25 Mart 2013 Pazartesi

Uçan balon kaçan balon

Cumartesi bir doğum günü partisine davetliydik. Allahtan Mert Kaan bir yaşına girdi de anasıyla babasını görebildim, hastalıktı, oydu buydu derken aylar olmuş görüşmeyeli, göresim gelmiş. Gül, parti için balonlar şişirtmiş, uçan balonlar. Arca tabii ki çıldırdı, hatta Gül istediği kadarını eve götürebileceğini söylediğinde çocuk kalbinin daha hızlı attığına kalıbımı basarım.

En güzelleri seçildi, her bir renkten ikişer tane belirlendi. Anne babası olarak “aman” dedik, “elinden kaçarsa yakalayamayız, ay dedeye kadar gider.” Korku tohumları attık minik yüreğine. Parmaklarının boğum yerlerine kan gitmemecesine ipleri sıkı sıkı tuttu, sanki hayatı buna bağlıymış gibi. Çocuk kalbi daha hızlı attı. Dayanamadık, “bileğine bağlayalım” dedik. Bir türlü bırakmak istemedi, kimselere güvenemedi. Korku dolu gözlerine gözlerimizi diktik, “merak etme” dedik. İstemeye istemeye çözdü minik parmaklarını. İpler sıkıca bağlandı.

Götlüğüne “ya şimdi bunlar seni alır uçurursa” demek içimden geçtiyse de sustum.

Arabaya gidesiye kadar aklı çıktı. Bir de kankası Poyraz’ın balonlarından iki tanesi kaçmasın mı? Poyraz bastı yaygarayı, gayri ihtiyari güldük, “balonu elinden alınmış çocuk” sahnesine. Ama Arca gülmüyordu, dehşet içindeydi, empatinin zirvesindeydi o an. Altı adet balonla arabanın içinde oturması mümkün değildi. Bileğinden çözmemiz ve balonları bagaja koymamız gerekiyordu. Direndi. Aklı, yeni balonlar almaya giden Poyraz’da kalmıştı. Ya onun balonları da gökyüzüne kaçsaydı? Uzun uzun dil döktükten ve balonların bagaja sıkıca bağlandığından emin olduktan sonra eve dönmeye ikna oldu.


Aynı süreç yeniden başladı, yeniden bileğe bağlandı balonlar. Zira bizlerin elinde durmasına bile tahammülü yoktu. Temkinli indi merdivenlerden ve apartmanın içine girdiğimiz bile kalbi normal ritmine dönmemişti. Nihayet tavanı olan emin bir yere, eve girdiğimizde yüreğine su serpildi yavrucuğun.

Saatlerce oynadı balonlarla. Ta ki akşam olup lambalar yanıncaya kadar. Ampullere değer de patlar diye korktuk. “Dikkatli oyna” dedik, yok olmadı. Birkaç uyarımızın ardından “annem ben bunları dikkatli oynayamıyorum, al sen oyna” dedi. Öylece bir köşede durmalarına gönlü razı olmamıştı. İşte o zaman oturttum kucağıma, başladık konuşmaya.

Ona yılda bir defa kurulan fuardan, lunaparktan, ablamla bir örnek giydirilmemizden ve mutlaka alınan uçan balonlardan bahsettim. Benim de balonum uçacak diye korktuğum zamanları anlattım. Annemlerin balonlarımızı bileklerimize bağladığını söyledim. Ve Yeliz’in çocuk kalbiyle annesinin veya babasının elini nasıl sıkıca tuttuğunu zira balonun kendisini de uçuracağını sandığını uzun uzun anlattım. Kocaman kara gözlerini açıp dinlerken içinden “annem de ne safmış balon çocuğu uçurur mu yav” diye geçirmediyse şerefsizim!


2 yorum:

  1. bir yirmi üç nisan, bileğimde bağlı balonum elimde simit, babamın elinden sıkı sıkı tutmuşum, ne korkardım balon kaçacak diye.
    biz avm'de kaçırdık bi kere, günlerce sayıkladı balonu:), şimdi kaçacak korkusuyla uçan balon istemiyo

    YanıtlaSil
  2. Ay kıyamam Yeliz o nasıl yüz ifadesi öyle ya :)
    Ah çocukluk ah...

    YanıtlaSil