19 Şubat 2016 Cuma

geldiği gibi

Akşam Arca uyuduktan sonra kahve yaptım, İlker kendisi için kaydettiğim Poyraz Karayel dizisini izlerken ben de Napoli Romanları serisinin üçüncüsünü okuyordum. Televizyon açıkken bile okunabilen kitapları seviyorum.

Elena’nın var olma çabasını okumak beni kendi gerçeğimle yüzleştirdi. Birinin annesi ve birinin eşi olmak için mi okuyor, kendimizi yetiştiriyorduk? Neden hiçbir erkek birinin babası ve birinin eşi olmuyordu da bu birinin bir şeysi olma sorgulamasını biz yükleniyorduk? 

Ara sıra İlker’den dizinin ne şahane, başrol oyuncusunun ve mafya baba karakterlerinin ne kadar iyi olduğuyla ilgili cümleler geliyor kulağıma. Senaristinin Oğuz Atay hayranı olduğunu anlamak zor değil, “tutunamayan” karakterleri samimi ve içten aktarmış. Sahneler de orijinal çekilmeye çalışılmış. Nihayetinde İlker’in hoşuna gidiyor. Bense hala vakit kaybı olarak görüyorum. Sadece Oğuz Atay aklıma düşüyor, Tehlikeli Oyunlar’a başlamıştım, bir devam etsem mi diye düşünüyorum.

Bu ara deli gibi okumaya sardım, farkındayım. Tüketircesine bir iştah var. Allah hayra çıkarsın. Üstelik kafam da müthiş dolu. Zaten bu yüzden daha sakin, akıcı kitaplara yönelmiştim. Napoli Romanları iyi geldi.

Paylaştığım masalı bir dolap kitap’ın şahane ikilisi Yıldıray ve Banu’ya da iletmiştim. Okuyanların sevmesi çok değerli ama teknik açıdan değerlendirilmeye çok ihtiyacım vardı ve bunu yayınevleri yapmıyor. Muhtemelen kendilerine gelen yüzlercesi arasından, bir ışık görmediklerini geliştirme yönünde öneriler bulmaya vakit ayıramıyorlar. Çok normal. Fakat Yıldıray öyle yapmadı, yapıcı eleştirileri ve önerileri ile kendimi geliştirebileceğimin sinyallerini verdi. Önerdiği kitapları – bir kısmının basımı tükenmişti ama sahaflardan buldum – hemen sipariş ettim ve derhal okumaya başladım. Galiba okumak, yazmaktan kaçmam için bir bahane oldu. Güzel bir bahane :) Geldiği gibi yazıyorum ve üzerinde çok çalışmıyorum, yazarken duyduğum heyecanı kaybetmemek için sık sık geriye dönmüyorum. Bu sebepten blog yazılarım da çalakalem oluyor zaten, teknikten ve kurgudan yoksun, geldiği gibi…

Samimiyetle söylüyorum bazen bana ait zamanlara ihtiyaç duyuyorum. Aynı Elena karakteri gibi. Kendimi sadece okumaya vereyim, uzun yürüyüşler yapayım, soluklandığımda günde bir saat olsun bir şeyler yazabileyim istiyorum. Sadece okuduklarımdan pasajlar yazsam, bu bile yeter ama olmuyor. Galiba kendimi disipline etme döneminde değilim. Hani insanların o tutulma zamanları vardır, spor yapmak ister yapamaz, diyete bir türlü başlayamaz, elindeki kitap sürünür, ev ve iş bile tam rayına oturamaz, günü doldurur, anı kurtarır ama yapmak istediği hiçbir şeye vakti yokmuş gibi hisseder işte öyle bir dönem.

Biraz plan, biraz program, biraz organizasyon yapmak lazım. Yine yapılacaklar listesi, yine okunacaklar, izlenecekler listesi çıkarmak lazım. Dağılmamak, toparlanmak lazım. Biraz da tazelenmek lazım. Neyse ki hafta sonu…



1 yorum: