Geçiş mevsimlerinin insan
metabolizması üzerinde bir araştırması yapıldı mı acaba?
Sizi bilmem ama bana
müthiş bir enerji veriyor. Özellikle sonbahar başlangıcı. Yazın rehavetini bir
düzen telaşıyla üzerimden attığımı fark ediyorum. Deliler gibi planlar projeler
ve daha iyisi, hayata geçiriliyorlar…
Mesela kışlık domates.
Hemen her evin kendine
göre bir kışlık hazırlığı vardır, bizimkinin en önemlisi domates. Geçen yıl
deep freeze’in fişini çekip de bezelyeleri telef edince çok her açılmıştı,
kavanozla uğraşmamıştım. Küp kestiğim domatesleri buzdolabı poşetlerine, onları
da deepfreeze’e koyuvermiştim. Bu yıl çok şükür öyle fiş çekme geri zekalılığı
yapmadım. Dolayısıyla kavanoza geri döndük. Niyetim önümüzdeki bayram tatilinde
bir günü bu işe ayırmaktı ama hafta sonu İzmir’de kalmaya karar verince, maaile
derhal organize olduk.
Cumartesi tüm ev
temizledi, zira bir önceki hafta dolaplar indirilip her yer düzenlendikten
sonra inen tozun bir şekilde bertaraf edilmesi, geçen haftadan ertelenen duş
temizliğinin hijyen kuralları gereği artık yapılması gerekiyordu. Arada Arca
ile spora bile gittik. Evet, enerji tavan farkındayım. Akşama doğru balkonda bir
keyif birası içince sızmışım…
Pazar sabahı, kahvaltıyı
evde yapmadık, birkaç boyoz poğaça, sonra doğru Pazar. İzmir’de pazara yaz
başından beri gitmemiştik, Üçkuyular pazaryerinin yeni yerinden haberimiz bile
yok. Otoban viyadüğünün altına almışlar. Tamamen kaldırılmamasına şükretmek mi
gerek, park yerinden ulaşımına her bakımdan avantajlı eski yerinin AVM rant
zihniyetine peşkeş çekilmiş olmasına küfretmeli mi bilemedim. Var ya o
İstinyepark AVM’sini de havaalanından Çeşme’ye geçecek İstanbullular için yapmıyorlarsa
ne olayım! Yoksa bizim neyimize gerek adını telaffuz edemediğimiz marka
isimleri?
Bu İzmir merakından da
pek haz etmiyorum laf aramızda. Gayrimenkul fiyatları şişiyor, gereksiz AVM’ler
yapılıyor… Ne diye hemen havaya giriyorsun deme, ben İstanbul’da iken billboardlarda
“İzmir’de spora doyarsın, İzmir’e doyamazsın, İzmir’e gel” ilanını gördüm, o
yüzden diyorum.. Gel, gel de sömürmeye gelme, geleceksen istihdamınla gel,
üretiminle gel, kalkındırmanla gel… Yoksa gelmiş burayı da yolunla, AVM ve
sitelerinle İstanbul’a benzetmişsin, ne anladım o işten.
Pazaryerine dönelim. Dön
dolaş biraz kafayı sıyırdık. Neden? Çünkü ben pazarcı abilerimi, amcalarımı
bulamadım, kafayı yiyeceğim. Hiçbiri tanıdık gelmiyor, olacak iş değil. Demek
tezgahların yerine göre bellemişim. Ne Urlalı amca var, ne Göztepeli abi, hah
sonunda Akhisarlı domatesçiyi bulduk ona sorduk. Hemen tarif etti benim tezgahlarımı.
Ay var ya boynuna sarılacaktım. Pazarcının tamamında aynı şikayet var, dört
hafta olmuş buraya taşınalı fakat henüz park yeri ayarlanamamış. Onun dışında
şükür diyorlar, eh ekmekleri tabii. Üstelik ben biliyorum, ne zor elde ettiler
bu yeri. Şükür elbet cümlemize… Fakat bizim için de park yeri zor oldu. Bir de
ben eskisine metroyla gidiyordum, şahane oluyordu. Buraya durak uzak. Neyse
bakalım, alışacağız bir şekilde.
Biz böyle sohbet
muhabbet, ablamlara rastlayıp iki lafın belini kırmak, üç tur, iki defa arabaya
erzak taşımak filan derken iki saatte ancak çıkmışız pazardan.
Domatesleri umumiyetle
armutlardan alırım, hem ucuz hem yapımı kolay diye. Fakat Urlalı amca, yapma
dedi. Salçamı bile tarla domatından yaparım, armutları boş ver, onların
genetiğiyle filan oynuyor, gel sen tarladan yap, dedi. Kısmen dinledim, bir
kısmını Çanakkale tarla domatlarından aldım. Bir dahakine tamamını alacağım
sanırım, zira pişerken ki kokusu evin atmosferini sarhoş etti şerefsizim!
Bu sene bir gazla dört
kilo da kırmızı biber aldık. Közlüyorum ve küçük paketler halinde buzluğa
atıyorum, konserveye bin basar!
Eve geldiğimizde, hemen
işe girişmedim. Ön hazırlık ve plan işin en sevdiğim kısmı ve bence kaos
yaşamak istemiyorsan şart! Öncelikle kahvemi koydum, allah zihin açıklığı
versin, sonra mısırları düdüklü tencereyle ocağa koydum. Yemek filan yapacak
değiliz öğlene, mısırdı, havuçtu, meyveydi, gıdamız budur. Sonra kahvemi
içerken ufak ufak aldıklarımızı yerleştirdim ki yer açılsın. Arca bulaşık
makinasına kavanozları yerleştirirken ben domatesleri lavaboya yıkansın diye
koymuştum çoktan. Arca’nın diğer görevi de domatesleri iyice yıkamak. Hayır,
tabii ki anasının hayrına yapmıyor, belli bir ücret karşılığı bütün söylediğim
işleri yapmaya söz verdi. Zira o uzay mekiği legoyu alabilmek için para
biriktirmesi gerek.
Domatesler yıkanırken iki
orta boy tencereye sıcak su koydum. Yıkanan domatlar popolarından artı şeklinde
çizilerek kaynar suya atılır, bir süre beklettikten sonra soğuk su dolu başka
bir kaba aktarılınca kabukları kolayca soyuluyor. İşte tam bu noktada buzluğa
atılacak barbunyalar ayıklamakta olan muhterem devreye girdi. Soyma ve doğrama
işlemleri başladı, tabii ki domates kokusu da yayılmaya… Arca bir ara
dayanamayıp domatesleri dişleyecekti. Havuç ve mısırla ilgisini dağıttık.
Düzen tıkır tıkır
işliyordu.
Domatesleri yıka – Arca
Popolarından artı
şeklinde kes, kaynar suya sok çıkar, soğuk suya gönder – Yeliz
Soy, doğra, kaynat –
Yeliz & İlker
Temizlenmiş kavanozlara
bir iki parmak boşluk kalacak şekilde domatesleri koy – İlker
Bir tarafta kaynar suda
beklettiğin kapakları kapat – Yeliz
Sık kapağı iyice hop ters
çevir – İlker
Ve.. bitti.
Bunu 4 tur, 32 kilo
domates ve 48 kavanoz boyunca yaptık.
Akşama kadar, az
konuşarak, ahenk içinde çalıştık.
Yorucu olduğu kadar
dinlendirici bir uğraş mutfak.
Birlikte yapmak ise
eğlenceli ve keyifli.
Fırında közlediğimiz
biberleri İlker’le karşılıklı oturmuş soyarken, “biz bu gazla seneye salçayla
tarhana da yaparız” dedik, yüzümüzde yorgun ama keyifli gülümsemeyle…
Vallaha yer cücesi ile
muhterem olaya dahil olduğu sürece her şeyi yapabilirim.
Siz bu satırları okuyup
amma iş yapmışsınız diye düşünürken ben yazlıkta ayağımı uzatıp dinleniyor
olacağım… Şimdiden herkese iyi bayramlar, keyifli tatiller…
Size de iyi bayramlar :)
YanıtlaSil