Hayatın sıradanlığının ne kadar değerli ve ne kadar büyük bir mutluluk kaynağı olduğunu bazen unutuyoruz. Günlük dertlerimiz içinde yoğurulup giderken, küçük anların değerinin farkına varamıyoruz. Dilimize dolanmış bir "farkındalık" meselesi var ya, kimi çok satan kitaplarda bıktırasıya kadar önümüze servis edilen "farkındalık" hani, işte oradaki gibi "bir meseleye aymak" değil farkındalık.
Farkındalık dediğin bir küçük anın, bir küçük huzur kaynağının bilincinde olmak...
Hayatta ıskaladığımız bu işte...
Bazı anları tekrar yaşamak istersin, sadece daha iyi bir gün geçirmeni sağlayabilecek farkındalık anlarını ıskalamışsındır, geçmiş gitmiştir. Aynı ana bir daha dönebilmek ne güzel olurdu. Zamanda yolculuk imkanım olsaydı sanırım günümü güzelleştirebilecek, sıradan hayatımın küçük detaylarına dönebilmek isterdim. Çünkü her anımız kıymetli, boşa harcanmayacak kadar kıymetli.
Dün işteyken İlker aradı. Sesi keyifsiz. Göztepe'de bir dükkan vardır, İlker kot t-shirt alır, ihraç fazlası fakat kaliteli ürünler satar. Sahibi Enis de biz yaşlarda, git gel sohbetimiz var. Hatta çocuğu Arca ile yaşıt. İlker, "Biliyor musun karısı ölmüş" dedi, içim sızladı. "Küçükcük çocuğu var kadının" diyebildim. Kanserin kimi nasıl, ne zaman, ne kadar sürede alıp götüreceği belli olmuyor.
Allah sabır versin...
Bazen böyle kötü vesileler ile sıradan hayatlarımızın değerinin farkına varıyoruz, bazen okuduğumuz birkaç satır, bazen izlediğimiz bir film...
Ütü yapmam gereken bir akşamdı. Birkaç hafta oluyor. Nadiren yaptığım için ütü kısmını net hatırlıyorum. Tam tezgahı kurdum, televizyonda hafif bir film ayarlayacağım, baba oğul ayarı verdi, maç varmış. Hem de Türkiye maçı bile değil. Ay dedim, hiç maç eşliğinde ütü yapamam. Normalde tanıdığım takımlar olsa, onun tipi, bunun sakalı, hakemin hatası derken bunlara maçı piç ederdim ama demek havam da yokmuş. Başka bir odaya kaçtım. Bilgisayardan film izleyeceğim.
Kulağıma çalınan filmleri not ediyorum, tavsiyeleri, mutlaka izle denenleri. "About Time" tam da ütü yaparken kulak misafiri olunacak, romantik komedi gibi bir izlenim bırakmıştı.
Ütüler bitip bir sandalye tepesinde salya sümük ağlarken anladım. Değilmiş. Pek içli, pek duygusal, pek naif, arada gülümseten, keyiflendiren bir filmmiş. Bu arada İlker maç izlerken sızmış, sonra tuvalete kalkmıştı. Kıyamam, gecenin bir yarısı karısını bir bilgisayar ekranına bakıp zırlarken gördü, haliyle ödü patladı. Neyse ki, animasyondan bilim kurguya, ruhuma dokunan her filme ağlamama alışkın olduğu için bir terör saldırısının haberlerini okumadığıma kolayca ikna oldu.
O gün bu filmi, bir defa daha, İlker'le izleyeceğime karar vermiştim, dün akşam izledik.
Ve ben pek tabii ki salya sümük ağladım yine:) Ruha dokunan bir film... Küçük anlarımızın kıymetini hatırlatan... Tüm ihtiyacımız bu...
Bence de. Bütün ihtiyacımız olan bu sanırım...
YanıtlaSil