cesaretliydi, hemen oyuncaklara daldı. Nil’in dediği doğru “ulen çocuğu getirmiyorsun böyle yerlere sonra çekingen diye şikayet ediyorsun”!! Doğru söze ne denir! Arca kabuğunu kırdı, kabak çiçeği gibi açıldı da zaman kötü zamanmış.

Neyse grup yavaştan toplanınca yemek almak için yukarı çıktık. Oturacak yer yok, tüm masalar partilere ayrılmış, kenarına ilişelim diyoruz, yok mümkün değil, hatta Tuna asil poposunu yere koymak istemeyip sandalyeye oturdu da iki yaşlı kadın çok pis tersledi, şok olduk. Yemeklerin çok uzun bir sürede gelmesi, yerde yememiz, hepsi ayrı kötüydü, hangisini saysam?

En fenası.. çocuklar zıplarken biz de anneler olarak girdik, çünkü büyük çocuklar da zıplıyor, bizimkileri korumamız lazım. Güzel de sohbet ediyoruz, büyük çocukları bizimkilere yaklaştırmıyoruz. Bir görevli gelip “yaylar çok hassas, burada sizin oturmamanız gerekiyor” diye uyarıda bulunmuş. Elif de “o halde çocuklarımızın büyük çocuklardan korunması için buraya görevli koyun” demiş. Peki koydular mı? Hayır! Büyük çocukların oraya girmesini engelleyemediler, küçük çocukların bölümünde plastik top savaşı yapmalarını da engelleyemediler, ben bir tanesinden nasibimi aldım. Kısa bir süre sonra bu çocuklara ait doğum günü pastasının geleceği anonsu yapıldı, hepsi ipini koparmış gibi koşmaya başladı, Arca da tam o sırada zıplamak için merdivenlerdeydi, vahşi anne panter olarak koşup kurtardım ama meğer zamanlamam o kadar iyi değilmiş, akşam yanaktaki morluktan anladım, darbeyi yemiş bizimki. Hepimiz kızdık, çemkirdik çocuklara ama o büyük çocuklar da çocuk işte, nasıl laf anlatacaksın, işletmenin gerekli düzenlemeleri yapması, gerekirse böyle yoğun günler için eleman ilave etmesi gerekiyordu. Elfanam uyarıları yaptı, ama bizim için artık gitme vakti gelmişti, sonra düzeldi mi, büyük çocuklar ayrıldı mı bilmiyorum. Örneğin Hülya çok önceden ayrıldı mekandan, Tuna çok rahatsız oldu. O kadar stresli bir gündü ki ben tek kare fotoğraf çekmemişim. Hani Arca kırk yılın başı böyle fiziksel aktivite coşkusu yaşayacak, hiç kaçırmam!! Tatsız bir gündü, akşam resmen sızdım yorgunluktan, stresten.

Şimdi terazinin bir tarafına Arca’nın o gün çok eğlenmesini, bugün bile hala “oyun-park” diye tutturuşunu ve geçtiğimiz ay nezih ve düzgün bir şekilde vakit geçirmemizi koyuyorum. Diğer tarafına da bu hafta yaşadıklarımızı.

Arca’nın hatırına bir şans daha vermeli, önceden doğum günü var mı diye sormalı öyle gitmeli belki de, bilemiyorum.