Ülkenin durumu malum. Hani
o ülkeden ne yapıp edip gitmeli diyenler var ya, ben onlara hiç kızmıyorum,
onları yadırgamıyor, yargılamıyorum. Devletin hemen hiçbir kurumuna
güvenmiyorsan, oyuna sahip çıkmaya mecbursan, en basitinden, sabah çıkıp ancak
bomba patlamazsa evine dönebileceğini düşünüyorsan, ülken herkese kafa tutuyor,
her komşunla kavgalıysa, huzur ortamın yoksa, ne kadar kabuğuna çekilebilirsin?
Hafta başı iki gün İstanbul’daydım, orada büyük resmi daha iyi görüyorsun.
Çıkış yolu bulamadığımız noktada kendi işimize bakalım, güvenli zırhımızın
içinde yaşayıp gidelim noktasına geldik. Çünkü başka şansımız yok, bizden daha
büyük bir şeyler var ve biz kendimizi korumak istiyorsak en azından ruh
sağlığımızı, sınır çekmeliyiz. Şimdilik o kadar.
Kendime bazen çok
kızıyorum. İyi okullarda okumuşuz ama vizyon sahibi olamamışız, diyorum.
Üniversiteden sonra yurtdışında okumak için çabalayan birçok arkadaşımı tiyatro
seyreder gibi seyrettim. Çok net hatırlıyorum. Onlara da altın tabakta
sunulmadı ki fırsatlar, ellerinden geleni yaptılar. Ben bunu bile yapmadım.
Tembellikten, belki özgüvensizlikten ama bence en çok vizyonsuzluktan. Olurdu
olmazdı bilemem, ama denemedim bile. Neyse en azından geç de olsa farkındayız
artık, bundan sebep oğlanı yurtdışında öğrenimini devam ettirebilme şansı hangi
okuldaysa ona verdik:) Olur olmaz bilemem, ona kalmış, biz elimizden geleni
yapalım da…
Bizim oğlan demişken
kendisine gıcığım! Dedim ya hafta başı İstanbul’daydım diye, Salı akşamı
döndüm, bir Meksika dalgası, bir tezahürat? Yok! Anca babası olacak o muhteremle
top tepsin! Tesadüf o ki, İlker de iki geceliğine evde olmayacaktı, o akşam
yemeği yedik, çıktı. Allah seninkinde bir surat bir tafra. Bitmedi. Ben bu - çok affedersin - ite sürpriz olsun diye işten
erken çıktım, servisten aldım, kendisiyle top bile oynadım (bu arada benim de
içimde bir Messi varmış, haberim yokmuş:P) gel gör ki babası yok diye bastı
yaygarayı. Tepem attı, İlkeri aradım, “bu” dedim “bu yer cücesi ben yokken de
böyle ağlıyor mu? Anamı özledim diyor mu?” Hayır, dedi, hayırmış, anasını
özlemezmiş. Pis!
Galiba biraz da bu
üçümüzün bir arada olamaması durumuna sinirleniyor. Bir baba ile, bir anne ile.
İyi de öyle denk geliyor bu aralar. Benim kitap kulübüm oluyor ya da seyahatim
babaya paslanıyor, onun PES oynama gecesi oluyor mesela, ya da balığa gidiyor,
bana paslanıyor. Henüz yedi yaşını bitirmemiş bir çocuk olarak ebeveynlerin
yalnız zaman geçirme fikrini içselleştirebilmiş değil.
Halbuki bu bir ihtiyaç,
hatta olması gereken bir şey. Özellikle de bizim gibi yirmi yılı devirdiyseniz.
Biz de gençken edi ile büdü gibiydik. Aman her şeyi birlikte yapalım, aman hiç
ayrılmayalım. Hayat öyle değil işte. Hayat birbirini bicik bicik yapış yapış
sevmekle geçmiyor. Geçenlerde okuduğum bir şey kaldı aklımda, “aşk bir olmak,
sevgi birey olmak”… Bunun gibi bir şey. Birey olmalı evli çiftler, hayat
arkadaşı olmalı. Çok donuk, çok da soğuk, tutkudan uzak geliyor kulağa, yaşlı
insanlara özgü bir ifade gibi geliyor ama aslında çok özlü bir ifade.
Hayatını paylaşıyorsan,
işlerini de, çocuğunu da, sorumluluklarını da paylaşıyor olman lazım. Hayat tek
başına kolay değil, hayat arkadaşının olması zorlukları yaşanır kılıyor.
Edi-büdülüklerimiz ise hala var. Bak mesela İlker geçen kuracağı firmanın logosundaki
yazı karakterini çalışıyordu, benim de uykum geldi, yattım. Sabaha onlarca
seçeneği yirmiye filan indirmişti. Bana da sordu, biraz daha indirip üç tanesi
arasından seçim yapacağız. Üçe indirdim. Bana gece kendisinin üç seçeneğini gösterdi
başka bir dosyada. Evet doğru tahmin aynı üçünü seçmişti o da:)
Bence de
ilginç, belki artık benzer şeylere yönelmeye başladık, belki de ben bilinç
altımda bir yerlerde İlker’in sevebileceğini düşündüğüm şeyleri seçtim. Hangisi
bilmiyorum, sonuçta ikisinin de sebebi birlikte büyümüş olmamız bence… Ya bir
de gece uyuyakalma olayı çok sakat. Bak akşam kitap okurken uyuyakalmışım,
boynum kolum tutulmuş, muhterem olsa sabahın beşine kadar uyuşuk uyuşuk kalır
mıydım? Gelir, beni düzeltir, kitabımın arasına da bulabildiği ilk ayracı (TV kumandası, krem tüpü, telefon, başka bir kitap... yaratıcılıkta sınır tanımaz) sıkıştırıp ışığı kapatırdı.
Hmm evet Arca haklı galiba, galiba ben de özledim.
Ben de özledim ben de, resmin var şu an elimde puhahahah…
:))
YanıtlaSilİlk paragraflarınızla ilgili aynı şeyi düşünüyorum. Bu bir kaçış değil tamamen bir tercih. Ve iyi bir tercih olurdu.
YanıtlaSilbirey olmak bence de lazim. O sevmemekten degil ki, bilakis sevdigin icin birbirine firsat tanimaktan. bilmiyorum, taa ingilterede iki basimiza olmamiza ragmen yine de tek tek zaman gecirmeyi ikimiz de seviyoruz. Iyi geliyor. hem iste sonra tam son paragraftaki gibi ozlemesi de ayri guzel oluyor :) Bari iliski seklimiz benzemeseydi yeliz :))))
YanıtlaSil