28 Haziran 2020 Pazar

Kitaplı mim Vol.2


4- Kitaplığınızda bir başkasından alıp iade etmediğiniz kitap ya da kitaplar var mı? İsimleri neler?
Off o kadar çok ki :(
Özellikle arkadaşım Tufan’dan aldıklarımı ya çok geç veriyorum ya da hiç vermiyorum. Karl Ove Knausgaard serisi mesela... 
bir de ablamdan aldıklarımı da pek iade etmiyorum, hani sanki ha onun kitaplıkta durmuş ha benim gibi düşünüyorum.

5- Kitaplığınızdan bir başkasının isteyip geri getirmediği kitap ya da kitaplar var mı? Hatırlıyorsanız hangileri?
Çok var ama ben zaten verirken geri gelmeyebileceğini hesaba katarak verdiğim için içim çok yanmıyor. 

6- Kitaplık düzeniniz neye göredir? Yazar adı mı? Yayınevi mi? Kitaplığa giriş zamanı mı? Rastgele mi?
Yayınevine göre düzenlemeye çalışıyorum. Ciltlerin bir sürekliliği olduğundan daha az dağınık görünüyor. Aynı yayınevi içinde aynı yazarın kitaplarını yan yana diziyorum. 

7- İmzalı kitaplara önem verir misiniz? Kitaplığınızda imzalı kitaplar var mıdır, hangi yazarların imzalı kitaplarına sahipsiniz?
Çok önemsemiyorum sanırım. Babam yıllar evvel Aziz Nesin’e Ablamla ikimizin adına imzalatmıştı, değerlidir benim için. O kadar.
Arkası yarın:)






27 Haziran 2020 Cumartesi

Kitaplı mim Vol.1

Gecesinden yağmur yağmur bir cumartesi sabahı, benim için bile erken sayılabilecek bir saatte  05:30'da uyandım. Tekrar uyumaya dönmek içimden gelmedi. Hem zaten artık erkenden uyanmalara direnmiyorum. Yaşlılık... Hatta süper iyi geliyor. İşte bana iyi gelenlerin konusu bu olacaktı: Erkenci kuş olmak...

Kahvemi terasta içtim, çiçeklerle sohbet filan (tamam lan yaşlanıyoruz işte!)  derken yazayım dedim, bilgisayarın başına geçtim. Geçen yazımda fotoğraflar çıkmamış, lanet! 

Blog arkadaşlarım neler yazmış diye bakınırken, sevgili Leylak Dalı'ndan bir mim düştü önüme. Sınavda sorular en iyi bildiğim yerlerden, en sevdiğim konulardan çıkmış öğrenci gibi sevindim. (ne ezik sevinçlerim var, allahım sen acı!) 

Bana iyi gelen sabah rutinim başka sabaha kalsın, bugün kitaplardan konuşacağız, bana iyi gelenlerden bir başkası... 

Bütün soruları bir postta yazmayacağım, çok yazıyorum ben, sıkılırsınız.

22 Haziran 2020 Pazartesi

Bana iyi gelenler -5: Yürümenin felsefesi

Yürümenin felsefesi


An itibariyle dışarıda enfes bir yağmur var... usul usul inceden bir yaz yağmuru. Bu memleketi sevmemin sebeplerinden biri de bu, iki sıcak basması arası bir yağmur ferahlığı. Yazları asla iki ay boyunca güneş olmuyor, güneş çıkınca da kıymeti katlanıyor.


An itibariyle... Evin kapalı alanda en sevdiğim köşesindeyim. (Yağmur yoksa malumunuz içeride oturmam) Önceleri okuma köşesiydi, pandemiyle birlikte Zoom köşesine dönüştü. Hani kitaplığın yanındaki o koltuk...


Akşam yemeğinde pek hoşuma giden kırmızı şaraptan bir kadeh daha koydum, yağmurun sesini dinliyorum. Çünkü yaz yağmurlarının böyle hoş bir yanı vardır, pencereyi açabilir, yağmurun kokusunu içinize çekebilirsiniz. 

Ş

Bu aralar bana iyi gelenlerin başında yürümek var. Pandemide, haftalar sonra evden çıktığımız o ilk gün yürüyememek, bana çok koymuştu. Tıknefes eve nasıl döndüm bilmiyorum. Bir de bütün gün kahve, iş, toplantı yaptığım, yürüyüşü kalp çarpıntılarıyla sonlandırmak zorunda kaldığım o gün... aman yarabbi! Yaşlanıyorum dedim, yaşlanınca elden ayaktan düşeceğim, bugün bisiklete binmesine, bahçelerini yardımsız çekip çevirmelerine imrendiğim  70+ komşularımın aksine evden çıkamayacağım dedim. Ama pes etmedim.


Haftalar içinde hemen her gün yürümeye, hatta tempomu artırarak bir kilometreyi 9-10 dakika içinde almaya başladım. Tabii bunda, aldığı kiloları verme telaşı içinde diyete giren muhteremin de katkısı yadsınamaz. Ama bundan çok önceleri yani o ilk tıknefes olduğum günün ertesi, hani havaların henüz ılınmadığı günler, kararımı vermiştim, evde egzersiz ne pahasına olursa olsun yapılacaktı!


Hani bir soru bırakırsınız hayata, evrene... 

Ve cevap gelir sizi bulur, öyle bir şey...


Yine bir gün bizim ahretliklerle zoom yapıyoruz, Elvancım Leslie’yle yürüme yaptığından bahsetti. Evde egzersiz kapsamında bir denemediğim o kalmış, aman kalmasın, araştırdım Leslie’yi. 


Ayol ne tatlı hatun o?!


Yaş kemale ermiş zaten oraya girmiyorum, basenler benimkilerden geniş, o da umurumda değil, gönlü hoş olsun. Ama öyle tatlı hatun ki, adım atarak o bir saat nasıl geçiyor, anlamıyorsun.


Bak bacım, kardeşim, benim için bir egzersizin başarı kriteri budur: zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksın! 


Biraz bu ablayı araştırınca fark ettim ki, genelde diyetisyenler spor salonuna gidemeyen, evine yürüme bandı alamayan danışanlarına Leslie öneriyorlar ve insanlar inanılmaz keyifle takip ediyor bu ablayı.


Leslie videolarında tatlı anlatıyor, “spor kalbinize iyi gelir, “ “yürümek için kendinize bir saat ayırmak çok önemlidir, harika bir şey yapıyoruz birlikte”, “hadi yürüyelim walk walk walk! “ 

Bir de çok tatlı bir repliği var: out together out together... 

yani dışa bir adım at, yanına öbür adımını getir... 


Canım Leslie...


Leslie sayesinde yaktım kalorinin daha fazlasını muhteremle yürüyüşlerimde yakıyorum ama yine de beni bu tempoya evde hazırlayan Leslie ablama sımsıkı sarılıyorum:)

Canım Leslie bana iyi geliyorsun!


Canım muhterem ve yüksek tempolu dış ortam yürüyüşü siz bana daha da iyi geliyorsunuz... 


Sözlerimi burada balla keserken, 

Evvela Leslie’nin en sevdiğim videosunu,


https://youtu.be/Yr41_8QOTF8


Ve de illa ki okuyun dediğim Yürümenin Felsefesi kitabını buraya usulca bırakıyorum. 






19 Haziran 2020 Cuma

Bana iyi gelenler - 4

Kitap kulübü ile başlayan, Kurtlarla Koşan Kadınlar ile evrilen ve Ursula K.LeGuin kitaplarıyla çevrelenen bir kadın çemberimiz var bizim. Bir avuç kadar kadın. Buraya geleli neredeyse üç yıl olacak, asla kopmadığım o çemberin bir parçası olmaktan müthiş keyif alıyorum. Bana iyi gelen pek çok şey arasından en önemlisi kitap dostlarım... 

Nasıl anlatsam? 

13 Haziran 2020 Cumartesi

Bana iyi gelenler - 3

Saksıdaki domateslere epeydir biriktirdiğim filtre kahve posalarını vermek üzere terasa çıktığımda, yağmur başladı.


İnce ince , usul usul, sindire sindire...


Yılın sekiz ayı mütemadiyen güneş gören memleketten gelme bir insana göre yağmura, bana çocukluğumun kırk ikindi yağışlarını hatırlatan bu bahar yağmurlarına ziyadesiyle düşkünüm.. 


Tazelenmiş hissediyorum ve nefes alıyorum. Bence bitkiler de aynı hissiyatı paylaşıyor:) bugün saksıda iyice palazlanan domates fidemi bostana dikme zamanını tam da yağışın öncesine denk getirdim. Üstüne de bu yağmur, o kökleri saksıdan fışkırasıya büyüyen fideye ilaç gibi gelmiştir. Umarım.


Bostanda eşelenmek, günün en sevdiğim aktivitesi... umumiyetle yalnız oluyorum, diğer bostanların sahibi komşulara denk gelirsem de ne ala... kırık dökük fransızca ingilizce karışık sohbet ediyoruz. “Senin çilekler pek güzel..” “aman efendim senin domateslerin kabakların yanında lafı mı olur?” Minvalinde sohbetler dönüyor. 


Yalnız oldum mu, daha da güzel. Her gün yeni bir gelişmeyle karşılaşmak, tek tek dokunmak, çapaladıkça toprağı, çıkan kokuyla mest olmak... toprakla bir olmak...


Bostandan ayrıldım mı hemen eve girmiyorum. Tam da bizim eve bakan ağaçların altındaki banka oturuyorum bir süre. İyi geliyor. Gerçi bugün yağmur ufaktan çiselemeye başlayınca

erkenden topukladım.


Yağmur... evet bana iyi geliyor. Serin mis...

11 Haziran 2020 Perşembe

Bana iyi gelenler - 2

Ursula...

Evet bildiniz Ursula K.LeGuin

Ursula hikayelerinde bambaşka bir dünya yaratır. Gerçekdışı. Ama detayları öyle saf bir sıradanlıkla işler ki, yarattığı gerçek dışı dünyanın içine girer, orada yaşamaya başlarsınız. Sanki hayatta bundan daha doğal başka bir şey yokmuş gibi.

Picasso çocuklar gibi çizebilmek için onlarca yıl çalıştığını anlatır, Ursula’nın hikayeleri, bende, yarattığı dünyaların içindeki sadeliğe ulaşmak için büyük emekler harcanmış, hiSsi uyandırıyor.

Çocuk sadeliğinde bir anlatım ve arka planda derin bir anlam.

Ursula kitaplarının çemberinde yıllardır birbirimize kenetlendiğimiz kitap dostlarım, artık az sayıda kalan henüz okumadığımız bir kitabını okuma teklifi getirince çocuklar gibi sevindim. 

Başka Bir Yer. Bunu okuyoruz bu aralar. Çok çok iyi geliyor bana. 

Nasıl anlatasam?
... bu sabah çok erken kalktım. Erkenden kalkışıp işe başlanmayacak kadar erken, ama tekrar uyunamayacak kadar geç. Yataktan çıkmadan okudum. Keyifle, ev halkının uyku sesleri eşlik etti, o kadar fazlası yok...

Kalkma vakti geldiğinde, Kahvemi alıp terasa çıktım. Enfes petunya kokuları geldi evvela, geceden yağmur yağmış sabaha uyanmak gibisi yok.
 Çiçeklerin üzerindeki her bir damlacık ayrı güzel göründü, ayrı fark ettirdi kendisini. 

İşte, lezzeti yerinde bir kitap böyle hissettirir...

Ve gerçekten iyi gelir.
Sevgiyle...







7 Haziran 2020 Pazar

Bana iyi gelenler - 1

Kahve paketini açtığın an burnuna gelen enfes bir koku vardır, gülümseten kokularda benim için ilk sırayı kahve işgal ediyordu. Ta ki bugüne kadar... Bugün saksılarını değiştireceğim karanfil ve sardunyalar ile, toprak ekleyeceğim petunyalar için aldığım toprak paketini açtım ve evet toprak kokusu kahveyi zirveden etti. 

Herkes için böyle değildir eminim, lakin benim için çürümüş toprak, yağmurdan sonra toprak, paketi yeni açılmış toprak, yani kısacası her türlü toprak kokusu coşku sebebi.  

1 Haziran 2020 Pazartesi

Herkesin normali kendine!

“kesin coronayım” diye yaygara yaptığım, ateşimin düşmek bilmediği ilk eve kapanma günlerinde, bizim odada kendimi karantinaya almıştım. Arca ile kısa süreli 1,5 metre mesafeli sohbetler ediyor, yemeğimi ev halkından ayrı odamda yalnız yiyor, sağlıklı yaşam kurallarına (iyi gıda, bağışıklık artırma önlemleri, iyi uyku, iyi havalandırma...) azami özen gösteriyordum. Derken İlker de ateşlendi, derken ateş devam etmesine rağmen kötülememeye gittikçe daha normal hissetmeye başladık.

Fakat...

“Normalleşmek” tahminimden uzun sürdü. 

Ateşim düşse de, çocuğuma sarılmıyordum, yaklaşmıyordum. 

Tekrar yakınlaşmamız için günler geçmesi gerekti.

Ofise gittiğim günlerdeki gibi çalışırken düzgün giyinmeyi kolayca bıraktım ama pijamadan başka ve yine rahat kostümler giymeye kolay alıştım ve Sabah kalkar kalkmaz pijamayı çıkarıp hızlıca rahat ev kıyafeti giymek normalim haline geldi. 

Normalleştikçe - daha doğrusu - yeni normaller edindikçe, ufak ufak sosyalleşmeye bile başladık. 

Dijitalsosyalleşme normalimiz oldu. Fakat fiziksel yakınlaşmaya gelince... Nasıl yeniden bir araya geliriz insanlarla bilemedik, bocaladık. Marketten birkaç parça ihtiyacımızı alan komşularımızla arkadaşlarımızla epey mesafeyle teşekkürleştik. 

Her gün öğleye doğru Belçika, akşam Türkiye rakamlarını (insanlardan rakam diye bahsetmek de ne fena) takip ettik, her gün sohbetimizin bir kısmını corona oluşturdu. Her gün anne-babalarımızla konuştuk, ama  yoklama çekmek için ama yalnız hissetmesinler diye.. derken aramalar seyrekleşti, yazlıklara kaçmışlardı, isyanları dinmişti. 

İlk günler tıbbi makalelere kadar hatmettiğimiz Twitter mevcudiyetim aşıdan ümidimi kesmemle yavaş yavaş yerini instagrama bıraktı, instagramdaki ekşi mayalı ekmek paylaşımları da lahmacuna.. 

Böyle böyle normalleşmeye başladık. 

Lock down kuralları gevşedikçe yeni normallerimizi inşa ettik. 

Herkesin normali, normalleşmesi kendine...

Normalleşme sürecinin bilmem kaçıncı fazındayız, ben takip etmiyorum. En son burada belçikalı sağlık çalışanları kendilerini ziyarete gelen başbakana götünü döndüydü, bekledim, Silivri de yok ki atasın, bir şey olmadı. Sadece haber oldu. Bu da bunların normali. Herkesin normali kendine...

Son iki haftadır evlerde sınırlı sayıda misafir ağırlamak serbest, biz ipini koparmış gibi buluşma tertip ediyoruz, son iki haftada bu dört oldu! Bu da bizim normalimiz, insan görmeyelim mi? Mesafe de hak getire allah korusun. Yan komşularımız torunlarını bile sitenin bahçesinde görüyor, evlatlarını eve almıyorlar. Yani işte herkesin normali kendine...

Annemler ablamlarla haftalarca kapıdan görüştü sonra gittiler günde bilmemkaç dükkan ev gezen kapıcının karısını temizliğe aldılar. Onların da normali bu, ne diyeceksin?

On iki günlük zorunlu tatilimin sonuna geldik. Tatilin bitişiyle birlikte normalleşme kapsamında ofise dönmeler de başlayacak. Prosedürler anlatıldı, bakalım nasıl olacak. Okullar da tümden açılacakmış. Bizim evin küçük insanı memnun değil, sezonu kapattık sanıyordu, ters köşe oldu. Corona yuvası okula gitmemeliymiş ama uçağa atlayıp İzmire gitmekte sakınca görmüyor beyimiz. Bu da bu cücenin normali.

Uzatmayayım... birileri tarafından normalleşmeye karar veriliyor, hop normalleştim demek mümkün mü? Eskiye nasıl dönebiliriz? Nasıl yeniden normal olabiliriz? Hem normal ne ki normalleşiyoruz? Standartları mı var? Onu bunu bilmem, herkesin normali kendine!



 


29 Mayıs 2020 Cuma

Kitap yorumu: Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk

Hayat mücadelesinde, pes etmeyi tercih etmiş karakterleri umumiyetle sevmem. Varolmaktan ziyade yok olup kaybolayı yeğleyen insanlar bana kolaycı gelir, kendimden bir şey bulamam. Çünkü biliyoruz ki bu bok dünyada kaybolmak kadar kolayı yok! Yiyorsa mücadele et! yiyorsa hayatta tutun! 

Fakat son günlerde okuduğum kitabın kahramanından öyle parçalar buldum ki, öyle özdeşleştirdim ki kendimle, gördüğüm yerde sımsıkı sarılmak istedim, memelerimin baskısını hissedip bundan mutluluk çıkaracağını bilmeme rağmen :) 

Karakteri gömdüğüme bakmayın, öyle incelik avcısı, öyle nahif öyle içtenlikli ki...
Ve etrafından gördüğü her tepki bir o kadar inceliksiz, bir o kadar kaba ve bir o kadar samimiyetsiz ki...

Kitap karakterine rağmen enfesti! Ne diyebilirim? Tam da bu zamana, bu mutsuzluk zamanlarına cuk oturdu. 

Ve tatlı küçük bir ayrıntı: 

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Karahindiba tohumları

Her yerdeler !

Sadece yürüyüşte gözümüze, burnumuza,  kulağımıza girmesinden bahsetmiyorum. Pencere kapı açmayagör bütün evi ele geçiriyorlar.


Öğleden sonra başlaması muhtemel yağmuru iple çekiyordum. Ortalık mis gibi yıkanacak, hava bile temizlenecek ve tabii karahindiba tohumları sonsuz uçuşlarına ara verecekler...


Diye seviniyordum ama yağmur şöyle bir yağıp geçmiş, bizim saksıların toprakları bile ıslanmamış. Mış çünkü uyuyordum ben. Öğlen uykusu. Yaşlandıkça babama benziyorum. Öğle uykusu düşkünü oldum. Hiç olmazsa 15 dakikalık kestirme yapıyorum. Müthiş bir tazelenme! 


Martın ortasından beri evden çalışıyorum. Ofiste çalıştığımdan daha fazla çalıştığımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Hatta önümüzdeki hafta kullanacağım izin mecburi olmasa tercih etmezdim.


Pandemi günlerinde ekmek yapamamış olabilirim, arayı temizlik ile kapatmayı planlıyorum. 


Evin pisliği epeydir gözüme batıyor. Aslında temizleme ihtimali doğduğundan beri batıyor, yoksa üç senedir umrumda değildi. Pislik derken, cam silme, dolap dip köşe temizleme, perde yıkama gibi bahar temizliği bahsediyorum üç bahardır dokunmadığımız alanlar bunlar. Temizlik yapmayı o kadar unutmuşum ki, YouTube videolarına bile baktım: cam nasıl silinir? Sirkeyi biliyordum da şampuan müthiş bir sürpriz bilgi oldu!


Uzun lafın kısası domestiğe bağladım, ev paklanacak, o kadar!



11 Mayıs 2020 Pazartesi

Kitap yorumu: 4 Hane 1 Teslim, 2666, M treni, diziler ve diğerleri...

Alkışlar şahsıma değil, karantina günlerinde bitirebilmeyi başarabildiğim ilk kitabın başarısına gelsin. 

Bu aynı zamanda yazarın da ilk kitabı. İlk çıktığında aldığım hatta yanlışlıkla iki tane alıp birini, buraya taşınırken arkadaşıma bıraktığım 4 Hane, 1 teslim.

Aşırı dozda tasvirleri bir kenara bırakmayı başarabilirseniz, kitabın kurgusu anlatımı oldukça sağlam. Karakterler oturmuş, sürükleyici. Yazar da, geçtiği dönem de bizim kuşaktan olunca sık sık eskiye, çocukluğuma götüren benzer yaşamlar iyi geldi.

Yaşlanıyor muyuz ne? İlker'in sıkılıp uyuyakaldığı, benim izleyeceğime söz verip işkenceye daha fazla dayanamayarak ama söz verdiğim için de izliyormuş taklidi yaparak bir taraftan telefondan gizlice Netflix kurcaladığım Recep İvedik akşamında sardığım ve bitirmeden bırakamadığım Aşk 101 dizisini de sevmemin arkasında yatan sebebin ortak geçmiş olduğunu düşünüyorum. Dizinin geçtiği yıllar, bizim de aynı semtlerde İstanbul'da okuduğumuz yıllara denk gelince, hele de fonda çalan doksanlar müzikleri, dizi epey sardı. Diyorum ya, tamamen yaş ile ilgili. Aynı diziyi, aynı kitabı benden yirmi-yirmi beş yaş genç birisi izlese, okusa aynı tadı alır mı? Bilemiyorum. 

10 Mayıs 2020 Pazar

Tüm o anaç duygulara gelsin

Pandemi kısıtlamaları kapsamı biraz gevşetildi. Bugüne kadar aynı çatı altında yaşamayan bireylerin sosyal mesafeyi koruması amacıyla evine misafir kabul etmemesi kuralı artık geçerli değil, bir aile başka bir aileyi evinde ağırlayabiliyor. Hey yavrum hey, kop da gel Belçika kim tutar seni!

Biz kuralı evvelden Özra'larla spontane deldiydik. Resmiyete kavuşunca, bu defa Burçin'leri çağırdık. Bugünün yağmurlu ve serin havasının aksine, dün akşamın tamamını terasta geçirmemize müsaade eden nefis bir hava vardı. Maksat Burçinlerin oğlan Toprak'ın doğumgünü yemeği olarak canının çektiği kuru fasulye pilav menüsünü, memleketten getirdikleri baklaiyatları biten arkadaşlarımızı ağırlamak gibi görünse de, sosyalleşmeye aşırı ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde ilaç gibi geldi. 

Ortamlar, hassasiyetler ortak olunca kaygılar da benzer oluyor. 

Geçirdiğimiz her ne idiyse ya da virüse yakalanma korkumuz... Asıl korkutan hasta olmak değil, anne-baba aynı anda hasta olmak, hastaneye gitmek zorunda kalmak, çocuğumuzu kime, nereye nasıl bırakacağımızın hesaplarını yapmak ... Planlamak, kendi sağlığımızdan önce çocuklarımız ne olacak korkusu... 

Birbirimizden habersiz, aynı anda aynı hisleri aynı korkuları yaşamışız. Dün akşam Burçin'le sohbet ederken bunu fark ettik. 

Gurbette olmanın başka bir takım dinamikleri oluyor, başka korkuları kaygıları...

İlk haftalar henüz işin ciddiyetini kavrayamayan ailelerimize evde kalmaları gerektiğini bir türlü anlatamazken sonunda "bakın ölürsünüz, cenazenize gelemeyiz!" gerçeğini yüzlerine vurmak zorunda kalmak bu gurbetlik... Halimize şükür tabii ama bir ihmale, bir ana bakar her şeyin ters yüz olması ve bu gerçek yazık ki, gurbette olduğunda daha bir acı oluyor...

Anneler günü bugün. 

Ben tüm anaç duyguları kutsuyorum, kutluyorum. Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsa... 

27 Nisan 2020 Pazartesi

Bugün ofis

Tarihe not düşelim, 49 gün sonra ilk kez ofise gittim.
Garipti, farklıydı ve yalnızlık hakimdi ortama.

Kapıdan girince ateşini ölçüyorlar. Ofis binasında gezerken maske takmanı istiyorlar. Ayrıca girer girmez ellerini yıkamanı, elleri sık yıkamanı ve dezenfekte etmeni istiyorlar. Kantinde yemek yok. Masalar tek kişi oturacak şekilde ayarlanmış. Ofis de farklı değil,  dip dibe oturamıyorsun. 

Haftaya pazartesi itibariyle lock down iyice gevşetilecek. Ofisler açılacak ama şartlar var:
- her departman 50% ofiste bulunacak. Yani ben muhtemelen haftada iki gün ofis üç gün evde çalışacağım.
- masalarda 1.5 metre mesafe korunarak oturulabilecek
- toplantı odaları kapasiteleri 50% azaltılıyor

Okullar da kademeli olarak açılıyor. 1-2-6. Sınıflar okula giderken 3-4-5 evde eğitime devam. Maksat fiziksel olarak aynı sınıfta en fazla 10 çocuk bulundurmak, mümkün mertebe sosyal mesafeyi korumak. Teneffüslere de sınıf sınıf çıkaracaklarmış böylece bir sınıfta virüs çıksa, diğer sınıflara sıçraması önlenecek. Bir tür önlem işte. 

İnsan her şeye alışıyor. Ne zeka ne baş parmak ne de acımasızlık, insan oğlunun hayatta kalmasını sağlayan en önemli özelliği uyumlanması. Nasıl evde çalışmaya, yaşamı karantinaya almaya alıştıysak, buna da alışırız, uyumlanırız.

Hayat ufaktan eski haline dönecek mi acaba? 
Yoksa bu dönemde oluşturduğumuz ve alışkanlığa dönüşen yeni davranış biçimleri yeni normlarımız mı olacak?
Yaşamakta olduğumuz bu yeni gerçeklik, yaşamımız haline mi gelecek?
 
Bakalım göreceğiz. Ha unutmadan bugün 49 günlük sütyenfree rahatlık saltanatımın yıkıldığı gün olarak da tarihe geçmesini arz ederim. Ha bir de hamilelik hariç hayatımda ilk defa bu kiloyu gördüğümü de:( 




23 Nisan 2020 Perşembe

Manyak mıyım, neyim?

Kaç gündür gözüm terastaki koltukta. Güneş çıkıyor ben açmaya niyetleniyorum ama duruyorum akabinde, zira feci rüzgar dışarıda durulacak gibi değil. 


Bugün hava durumuna, ve hatta bir haftalık hava durumuna, rüzgar hızına baktım bir cesaret “açalım” dedim, ne olacaksa olsun! 


Ay bir güzel oldu. Yılın bu vakitleri 16:00 civarı bizim terasa gölge gelir, geldiği gibi attım kendimi dışarı, mesaiyi masada, 



mesai sonrası bira keyfini koltukta bitirdim. An itibariyle saat 20:53 henüz güneş batmadı takılıyorum...


Hani öyle şort t-shirt sanmayın canım, eşofmanım çorabım... ama en azından temiz hava. Buna da şükür.


İyiden iyiye bu evde kalma meselesine alıştım. Pazartesi toplantı için iki saatliğine ofise gideceğim bir acayip geliyor. Sokağa çıkınca yürüyemeyecekmişim gibi, arabaya binsem süremeyecekmişim gibi. 


Bana evde olmak öyle bir özgürlük ki, sanki “çık dışarı” deseler isyan edecekmişim gibi...


Manyak mıyım neyim!

14 Nisan 2020 Salı

32.gün

Mehmet Ali Birand’ın programını izlerdik, çocuktuk ama izlerdik. Şimdi Arca’yı böyle bir haber programı izlerken düşünemiyorum.

Türkiye’deyken hayatımızdan çıkardığkmız gazete tvyi saymıyorum, ama her gün twitterdan Türkiye gündemini, Belçika gazetelerinin web sayfalarından da buranın gündemini mutlaka takip ediyoruz. Arca hemen hiç sallamıyor. 

Gerçi o karantinada olmayı da sallamıyor. 

Herkes evde, elinin altında. Arkadaşlarıyla, kuzenleriyle skype üzerinden oyun oynuyor, sohbet ediyor. İsterse dışarı çıkıp top oynuyor. Kitap okuyor, online kodlama kursuna devam ediyor ve ders çalışıyor. Ve tüm bunları yapmaktan da hoşnut görünüyor. 

Çocukların değişimlere ayak uydurmaktaki rahatlıklarından istiyorum! 

Ben de içinde bulunduğumuz bu belirsizliklerle dolu karamsar bakış açısını mümükün mertebe paylaşmamaya çalışıyorum. Açıkçası doğru  mu yapıyorum, bilmiyorum. Ancak tüm kaygılarımızı, 12 yaşında bir çocuğa yüklemenin kine ne faydası olur, işte onu hiç bilmiyorum.

Haziran sonu gelip de, yaz tatilinde İzmir’e gidemeyeceğini anlayıncaya kadar bırakıyorum, takılsın.

Bu sene memlekete gidebileceğimizi sanmıyorum, çünkü;
  1. Bence en az bir yıl daha cebelleşeceğiz
  2. Virüs bitse bile, şirketin kullandırdığı yıllık izinler yüzünden iznim kalmayacak
  3. Büyük ihtimal yazın okullar açılacak ve ilk iki maddeyi çözsek bile okula gidecek bir cüce yüzünden burada kalacağız.

Aman ya var ya sağlık olsun, gerisi hiç mühim değil. Sağlık olsun, insanlar ölmesin, en kısa zamanda normlarımıza geri dönelim. 

Karantinada 32.gününü bitirmekte olan biri için epey sakinim değil mi? Evet, dikkatli okuyucular 32.gün derken karantinayı kast etmiş olduğumu pek ala anlamışlardır. 

Ama hayır sakin değilim!

Kilo alıyorum hem de ekmek bile yapmaya başlamadan!
Saçlarımın kırpmalarını kendim kestim bence iğrenç oldu ama yaşasın bukleler hiç fark edilmiyor.
Hep canım bira içmek istiyor, kötü karbonhidratlı şeyler yemek istiyor
Aklım fikrim makarnada, mantıda!
Ne yoga yapabiliyorum ne meditasyon - yapınca gözümün önüne soslu makarnalar mantarlı risottolar geliyor
Güya geliştirmeye niyetlendiğim Flamancayı koydum kenara. Lanet olsun içimdeki tembele!
Tek tesellim karantinanın dördüncü kitabında ilerleme gösteriyorum. Onu da bir ara anlatırım. 

10 Nisan 2020 Cuma

Karantina manifestosu

Hepimizin birbirimize destek olmamız gerektiğini söyleyip geçici işsizlik alternatifini önümüze koyan bizim büyük patron, sözlerini “artık başka bir gerçekliği yaşıyoruz” diye bitirdi. Sonrasında Japonya’ya topukladığını düşünüyorum zira hala Avrupa’da kalan birkaç Japondan biriydi.

Bu bambaşka gerçekliği kabullenmemiz bekleniyor. Normumuz bu artık. 

Karantina normlarımızda sosyal medyada geçirdiğimiz vakit arttı. 

Sosyal medyanın hayatımız üzerindeki etkileri de...

Karantina otoriteleri belirdi bu arada.
Kilo alma
Egzersiz yap
Kişisel geliş
Online eğitimlere katıl
Hobi edin
Sağlıklı beslen
Ailenle kaliteli zaman geçir
Kitap oku
Bilmem neyi izle 
Sabah pijamanı çıkar
Gün aşırı tartıl ki kilo kontrolünü elden bırakma
Kargo siparişi verme
Bağışıklığını artır
Yoga yap
Ekmek yap
Meditasyon yap

Yapmazsan şerefsizsin!

Ay şiştim!

Ay belki ben kişisel gelişmeyi bırak kişisel özbakımımı bile aksatıyorum!

Bir de tıp otoriteleri ile büyük resimciler var. Çarpışıyor bunlar. Tıp otoritelerini yine en fazla üstten bakmalarıyla eleşetirebilirsin de, yine de ben doktor kibrini bilime saygımdan hoşgörüyorum. Ama o büyük resimciler! Aman yarabbi evlerden uzak. Senaryolar komplo teorileri hiç bitmiyor, hep bir aileler hep bir derinler... hadi bunlara da bişey demiyorum, kendini gerçeklerden soyutlayarak rehabilite etmek isteyebilir insan, yeter ki bana bulaşmasınlar.

Karantina hassas bir dönem, bazı kurallar olmalı kanımca, manifesto tadında, buraya üç ana madde bırakıyorum, isteyen ekleme yapabilir, atış serbest! 

  1. Kimseye ne yapması gerektiğini söyleme (ekmekse ekmek yogaysa yoga kim ne isterse onu yapsın)
  2. Kimseyi kendini rehabilite etme şekilleriyle eleştirme (büyük resimcileri bile eleştirmemeye çalışıyorum)
  3. Kimseyi müsait olup olmadığını sormadan görüntülü arama (özellikle de beni)

7 Nisan 2020 Salı

Aman işte

Sardunyalarım kel kel olmuştu, hepsi açmış. Peyzajından ve renk uyumundan pek memnun değilim, pembenin yanına kırmızıyı yakıştıramamıştım ama geçen yıl bu zamanlar babam diktiği için hiç dokunmadım. Pembeler kırmızılar yan yana takılıyorlar. 

Nergisler geçen rüzgardan epey hasar gördü, boyunları büküldüydü. Birkaç günde bir, birkaç dal kesip vazoya koyuyoruz. Gündüz çalışma masamı akşam da salonu kokutuyor mis.

Çalışma odasının penceresi sokağa bakar. Camın önünde üç kavak ağacı var. Kışın çıplak dallar, beklersin ki yaprağa dursun. 200 metre ötedeki cadde bile seçilir evden. Yazın yapraklarından kavakların, sokağı göremezsin, öyle bir yeşillenir. Şimdiye kadar hep o yapraklar bir günde yeşeriyor sanırdım, öyle bir farkındalıktan uzakmışız. Meğer evvela minik tomurcuklar ardından minik yapraklar bitiyormuş.

Yok hiç öyle bu karantina güzellemesi yapacak değilim. Feci bir tepki var içimde ve bu karantina konsepti, 25.günü bitirmekte olduğumuz bu saatlerde ziyadesiyle sıkmış durumda şahsımı.

Kitap okuyamıyorum. Üçüncü kitaptayım ... yarım bıraktığım.

Deli manyak gibi çalışıyorum, bana karantinada olmak işte yavaşlığı sakinliği getirmedi. Ama şirketim önümüzdeki iki ay sekiz gün çalışmamamı söylüyor. Bunun bir tık ötesini ne sen sor ne ben söyleyeyim. Herkes aynı durumda bilmez miyim:(

Evde iyi idare ediyoruz da sık sık hastalanmalar olmasa daha iyi olacağız. İlkerin boğazı ağrımaya başladı, doktora gitti. Hani yani belki antibiyotiklik bir şeydir diye. Doktor boğaz ağrısını duyunca hayalet görmüşe dönmüş. Corona şüphesinde kimse doktora hastaneye gitmiyor. Benim aylar evvel alınmış jinekolog randevum iptal edildi. Aciller hariç hastaneye gitmek yasak. Hastanelik olmak için nefes alamaman gerekiyor. Eh haliyle hemen hemen kimseye test yapılmıyor. Dolayısıyla test sayısı az fakat vaka ve nüfusa göre ölüm oranı o kadar yüksek ki, kafayı yiyeceğiz! 

Yani bacım kardeşim senin anlayacağın bizim Türkiye’nin değişik bir versiyonuyla baş başayız. Allah cümlemizin sonunu hayır etsin der, gözlerinizden öperim.

1 Nisan 2020 Çarşamba

Corona günlerinde sosyal hayat

Kaç gündür duş almıyordum, ha bugün ha yarın sallıyordum. En son bizim kızlarla zoomdan kitap kulübü yapacağımız zaman saçlarım şekillendirici gördü yani... Saçlarımı ne sor ne ben söyleyeyim. Derken öğlene doğru bizim departmandan yeni yılın (Japon firmalarında iş yılı nisanda başlar) kutlamasını işten sonra skype’tan görüntülü yapalım, kadeh kaldıralım önerisi geldiğinde toplantıdaydım bir baktım herkes tamam demiş. Ayol bu kafanın insan içine çıkacak hali mi var diyemedim. Neyse ki mesaiye erken başlıyorum da 16:00’da paydos edip duş aldım, saçı başı insan içine çıkılacak forma getirdim. Bizim müdür diyor ki, haa arkadaşlar demek confrence call yaptığımızda böyle görünüyorsunuz, hmmm evet benim saçlar hep şekil önümden çekil!

23 Mart 2020 Pazartesi

Meğer ben evcimenmişim

Evcimen olduğumu biliyordum, çok sosyalleştikten sonra şarj olmak için yalnızlığa ihtiyaç duyduğumu, kendimle vakit geçirmekten müthiş keyif aldığımı, kendimle baş başa iken yapmak istediklerimin upuzun bir liste olduğunu, yalnız çalışmaktan keyif aldığımı... biliyordum. 

Şöyle diyeyim, sabah işe giderken çıkardığım pijamalarımı daha çıkarırken özlüyorum ben, öyle bir münzeviyim. 

Ama bu derece manyak olduğumu bilmiyordum!

21 Mart 2020 Cumartesi

Karantina günleri - 9.günden bildiriyorum

Takvimler 5.günü gösteresiye kadar soğuk algınlığı olduğundan emindim. Çünkü yorgunluk, halsizlik , hafif boğaz ağrısı ve maksimum 37,3'e çıkan ateş dışında bir sıkıntım yoktu. Karantinamın 5.gününde İlker'de de benzer belirtiler görüldü. Tırstım. Doktoru tekrar arayıp bilgi verdim.

13 Mart 2020 Cuma

Karantina günleri

Belçika’da gün geçmiyor ki, corona virüsle ilgili bir açıklama, önlem vs gelmesin. 

Özellikle son bir haftadır her gün yeni bir güncelleme. 

Dün İlker’in dil kursu derslere ara verdi, Arca’nın futbol takımından ve kodlama kursundan iptal bilgisi geldi.

8 Mart 2020 Pazar

Bu ara...

Çok zamanım yok.

Birazdan fırında pişmekte olan balıklara eşlik edecek salataları yapmak üzere kalkıp mutfağa gideceğim, yani bana ve blogla geçirdiğim sürenin sonuna geldik.

Bir pazar gününün hakkını verdik kanımca. Kitap fuarı vardı, aslında İlker yapı fuarını gezerken biz de Arca ile kitap fuarı gezecektik ama virüs filan yemedi, vazgeçtik. Günün tek ev dışı etkinliği sabah kahvaltıyı yapmadan balık ve sebze pazarına gitmek oldu. Özlemişim. Sebzeler meyveler çeşit çeşit balıklar... Epeydir gitmemiştim. Şanslıymışız ki, çıkmaya yakın yağmur başladı ve bütün gün aralıksız devam etti. Öyle de güzel yağıyor ki şerefsiz! Usul usul ince ince... Yağmuru çok sevdiğimi söylediğim bu memleketin yerlileri garipsiyor beni ama napayım seviyorum işte.

5 Mart 2020 Perşembe

Yeni yayın dönemi

Sabah 07:30 işbaşı 16:10 paydos. Son bir haftadır böyle.
Neden? Çünkü İlker dil kursunda bir seviye daha atladı (yakında Flamanca özel ders vermeye başlayacak - hayır kıskanmıyorum) ve bu yeni seviye öğretmeni sadece öğleden sonra ders yapabiliyor ve dolayısıyla İlker Arca'nın okuldan gelişine yetişemiyor.

Yaşasın esnek çalışma saatleri !

28 Şubat 2020 Cuma

Ne haftaydı ama!

Karbonhidrat krizimi üç tabak evet 3, acılı bulgur pilavıyla gidermeye çalıştım. Yok kesmedi. 

Asabiyetim, bu akşam itibariyle Arcaya 478475829 defa güzellikle, 38474762 defa da sesler yükseltilerek anlatılmış aynı şeyin bir daha yapılmasını müteakip (elde apple tv kumandası hoplatıp düşürmek. Hani ne zaman bozacak acaba?) boynumdaki damarlar çıkasıya kadar bağırmamla da serinlemedi. Bak hala sinirliyim. Gözüme gözükmemesini salık verdim zira gözüm feci halde dönmüş durumda!

24 Şubat 2020 Pazartesi

Çocuk demeye dilim varmıyor

Ne yalan söyleyeyim varmıyor.

Ben bu kadar çabuk büyüyeceğini hesaba katmamıştım. Önergenliğe birkaç yılın vardır, diyordum. Hazır değildim.

Çocukluğunun tadını ne ara çıkaracağız biz? Benimkine zerre benzemeyen çocukluğuna yeni yeni alışırken, şimdi bir de bu çıktı başımıza. Sorgulamalar, kendine bir fazladan güvenmeler, bir haller, bir bilmişlikler. Her daim belirgin ukalalığının son aylarda iyice tavan yapması... Diğer yandan mütemadiyen artan ayarsızlıklar.

23 Şubat 2020 Pazar

Ve yine yeniden saçlarım

Bu yaştan sonra yeni şeyler öğrendim bir yaşıma daha girdim.

Hem de inanmayacaksınız ama saçlarım hakkında!

Benim saçlarımla derdim malumunuz.
Sanırım 35 yaşıma kadar saçlarımdan istikrarla nefret ettim. Ve bunu dile getirmekte sakınca görmedim. 

O allah vergisi bukleleri düzleştirmek için yaptığım yatırımı, altına yatırsaydım, bugün küçük çapta bir servet sahibiydim (altının rekor yükselişine atıfta bulunan, toplumun nabzını tutan blogger emojisi olsaydı bendim o!) .

18 Şubat 2020 Salı

"Arca oğlum senin annen bir salaktı" Vol.27

Evin muhteşem yemeklerini, hani instagram storyde paylaştıklarımı, #muhteremmutfakta diye taglediklerimi İlker yapar. Benim payıma tencere yemekleri düşer. Neden? Çünkü ben pratiğim ve tencere yemekleri hafta içi akşamlarının sağlıklı seçimleridir, makarna haşlayıverelim önerisine cazip alternatiftir.

Söylemesi ayıp portföyüm geniş.

16 Şubat 2020 Pazar

Cinsiyet ayrımcılığı mı ? İçselleştirilmiş kaideler mi ?

İlk içtiğim alkollü içki olduğundan mı bilinmez birayı hep çok sevdim. Babam içeceksek onunla içmemizi isterdi. Tombul efes şişesiyle tanıştığımda henüz liseye gitmiyordum, babamın rakı kadehine tokuşturduydum. 

O günden beri en çok birayı severim. Şarap da candır, rakı ayrı keyiftir eyvallah lakin biranın yeri hep ayrıdır. Ne ilginçtir ki, dünyanın en iyi biralarına sahip bir ülkede yaşamak nasip oldu. Ama konumuz bu değil. 

13 Şubat 2020 Perşembe

Önfikirler

Bazı kalıplaşmış önfikirlerimiz var. Bak önyargı demiyorum. Önyargı daha kemikleşmiş bir şey belki kurtulması daha zor. Ben daha ziyade önfikir konusuna odaklanıyorum.

Önfikir, bir şey hakkında kendi kendimize yarattığımız bakış açısı ve bu bakış açısını benimsediğimizde bir başkasına yer açmıyoruz, yani aynı çemberin içinde koşup duruyor ve yol alamıyoruz.

Çok basit bir örnek vereyim.

11 Şubat 2020 Salı

Clouseau

Çığda onlarca insanımızın öldüğü gündü.
Bir uçağın pistten çıkıp üç kişinin ölümüne sebep olduğu gündü. 
Henüz depremin etkisini üzerimizden atamamıştık.

O gün...
Flamanca dersinde Belçika gündemi üzerine bomba gibi düşen haberi konuştuk. 

Sıkı durun!

9 Şubat 2020 Pazar

Şimdi oturdum desem?

Saat 17:30 ve ben şimdi oturdum desem?

Ah tabii ki sekiz maddelik to do list yazarken de, o listeyi ne halt etmeye yazdığımı düşünmek bahanesiyle ertelemeye çalıştığım çay içme molasını saymıyorum.

3 Şubat 2020 Pazartesi

Welcome to Self-lover club!

Bugün palindrome günüymüş. İnsan eliyle yapılmış takvimin bu ilginç günü vesilesiyle gelmedim bloga. Hayır. Geldim çünkü blog yazmak, yapmam gereken başka birçok şeyi ertelemenin iyi bir yolu. Siz de şu anda bu blogu okuduğunuza göre bir şeyleri erteliyor olabilir misiniz?

Çalışmayı, rapor okumayı ve Flamanca çalışmayı neden ertelediğimi biliyorum, çünkü tam bir akşamdan kalmayım! Rakının su gibi aktığı, meze tabaklarının diplerinin sıyrıldığı bir akşamın sabahı kolay olmayacaktı, ne demeye kendime erişilemeyecek hedefler koydum ki?

Şaka maka Ocak ayını yedik bile. Şu son bir buçuk ay nasıl geçti anlamadım. Tatil üzerine ablamların ve kuzenlerin ziyaretleri... Hemen hiçbir hafta sonu evde oturmadık desem yeridir. Dün akşam son bir buçuk ayın yoğun koşturmacasına tam bir nokta koydu.

14 Ocak 2020 Salı

Şili ve Allende’den bir kitap daha

Sosyal medya kullanıcısıysanız, geçtiğimiz aylarda Şili’den yükselen ve birçok ülkeye yayılan kadın hareketinden haberdar olmuşsunuzdur hele de kadınsanız tüyleriniz diken diken olmuştur.

Başka bir ülkeden yükselseydi bu ses, beni bu kadar etkiler miydi, emin değilim. Zira Isabel Allende sayesinde tanıdığım Şili, benim için memleketime hem uzak hem de yakın bir ülke ve oradan gelen her şey ilgimi ziyadesiyle çekiyor. 

Aşktan ve gölgeden kitabını da sarıla seve, okşaya sakına okudum. Diktatörlüğün farklı katmanlardan insanların hayatlarını nasıl değiştirdiğine tanık oldukça, memleketimin insan manzaraları gözümün önüne geldi. Hele de Irene’nin anası olacak kadın... Ah o bilip de bilmezden gelen, görüp de duymazdan gelen kadın... kristal fanusundan ötesine tahammülü olmayan kadın... senden bizim oralarda öyle çok var ki... 

Her bir karakter her bir öykü katman katman incelenir lakin yeri burası değil. Ben tavsiye edeyim, siz bir okuyun sonra sohbetini yaparız ;)



1 Ocak 2020 Çarşamba

Yeni tur yeni şans

Sabah enerjisinin ve kış güneşinin ışıklarına kanarak yıl ilk gününde parka yürüyüşe gitme önerim ev halkı tarafından olumlu karşılandı. Derken kahvaltı yapıldı, çaylar içildi. Hatta çayların bir tanesi sırtımda battaniyeyle terasta içildi, babamın geçen bahar geldiklerinde diktiği sardunyaların kurumuş yapraklarını temizlerken. Sık sık güneşe verdim yüzümü, güneşe tapan ilk insanlar ne kadar da haklılarmış.

Gün kısa, öğleye doğru dürttüm oğlanları, güneşi kaçırmayalım. İlker tavrını net koydu, kimse onu o koltuktan kaldıramazdı, en iyi ihtimalle kanepeye uzanırdı. En heveslimiz Arca da yan çizince, derin bir oh çektim. Zira benim de günlerdir dışarıda olmaktan yorulan bedenimi dinlendirmeye, zihnimi okuyarak doyurmaya ihtiyacım vardı.

31 Aralık 2019 Salı

Günün çorbası

Tarhana
Çünkü tarhana demek ev demek.
Ev demek, dünyanın neresinde olursan ol, tarhananın kaynadığı yer demek.

Sekiz gün, üç ülke (almanya, çekya, avusturya), beş şehir (Nürnberg, Prag, Viyana, Salzburg, Münih) süren road trip sonunda eve vardığımızda, daha kirlileri çamaşır makinesine atmadan tencereyi ocağa koydum, annemin tarhanasını tereyağında kavurup dondurduğumuz et suyu küplerini kattığım suyla kaynattım. 

Sonuç? Huzur, mutluluk, eve varmanın yarattığı gevşeme... 

Nasıl da özlemişiz evi! 

Arca en favori kanepesinde uyuyakaldı, 

muhterem ayağını pufa uzattı, ben mumları tütsüleri yaktım ve tabii ki Belçika biramı açtım. Dünyayı dön dolaş, her gün bira iç gezdiğin yerlerde fark etmez, bizim Belçika birası açık ara bir numara! 

Şimdi evimle hasret gidermekteyim, ben size tatili bir ara anlatayım.

21 Aralık 2019 Cumartesi

O oda!


Hafta içi kalkmak zorunda olduğun saatte üzerinden atamadığın miskinlik neyse yatağa çivilenmek isteyeceğin hafta sonu da sabahı cin gibi karşılamak o! 

Ve ben şu anda tuvaletten çıkıp tekrar sıcak yatağıma girdiğim andan bildiriyorum. Hayır tuvalette ilham gelmedi - blog yazmak için ilhama ne gerek var?- sadece kendime sordum ne yapmak istiyorsun şu anda? 

Bu kadar.

10 Aralık 2019 Salı

Belçika... doğru bildiğimizi sandığımız yanlışlar

Bugün bir ara pek international'dık. İlker salonda Flamanca çalışıyor, ben bu haftaki eğitim sunumumu ingilizce prova ediyorum, Arca Fransızca Red Kit okuyor.

İlker yarınki büyük Flamanca kurs sınavına hazırlanıyor. Evin salon tarafında ha boyna Flamanca konuşuluyor, bir ara kitabımı kanepeye kıvırılıp okurum sandım, yanılmışım. Sürekli rahatsız edildim. Güdük Flamancamı da aldım salona kaçtım.

Belçika hakkında şaşırtanların başında dil geliyor. İngilizce ve Almanca geçmişi olanın kolay öğreneceği söylenen Flamanca bence Fransızcadan bile zor. Bir şeyi söylemenin sekiz ayrı yolu olmasının kolaylıkla ne ilgisi var?

Belçika'da iki buçuk senemiz bitti, doğru bildiğimizi sandığımız ne çok yanlışımız varmış meğer.

8 Aralık 2019 Pazar

Ağlamak güzeldir

Sabah Arca ile yaptığımız onyüzmilyonuncu anne-çocuk konuşmasının ardından ağladım. İlker'e sarıldım ve gözyaşlarımın süzülüp boynumdan ta içeriye ılık ılık akmasına müsaade ederek ve de tabii ki iç çekerek ağladım. İlker'in sürekli neden ağladığımı soran sesi kulaklarımda... ağladım. Hani böyle omuzlarımı titrete titrete, hani o dudaklarımı büke büke....

Gecede biilmem kaç defa uyamasına saydırdığım zamanlarını özleyeceğimi biri bana yedi sene evvel söylese götümle gülerdim, şimdi mumla arıyorum o dertleri. Çocuklar büyüdükçe dertler büyüyecek klişesinin ortasındayım ve ağlıyorum. Ergenliğin ta..........................................................................

Neyse konumuzun evin cücesinin önergenlik belirtileri değil, ağlamak...

7 Aralık 2019 Cumartesi

kabuk

Son zamanlarda sıkça kabuğuma çekilme ihtiyacı hissediyorum. Başka kafa başka dünyalardayım gibi. Whatsapp mesajlarıma geç dönüyorum, döne döne beş kitabı aynı anda okumaya çalışıyorum. Çok sosyalleşmenin ardı sıra gelen ihtiyaç gibi. Sosyal medya sosyalleşmesine ise hiç girmeyeyim. Bu kadar mı sıkılır bünye? Hiçbir şey bana yeni gelmiyor. Takip ettiklerim de onların yaptıkları da yıllar evvelin denenmişliklerimden ibaret. Benim için büyüsü yok anlayacağın. Bazı bazı kapatıp gidesim geliyor.

Öyle bir ruh hali.

Beni keyiflendiren şeyler de var.

17 Kasım 2019 Pazar

Bulaşık makinesinin sesi

Gece yarısını çoktan geçti. Bir saat kadar önce Yeşimler ve Evrimler evlerine döndüler. Çok keyifli bir akşamdı yine, sohbet muhabbet...

11 Kasım 2019 Pazartesi

4 iş günü 3 gün haftasonu tatilini destekliyorum!

Son üç haftanın ikinci "uzun hafta sonu"ndan bildiriyorum, Micrsoft'un "4 gün iş 3 gün tatil" testinin verimliliğin 40% arttırdığı sonucuna gönülden katılıyorum. Buyrun haberi burada.

Dahası ben zaten bunu İzmir'de yaşarken her yaz uyguluyordum.

Gerçekten de verimliliğin artıyor, kendine ayırabildiğin zaman doğrultusunda motivasyonun da...

Vaktiyle Arca küçüktü, yaz okuluna gitmek istemediği ve bakıcısı da olmadığı zamanlar, anneanne babaanneye fazla yük olmasın diye benimsediğim bu yönteme şimdilerde de çok ihtiyaç duyduğumu fark ediyorum. Neden? Çünkü hafta sonu rutininin cumartesi ayağı Arca'yı maça götür, oradan al, kursa götür, arada derede market alışverişi yap, hani en fazla arkadaşlarla takıl şeklinde geçiyor. Pazar, evle ilgili yapılacak dünya kadar işin biriktiği gerçeği ile yüzleştiğin gün oluyor. Ailecek bir şey mi yapalım, haftalık ütü - tencere yemeği işine mi girelim, yoksa sadece yayıp dinlenelim mi, derken gün bitiyor. Kendine ne zaman zaman ayırıyorsun, diye soracak olsan cevabım yok.

Halbuki üç günlük hafta sonu tatili olsa öyle mi olur? Bir günü çocuğuna, bir günü eve-aileye bir gününü de kendi gelişimine ayırırsın. O zaman bir kursa gitmek de, evde hobinle ilgilenmek de zorlamaz.

10 Kasım 2019 Pazar

Kasım

Kasım, Arapçadan geliyormuş ve "bölen, ayıran" demekmiş.
Bu bilgiyi okuduğum twitter hesabında şöyle diyor: "Çünkü halk takviminde yıl, ikiye bölünür. 8 Kasım'da soğukların yani kışın başlangıcı olan "Kasım Günleri" (Rûz-ı Kasım) başlar ve 179 gün sürer. Halk bunun için "Kasım yüz elli yaz belli" der. Yani yaz, kışa göre şekillenir."

Ne kadar da doğru! 7 Kasım akşamıydı, bir anda bir soğuk bastırdı, inanılır gibi değil, sanki bir gecede kış geliverdi. 

4 Kasım 2019 Pazartesi

Haberler, kitaplar falan filan İnter Milan :P

Aynı anda okuduğum kitap sayısını beşe çıkardım bu hafta sonu. Yeni gelenleri sonra anlatırım ama yine de en favorim Harita Metod defteri. Murathan Mungan anlattıkça ben kendi çocukluğuma dönüyorum. Her yazısı, hemen her cümlesi, bendeki bir anıyı yeşertiyor, derinlere gömdüklerimi, yüzeye çıkarıyor.

Murathan Mungan ile aramızda bir kocaman nesil (annem yaşında kendisi), çocukluklarımızın coğrafyaları arasında bin kilometreden fazla var. İşin bu yanından bakarsan, bu kadar benzerlik bulmak ilginç. Diğer taraftan bizimle ebeveynlerimizin çocuklukları arasında, bugün çocuklarımız ile aramızdaki gibi bir uçurum yoktu. Zaman bizim çocukluğumuzda hala bir nebze yavaş akıyordu. Annelerimizinki gibi... Belki de bilemiyorum, bizlerin ebeveynleri ile arasındaki yaş farkı, bz yeni nesil anne-babalar kadar çok değildi. Bırak Arca'yı, benden on yaş genç arkadaşlarımla geçmişimize dair çok az ortak payda var.

2 Kasım 2019 Cumartesi

An itibariyle...

Arca, haftalık playstation dozunu alıyor, muhterem beyin haşlıyor, geçen master şefte gördüydü. Benim göresim yok kaçtım. Birazdan beyinle işim bitti, der çağırır, hünkar beğendi yapacağız kendisiyle..

Arca'nın önce feci batırıp iki gol yememize sebep olduğu, ardından son golü attırmayarak kendini affettirdiği maçla başlayan sıradan bir cumartesinin akşamındayız. Maçtan sonra eve gelindi, yemek yendi. İzmir'deyken her hafta 1-2 dışarıdan yemek söylerken Belçika'da bırak sipariş vermeyi, dışarıya yemeğe bile gitmiyoruz. Düşün yani, önce öğle yemeğine eve geldik, sonra markete çıktık. Küçümsemeyelim, sıradan bir cumartesi demiştim. 

Bu ara feci sebze pişiresim var, ama tabii ki yeni teknik ve yöntemlerle... Çünkü kimse kusura bakmasın, bu yaşa kadar geleneksel yöntemlerle pişirilen bir sebzeyi sevdiysem dibine kadar yerim ama sevmediysem de, başka türlü yemenin yolunu bulmalıyım. Mesela semiz otu yemeğini sevmem, salatasını yiyorum. Bezelyede, taze fasulye ve barbunyada gelenekselciyim lakin karnabahar ile lahana için yeni şeyler düşünmek lazım. Bana göre hava hoş, ben karnabaharı kıymalı yemeğini yerim affetmem ama evde kimse yemeyince koca tencereyi bitiremiyorum. Lahana da saramayacağıma göre kapuskasını ben dahil kimsenin nefret etmeyeceği şekilde pişirebilmeliyim. 

Öyle böyle derken bir de baktım, hepsinden almışım. Yarın sebze pişirme günü, şimdiden belli oldu. Yenilikler kabul görürse paylaşırım, olmazsa denedik der geçeriz. 

Bu hafta, Azizlerin günümüymüş ne, cuma tatildi, uzun bir haftasonu oldu. Uzun haftasonlarının en iyi tarafı, tatilin ikinci gününde olup da hala bir gün daha tatil olacağını bilmek...

Şimdi geldi , çağırdı. Ben hünkar beğendiye kaçar.


1 Kasım 2019 Cuma

Bir "Yeliz san" kolay yetişmiyor

Bu hafta çok yoğun geçti, çünkü ofiste bizim departmandan tek kişiydim. Okulların tatil olması veli çalışanlarına uzun haftasonunu haftaya tamamlattı, ofis neredeyse boşaldı. Bir ben, bir çocuksuzlar, bir de Japonlar tabii ki... Hani zaten eve gidiyorlar mı merak ediyorum. Sabah erken geliyorum, oradalar, akşam geç çıkıyorum yine oradalar. Bir keresinde arabayı alacaktık, hafta sonu uğradım, yine oradalar. Şikayet de etmiyorlar.

Bu bakımdan en boktan millet biziz ofiste. Hem şikayet ediyoruz hem de çalışyoruz. Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça! Ya çalış, işini sevdiğin için çalış, gerekirse Japonlar gibi 24 saat çalış ama şikayet etme, ya da diğerleri (ofisteki diğer 27 milletten çalışan gibi) uzun çalışmaktan şikayet edeceksen, mesai saatleri içinde çalış, sesini çıkarma. Bizim Türkler, ben de dahil, hem çalışıyoruz eşek gibi, hem şikayet ediyoruz. Bizi diğer tüm milletlerden ayıran bu işte, şikayet. (tespitim geldiyse demek)

27 Ekim 2019 Pazar

Sosyal kelebek mi ? Kozasında bir tırtıl mı?

İlker ve Arca için maç, Yeliz için keyif vakti.

Biramı açtım, (bu aralar akşam üzeri hafif içimlerden favorim Brugse Zot, adamlar bira yapıyor abicim ve kendileriyle gurur duymakta o kadar haklılar ki!) tam "içerik üreteceğim" (he ya şimdi moda bu, dötümden salladığımı yazıyorum ama sen yine çaktırma, bloga yazı girdim mi girdim, o kadar) bilgisayar güncellemeye girdi. Te allahım! Boş mu durayım (boş duranı allah sevmez) açtım Harita Metod Defteri'ni birkaç sayfa daha okudum.

22 Ekim 2019 Salı

Görüşmeyeli...

Ben bir yazıya böyle başladıysam bil ki, uzun zamandır bloga yazı yazmamışım. Oldu evet, üç hafta kadar oldu. Çakmak kullanmadan uç uca yaktığın sigaralar gibi tüketiyorum günlerimi. Ne zaman başlıyor ve ne zaman nasıl bitiyor, hiç bilmiyorum, dolu dizgin. Şikayetçi değilim. Hatta dengeyi kurmayı başarabildiğim zamanlar yoğunluktan keyif bile alıyorum (tecavüz kaçınılmazsa...).