Geçtiğimiz haftalarda bir gün Ankara'ya gittim. Soğuğu değişik bir
memleket orası. Havaalanı dolaylarında kar bile vardı. Bir de her yerde havuz
var. İmelih kanımca deniz getirememenin ezikliğini üzerinden atmaya çalışmış,
havaalanının içinde bile havuz var. Ben sürekli deniz gören bir memlekette
yaşamanın verdiği kibirle havuza burun kıvırırım, ne yüzmeyi severim ne de süs
havuzlarını... Manasız gelir bana. Ama işte Ankara'da belki seviliyordur, belki
insan denen canlı bir su sesi duymak istiyordur, "fışkiye"den bile
gelse...
Tek başıma değildim, dernekten firma
temsilcisi arkadaşlar da vardı. Bizi toplantının yapılacağı mekana götürecek
aracı beklerken aklıma geçen sene dernekten pilot olmak üzere ayrılan üye
geldi, arkadaşına sordum, "şimdi ne yapıyor?" Gerçekten de ABD'ye
gidip eğitim almış, şimdi ikinci pilot olarak çalışıyormuş. Yanımdaki hanım
meslektaşım "ay ne güzel, insanın hayalini gerçekleştirmesi ne güzel, bir
gün inşallah ben de sevdiğim işi yapacağım!"dedi. Merak etmeme rağmen
hayalini soracak kadar samimi olmadığım için sadece bizim jenerasyonun böyle
bir derdi olduğundan dem vurarak sohbete devam ettim. Heyecanla evet dedi, evet
çalışıyoruz, başarılı oluyoruz ama hangimiz seviyoruz? Evet, bizim zamanımızda
dersleri iyi olan hemen her genç gibi mühendislik seçtik, layıkıyla mühendislik
de yapmıyoruz, ya ne yapıyoruz?
Tespitimin sağlamasını dün Özge Samancı’nın “Dare to disappoint”
isimli çizgi romanı ile yaptım*. Bizim jenerasyon diye bir şey vardı. Biz 70’lerde
doğan 80’lerde ilkokula giden, akademik başarı tek hedefleri olan nesildik. Bizden
istenen iyi para getirecek bir meslek sahibi olmamız ve kendimizi
kurtarmamızdı. Ailelerimiz politikadan çok çekmişti, biz çekmemeliydik,
ailelerimiz enflasyona, darbelere göğüs germek zorunda kalmıştı, biz
kalmamalıydık. Her nesil kendisinden sonrakinin iyiliğini düşünür, bunda
yadırganacak bir durum yok, ellerinden gelenin en iyisini yaptılar ve tabii ki
biz büyüklerimize göre daha iyi şartların sahibiydik.
Bizim kimseyi hayal kırıklığına uğratmaya hakkımız yoktu, cüret
edemezdik! Bu uğurda ne istediğimiz önemli değildi, feda edilebilirdi. Bu
uğurda özel zevklerimiz, hobilerimiz olmaktan öteye geçemezdi, çok yönlü olmaya
ihtiyacımız yoktu, bizim ihtiyacımız olan tek şey iyi okullarda okuyup iyi meslek
sahibi olmaktı. Matematiğin iyi mi, mühendis ol, sözelin iyi mi, avukat ol,
bitti.
Devir değişiyor.
Biz tek kanallı televizyondan bugün Apple TV’ye evirildik. Bizim
neslin iş hayatına atıldığı yıllarda doğanlar, cep telefonunun olmadığı
zamanları bilmiyor ve önümüzdeki yıl iş hayatına adım atacaklar.
Ailelerimizin anlattığı sağ sol çatışmaları, ekmek kuyrukları bize
nasıl masal gibi geliyorsa, bizim gençliğimiz de çocuklarımıza öyle gelecek.
Bizler nasıl yokluk çekmeyelim diye ailelerimiz tarafından iyi okullarda iyi
meslekler edinmek üzere yetiştirildiysek ve kimseyi hayal kırıklığına
uğratmayalım diye çırpındıysak, bizim çocuklarımız da bizim yetiştirme
tarzımızın eseri olacaklar.
Geçen İlker’e dediğim gibi, tek derdim, çocuğumun geleceği
konusunda derinlemesine müdahil olmamayı başarabilmek, bir adım geri durmayı,
neleri sevdiğini bulmasında yol gösterici olamıyorsam, yolunda durmamayı
becerebilmek… Kendi olmasına imkan verebilmek… Ona bir hayat biçmemek...
Bakalım 2010’lu yıllarda bizlerin çocukları olmayı, geleceğin Özge
Samancı’ları nasıl anlatacak?
Not: Kitabı okumadım, edindiğim fikirlerin kaynağı => http://www.5harfliler.com/ozge-samancinin-cizgi-romani-turkiyede-buyumek/
Yeliz, 80'lerde doğan ve 90 larda okula başlayanlarda da durum aynı:( . Senin bu ve buna benzer yazılarını okuduğumda umutsuzluğa düşüyorum. Mutlu olmadığımı biliyorum ama daha da fenası beni neyin mutlu edeceğini bilememem :(
YanıtlaSilÇocuğum için seninle aynı dilek ve temennileri paylaşıyorum.
1976 :)
YanıtlaSilAnkara'ya laflar hazırladım ama susuyorum. O iğrenç devasa çiçek buketlerini de gördün mü? Pursaklar'dan Kızılay'a kadar taşıdılar. Havuza çok kere durdum baktım, seyrettim ama bunun bir eziklik olduğunu fark etmemiştim ve evet yazın herkes havuzda.
Ben de sevmem havuzu, böyle bakmamıştım.
Yaklaşımını destekliyorum, yavrulasam ben de aynısını yapardım.
Gelecek sene daha iyi olsun.
Sevgilerimle,
J
Bir mühendis olarak yazının altına imzamı atarım :)
YanıtlaSilYeliz kitap şahane! Ve bu konudaki duygularını çok iyi bildiğim ve aynen paylaştığım için kitabı görür girmez bunu Yeliz'e (ve başka arkadaşlarıma) hediye etmem gerek diye düşündüm. Türkiye'de çok kısıtlı basıldığını biliyorum, bulamazsan ben sana buradan getireceğim söz :) Burcu
YanıtlaSilÇok enterasan şeyler oluyor. Sabahleyin hemen telefonumdan yorum yazmaya kalktım ama beceremedim. Yorum dondu kaldı nedense :) Kahvaltıda nereden aklıma geldiyse bloga mazide kalkmış hayallerimi yazayım dedim. Sonra bir de baktım sen de blogunda tam da bunu yazmışsın. Özge Samancı'nın kitabı benim de çok ilgimi çekti. Türkçeye çevrilirse alayım diye düşünüyordum. Çevrilmiş mi acaba? Belki verdiğin linkte sorumun cevabı da vardır ama daha bakmadım. Neyse seni fazla oyalamadan bir yerlere sevdiğim şeyleri, gıcık olduğum şeyleri bir de geçmişte kalmış hayallerimi yazmak üzere köşeme çekiliyorum.
YanıtlaSilÖpüyorum seni çok.
Çok enterasan şeyler oluyor. Sabahleyin hemen telefonumdan yorum yazmaya kalktım ama beceremedim. Yorum dondu kaldı nedense :) Kahvaltıda nereden aklıma geldiyse bloga mazide kalkmış hayallerimi yazayım dedim. Sonra bir de baktım sen de blogunda tam da bunu yazmışsın. Özge Samancı'nın kitabı benim de çok ilgimi çekti. Türkçeye çevrilirse alayım diye düşünüyordum. Çevrilmiş mi acaba? Belki verdiğin linkte sorumun cevabı da vardır ama daha bakmadım. Neyse seni fazla oyalamadan bir yerlere sevdiğim şeyleri, gıcık olduğum şeyleri bir de geçmişte kalmış hayallerimi yazmak üzere köşeme çekiliyorum.
YanıtlaSilÖpüyorum seni çok.
Mutlu yıllar diliyorum, biraz alakasız ama ;)
YanıtlaSil