İnsan eli eteğini
dünyadan çekmek istiyor. İçine kapanmak ve içinde yaşamak. Kabuğundan bir koza
örmek ve küçük kozasına kimseleri davet etmemek istiyor. Bu zamanlar, işte o
zamanlar…
Dış etkenlerden korumak
istiyor insan kendini. Çünkü insan en çok kendini sever, sevmelidir de... En basitinden, twitter’da okuduğun bir şeyden, mesela
başbakanın ellerinde canlı bomba listesi olduğunu ve hiçbir şey yapmadıklarını
söylediğini okumaktan, ya da kafan dağılsın diye izlediğin bir maçın
seyircilerinin insanlık dışı saygısızlığından korunmak istiyorsun ama işte bir
şekilde gündem yine seni gelip buluyor, bir haberin satırlarında, televizyondan
gelen bir küçük seste buluyor.
Kaçacak delik yok.
Tezer Özlü’ye “neden
edebiyat?” diye sormuşlar, “yeryüzüne dayanabilmek için” demiş.
Kaçamasan da
dayanabilmeni sağlıyor, edebiyat. Küçümsenemeyecek bir etkisi var üzerimizde.
Ekim ayında okuyacağım
kitapları seçerken, tabii ki onlara bu denli ihtiyacım olacağını bilmiyordum.
Ama öyle iyi geldi ki…
Okumaya öyle vermiştim ki
kendimi, yazmaya elim varmıyordu. Hislerini ifade edemedikçe daha çaresiz
hissediyorsun.
Derken posta kutuma
birkaç e-mail düştü. Blogdaki eski yazılara yapılan yeni yorumlar. Yorumları
okuyup tekrar o eski yazılara döndüm, daha eski daha eskiye… Ve kendimi tekrar
birkaç satır yazmaya hazır hissettim. Hani evvelden çokça söylediğim bir şey
vardı, bloguma şükrediyordum, insanlara dokunabilmeme vesile olduğu için… Ve
bugün, bu defa bu blog sayesinde insanlar bana dokunabiliyor, beni fark etmeden
de olsa iyileştirebiliyor diye şükrediyorum. İyi ki varsınız…
Tezer Özlü’nün “Yeryüzüne
dayanabilmek için” kitabı öyle isabetliydi ki, birkaç cümle paylaşmadan
edemeyeceğim:
“neden
yazılır? dünya acılı olduğu için yazılır. duygular taştığı için yazılır.
insanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. ama insan bir
kez bu zavallılıktan sıyrılmayagörsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına
alabilir. işte böylesi bir egemenliği bir iki kişiye daha anlatmak için yazı
yazılır. (ya da kendi kendine kanıtlamak için). çünkü, insanın kişisel
özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. dünyasına egemen olan
insan, acıları coşkuya, bunalım yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka
dönüştürebilir. ben dünyama egemen olmayı edebiyatla öğrendim. “
tezer özlü müthiş zaten yaa. abisi demir özlü de. bak dün "deep tone" feys sayfamda ben de kitap fotosu paylaştım. kitaplar ve edebiyat olmasaydı napardım bilmem ben de. bi de müzik ve sinema. dünyayla ilişkimi keseli çok oldu. :)
YanıtlaSilYeliz Hanım, blogunuzla kızım sayesinde tanıştım. Oğlunuz Arca, kızımdan altı ay büyük. Yeni bir bebekle nasıl başedilir bilmediğim için mümkün olduğunca bulabildiğim her şeyi okumaya çalışmıştım o dönem. Tecrübelerinizin bana çok çok faydası oldu. Kızımın bir buçuk yaşında bir de kardeşi var artık. Belki size komik gelecek ama ikinci doğumum yaklaşırken sanki her şeyi unutmuşum gibi hissettim ve altı yıl önceki yazılarınıza tekrar dönüp onları okuyarak, unuttuğumu sandığım bazı şeyleri tanıdık bir dosttan dinlermişçesine tekrar okudum. Altı yıl öncesinden bu yana yazılarınızı -sınava hazırlandığım dönem hariç- takip etmeye çalıştım. Her yeni yazınızı gördükçe, sevdiğim bir kitabı okumaya başlayacakmış gibi mutlu oluyorum. Bu güne kadar çekingen davrandım teşekkürlerimi size duyurmakta ama bu yazınız bana cesaret verdi. İyi ki varsınız, iyi ki yazıyorsunuz. Keşke hep yazsanız siz ve biz okusak.
YanıtlaSilSevgilerimle,
Sibel
Yeliz hep yaz sen! Biz okuruz!..
YanıtlaSil@gözde; kocaman sarıldım öptüm:)
YanıtlaSil@sibel; allahım çok mesudum, o kadar sevindim ki yazmana:) hem de bunca yıldan sonra. çok teşekkür ederim, sevgiler
@deeptone; aynen, kitaplar olmasaydı, nice olurdu halimiz...