Güzel bir sabah. Evin pipilileri, Arca’nın maçına gittiler. “Me time” saatlerime kahvem, ve evin sessizliğine çamaşır makinesinin ve usulca yağan yağmurun sesi eşlik ediyor.
Sabah blog yazmaya niyetlenince, kendime yine liste yaptım, blog içerikleri listesi.
Benim bu ota boka liste yapma manyaklığım ne olacak? Her şeyi planlama, düzene sokma, işleyişi kontrol etme… Mesleki deformasyon olsa gerek. Her şeyi üzerime alma hastalığı da mesleki deformasyon mu acaba? Yok o düz manyaklık.
Fark etmiyorum da biliyor musun? Yani kendi başıma fark etmiyorum. İş arkadaşlarımın uyarılarıyla kendime geliyorum. İşteki son gününde Marco’ya kocaman sarıldım, bana tavsiyesi “her şeyi üzerine alma Yeliz, bir rahat ol” oldu. O gidince Marijke ve Afsaneh, haftada birkaç kez uyarıyorlar, bizimle paylaş… Aslında çok şanslıyım, yardım istemeden destek olanım çok, yalnız değilim. Ama işte mesele bu, yardım istemeyi bilmek. Fark etmek.
Aslında bakarsan, “çok yoğunum, koştur koştur feci işler” kafasından ve imajından hiç hoşnut değilim. Ufak tefek stresler, minik kısa süreli telaşlar… bunlar güzel şeyler, dengeyi tutturduğun sürece. Bir toplantıdan diğerine koştuğum, bir iş üzerinde doğru düzgün yoğunlaşamadığım günleri sonu üzerimden tır geçmiş gibi oluyor.
Ayrıca… Bu “çok aşırı meşgul olma ve dolayısıyla hiçbir şeyi yetiştirememe” hali artık hiç trend de değil, benden söylemesi. Yeni trend “bilmem ne konusuna yoğunlaştım bu aralar, sana daha önce dönemedim” demek. Busy out, focus on something in.
Bu out and in muhabbeti de bizim jenerasyona ait değil mi? Birkaç farklı jenerasyon birlikte çalışmak, yaşlandığını yüzüne vuruyor bakma, ama keyifli tarafları da var. Gençlerden çok şey öğreniyorum, yeni teknolojileri, denge kurmayı, hayır demeyi, ve her seferinde yeniden başlamayı. Sen de sıfırdan bambaşka bir ülkede hayat kurdun diyebilirsin, ama ben bunu 14 yılda ancak yapabildim, bu gençler zıp zıp kariyer değiştiriyor, korkmadan. Şahane!
Bir vesileyle meslek hayatıma nasıl başladığım aklıma geldi, yüzyıllar olmuş sanki. Üniversiteden mezun olduğumda İlker’in hala alttan dersi ve bitirme tezi vardı. O zamanlardan İzmir’de yaşama fikrimiz olduğu için, ben mezun olur olmaz İzmir’e döndüm, İstanbul’da hiç iş aramadım, nasıl olsa İlker de gelecek-ti. Gelmedi, zira okulu bitirmezden evvel bir iş buldu, kariyer basamaklarını hızlı tırmandı, ve İzmir’e dönmekten vazgeçti. Bense fakülteyi bitirdiğim yaz, ehliyetimi aldım, İzmir’in o vakitler güçlü olan fabrikalarından birine kapağı attım. BMC (hani o reklam vardı bence bmc hah o işte).
Nasıl dersen, yönetim kurulunda uzaktan akraba vardı, bende de İTÜ diploması, tüm gün süren sınav mülakat vs sonrasında bölümlerden birine giriverdim. Hala daha o mülakatları göstermelik yaptıklarını düşünüyorum, torpilim vardı, eşek olsam işe alırlardı kanımca.
Masam vardı ofiste ama bilgisayarım yoktu. Departmanın sayılı bilgisayarlarında Autocad çizimi yapmaya müsaade vardı, bir de departman sekreterinin bilgisayarından e-mail atabiliyordun, zira tek internet o bilgisayardaydı. Sene 2000 ve kurumsal bir fabrikadan bahsediyoruz! İki sene kamyon tepelerinde mühendislik yaptıktan sonra evlendim ve İstanbul’a gittim.
İstanbul’da iş ararken kendimi geç kalmış hissediyordum, sene 2022 ve yaş 24, çok geç çok ;)))
Oturduğumuz eve yakın E5 üzerinde yabancı bir şirketin bayraklarını görüyordum, İlker’e dedim, ben buraya gireceğim. Dediğimin üzerinden birkaç hafta geçmişti ki, gazetede şirketin iş ilanı çıktı. Ya işte o kadar yaşlıyım ben :))) Hürriyet’in IK gazetesinde çıkmıştı ilan. Ben de maille başvurmuştum, hani o kadar da yaşlı değilim. O gün aldılardı işe, herkesin Almanca konuştuğu şirkette İngilizcesi sayesinde işe alınan ilk kişiydim. Neyse ki bilgisayarım vardı ama Kore’ye siparişleri faksla geçiyordum.
Bilgisayarsız, internetsiz akraba torpiliyle girilen ilk iş, fakstan siparişler, gazeteden bulunan işler vs… tüm bunlar 24 yıl içinde oldu, tabii ki hayat çok değişti, ama bizim jenerasyonun tüm bu değişimlere adaptasyonu bu teknolojiye doğan kardeşlerimizin - çocuklarımızın aşinalığı yanında müthiş bir başarı gibi geliyor. Hakkımız teslim edilsin, lütfen.
Öte yandan yolumuz uzun, her gün şaşıracak yeni bir şeylerin farkına varmak gibi gerçeklerle karşılaşıyoruz. ChatGPT gibi. Yeni neslin elinin altında ve her alanda kullanıyorlar biliyor muydun?
Bir gün ofiste küçük bir kriz patladı ve ben krizi çözmek zorunda olduğum için söz verdiğim halde bir sunum için kapanış konuşmasını yetiştiremeyecektim, Marijke yardımcı oldu. Şahane bir kapanış konuşmasıydı, benim rahat bir saatimi alırdı fakat beş dakikada önümdeydi. Meğer bu ChatGPT ile yapmış. Marco veda metnini oradan yazmış mesela. Henüz işte kullanmadım ama Flamanca ev satın alma sözleşmesini, mükemmel bir Türkçeye çeviren tercüme tecrübesinde çok etkilendim.
Peki tüm bunlar bir şekilde bu teknolojiler tarafından yapılacaksa, biz ne yapacağız gibi korkular sarıyor paçayı. Ama onu da diğer postta anlatayım, buralar çok uzadı, artık kimsenin uzun yazılara tahammülü kalmadı.
2022 de 24 yaşında olan Yeliz Arca yı kaç yaşında doğurmuştur 😄
YanıtlaSilSen yaz ben okurum özellikle uzun yazılarına bayılıyorum :)
YanıtlaSilEvet yapay zeka çıkınca bize gerek kalmayacak gibi diyorlar ama sanayi devriminde de aynı şeyler konuşulmuş, artık makineler var insanlar ne yapacak diye. Bize her zaman gerek var bence, vardır değil mi yani :)