Ben bizimkiler Belçika'ya ayak bastığından beri, pişmiş kelle gibi sırıtıyorum. İşteki arkadaşlara adağım vardı, baklava. İlker gelirken getirdi. "Vize sorunu aşıldı, tekrar bir aradayız kutlaması yapıyoruz" diyerek bir öğleden sonra herkesi mutfağa davet ettiğimde, bilmeyenler de öğrenmiş oldu. Hala birileri nasıl gidiyor diye sorduğunda, gözlerim parlayarak cevap veriyorum: İyi gidiyor, çünkü ailem yanımda.
Bu kadar.
İnsan ailenin değerini ayrı kalınca daha iyi anlıyor. Ben hiç yalnız yaşamadığım için belki de, yalnızlığa yatkın değilim. bilmiyorum. Bana en iyi gelen şey ailemmiş, artık bundan eminim.
İş kolay değil, on beş sene sonra tekrar yeni eleman olmak biraz garip. Özellikle de kültürü oturmuş köklü bir şirkete geldiğinizde kendinizi yeni mezun gibi hissediyorsunuz. İlk haftalar ofise en erken gelip en geç çıkıyor, yine de işleri bir türlü bitiremiyordum. Haftalık çalışma saati ortalamasında Türkiye'deki çalışma saati seviyesini tutturmuştum. Sabahın köründe ofiste, bir ben bir de Japonlar, akşam tek tek ışıkları sönüyordu ofisin, masa başında yine bir ben bir de Japonlar. Japonya'da insanların fazla çalışma yükünün altında intihar ettiğini öğrendiğimde biraz silkelenmeye karar verdim. Bizim kültürümüzde harakiri de yok, ezilir giderim vallaha.
İlk ay ev bulma, yeni insanlarla tanışma ile geçti. İkinci ve üçüncü ay vize saçmalığıyla ve aynı zamanda okul bulma dertleriyle debelenmekten şaşkın tavuk gibiydim, işte neler olup bittiğini daha yeni fark ediyorum, daha yeni normale döndüm aslında.
Adım adım her şeyi hallettim ama tabii şimdi farklı ve yeni problemler olacak biliyorum, mücadele hiç bitmeyecek. Zorluklar hep olacak. Ama ne var biliyor musun? Galiba her şeyin anahtarı pozitif olmak. Ve çok da kişiselleştirmemek... Yani sosyal medya ağzıyla "çok da şeetmemek". İnsanlara nasıl davranırsanız, nasıl bir etkileşim içinde olursanız, öyle tepki alıyorsunuz. Çok müthiş bir kariyer insanı olmamışımdır, büyük başarılara imza atmamışımdır belki, ama insanların kalbinde olumlu bir his bırakabilmiş olduğumu umuyorum.
Çok da zor değil aslında... Mesela bizim bölümde Japon bir sekreter var, çok hoş bir hanım. Ama çok mesafe hissediyordum ilk başlarda, belki benden kaynaklı bilemiyorum. Masasında ortamın havasını tazeleyen bir cihaz var, çeşitli yağları koyuyor, soğuk bir buharla bizim bölüm hep çok taze kokuyor. Bir gün içimden geldi, hiç planlamadan, hiç hesaplamadan teşekkür ettim. Bütün ofiste en güzel ortamın bizim bölüm olduğunu, onun sayesinde olduğunu söyleyiverdim, yetti biliyor musun?
Belediyeden sürücü ehliyetimin değiştirilmesi gerekiyor. Yazık ki çok yardımcı olan yabancılar departmanından değil ana belediyeden hallediyorsun. Danışmaya gittim, durumu anlattım, İngilizce konuştuğu için kadına teşekkür ettim, ama beni uyardı: "içerde ingilizce konuşmaları yasak" dedi. Ya bismillah dedim girdim. Üç kelime Fransızca - ki üçü bir cümle etmiyor -, iki gülümseme, bir çaresizlik ifadesi... İngilizce de konuştular, işimi de hallettiler.
Hiçbir yer masal diyarı değil, hayatımızın her anı rüya aleminde geçmiyor, özellikle son birkaç aydır neler çektiğimi sağır sultan biliyor, hala ara ara delleniyorum ama geçiyor, bir şekilde geçiyor. Geriye kalan hep hisler. Ve aslında başkaları için başka hayatlar için ne düşündüğün. Çünkü o hisler seni bir şekilde buluyor. Bunun ötesinde aslında yeryüzündeki her yer biraz aynı.
Arca'nın okulunda idari işlerle ilgilenen bir hanım var, Saskia, Arca'yı okula götürdüğümüz ilk gün İlker'le biraz sohbet ettiler, işte Belçika'yı nasıl buldunuz, sevdiniz mi, filan... Sonra dedi ki, dünyanın neresine gidersen git, etrafı keşfettiğin o birkaç haftanın sonunda yine sabah kalkıp işe gidiyorsun, yine evine gelip uyuyorsun, yine yaşamaya devam ediyorsun, sadece adresin değişiyor.
Hem katıldım hem katılmadım. Katılmadım çünkü asıl olan insanın içindeki sonsuz yolculuktur, kahramanının kendisi olduğu yolculuk. Nereye gidersen git aslında değişmeyen şey senin kendinle münasebetindir. Kendinle münasebetinde samimi olacaksın, sevecen.
Birisi, kim hatırlamıyorum şimdi, İlker'e Belçika'da mutlu olamayacağını söylemişti, belki de haklıdır, bilemiyorum, sadece garipsedim ve "mutluluk, huzur insanın içinde olan bir şey. İnsanın mutluluğunun adresle bir ilgisi yok" dediğimi hatırlıyorum.
Huzur insanın içinde. Ben? Şu an, kitap okuyan cücenin yanındaki koltukta, kitap hışırtısı ve klavye tuşlarından başka sessizliği bozan hiçbir şey yokken, benim hissettiğim tek şey huzur.
Ama bu yer cücesi az önce huzurumu kaçırdı, pis! İtiraf etti: "vizemizin çıktığını öğrendiğim an korku hissettim."
Y: NEAY!! sevinmedin mi len? Anan burada yalnız!
A: Ya sevindim tamam da korktum, Belçika nasıl bir yer, her şey nasıl olacak, alışacak mıyım filan...
Y: alıştın mı bari?
A: eh işte! en azından korkmuyorum
En azından...
Bir gün buraya "artık yazmayacağım negatif etki oluşuyor, nazar oluyor" yazmıştınız, size olumlu mesajlarımızı göndereceğimizi, işlemlerin bir an önce hallolması için topluca iyi niyetlerimizi de ulaştırabileceğimizi gibi bişey yazmıştım ben de yürekten dileyerek. Çok seviniyorum bu huzurunuza dolayısıyla ve daim olmasını diliyorum... Harikasınız...Sabredince her şey harika...
YanıtlaSilDaim olsun Yeliz. Gerçekten herşey insanın içinde.
YanıtlaSilÇok mutlu oluyorum bu yazılarını okuyunca. Çok seviniyorum sizin adınıza.
YanıtlaSilBu arada ben de aile seviyormuşum galiba son zamanlarda daha iyi anladım. Çok yalnız hissediyorum evi de çok boş. Oğlum yanımda aslında ama yalnızlık hissi gelip oturdu içime. :)
Belçika'ya gideceğinizı yazdığınızda blogta,oraya yerlestikten sonra eskisi kadar yazmazsanız diye kendi adıma üzülmüştüm.Şimdi yazılarınızı okuyunca benim de içimi huzur kaplıyor işte
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilBen bu yüzden bloguma "Aile Önemlidir" demiştim. Bence de ailen yanındaysa nerde olduğun çok ta önemli değil, mutluluk ve huzur yanında demektir. Çok seviniyorum cümlelerinden yansıyan sevinci okurken, gülümsüyorum hatta:) "Belçika macerası loaded" güzeldi ama "Belçika macerası updated" daha güzel bence...
YanıtlaSilher sey cok guzel olacak!
YanıtlaSil