Sabah daha dokuz olmamış,
karşımdaki memurenin evden çıkmadan duş aldığı aşikar, düşün ki daha saçları
kurumamış. Nüfus kağıdıma bakıyor, bir de bana ve “bu size hiç benzemiyor”
diyor, üslup oldukça ters. Şakaya vuruyorum, eh on beş sene önceki fotoğraf,
benzemez tabii, diyorum. İlker, “bak yaşlandın işte gördün mü” diye dalga
geçiyor, ıslak saçlı memure bizim latifelerimize gülümsemeyi bırak, vaktini
çaldığımız için sinirli “ehliyet filan yok mu” diye soruyor. Bakıyorum aynı
fotoğraf eh ehliyeti de on beş sene önce aldım, o varmış, onu koymuşum. Uyuzuna
denk geleceğimi bilsem pasaportumu taşırdım yanımda. Cüzdanı kurcalıyorum, ilkyardım
sorumlusu kartımı buluyorum. “Niye bunu veriyorsunuz ki” diye soruyor beriki;
tamam artık geriliyorum “inanmadınız ya, son fotoğraflı kimlik” derken içimden
daha fazla terslenemediğime kızıyorum. Ama kimse kusura bakmasın, sabah nemrutu
ben bile bu kadar uyuz olamam. Memure o kadar bezgindi ki, yürümeye mecali
yoktu, fotokopi çekmeye değil de sanki çile çekmeye gidiyordu, Allah
çektirmesin.
İlker’le aynı şeyi
düşünmüşüz, göz göze geldiğimizde “insanlar sabahın bu saatinde neden bu kadar
bezgin olur?” diye sordu.