6 Ağustos 2017 Pazar

Brüksel'de ev

Geçen akşam yayınladığım çamaşırhane postunu gören çamaşır sırasına mı girmiş ne, indim şimdi, boş makine yok dediler. Peki. Ne para kırıyorlar ha, 5 oyro bir makine eyvallah. Ne o deterjanını koyuyormuş, otelin çamaşırhanesisin neticede, almayıver?

Odayı ilk kurcaladığımda koca buzluğu görüp rakı mı içeceğiz, amma abartmışlar demiştim, bak şimdi nasıl lazım oldu. Nasıl? Şöyle, bugün bir ev gezerken ayak baş parmağımı paraladım. Allah seni inandırsın mosmor! Hayır abartmıyorum, az öne alsa darbeyi, tırnak düşerdi, darbe az daha kuvvetli olsa, kemik çatlardı bak, garanti!  Olay şöyle cereyan etti...

Burada bir es veriyor, çiğdeminizi çekirdeğinizi almanızı bekliyorum. Herkes hazırsa başlayalım.

30 Temmuz 2017 Pazar

Lost in transportation in Brussels

Ay geldi ecnebi memlekete hemen de yabancı dil yumurtluyor diye düşünene dalmayacağım, hakkımda atıp tutmak serbest, lakin bilin ki, Lost in Translation filmine gönderme yapıyorum (entellektüelitemlen ezmeyeyim de...).

Sondan mı başlayalım, yoksa toz ve bulut evresinden mi? Her şekilde toz ve bulut evresine geçeceğimi hepimiz biliyoruz, değil mi?

Peki, tamam kaldığımız yerden başlıyorum.

23 Temmuz 2017 Pazar

"Yazsana kardeşim!"

He vallaha yazsana:) Canım Enne, son yazıma yorumunda böyle demiş, "yazsana kardeşim".

Sosyal paylaşım dürtüsünün temellerini attığım en kıymetlim, blogumu, ihmal etmiş değilim. Katiyen! Sadece bilgisayarın başına oturamadım. Yoksa instagram story, blogun köpeği olsun. (az önce zibilyon tane story paylaştı ama çaktırmıyor)

11 Temmuz 2017 Salı

Son iki hafta

Son iki hafta ve sonra iş başı. Belçika vize tarihinde sanırım bir ilk yaşandı ve araya bayram tatili girmesine rağmen üç iş gününde vizem çıktı. (Belçika'da artık bana nasıl ihtiyaç duydularsa alelacele çıkarmışlar vizeyi puhhahaha) Ama maalesef tek başıma gidiyorum. Çünkü İlker ve Arca,vize çıkmasını bekleyecekler. Arca'ya bunu bir iş seyahati gibi görmesini önerdim. Ama ne kadar sürecek bir iş seyahati bilmemek ikimiz için de sinir bozucu. Arca bana beş gün verdi. Çocukların duaları kabul olur değil mi? Beş gün iyi bence, hadi on olsun ama daha fazla olmasın, amin.

23 Haziran 2017 Cuma

Ankara

Döndük. Ankara'dan.

"Bugün git yarın gel" nakaratının sadece Türk devlet dairelerine özgü bir şey olduğunu sanıyordum, yanılmışım. Belçika konsolosluğu da bu konuda bizimkilerle yarışırmış meğer. Meğer aklına esmiş de bu hafta çalışma vize başvurularını kabul etmeye amma ve lakin ailenin kalanının vize başvurusunu kabul etmemeye karar vermiş. Öyle işte...

19 Haziran 2017 Pazartesi

Haftanın Menüsü

"Günün çorbası" "Haftanın menüsü"ne dönüşmek üzere. Hani gece vakti uykum da kaçmasa nasıl blogun başına oturacağım da iki satır yazacağım bilmiyorum.

Az önce vize için başvuru formlarımızı doldurduktan ve elindeki telefonla oynayan ve bir türlü yatmayan muhteremi fırçaladıktan sonra uykuya yolladım, ama davulcular sağ olsun, benim uyumama müsaade etmediler. Güzel de çalmıyorlar ki arkadaş. İnsan bir oyun havaları çalar, maksat uyandırmak değil mi, ne var azıcık keyiflensek?

Yok ama küfretmedim, kendime bir papatya çayı koydum, bilgisayarın başına oturdum. Boş gezenin kalfası olmanın böyle rahatlıkları var, üç saat sonra kalkıp işe gideceğim stresi taşımıyorum, oturup "Haftanın Menüsü"nü yazabiliyorum.

9 Haziran 2017 Cuma

Arca, Belçika, karne, okul ve daha fazlası...

Arca'nın Belçika hakkındaki hislerinin değişim hızına yetişemiyorum.
Hayır, hiçbir zaman olumlu bakmıyor ama negatif hislerini, bazen daha ılımlı, bazen daha sakin, bazen daha duygusal ve bazen iç acıtıcı ortaya koyuyor. Bazen sanki hiç gitmeyecekmişiz gibi davranıyor, her seferinde tekrardan alıyorum, baştan, tek tek...

En son geçen Cuma günüydü. Akşam üzeri okuldan geldi, sohbet ederken tatil konusu açıldı, onu motive ederken en büyük kozumuz Avrupa'da görmek istediği her yere sık sık seyahat etme planlarıydı. Fakat o gün ters tepki etti.

6 Haziran 2017 Salı

Samos'a gidin ama...

Biz gibi bayramda filan gitmeyin. 19 mayıs tatilini değerlendirmek için kötü bir alternatifmiş, düşünemedik. Gidişimiz ve dönüşümüz kabus gibiydi. Şöyle anlatayım, feribot 08:00'de kalkacaktı güya, bir buçuk saat rötar yaptı ve Karlovasi'deki pasaport kontrolünü geçip de otele vardığımızda saat 15:30 civarındaydı. Dönüş de aynı.

Ha bir de unutmadan, Sığacık-Karlovasi feribotunu tercih etmeyin, mümkünse Kuşadası'ndan gidin. Bizim gittiğimiz hat sanırım çok yeniydi, organizasyonsuzdu, yığılmalar oldu, belki tatildendir bilemiyorum ama özellikle feribot seyahatini üstlenen firma çalışanlarından çok şikayet oldu. Free-shop da yok maalesef, hani içki, parfüm almayı free-shop'tan halletmeyi düşünürseniz, aklınızda olsun.

Kitap yorumu: Sıcak külleri kaldı

Oya Baydar'ı Melek Ulagay ile hazırladıkları söyleşi kitabı sayesinde tanımıştım: Bir Dönem İki Kadın  Yo, hayır galiba Deniz Gezmiş'i okuduğumda tanımıştım.

Edebiyatçı yönünü de o kitap sayesinde öğrenmiştim. Lisedeyken epey ses getirmiş bir roman yazmış. Sonrası hep politika.

"Sıcak Külleri Kaldı", kitap kulübünde seçilince ve ben Oya Baydar'ın edebi yönüne hayran kalınca, keşke bütün hayatı boyunca yazsaymış, roman yazsaymış diye aklımdan geçirdim. Öyle güzel, öyle akıcı bir dil...

1 Haziran 2017 Perşembe

an itibariyle

İlker işten erken geldi, sağdaki odada Buselik Makamına şarkısını seslendiriyor. Arca şu anda ipad oynarken bir yandan kankası Poyraz'la telefonda konuşuyorlar. Oynadıkları maçı spiker gibi anlatıyor, o da solumda odada. Ev tımarhaneden hallice.

Ben de Samos ile ilgili birkaç satır bir şey yazacaktım, nerde?

30 Mayıs 2017 Salı

#gezi4yaşında

İşten ayrılalı neredeyse bir ay oldu, henüz televizyon açıp kadın programı izlemedim. Halbuki Müge Anlı ve bir de Seren Serengil'in programlarını çok merak ediyorum. Televizyon açma alışkanlığı olmayınca olmuyor. Bir tek geçen hafta ütü yaparken Aşk-ı Memnu'yu bakayım dedim, gitmedi, Fi'yi açtım. Zaten ancak ütü yaparken...

Bu sene İlker'le izlediğimiz iki dizi de final yapıyormuş, İçerde zaten hikayesi belli, uzasa saçmalayacak bir dizi olurdu, bitmesine sevindim. Cesur ve Güzel ise, oyuncularının hatırına izler olduğumuz dizi, uzatmayıp bitirmeleri yerinde bir karar olmuş.

Bu sabah kahvaltı yaparken twitter'ı açtım, illa bir şey açılacak. Aslında biliyor musun, yemek yerken bir şey okuyup izlememek lazımmış. Bu hem yediğin her lokmanın farkında olmamızı sağlarmış hem de yavaş yediğin için kilo vermende faydası olurmuş. Tabii ben zaten hep bu yüzden kilo veremiyorum, televizyon olmasa da telefona bakmak yüzünden, yoksa dal gibi olacağım.

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Haller, haberler, son günler

Bir defterim var, Belçika'ya karar verdiğimizden beri okuduklarımdan, iletişimde olduğum kişilerle yaptığımız görüşmelerden notları tutuyorum. Ayrıca randevuların bilgileri, soracağım soruların notları da o defterde. Bir de sık sık yenilenen bir "yapılacaklar liste"m var.

18 Mayıs 2017 Perşembe

Dumur diyalog #167

Ipad'i hemen kapatmasını ve acil çıkmamız gerektiğini söylüyorum.
Dinlemiyor. Uzun tartışmaların sonunda arabaya nihayet bindiğimizde de bu defa beni babasına şikayet ediyor.
A: Annem beni strese sokuyor, maçı bitmedi ama hadi hadi diyor. Bu şekilde davranması yasalara aykırı!
Y: Bu evin ANA-Yasalarına göre aykırı değil.
(İğrenç espirime babasıyla birlikte gülünce iyice dellendi.)
A: Anayasa ne? Bilmiyorum ben ve siz ikiniz konudaki bilgisizliğimi istismar ediyorsunuz!

16 Mayıs 2017 Salı

Yapacak ne çok iş ve ne kadar az zaman...

Arca'nın ilk aylarında, kısa gündüz uykularını nasıl değerlendireceğim diye düşünürken sürem dolardı! Yapacak çok şey vardı ve çok kısa bir süre. Gece uykusuzluğumu telafi etmek için biraz kestirebilirdim, ev işi yapabilir ya da kahve keyfi yapabilirdim, ya da blog yazabilir, kitap okuyabilirdim.

Bugünlerde kendimi böyle hissediyorum. Yapacak çok şey için çok az zamanım varmış gibi.

11 Mayıs 2017 Perşembe

Gülümseten keşifler

Sağlıklı yaşam ile ilgili okudukça kendimle ilgili çok ilginç özellikler keşfettim.

Bu, biraz gülümseten tesadüflere benziyor, hani neşeli bir sürpriz gibi... Belçika'dan çalışacağım şirkete aylar önce geçen bir arkadaşım var, bana pek çok konuda yardımcı oluyor ama okul konularında çocukları olmadığı için ancak ben sordukça başkalarından bir şeyler öğrenebiliyordu. Ben de sen yorulma beni, aydınlatabilecek kişilerle tanıştır, direkt sorayım dedim ve yine aynı ofisten bir arkadaşla tanıştım, pek çok konuda bilgi verdi, okullar, vs... Aynı günlerde Burçay, Belçika'da yaşayan bir arkadaşı olduğunu, bizi tanıştırabileceğini söyledi, facebook üzerinden arkadaş olduk ve yeni tanıştığım bu iki kişi meğer karı kocaymış:)

Hayata gülümseten tesadüflerin dokunuşu olmasa halimiz niceydi...

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Diyete pazartesi başlanmaz: Ama ben başladım

Çünkü diyet yapmıyorum. Yapmayacağım. Yapamam zaten, gerçekçi olalım, hiç yapmadım. Anca diyete yancı oldum. Aylardır İlker'in yine diyet yapmasını bekliyorum mesela, yancılık iyi oluyor, ona destek olurken hep düzene girdim, kilo verdim şimdiye kadar. Ama her şeyi de İlker'den beklememek lazım. Bu defa da ben ilk adımı atayım bence.

Diyete pazartesi başlanmaz

Dün bir kardeşimizin düğününe gidecektik, kaç kilo aldığına bile bakmaya korkan İlker sabahtan kilolu zamanlar için zulada beklettiği takım elbisesini denedi, ite kaka oldu, oh! Arca da giyeceklerine karar verdi.

Ben rahattım. Böyle fazla yakın olmadığımız düğünler için ya küçük siyah elbisemi, bacakta epilasyon yoksa siyah pantolonumu giyerim, bluz ve ince bir ceketle tamamlarım, işte hazırım.

O pantolonu 2013 senesinde aldım. Çok net hatırlıyorum, aynı anda indirimden aldığım yün ceketin bu kış dikişleri attığında, "dört sene giydim, buna da şükür" demiştim. İnce, tiril tiril bir kumaştan topuklu ayakkabı ile giyilmesi gereken bir model olduğu için genelde bu pantolonu akşam davetlerinde giyiyorum, haliyle epeydir giymemiştim.

7 Mayıs 2017 Pazar

Kitap yorumu: Karanlık Kız

Geçen yıl bir solukta bitirdiğim Napoli Romanları Serisinin yazarı Elena Ferrante'nin Karanlık Kız diye bir kitabının olduğunu öğrendiğimde hemen aldım.

Ferrante, bende Maeve Binchy etkisi yaratıyor. Hafif, keyifli, sürükleyici bir okuma arayışına giriyorum bazen, özellikle kafam çok meşgul olduğunda, beni ve kafamı alıp götürecek bir kitap iyi geliyor. Karanlık Kız 'ı böyle zamanlar için zulada tutuyordum.

5 Mayıs 2017 Cuma

"Tadını çıkar"

Belçika'ya iş görüşmesine giderken yolda sık sık İlker'le konuştuk. Heyecan, gerginlik, "nasıl olacak" endişeleri... İlker, "bir dur" dedi, "bir sakin ol, iş görüşmesine davet edildin ve şimdi yapacağın tek şey bunun tadını çıkarmak." Evet ya, işte ben bunu yapmıyorum, tüm o endişelerin içinde bulunduğum anın tadını çıkarmıyorum!

Bu salı itibariyle çocuğunu okula, kocasını işe uğurlayan kadın moduna girdim. Aslında daha tam girmedim, Seren Serengil'in programını izlemeye başlamadım mesela, ya da Müge Anlı'nın. Ben daha ziyade çalıştığım için zaman bulamadığım ve hep salladığım işlere daldım.

4 Mayıs 2017 Perşembe

Dumur diyalog #166

Ailecek bol rüyalı bir gece geçirmişiz. Hemen rüyalarımızı yorumlayalım diye anlatmaya başladık, İlker'in rüyasının tabiri için internete bakarken Arca tutturdu, onun rüyasını da yorumlayacakmışız. Rüyasında seçim yapıldığını görmüş, rüya tabirleri sitesinden okuyorum:
"... çok istediği bir mevkiye geleceğine..."
A: Nerde istediğim mevkiye gelecekmişim? Futbolda mı?

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Bu yaştan sonra...

Az önce arkadaşlarımızla çıktığımız kutlama yemeğinden eve döndük. Arca it gibi koşmaktan yorgun doğruca yatağa girdi ve sızdı. İlker'in horultuları da az önce yükselmeye başladı, demek kaçırdığı maç görüntülerini izlerken uyuyakaldı. Saate baktım, balkabağına dönüşmeme yarım saat kalmış. Doğum günüm bitmeden adet olduğu üzere bir yazı ile 39 yaşımı uğurlayayım dedim. Şunun şurasında kırka ne kaldı?

Geçenlerde kırk yaşın annelerimiz zamanında geç bir yaş olduğundan bahsediyorduk. Kimi için başına eşarp bağlama yaşı, kimi için namaza başlama yaşıydı o vakitler. Torun sahibi olanlar vardı. Çalışan kadınların bile emeklilik yaşıydı. Pek çoğu için aktif hayattan elini eteğini çekme yaşıydı 40.

Bense kendimi yeni bir hayatın kollarına atmaya hazırlıyorum.

29 Nisan 2017 Cumartesi

On dört yılın ardından...

Profesyonel yaşam bir yere kadar, iş bir yere kadar. 
Sonunda elimizde kalan hisler, kazanım ise insanlar oluyor.

Dün, on dört yıldır çalıştığım şirkette son iş günümdü. Evlenip İstanbul'a gittiğimde - sene 2002 - İzmir'de çalıştığım fabrikadan ayrılmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum, iş başvuruları yapıyordum ama pek sonuç alamıyordum. Evimizin kirası, yaşamımızın standardı tek maaşla karşılanamıyordu, birikimim suyunu çekmek üzereydi, iş bulmak zorundaydım. O vakitler kriz yeni atlatılmış akepe iktidar olmuş, filan... 

Hürriyet gazetesinin IK diye bir eki var, pazar günleri çıkıyor, açtım sağ tarafta bir ilan gördüm hem de yakın, Merter'de. Daha önce o ofisi görmüştüm, turuncu bayrakları E-5'ten görünüyor. Eh biz de o vakitler Bakırköy'de oturuyoruz, hep yolumuzun üstü. İş buldum dedim İlker'e ve hemen başvurdum. Net! 14 sene sonra Belçika'daki iş yeri için de aynı cümleyi telaffuz edecek, hem bak Anderlecht'teymiş maçlarına gidersiniz diye geyik çevirecektim. Var bende bir manyaklık;) 

25 Nisan 2017 Salı

Kendine küçük bir dünya yaratmak mı? Ya başına yıkılırsa?

İlker'in kuzeni Serhat ve karısı canım Nihan (tea&pot eltilerimden küçük olanı) evsiz kaldılar. Yani Urla'daki evlerinin inşaatı bitinceye kadar... Yani aslında evsiz kalmak değil de evleri tamamlanasıya kadar kiralık bir evde kalmama tercihi denebilir. Kah teyzelerinde, kah Serhat'ın abisinde, kah Nihan'ın ablasında kalıyorlar. Göçebe hayat.

Bazı günler bizde de kalıyorlar. Arca Nihan teyzeleri gelecek diye acayip seviniyor, alıştı artık her perşembe soruyor. Zira evlerinde televizyon olmayan bu garibanları, işkence olsun diye özellikle Cesur ve Güzel'in yayınlandığı (takip ettiğimiz iki diziden biri) perşembe akşamları misafir etmeyi tercih ediyoruz. Sadece Sühan'ın iğrenç kıyafetlerine değil, muhterem ile 60 yaş üstü kaynana kritiklerimize de maruz kalıyorlar, kıyamam. Yemin ediyorum muppet show'daki o iki ihtiyar, Statler ve Waldorf gibiyiz, bık bık bık, sürekli konuşuyoruz. Bizimle dizi izlemek bir ayrıcalık! Bekleriz:P

22 Nisan 2017 Cumartesi

yazmaya ara verdim ama bi' sor niye verdim?

Yokluğumda çok kitap okudum... diye başlamayı isterdim ama hayır, çok değil.
Yokluğumda çok yoğundum, çok yorgundum, çok hastaydım ve dolayısı ile çok uzaktım her şeye.

12 Nisan 2017 Çarşamba

Dumur diyalog #166

Pazar günü akşamı mutfaktan çıkamadım, Arca'nın banyosuna bir türlü sıra gelmedi. Artık kendi başına yıkanıyor ama göz kulak olunması lazım. Yani öyle sanıyorduk. Baktım, tırnaklarını kesmiş, banyosunu yapmış, bir güzel giyinip saçını kurutmuş, geldi: "Büyük adam oldum" dedi. Yerim! 
"Evet Arca gerçekten büyük adam gibi her işini kendin halletmişsin." dedim.

Aynı akşam yatma vakti epey geçmiş, İlker uyardı. 
"Hayır efendim, büyük adam oldum artık ben, istediğim saatte yatağa giderim!"

---- 

11 Nisan 2017 Salı

"ne diyorduk nereye vardık" postunda bugün

Alaçatı Ot Festivali akepe mitingine benziyor, İzmirli yok. 
Bu pazar ikisi de İzmir'deydi.

Aklım Alaçatı'da kalmıştı ama sosyal medyada paylaşılan birbirinin benzeri yüzlerce fotoğrafı görünce, iyi ki yeltenmemişim diyecektim. Paylaşımlar aynı. Trend giy, arka plana ot tezgahı veya Alaçatı evi kapısını al, saçına çiçek tacı tak, poz ver. Vermeyeni dövüyorlar mı acaba? Aman neyse ne, esnafın yüzü gülmüştür umarım.

Miting hakkında tek söz etmeyeceğim, neden? Çünkü tüm gün şehrin büyük kısmında trafiği felç ettikleri için bir kısım İzmirli tarafından kulakları ecdadlarına kadar çınlatıldı, benim konuşmama gerek yok. Ben diğer kısım İzmirlilerdendim. 

3 Nisan 2017 Pazartesi

Dumur Diyalog #165

Evden çıkmadan duş almışım, saçımı bir güzel kabartmışım, bonus kafamla kendimi pek beğeniyorum. Asansörde kendime bakarken, Arca'ya sordum: Saçlarım nasıl?
A: Iyy! KIVIRCIK!
(Ben evin bu iki oğlanına bonus kafamı bir beğendiremedim!)

28 Mart 2017 Salı

On maddede Brüksel’den ilk izlenimler

Ben Brüksel’e ömrü hayatımda bir defa gitmiştim, 2004 mü 2005 mi hatırlamıyorum bile. İş için tabii ki. Bir workshop vardı galiba. Deli soğuk bir havada arkadaşımla o meşhur meydanda gezdiğimizi hatırlıyorum. Kullan at fotoğraf makinesiyle hatıra fotoğrafları çekmiştim, ama tab ettirmeden makineyi kaybettim sanırım. Yani pek bir hatıram yok. İlker de yine aynı yıllarda iş için gitmişti, diğer Avrupa şehirlerinden fazlaca bir farklılığı olduğunu hatırlamıyoruz.

Bu defa günde kişi başı 20.000 adım atmak suretiyle altını üstüne getirdik, izlenimlerimizi 10 maddede derledik:) Bak görüyorsun bacım günün çorbası blog siz sayın okuyucuları için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyor, yediğini içtiğini, gezdiğini gördüğünü kıskandığını paylaşıyor:) 

27 Mart 2017 Pazartesi

Ne? biri Belçika yazısı mı istemişti?

Muhterem ile üç günlüğüne Brüksel’e gittik. Maksat, hangi muhitlerde yaşayabileceğimizi, Arca cücesini hangi okullara gönderebileceğimizi görmek, öğrenmekti. Tavsiye edilen semtlerdeki gözüme kestirdiğim birkaç okula mail atıp randevu istemiştim ama beni hiç sallamadılar. Yine de kötüye yormadım, yüreğimi çürütmedim. Bir şeyleri netleştirecektik nihayetinde, en azından kafamızda canlandırmak kolay olacaktı.

Kafamız daha da karıştı. Neden? Çünkü bilmediğimiz bir şey için pek çok seçeneğimiz var. Ve seçim yapmamızı kolaylaştıracak objektif bir kriter yok, sadece tecrübeler ve fikirler var.

Çok bilinmeyenli, çoktan seçmeli bir kaosun ortasında kaldık, lanet olsun. 

15 Mart 2017 Çarşamba

"Challenge Accepted!" => Belçika

Nereden başlasam, nasıl anlatsam?
Aslında klasik Yeliz olarak toz ve bulut evresinden başlamalıyım ama bu defa sondan başlayayım.

Belçika'ya yerleşiyoruz.

Çalışma izni ve diğer her şeyin belli bir süreçte ilerleyeceğini düşünürsek, sanırım birkaç ay daha buralardayız ama sonra çekirdek ailemiz için yeni mücadele başlıyor, bir challenge ve "Challenge Accepted!"

8 Mart 2017 Çarşamba

Kadın.

AVM ve çarşı gezmeyi sevmediğim için bütün alışverişini internetten yapan bir insan olarak bu işin kitabını yazarım, hiç tevazu gösteremeyeceğim. 

Tabii alışveriş yaptığım sitelerin reklamları, kampanyaları mailbox’ımı istila ediyor. Bu da işin kötü tarafı.  Özellikle son bir haftadır, konu aynı. Kadınlar Günü. Yılbaşı bitti, Sevgililer Günü bitti, sıra kadınlara geldi. 

Sadece mail adresime gelen duyurulardan birkaç örnek:

2 Mart 2017 Perşembe

Değişik

Ehliyetler değişiyormuş, biz de İlker'le değiştirelim dedik, sabah sağlık kontrolüne gittik. 
Öncesinde aramızda konuşuyoruz.
İlker iğneden tırsar soruyor: "kan testi yaparlar mı?" 
Ben daha rahatım ama benim de başka soru işaretlerim var: "yok ya bir damlacık alır grubuna bakarlar. Bence renk körlüğü muayenesi yaparlar. Hani yirmi sene evvel ehliyet alırken yapmışlardı, bir de dizine filan vururlar, refleks bakıyorlardı ya. Ay sağ dizim hala bereli, öbürüne vur diyeyim..." 

24 Şubat 2017 Cuma

Çocuk

Kış olmasa bahar bu kadar sevilir mi?
Baharın geleceğini bilmesen kış çekilir mi?

20 Şubat 2017 Pazartesi

Dumur diyalog #164

İ: A Arca senin doğum günün yaklaşıyor ben sana daha hediye almadım?
A: A üzülme babam, akşamüstü geçerken alırsın.

---------------------------------

8 Şubat 2017 Çarşamba

Kadınlığı konuşmak ayıp değil

Bizim ortaokul ve lisenin kampüsünde bir mağaza vardı. Okul kıyafetleri, çorap gibi ihtiyaçlar ile tekli hijyenik pedler satılırdı. Tabii o zamanlar pedler Elif’in dediği gibi çocuk bezi kalınlığındaydı, ayrıca şimdiki gibi tek tek paketli değildi. Onlu paketin içinden tek tek çıkarılan pedler özenle katlanıp hediye paketiyle paketlenip öyle satılırdı (kanımca o kadar ellenmeye pek hijyenikliği de kalmıyordu ya neyse...).

Ben olsam ben de!

Çocukken sorulan açık ara en iğrenç soru: “anneni mi daha çok seviyosun babanı mı”

Biz de Arca’ya pislik olsun diye bazen soruyoruz, cevap hep aynı: İkisini de!

En çok sevdiği insanları sayarken anne-baba ilk sırada sonra diğerleri geliyor.

7 Şubat 2017 Salı

Okuma notları - Ocak

Yılın ilk günü evdeki herkesten önce kalktım. Kanepede uzanmış, yılbaşı hediyelerimize bakarken, Tufan’ın “sende kesin yoktur eminim, onun için aldım, çok heyecanlı kitap” diyerek hediye ettiği Kelebek’i okumaya başlamıştım. Gerçek bir hikaye, bir kürek mahkumunun özgürlüğe kaçışını anlatıyor. Gerçek olması çok etkiliyor insanı. Bizimkiler uyanıp da İlker’in Reina saldırısını haber verdiği saate kadar onlarca sayfayı okumuştum bile. Akıcı, hızlı okunan bir kitap. Özellikle kafa boşaltmak ihtiyacı duyulduğunda, keyifle okunur:)



6 Şubat 2017 Pazartesi

Keyfim kaçınca...

Geçen gün o vize dalgasına keyfim fena kaçtı. İşler istediğin gibi gitmeyince hani, böyle bıkkınlık hali gelir ya üzerine, öyle işte. Acilen neşelenmem lazım yoksa benim nemrutluğum hiç çekilmez ve maalesef katlanarak artar. Derhal blogu açtım, Diyalog etiketine tıkladım, allah seni inandırsın, bütün neşem yerine geldi. Tavsiye derim.

Sonra aklıma geldi, keyfim kaçınca neşelenme listesi yaptım kendime, bak o liste bile müthiş neşelendiriyor insanı.

3 Şubat 2017 Cuma

Challenge'da son soru: 2017'de olmasını istediğin bir şey

"Dünya barışı" diyeyim de küfürü yiyeyim mi?

Tamam demiyorum, en son 2016'ya girerken cümlemize barış huzur dilemiştim, sonrası malumunuz.

2 Şubat 2017 Perşembe

Beni Türk dizilerine emanet edin.

Uzun zamandır Türk dizi piyasasına çok haksızlık ediyormuşum. Ona buna bok atıp, en kalitelilerini bile haksız yere yerle yeksan ediyormuşum, allah beni nasıl biliyorsa öyle yapsın!

Ezelden beridir ve evet tam da Ezel’den beridir izlemiyordum. Kah izlemeye kasıyor, dayanamıyor, kah köşe bucak kaçıyor, uzaklaşıyordum.

Türk dizilerini, Huxley distopyasından türetilmiş, korkunç birer manipülasyon ekipmanı olarak bellemiştim. Öyle korkuyordum ki o ekranın kölesi olmaktan, alaycılık ve aşağılama savunma mekanizmam haline gelmişti. Edebiyatın bile beni kurtaramayacağını anladığımda çareyi boş yere yabancı dizilerde hatta defalarca izlediğim Hollywood filmlerinde aradım.

Oradaydı, bir kumanda mesafesindeydi haz.
Ve hedonizmin çağrısına daha fazla kulak tıkayamadım.

1 Şubat 2017 Çarşamba

#16 bir şey çiz ve bize göster, eyvallah

Annem müthiş resim yapar. Evde tabloları var. O derece yani!

Ben resme olan kabiliyetsizliğimi babamdan aldığımı düşünürdüm, öyle avunurdum. Kısa boylu oluşumu da babamdan almamış mıydım? Pek ala yeteneksizlik de ondan geçmiş olabilirdi.

Yanılmışım. Meğer babam da çok güzel resimler çiziyormuş. Arca ile birlikte kaldıklarında çizdikleri resimlerden sergi açabilirsin, cidden başarılı.

31 Ocak 2017 Salı

#14 ve #15

#14 : keşke arkadaşım olsa dediğin ünlü kim?

İki gündür bunu düşünüyorum. Hiç bulamadım. Pek ünlü de bilmiyorum ondan mı acep?

29 Ocak 2017 Pazar

On yıl sonra nerede, nasıl yaşamak?

Geçenlerde anlatmıştım, hani İlker'in telefonda, biz şimdi on sene sonra filan gelsek, şehirden uzakta yaşasak, sıkılır mıyız? diye sorduğunu ve benim de hiç tereddüt etmeden "sabit gelirim olsa, on sene beklemem bugün bile yaşarım, hiç de sıkılmam, çok eğleniriz ne diyorsun" diye cevap verdiğimi.

On yıl sonrası için şimdilik iki olasılık üzerine hayaller kuruyorum. Biri yukarıda anlattığım gibi, muhteremle sayfiyede kocamak! Hatta bak şöyle bir hayal, tek katlı, asgari konforda bahçeli ev, bahçesinin ciddi bir bölümü bostan olacak, - evde bir saksı kaktüsü bile öldürebilirim ama bahçe olayından az buçuk anlarım - mümkünse denize de yakın olsun bir zahmet, hava iyi oldu mu balığa çıkalım muhteremle, kötü oldu mu, evde film seyredelim, ben okurken veya yazarken o maç izlesin filan...

28 Ocak 2017 Cumartesi

#12 : 10 yıl içinde hayatında neler değişti?

Neler olmadı ki?

On yıl önce İstanbul'dan İzmir'e taşındık. Evlendiğimizde çok severek taşındığımız Bakırköy'deki o eski apartmanın birinci katındaki sıcak evimizi boşaltıp toplanıp geldik İzmir'e. Ailelerimiz ve çocukluk arkadaşlarımızla sarmalandık, İstanbul'u hiç aramadık. Zaten nesini arayacaktık? Trafiğini mi, yalnızlığımızı mı, iki yakamızı bir araya getiremeyişimizi mi? Ben zaten on yıldır ayda iki defa gidiyorum ve İzmir'e her dönüşümde derin bir nefes alıyorum, çok şükür...

27 Ocak 2017 Cuma

Challenge #10 ve #11

Hiç unutmak istemediğin anın nedir diye sorulmuş.

Arca ile çok kahkaha attığımız bir an var mesela, baş başa bisikletle sahile indiğimiz, güneş batarken denize girdiğimiz karanlık sularda yüzdüğümüz o gün, Arca'nın gözlerindeki "ilk defa yapıyorum çok eğlenceli" bakışını gördüğüm an. İlklerini birlikte yapmaya bayılıyorum. İki tekerlekli bisiklete adam akıllı binmeyi öğrettiğimde de vardı o bakış. Babasıyla ilk kalamarını yakaladığında da... Bir çocuğun gözlerindeki o ilk defa başarma anı... Onu hiç unutmak istemiyorum, o bakış hayatta tutan, bir işe yaradığını, önemli olduğunu hissettiren bakış.

25 Ocak 2017 Çarşamba

#9: Göç etmek zorunda kalsan hangi ülke?

Gündeme girmek istemezdim ama madem soru geldi, samimiyetle söyleyebilirim:
Göç etmek zorunda kalacağız zaten. Zira bu ülkede kimin uğruna değerlerimi, düşüncelerimi savunacağım ve direneceğim bilemiyorum. Kendimi bu ülkenin yabancısı gibi hissettiğim sürece göç etme fikri hiç de uzak gelmiyor.

24 Ocak 2017 Salı

Challenge #7 ve #8

Challenge #7: Hangi hayvan olurdun?

Bu soruya cevap bulamadım. Ciddi bir zaman dilimini düşünmeye ayırmama rağmen bulamadım. Muhtereme sordum. Senden hayvan olmaz dedi. Haklı. Hayvan sevmiyorum ben. Allahın yarattığını sevmemek ne büyük günah ama sevmiyorum işte.

Kedi köpek zinhar haz etmem. Balık kuş manasız. Bulamadım.

#6: hatırladığım en eski anı

Denizde kum bende anı! 
Doğumundan yıllar evvel vefat eden dedesiyle ilgili anılara sahip bir insan için çok sakıncalı bir soru:) Başlıyorum:

21 Ocak 2017 Cumartesi

#5 : her zaman ve bazen özlediğin iki şey

Aylar önce facebook'ta bir reklam filmine denk geldim. Ne reklamıydı hatırlamıyorum, çocuklar oynuyordu. Çocuklar çocuk gibi neşe içinde şarkılar söyleyip dans ediyorlar, oradan oraya kaygısızca koşuşuyorlardı. Başarılı bir çekimdi bence, zorlamasız, doğal, ah bir hatırlasam hangi reklam olduğunu.

20 Ocak 2017 Cuma

#3 & #4

Soru 3: Hayatın bir kitap/film olsa türü ne olurdu?

Ruh halime göre ortaya karışık aslında.

Bu aralar yakın çevreme sorsanız, psikolojik manyak, hatta paranoyak bir film karakteri olduğumu söyleyebilirler. En son geçen gün birlikte yemek yediğimiz iş arkadaşımı sofradan kaçırdım.

18 Ocak 2017 Çarşamba

Palm yağı, nutella hüsranı, sürprizler ...

Geçen haftaydı, önce BBC'nin sitesinde okuduk (bunlar hep ingilizce biliyorum havaları:P), İtalya'da ve Avrupa'da palm yağı kullandığı için süpermarketlerin Nutellaları raftan indirmesi ile ilgili bir haberdi. Ben evdeki diğer iki nutella canavarına durumu anlattım, moraller biraz bozuldu. PMS dönemi olsaydı en çok ben isyan ederdim, o nutella kavanozlarının dibini kim kaşıklıyor sanıyorsun?

Aradan birkaç gün geçti, haber bizim sitelere de düştü. Nutella'nın üreticisi, yok kalite düşer demiş de, palm yağından vazgeçmek istememiş de... Gıda mühendisi değiliz tabii ki çok anlamıyoruz ama meselenin Bilalcesi şu; bu palm yağı normalde zararlı değil fakat gıdalarda katkı maddesi olarak kullanılması için bazı işlemlerden geçirilip rafine edilirken kanser yapan bir maddeye dönüşüyor.

Evdeki nutella tüketicisinden küçük olanını yanıma kattım, ipadi açıp haberi okuttum. Bilimsel filan deyince seninkinin bir dötü tutuştu. Hemen bizim raftakinin içeriğine baktık (berikinin hala içinde bir umut belki bizim kavanozda yoktur, henüz seri üretime kafa basmıyor) palm yağı!

Challenge #1 ve #2

Bloglamanın en eski geleneklerinden biri mimlemek ya da bir challenge davetine icabet etmek.
İçinden geliyorsa tabii, zorlama yok.

Ben canım Leylak dalı'nın yazısında gördüm, içimden geldi katılıyorum. Sorular da hoşuma gitti, biraz beni bana, biraz beni okuyana anlatacak sorular. 

14 Ocak 2017 Cumartesi

Gerçek

"Tüm mutlu anılarımızın bir köşesinde bir gıdanın olması ne ilginç değil mi?"

İlker de ben söyleyince fark etti, "a sahi" der gibi gülümsedi. 

Akşam pişirdiği etlerden payıma düşenin bir kısmını ertesi güne neden bırakacağımı Arca'ya anlatıyordum. İlker'in özenle pişirdiği etler ve benim soslu spagettimden oluşan tipik bir cumartesi sofrasındaydık. Arca'nın kendisini hem dışlanmış hissettiği hem de deli gibi merakla dinlediği üniversite yılları anılarımız sofranın sohbet konusuydu. 

13 Ocak 2017 Cuma

kısa #18

Geçtiğimiz haftalarda İlker'e dolar alalım diyorum, hani pasaport filan aldılar, belki ufak bir tatil yapacak oluruz, kenarda dursun. İlker, yok dedi deli misin hesabında yastığının altında doları olanı vatan haini ilan ederler, aman diyeyim. Yok artık daha neler dedim, espri yaptı sanıyorum.
Meğer benim muhterem ileri görüşlü bir zat imiş, bilememişim.

Zaytung haberi değil, gerçek:
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/659164/Erdogan_elinde_dolari_olani_terorist_ilan_etti.html

11 Ocak 2017 Çarşamba

bir bebek gece neden çığlıklarla uyanır ve ağlar?

Bir bebek gece neden çığlıklarla uyanır ve ağlar? sorusuna cevabı merak ederek bu bloga tıklayan sayın internet kullanıcısı, hoş geldiniz. Yeni anayasa, egemenliği milletten, milleti yönetme yetkisini meclisten alıyor ve tek bir insana – kim olduğu önemli değil, Ayşe Fatma Ali Veli – o TEK İNSANA veriyor. Ya o tek insan çok kötü bir insan ise? Bir bebek gece çığlıklarla uyanıp ağlıyorsa, bil ki, geleceğinden duyduğu endişedendir. Bil ki, sayın anne, bugün bebeğinin bir gece vakti ağlayarak uyanmasından, sen, endişe duyarak buraya geldiysen, bebeğin gelecekte de ağlamasın diye iş sana düşüyor.
Katıldığım bir SEO eğitiminde ilk paragrafta anahtar sözcükler bulunursa daha fazla tıklanma alır, gibi bir öneri aklımda kalmış. Ben o eğitimi aldım ama derdim bloğuma milyon tıklanma gelsin olmadığı için hiç dikkat etmiyorum önerilere, içimden geldiği gibi yazıyorum, okuyanlar biliyor zaten.
Bir süredir, gündemle ilgili eleştiri yazıları yazmamayı tercih ediyordum.

9 Ocak 2017 Pazartesi

İsyan!

Arca hasta. Cumadan başlayan nanemollalık dün gece itibariyle kırka yaklaşan ateş ile alevlendi, hane halkının tamamını silkeledi. Epeydir hasta olmuyordu, iyi gidiyor diyorduk, ateş nöbetlerini, uykusuz geceleri unutmuşuz. İki saatte bir kalkmak bünyeyi paçavraya çeviriyor.

Bu cüce hasta diye İzmir çevresindeki kar alan yöreleri de ziyaret edemedik maalesef. Arabamızın kaputuna bir kar adam yapamadan, bir kartopu oynayamadan, dötümüzün altına bir poşet koymak suretiyle ranpalardan kayamadan hafta sonunu, bunları yapabilenlerin fotoğraflarına iç geçirerek elimiz böğrümüzde noktaladık.

Neyse ki her akşam misafirimiz vardı da eve tıkılmışlığın o hasta edici ruh halinden sıyrılabildik. Ne güzel oldu…

6 Ocak 2017 Cuma

Kahramansın !

Autocad kullanmayalı paslanmışım, bir de bizim program Almanca artık ikonlarla ne kadar kotarabilirsem tırmalıyorum. Ofiste akşamüzeri saatlerim görece sakin geçiyor, zaten sabahın yoğunluğuyla o kadar yoruluyorum ki öğleden sonra üçe kadar pilim bitmiş oluyor, ben de ıvır zıvır işlerimi toparlıyorum o vakitte.

İşte böyle ufak tefek işlerimi hallettiğim, birkaç branşman çizeceğim diye bilgisayar karşısında debelendiğim saatlerde İlker aradı. Daha yeni konuşmuştuk, dişçiden çıkmıştı şarjı bitmek üzereydi, filan…

Adliyenin yakında çalışan Orçun haber vermiş, patlama diye.

Aynı anda whatsapp’tan mesajlar yağmaya başladı. Telefonlar kilit. Bir taraftan twitter… Çatışma haberleri geliyor ama canlı bomba refleksi olunca açıkçası ben hiç ihtimal vermedim önce. Tek düşündüğüm o saatte adliyede canını kaybetmiş olabilecek onlarca vatandaş. Nereden bileceğim, cesur bir polis elindeki beylik tabancasıyla kalaşnikoflu iki teröristin üzerine ateş açtığını, kendini onlarca insan için feda ettiğini.

Fethi Sekin.

Kahramansın. İzmir sana minnettar.


Sen olmasaydın… 

4 Ocak 2017 Çarşamba

Tencere yemeği

Çalışan kadının kurtarıcısı önceki akşamdan pişirilip buzdolabına konmuş tencere yemeğidir. Akşamın yedisinde eve bir ekmek bir yoğurtla girdiğinde o tencereleri ocağa koyabiliyorsan, senden rahatı yok. Ertesi güne bir öğün daha çıkarsa ne ala. Çıkmazsa, tencerenin dibindekini saklama kabıyla işe götürürsün mis gibi ev yemeğin öğlene garanti. Sofradan kalkarken de bir sonraki akşamın yemeğini hazırlayabilirsen, şahane, yarına da rahatsın.

Ne yapalım anamızdan böyle gördük.

2 Ocak 2017 Pazartesi

ışık

Geçen hafta bir akşam Jim Carrey'nin filmine denk geldim. The Majestic. Belki müthiş bir film değildi ama insana dokunan filmlerdendi. Hani izlediğinizde duygularınız ve göz pınarlarınız gıdıklanır, benim gibi yalnız izleyenleriniz de belki biraz ağlar. İşte öyle bir filmdi.

İlker'le film izlerken şöyle bir hönkürerek ağlayamıyorum. Dalga geçiyor. En son galiba Cars animasyon filminde Şimşek McQueen'in Kral'ı itekleyerek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede ağlayınca, biraz abarttığımı fark etmiş olacağım, yanımda insanlar varken ağlamamaya çalışıyorum. Halbuki ben ancak filmlerde kana kana ağlayabiliyorum, öyle de iyi geliyor ki.

30 Aralık 2016 Cuma

Hayatın küçük mucizeleri

Kitap kulübünde bir arkadaşım var, Özlem. Ama başkanım Özlem değil, hani hep bizi bir araya getiren, toparlayan, organize eden Özlem değil. Özlem Kara. Kara müthiş bir okuyucudur, okumak derken müthiş işte, benim gevezeliğim bile yetmiyor. Fakat hemen hiç konuşmaz. Toplantılarda başkanım Özlem’in çok okuyan ama az konuşan Özlem’i “sen de konuş bir şeyler söyle” diye dürttüğü, uzman psikolog Deniz’in de mesleki sorumluluğu gereği bu dürtmelere tepki gösterdiği çok olmuştur. Kara ancak ciddi baskılar altında konuşur. Başkanım Özlem bile artık dürtmekten vazgeçmiştir. Bazı toplantılarda Kara’yı konuşturmayı atladığımız bile oluyor, ama onun varlığı yeter.

Ursula K.LeGuin özel buluşmalarından Lavinia toplantısında Özlem Kara, rahatsızdı, erken kalkacaktı. Bu sebepten onu uzun zamandır ilk defa konuşması için sıkıştırdık. Lavinia, tek tek her birimizin bayıldığı bir kitap olmuştu, Kara da iki çift laf etmek istemez miydi? Hepimizin gözü kulağı Özlem’deydi.

29 Aralık 2016 Perşembe

Tercih meselesi

İstanbula tam zamanında gidip dönmüşüm. Bugün bakıyorum fırtına başlamış, toplantım bir gün sonra olsa rezilim çıkmıştı. Gerçi sabahın dördünde kalkıp akşama kadar aralıksız toplantı yapıp İzmir geri dönmek de benzer şekilde rezilimi çıkarıyor ama buna da şükür.

Havaalanındaki yarım saatlik fazladan zamanımı milli piyango bileti alarak ve kitap okurken serin serin biramı yudumlayarak değerlendirdim. Ritüeller hoşuma gidiyor. Hiç çıkmasa da her sene İstanbul’dan bilet almak mesela, yılbaşında ağaç süslemek, eve kokina almak, ışıklarla donatmak evi…

Blogda da yıl sonu yazı ritüellerim vardı. Vardı diyorum, zira bu yıl hiç dokunmamışım, şurada kaldı iki gün. Yeni yıla hedeflerle, planlarla başlamak, geçen yılı şöyle bir düşünmek… Geçen yılı kimse düşünmek istemiyor, daha çok 2016’nın kıçına tekmeyi vurma hissiyatı hakim. Eh kimseyi suçlayamayız. Yedek kulübesinden hakeme “bitir şu maçı artık” diye bağıran teknik direktörler gibiyiz.

26 Aralık 2016 Pazartesi

Güneş ışığı

Allah’ın bildiğini kuldan saklayacak değilim, depresif bir ruh hali içindeyim. Aslına bakarsan şahsi hayatımla ilgili ciddi bir sorunum yok çok şükür. Benim, ailemin sağlığı, huzurumuz, düzenimiz yerinde. Gel gör ki, mutlu olacak şükredecek çok sebebimiz olmasına rağmen en küçük bir olumsuzlukta – ki bu bizim ülkemizde hemen her gün oluyor – bir el boğazıma sarılıyormuş gibi hissediyorum. İç dünyamı dengelemekte zorlanıyorum.

Burada bile defalarca anlattığım gibi kendimce kuyruğu dik tutma gibi önlemlerim var. Bu önlemlerin en sonuncusu sosyal medyada denk geldiğim bir aldatma ve linç etme olayıydı. Konuya özne bilmemnemom kişisini tanımıyorum, hatta varlığından bile haberdar değildim ta ki bir sosyal medya hesabında bahsini okuyana kadar. Sonra bile isteye, olayın içine daldım. Evet bu benim için ilginç bir durum zira mümkün mertebe sosyal medyanın bu gibi tuzaklarına düşmem. Ne var ki, gündemin ağır gerçeklerinden kaçmak için, sosyolog mu psikolog mu neyse, bir diploma sorununu incelemek cazip geldi. Bir süreliğine kafayı düzelttim. Bana böyle gündemlerle gelin! 

22 Aralık 2016 Perşembe

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.24

Arca okumaya başladı beridir, bu seriyi refleks olarak sınırlandırdığımı fark ettim. Halbuki benim salaklıklarım sınır ötesi. (Birazdan anlatacağım) Ve benim salaklıklarımı okumasına gerek yok evladımın, zira bizzat şahit oluyor (onu da anlatacağım) ama gel gör ki anasıyım, atsan atılmaz satsan satılmaz. (Şimdi Arca bu cümleyi okuyor olsa, Letgo ile satılır derdi, ıyyy neyse ki benden aldığı tek kötü özellik salaklığım değil, espride yeteneksizliğim)

Parantezler yazıda arttı mı anla ki, gevezeliğim üzerimde. Okumaya niyetlenenlerin işi zor fakat bu yazıda en azından küçük bir kahkaha vaat ediyorum, pişman olmayacaksınız.

20 Aralık 2016 Salı

Küçük sevinçleri ve küçük kederleriyle, herhangi bir günü daha bitirmek dileğiyle…

Dün akşam bütün hafta sonu yıkanan ve kuruyan çamaşırların ütü günüydü. Ütüde bir Türk dizisi ne bileyim bir romantik komedi film arıyor gözler. Genelde Perşembe akşamlarına sallamamın sebebi bu aslında. Ama bu defa İlker çalışacaktı, benim de yapacak daha iyi bir işim yoktu, ütü masasını televizyonun karşısına koyuverdim. Dizi bulamadım, film kanallarına geçtim. Epey dandik bir Noel filmine denk geldim. Bu ay konsept bu. Arca da arkamdaki sehpada yılbaşı kartı hazırlıyor, hummalı bir çalışma var evde, herkes kendi halinde.

Tutunmaya çalışanların hafta sonu kişisel gündemleri

Arca geçen haftanın ortalarından itibaren bir sirk gösterisine gitmek isteyip duruyordu. Okuldan davetiye dağıtmışlar, illa gidelimmiş.

Küçükken ailecek gittiğimiz sirkte sahnedeki kaplanın biri suratıma işemişti. Akabinde burnumun üzerinde çıkan çilleri de o sidiğe yormuşlardı. Ben böyle hatırlıyorum ama tabii geniş hayalgücümün bir saçmalaması olabilir. (Bilginin doğruluğunu anneme teyit ettiremeyeceğim, he deyin geçin) Çillerimin sidikle ilgisi yoktu bence, o yaz güneşin altında çok kalmıştım bütün yüzüm soyulmuştu ve çiller şahsıma sevimli bir hava veriyordu. Uzun lafın kısası, benim sirklere mesafem hayvan hakları savunucularının ateşli muhalefetinden evveline dayanıyor.

Yine sallamaya çalıştım, alternatif etkinlikler sundum ama hayır. Sirk de aslında öyle çok gösterişli bir şey değil, illüzyonist var, cimnastikçi bir kız var, lastik gibi, yılanlı bir gösteri, palyaço filan… Neyse gittik.

13 Aralık 2016 Salı

Kötülük bizim normalimiz

Bazı sabahlar metroda uzun süre ayakta dikilmek zorunda kalırım. Bazı sabahlar ayazda aktarma otobüsünü eklerim dakikalarca, sırtıma buzlar sürülür. Ama bugün o sabahlardan biri değildi, şanslıydım.

Şanslı olduğumu düşünmek için acele ettiğimi çok yakında anlayacaktım ama o an, o an için şanslıydım.

Metroda iki durak sonra oturmuştum, kitabımı okumuş, hatta birkaç duraklık sürede kestirmiştim. Şanslıydım, öyle ki, ofise götürecek aktarma otobüsüne son anda yetiştim ve önümdeki çocuk üç durak sonra inince de oturabildim. Tıngır mıngır giderken, bir anda bam diye bir ses ve sarsıldık.

Kaza.

12 Aralık 2016 Pazartesi

"Ruh sıkıntısına iyi gelecekler" reçetesi

Hafta sonu için ciddi bir reçete hazırlamıştım.

Balığa giden İlker’in yerine annemler Arca’yı servisten aldılar, ben de hem özlemişim bahaneyle görmüş oldum hem de mis gibi anne yemeğiyle karnımı doyurdum. Aile, psikolojiye bire bir!

7 Aralık 2016 Çarşamba

"Ruh sıkıntısına iyi gelecekler" listesi

Bu akşam kitap kulübünde Lolita akşamıydı. Kitabı okumakta ne kadar zorlandıysam, duygularımı anlatmakta da o kadar zorlandım, hatta anlatmadım, anlatmamayı tercih ettim. Konuşmaktan ziyade yazarak kendini ifade edenlerden olduğum için belki de... Yok ya ondan değil normalde her toplantının gevezesi cıvıtanı olurum, bu defa düşüncelerimi toparlamakta zorlandım, lafı evirip çevirmenin manası yok.

Roman, hastalıklı bir ruhun bir çocuğa aşkıydı, bu kadar aslında. Nefis bir anlatım, harika tasvirler, aklında canlandırması bile içinin daralmasına sebep olurken okumadan edemiyorsun. Bu kadar. Nabokov, bir dahi. Lolita ise bir dahinin elinden çıkma bir şaheser. Kabul etmeyeceğiz de ne yapacağız? Okunmalıydı, okunurken anlatımın "mürekkep yalamış" damaklarda tat bıraktığı kabul edilmeliydi. Okundu, kabul edildi.

6 Aralık 2016 Salı

Osurmak aşkı öldürür mü?

İsmini burada ifşa etmeyeceğim bir arkadaşımın, eşinin yanında asla osurmadığını öğrendiğimde kulaklarıma inanamamıştım. Yanında yapmayınca, eşin senin o işi hiç yapmayan biri olduğunu mu sanıyor? Ne yanılgı.

Şahsen ben de tuvalette rahat bırakılmanın önemine inananlardanım, dolayısı ile kendimle baş başa kalabildiğim o nadir anların bir cüce veya babası tarafından bölünmemesi için son derece katı olabilirim. Ama osurmak öyle mi ya?

5 Aralık 2016 Pazartesi

Nadas

Kadınların beyinleri aynı zamanda birçok şeyi düşünebilme özelliğine sahiptir. Şimdi kaynağını hatırlamadığım birkaç yazıdan ama en çok da kendimden biliyorum ve bu blog benim şahsi sallama alanım olduğu için rahatlıkla genelleştirebilirim. Ben taş atayım da, dileyen çıkarmaya uğraşsın.

Bu, aynı anda çok şey düşünebilme özelliğinden daha evvel bahsetmiştim, tekrar aynı detaylara girmeyeceğim, multitasking hakkında merakı cezbolan kimseler bunu ve şunu tıklamak suretiyle bilgilerini tazeleyebilirler.

Yazıları adam akıllı okuyanların da rahatlıkla anlayabileceği gibi, bu özellik iyi değil, kötü hatta lanet bir özelliktir, yani kadın olduğumuz için övünmenin manası yok, saçmalamayalım.

Lanet derken?

2 Aralık 2016 Cuma

Umut

Neyin nereden aklına ne getireceği belli olmuyor. Bir şey okuyorsun ve birkaç cümlesi sana farklı bir taraftan bakmanı sağlayacak bir fikir veriyor.

Blogcu anne Elif’in ÇıtırÇıtır Felsefe serisinin yazarı ile yaptığı söyleşiyi okuyordum. Okuyordum çünkü – tamam öncelikle Elif’in yazdıklarını hep okumaya çalışırım sonra – bu serinin ilk kitabını geçen sene almıştım Arca’ya fakat pek heyecanlanmamıştı, yani acaba yaş mı acaba neden şeklindeki sorularıma cevap alabileceğimi ve yazarı tanıyabileceğimi umdum. Seriye tekrar ilgi duymamı sağlayan başka bir şey de Arca’nın televizyon izlerken “felsefe nedir?” diye sorması oldu, zamanı gelmiş miydi acaba?

Hayata dair olguları küçük yaştan itibaren kavranmasına çok önem veriyorum, zira şimdiden düşünen özgür bireyler olmalarına bu kavramanın bir zemin oluşturacağına inanıyorum. Umut işte…

Umut bu aralar, fakirin bile ekmeği değil. Umut bu aralar aslanın ağzında adeta.

1 Aralık 2016 Perşembe

Lavinia bizi kurtarır mı?

Hafta kötü başlıyor. Hastalıkla devam ediyor. İşler öyle birikiyor ki, bir gün daha rapor alsan - ki aslında ihtiyacın var -, boş veriyorsun, biliyorsun ki evde raporlu otursan yine çalışacaksın, kurtuluşun yok git bari işinin başına.

Gün kötü başlıyor. Her an yürek burulması. Eskiden de böyle miydi yoksa anne olduğumuzdan, yaş almaya başladığımızdan beri mi böyle? Daha bir ağrılı oluyor bu yürek çarpıntıları?

Gün zor devam ediyor, yığılan işler, kontrolünden çıkmış işler ve hemen hiçbir şeye konsantre olamama hali. Tuvalette, iki arada bir derede oyalanayım diye eline aldığın sosyal medyada yurtdışına taşınmış uzak yakın tanıdıkların "ah evropa" temalı paylaşımları... Iyyy... Almanya merkezde bile işe alımların durdurulduğunu öğrenmek ise tuz biber...

29 Kasım 2016 Salı

Hastayım hasta

Siz benim böyle bol bol okuduğuma bakıp da beni kültürlü entel bir şey sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Yok aslında tam olarak yanılmıyorsunuz, kendime göre sınırlı bir entelektüelitem var bence. Biri bir filme, bir kitaba atıfta bulunduğunda mal mal bakmıyorum en azından, ucundan kıyısından bir muhabbet yakalayabiliyorum. Ama abartmaya gerek yok.

27 Kasım 2016 Pazar

10 yaş hamile pantolonu

Arca, dün tüm günü karın ağrısı ile geçirdi. Arada klozette rahata kavuşan cücenin evin içinde iki büklüm gezinmesine içim burkuldu. Akşam üzeri karnına sıcak havlu koyarak biraz rahatlamasını sağladım hatta bir yarım saat kadar uyudu.

19 Kasım 2016 Cumartesi

Çorba pişirmenin iyileştirici gücü

Kötünün de kötüsü günlerden geçiyoruz. Daha kötüsü olamaz dediğimiz her olayın daha kötüsünü yaşıyoruz. Gözümüze sokar gibi...

Bugün Arca ile baş başa evdeyiz. Dışarı çıkabilirdik, markete gidip alışveriş yapabilirdik ya da erkenden alışveriş merkezine gidip ablamın gecikmiş doğum günü hediyesini alabilirdik, aklımda birkaç şey var. Hiçbirini yapmak istemedim.

#tecavüzmeşrulaştırılamaz

Öyle bir ülke haline geldik ki, birilerine tecavüzün suç olduğunu anlatmaya çalışıyoruz.
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, tecavüzle rıza ve çocuk aynı cümle içinde hem de devlet yetkilileri tarafından dile getirilebiliyor.
Ülke boka battı, kokuyor, elle tutulacak hiçbir yeri kalmadı. Kadınlar ve çocuklar sürekli taciz ediliyor, tecavüz meşrulaştırılıyor. Benim artık midem, psikolojim hiçbirini kaldırmıyor.
Umudun kalmadığı yerde gelecek sis bulutlarının ötesinde.

17 Kasım 2016 Perşembe

Dawson's Creek

Pazar sabahıydı, gevrek almaya çıkarım diyen muhterem baktım, “beraber çıkalım boyoz yer döneriz”e dönmüş, demek ki canı çıkmak istemiyor, bizi de sürükleyecek. Arca evvela istemedi, tembel teneke. Sonra Poyraz’ları da alırız teklifine balıklama atladı. Şanslıyız ki, pazar sabahın köründe uyandırıp “kalkın boyoz yemeye gidelim” dediğimizde küfür etmeyecek arkadaşlarımız var.

Boyoz yanına fırında pişmiş yumurta, of ki ne of. Gerçi beni yağlı hamur işleri beter ediyor, bütün gün midem ağzımda geziyorum ama o lezzete karşı koymak imkansız. Sahi İstanbul’da neden boyoz fırını açmıyorlar? Ne biçim iş yapar? O biçim! (ıy iğrencim evet)

Ha bu arada sabah kafamızı çıkarıp, boyozumuzu tıkınıp, sabah kahvesine Zeyneplere geçesiye kadar son haftaların en felaket yağmuruyla ıslandığımızı da belirteyim. Öğlen olmadan eve döndük ve şansımıza hava açtı. Mayışan Arca ve İlker’in bana katılmayacaklarını bile bile sordum: “yürüyüşe çıkıyorum, gelen var mı?”

16 Kasım 2016 Çarşamba

Dumur diyalog #163

Bizi asla bırakamayacağını bildiğimiz için çocukların kabul edilmediği bir düğün yalanını uydurdum. Hayır utanmıyorum, belki biraz. Neyse konumuz o değil. 
Biz İlker ile gecikmiş kutlamamızı yapacağız, Arca anneannesinde kalacak, plan bu.
O sabah servis beklerken İlker'le sohbet ediyorlar:

14 Kasım 2016 Pazartesi

6 dakika: "düşünmeden"


Burada yazdığım 6 dakika başlıklı yazılar,  Macera Kitabım'ın yazarı Özlem Öztürk 'ün gönderdiği Yeşim Cimcoz'un 6 dakika kartlarından çektiğim kelimelerle başlıyor. 

Bir kelime ve hiç aralıksız, 6 dakika boyunca aklına geldiği gibi yazmak. Bir oyun da diyebilirsin bir terapi de (oyun zaten terapi değil midir:))

12 Kasım 2016 Cumartesi

Memelere dikkat

Geçen mayıstı. Yıllık olağan kontrol için jinekoloğuma gitmiştim. Doktorun bana "her şey yolunda ikinci isterseniz, yapın, sonra geç kalmış olabilir ve üzülebilirsiniz" öğüdüne, teşekkür edip "almayayım kalsın" demiştim kibarca.

Birkaç yıldır meme ultrasonu için bir talep kağıdı yazdırıyorum doktoruma, halamın meme kanserinden vefat etmiş olması, bir risk unsuru, ihmal etmemek lazım. Ablama da sık sık hatırlatıyorum.

11 Kasım 2016 Cuma

6 dakika: Ayakları

Ayakları kokuyordu. Eminim! Çünkü özel tasarlayıp çizip ürettirdiğimiz o kırmızı köşeli kanepeyi içeri taşımalarından önce böyle bir koku yoktu. Bence dünyada böyle bir koku yoktu, evi sardı yavaş yavaş ama bir anda değil, inceden ortamın atmosferinin içinde yayıldı ve koku molekülleri havada asılı kaldı. Bir an evvel çıkmalarını istedik. Çıkar çıkmaz da pencereleri açtık o Aralık soğuğuna rağmen. Bugün ne zaman ayaklarım koksa – ki bu kış aylarında her gün – o hamal aklıma gelir. Ne saydırmıştım adama, yeni gelin evimi kokuttu diye, insan bir yıkanmaz mı diye… Bugün hani o çıplak ayağa giydiğim spor ayakkabılarım var ya hah işte onları ayağımda gören ilker ve arca birbirilerine kaş göz yapıp yanımdan kaçıyorlar, pisler! Ve ben her allahın günü yıkıyorum ayaklarımı, ama yine de kokuyorlar, hamalın ayakları gibi!

9 Kasım 2016 Çarşamba

Kabuk

Benden büyük, müdahale edemeyeceğim şeyleri engelleyemediğim zamanlarda toparlanmakta güçlük çekiyorum. Üzerimden etkisini atamıyorum ve sürekli sorguluyorum. Ülke gündemindeki hemen her olay, eskisinden daha derin izler bırakıyor, tahammülümün sınırına geldiğimi hissediyorum.

8 Kasım 2016 Salı

İki kitap yorumu: Enigma ve Doppler

Dün sabah, her zamanki gibi “geç kaldım” söylenmeleriyle evden çıkmaya çalışma dakikaları… Benim şapşal telaşlarımı baba oğul, uykulu gözlerle izliyorlar. Bir odadan diğerine savrulurken, banyodan çıkıp mutfağa girerken sürekli elimde çantaya tıkıştırılacak bir şeyler var, çenem hiç durmuyor, beni izleyenler yoruluyor. Arada Arca’nın sütünü çıkarıyorum, oda sıcaklığında tercih ediyor, ne sıcak ne soğuk. 

3 Kasım 2016 Perşembe

Ne zaman yaşlandığını anlarsın?

Bir fotoğraf çekinirsin ve yüzündeki sarkmalarla çizgiler kabak gibi ortaya çıkar. Yaş almaya hoş geldin. Daha doğrusu yaşlandığını fark edenler kulübüne.

Arca geçenlerde anaokulundan beri en sevdiği arkadaşı Kayra için, “biliyor musun Kayra benim beş yıllık arkadaşım!” dedi. Poyraz’ı hatırlattım, “a evet ya Poyraz benim yedi yıllık arkadaşım vay be” diye ekledi. Biz arkadaşlarımızdan bahsederken yirmili yıllara geçtik bile. Elvan, Gülayşe, Emel, Tuba yirmi yıllık arkadaşlarım, ya Zeynep? Yirmi üç yıl olmuş. İlker’le tanışmamızın üzerinden yirmi bir yıl geçmiş. “Hey gidi” diyor insan.

Bazen yolda genç çocuklara rastlıyorum, lise öğrencilerine. Onlarda İlker’in geçmişi ile Arca’nın geleceğini görüyorum, hem hüzünlü hem umut dolu bir gülümseme beliriyor yüzümde, hoşuma gidiyor.

1 Kasım 2016 Salı

Kitap yorumu: Güvercinler Gittiğinde

Bir kitabı tavsiye etmem için beni alıp götürmesi ilk kriter. Alıp götürmek terimi açıklıyorum. Mesela metrodayım, ayaktayım ayağım ağrıyor fakat yine de kafamı kaldıramıyorum kitaptan, boşalan yerleri bile kesemiyorum. Hatta otobüste bile ayakta kalsam, o sıkışıklıkta birkaç sayfa okumaya çalışıyorum. Sonra elime sosyal medya hesaplarının yerine kitabı alıyorum, bitinceye kadar elimden bırakamıyorum. Sonlara doğru goodreads’teki yorumlara bakıyorum ve hatta yazarın bundan bile iyi bir kitabının olduğunu öğrenince derhal sipariş veriyorum. Öyle işte…

Bu günlerde şansıma böyle iki kitapla yollarımız kesişti.

Sıra ona gelmedi

Fark ettim ki, ben kendim için bir şey yapmıyorum. Hiçbir şey yapmıyorum. Başta manevi sonra da maddi sebepler ağır basıyor.

Vaktim yok. Gerçekten vaktim yok. Nasıl mı?

30 Ekim 2016 Pazar

Pazar gününden...

Tembel bir pazar öğleden sonrasından bildiriyorum şeklinde bir cümle kurmak isterdim. İsterdim ki, tüm pazar günümü üzerimdeki pijamaları çıkarmadan geçirmiş olayım. Ve aşağıdaki fotoğrafı tasvir ederken de, "artık yaymaktan sıkıldığım dakikalarda aklıma birkaç tepsi kurabiye pişirmek geldi de, şimdi iyi demlenmiş kahvemin yanına aldım, bir fotoğraf çekimlik süreye bile sabredemeyerek bir lokma yemiş bile olabilirim", diye devam etmek isterdim. Dur lan, öyle oldu vallaha. Sadece tembel bir pazar değil.

İnsan, beklentileri somut bir duruma dönüştüğünde mutlu olur demiş miydim? Evet şu an için mutlu bir an diyebilirim. Tüm hafta sonu planladığı her şeyi yapmış insanlara özgü bir tatmin olmuşluk var üzerimde.

28 Ekim 2016 Cuma

Öncelikler yüzünden

Dün sabah.

Muhtereme, evle ilgilenelim biraz, dedim. Baktı. Yani, yorganı çıkaralım, çarşafları değiştirelim, evi temizleyelim diyorum. Yarın yarım gün çalışacağım, temizlik yapayım dedim, mesela, “boş ver hep beraber yaparız” dedi. Canım muhterem… Arca bundan hiç hazzetmedi, siz evi temizleyin ben ipad filan oynarım dedi, yok ya! Banyo ışıklığının oradaki menfez kapağının takılması şart, tozu pisi bıraktım, artık soğuk hava girecek, silikonlamanın tam zamanı dedim, hak verdi, canım muhterem.

Tam evden çıkacağım, gözüm mutfağa kaydı, akşamki on dördüncü evlilik yıldönümü kutlamalarından kalan pizza kutuları hala masanın üzerindeydi. Aynı anda KFC kutusuna burnunu sokup “tüh ya hiç kalmamış” diyen Arca’yı gördük, kahkahamızı zor tuttuk, ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk, mutfak bekar evi mutfağına benziyordu. N’apalım akşam eve vardığımda saat dokuza geliyordu. Fakat artık silkinmenin vakti geldi. Madem şimdilik işteki yoğunluk biraz hafifledi, stres yerini rutine bıraktı o halde biraz hayatımıza odaklanalım.

27 Ekim 2016 Perşembe

Kitap yorumu: Bayan Jean Brodie’nin Baharı

Yeni yetme dönemlerimi hatırlıyorum. Ortaokul zamanlarını. Okulda gruplaşmalar olurdu. Bir gruba dahil olmak, ait hissetmek ergenliğin gerekliliğiydi demek ki… Oğlan gruplarında genelde tek tipleşme hakimdi. Aynı saç modeli, aynı takımın oyuncusu olmak… Fakat kızlarda, aynı gruba mensup bile olsa, ayrık bir ruh hali hemen göze batardı. Birbirlerine katiyen benzemeyen ayrık otları. Kadınların doğasından gelen bir ayrıklık var bence, bireysellik, birbirinden bir şekilde ayrışmak.

24 Ekim 2016 Pazartesi

kısa #17: Eyvallah

En sevdiğim kelime.

Daha doğrusu en sevdiğim kelime olduğunun farkına yeni vardım. Geçen hafta uçaktan önce erken akşam yemeği için İtalyan misafirleri götürdüğümüz Yeşilköy'deki balıkçıda sohbetin koyulaştığı bir vakit, lisanlarımız hakkında konuşuyorduk.

21 Ekim 2016 Cuma

Mutluluk

Bir süredir zihnimi kurcalayan cümleyi nerede okuduğumu hatırlamıyorum, kenara not ettiğim cümlelerin kaynaklarını da yazsam iyi olacak.

Cümle şu:
Mutluluk somut bir durum ile soyut beklentiler arasındaki ilişkiye bağlıdır.

Bu cümle doğru ise, mutluluğun formülü çok açık: bir sen bir ben bir de bebek :))

Hayır, değil tabii ki.

19 Ekim 2016 Çarşamba

Kitap yorumu: Hayvanlardan Tanrılara, Sapiens

İkinci üniversite olayını duymuş muydunuz? Eğer bir fakülte bitirmişseniz, iki yıllık veya dört yıllık bölümlere, herhangi bir sınava girmeden kaydınızı yaptırabiliyorsunuz, açık öğretim gibi. Ben bu yıl sosyoloji bölümüne ön kaydımı yaptırdım.

Bölüm seçimimde “Yılmaz Morgül’ü bir millet neden izler” sorgulamamın etkili olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yok lan şaka yapıyorum, bana ne. Bizim millet Kürk Mantolu Madonna’daki Madonna’yı şarkıcı Madonna diye canlı yayında goygoy yapanları izliyor, Yılmaz Morgül ekranların gülü be gülü!

17 Ekim 2016 Pazartesi

6 dakika: DEV

Babam, geçenlerde bir yazımı okumuş, ne kadar zamanda yazıyorsun bunları diye sordu. Kendisini yazıdan ziyade sözle iyi ifade edebilen insanlara özgü küçük bir hayranlık vardı sesinde.

Az önce cüzdanımın iç gözlerini kurcalarken birkaç tane "6 dakika" kartı buldum. Galiba yazlığa filan giderken cüzdana atmışım, ne zamandır unutulmuş. Bir kart çektim, DEV sözcüğü çıktı ve 6 dakikada aşağıdaki pasajı yazdım. Şimdi sorsa babama "6 dakikada yazıyorum" diyebilirim:))

13 Ekim 2016 Perşembe

İyi hissettiren küçük şeyler

Geçen gün işten biraz erken çıktım, İlker ve Arca ile buluşacaktık, vaktim vardı ve sokak sokak yürüdüm. Kıbrıs Şehitleri caddesinin arka sokaklarını, Kemeraltı'nın ara sokaklarını, Pasaport'a kadar Kordon'u (o siyah beyaz eski kaldırımlarda) baştan başa yürüdüm. Buluşma zamanına yakın Topçu'nun karşı köşesindeki Starbucks'ta dinlendim. Yanımda defterim vardı, sayfaları karıştırırken Sanatçının Yolu kitabındaki görevlerden birine denk geldim.
Mutluluk veren şeyleri listelemişim. Görev buymuş demek. Ara sıra başka kalem kullanmışım demek ki dönüp dönüp eklemeler yapılmış.
O an içlerinden üçünü yapmış olduğumu fark ettim, yürümek, kahve içmek, yazmak/okumak...
Diğerlerini de yazayım, zira düşünmek ve yazmak ve hatta sonradan o listeyi okumak bile iyi geliyor.

10 Ekim 2016 Pazartesi

Dumur diyalog özel : Kedi

Ödevde ne hayal ettikleri sorulmuş.
Biri bisiklet, bayram harçlıkları, yazın kazandıkları ve anne baba katkısı ile sahip olabildi, pek heyecanlı kendisi. 
Diğeri; sarı tüylü bazı yerleri beyaz olan tombalak bir kedi. imiş.
Hedefi, böyle bir kediye sahip olmakmış.
"Hedefine ulaşmak için ne yapmayı düşünüyorsun" sorusunun cevabı: Annemi ikna etmek.

9 Ekim 2016 Pazar

"Eve döndüm, geleceğim"

Çocukluğumuzda bizi ödül almaya alıştırmışlar. Eğitim sistemimizde böyle bir kara delik var. Dersleri sınavlarda çıkacak sorulara göre öğrenmeye çalıştık çoğumuz. Mutlaka zevk aldığımız dersler olmuştur ama iyi notlar almanın ya da sınıfı geçmenin en birinci hedefimiz olduğunu söylerken ve genelleştirirken abartmış olmam sanırım. Sonra o bitmek bilmeyen ortaokula, üniversiteye giriş sınavları... O sınavları kazanmak o kadar öncelikliydi ki, kazandıktan sonra dünyaları kazandığımızı düşündük. Yeni hedefimiz fakülte bitirip diploma almaktı, onu da hallettik tamam, sandık.

Halbuki yeni bir sınav başlıyordu, hayat sınavı. İşte aramızdan sadece sonuç odaklı olanların, dışsal ödüllerle hedefleri tutturmaya alışanların bu hayat sınavında "başarılı" olsalar bile mutlu olmaları daha doğrusu mutluluklarının sürekli olması mümkün olmadı. Evvelden sınavlarda iyi not almaya alışkın olan bünye, şimdi ay sonu alacağı maaş için, yıl sonu alacağı title için çalışmaya devam etti. Alamamak büyük bir motivasyon kaybı iken alabilmek bir süreliğine gönlümüzü oyaladı, zira ödülün etkisi de cezanınki gibi kısadır.

Rutin iyidir.

Pazar. Saat 11:12. İlker yirmi dakika kadar önce Arca'yı alıp şantiyeye götürdü. Beni evde bir saat yalnız bırakmakla, bana nasıl bir iyilik yaptığının farkında mı acaba? Aslında onlarla çıkıp beni pazara bırakmalarını dönüşte de almalarını istemiştim ama sonra pazardan bir sonraki haftaya kadar bozulacak ve çöpe atılacak sebzeler almak yerine evde bir başınalığımın tadını çıkarmaya karar verdim. Pazardan aldıklarımızı tüketemediğimiz hiç olmamıştı, bu haftaya kadar. Evle ilgili hafta sonundan alışveriş, yemek, ütü gibi konularda plan yapar, bu planları genelde de uygularım. Ama bu hafta...

30 Eylül 2016 Cuma

Seyrek yazıyor olabilirim ama...

O kadar perişan görünüyorum ki, metroda bana yer veriyorlar. Üzerlerine aksıracağımdan, kusacağımdan veya bayılacağımdan korkuyorlar. Belki de kokudur sebep. Zira bu hafta duş yaptım mı hatırlamıyorum. Saçlarım yağlı olsa mecbur bir saçım olsun yıkanacak da, iki mıncıkladım mı sokağa çıkılabilecek (bedhead akımının öncüsüyüm) hale geliyor, sallıyorum.

Çok mu uzattım? Peki. (daha yazının uzunluğunun farkında değilsiniz tabii, başındasınız).

28 Eylül 2016 Çarşamba

Oblomov

İki yıl önceydi, klasik okusam da ne okusam dediğim zamanlar. Evet, bu kadar okuma meraklısı biri için klasikleri okumamış olmak ilginç, biliyorum. Ama öyle…

Her şeyin bir uygun bir zamanı olduğuna inanıyorum artık.