Dün sabah, her zamanki gibi “geç kaldım” söylenmeleriyle evden çıkmaya çalışma dakikaları… Benim şapşal telaşlarımı baba oğul, uykulu gözlerle izliyorlar. Bir odadan diğerine savrulurken, banyodan çıkıp mutfağa girerken sürekli elimde çantaya tıkıştırılacak bir şeyler var, çenem hiç durmuyor, beni izleyenler yoruluyor. Arada Arca’nın sütünü çıkarıyorum, oda sıcaklığında tercih ediyor, ne sıcak ne soğuk.
Orkidlerimi almak için bir defa, bir defa da anahtarı kapının üzerinde unuttuğum için dönmemden öncekiydi, sanırım henüz ayakkabılarımı giymemiştim. Alelacele tostumu hazırlamış, öğle yemeğimi bez çantama atmıştım. Yaşasın sonbahar ve mandalina, ara öğünüm bile var! Çantama elimi daldırıp telefona temas edince, kafamdan bir “check” işareti atmıştım ama okumakta olduğum kitabım bitiyordu, yani aktarma otobüsünde, bilemedin dönüşte başka bir kitaba geçmem icap edecekti. Yoksa hepimiz biliyoruz ki, yol çekilmezdi.
Bu hafta kitap kulübü var, Borges-Kum Kitabı’na verdiğim küçük bir veda busesine, kısa süre içinde döneceğim (el mahkum yoksa kulübe gidemem) temennisini eklemiş, kitabı bir yerlere şutlamıştım ama nereye? Ay bulamıyorum, deli olacağım.
Kitabı o kadar sevmediysem demek, hayatımdan çıkarmışım!
İlker’e heceledim, “BOR-GES, Kum-ki-ta-bı, görürsen ortalık bir yere bırakıver gözünü seveyim” diye tembihledim. Gözleri yarı açık, “Kumkurdu gibi mi” dedi. “Borges yavrum, kırmızı bir kitap ince…” Ay neyse! Başka bir kitap aldım çıktım.
Borges’e kafam basmayınca, geçen hafta iki şahane kitapla okuma yolculuğuna devam etmiştim.
İlki Enigma. Edebiyatla kafayı bozmuş, birbirinden ilginç karakterlerin bir araya gelişini ve edebiyat eserlerinin sonlarını değiştirmeleri ilginç bir fikir. Her birini, kendi ağzından küçük bölümlerle okumak keyifli. Sonu iyi bağlanmış, bir roman. Ben beğendim. Sürükleyici bir kitap olarak tavsiye ederim. Benim gibi mesafeli yaklaşanlara bile kitaptaki eşcinsel ilişkiler, anormal gelmeyebilir. Olgunlaşıyorum galiba…
Enigma ile ilgili en hoş sürpriz, bu kitabın aslında yazarın en iyi kitabı olmadığını öğrenmemdi. Goodreads’teki yorumlar Almodovar Teoremi'nin daha iyi bir kitap olduğunu yazınca, ister istemez, listeme ekledim.
Ve sonra Doppler...
"Into the Wild" filmini iki defa izledim, ilkinde sadece evden kaçan çocuk çerçevesinden bakmıştım, ikincisinde daha büyük bir resme odaklandığımı fark ettim. Yaşama başkaldırış. Filminden bahsedecek değiliz şimdi, fakat kitabın ilk satırlarında "Into the Wild"ın Norveççesine mi denk geldim, diye düşündüm, inkar edecek değilim. Kitabı bitirdikten sonra, sadece kitabın düşündürdüklerine değil, o ilk satırlardaki düşüncelerime de gülümsedim. Çok keyifli bir kitap.
Maddi manevi orta üstü bir yaşantısı olan Doppler, bir gün ormandan bisikletle geçerken kaza geçiriyor ve artık ormanda yaşamak istediği kafasına dank ediyor.
Anlatmaya başlarsam elimi dilimi tutamam gibi geliyor, o yüzden burada keselim.
Yok bir şey söyleyeceğim içimde kalmasın. Beyaz yakasından, büyük şehrin kıyımından bıkıp kırsala yerleşenler var ya hani, bazen onlara şunu demek istiyorum, bizim yani insan türünün aslı tarımcılık değil, hatta tarım devrimden sonra hemen her şey boka sarmış zaten. Bizim aslımız astarımız avcı-toplayıcılık, yani özüne dönmek istiyorsan avcı-toplayıcı ol. Bakınız Doppler... Gerçi onun da ne kadar uğraşsa, günümüz gerçeğinde özüne dönmesi pek mümkün olmuyor ama...
Neyse ya, siz bence bu kitabı okuyun, kesin seversiniz.
Tamam o zaman listeme ekliyorum.
YanıtlaSilyazarı tanpınar edebiyat festivalinde konuşmaya gelmişti "şehir ve gürültü" konusunda, izlemiştim o zaman.
YanıtlaSil