Okulun kaynaşma brunch
şeysindeyiz… Dediğim gibi biz muhteremle pek kaynaşamadık. Zaten bakma buradan
böyle car car konuştuğuma ben biraz asosyal bir tipimdir. İlker desen az
bildiği ortamlarda az konuşur. O etkinliğe gittik, oturduk, bizim oğlan zaten top
tepmeye gitti, biz kafa kafaya muhabbet ettik birbirimizle. Millet evvelden
kaynaşmış zaten. Bunlar çocuğunu okuldan alan, aldıktan sonra da birlikte Agora’ya
filan geçip takılan anneler, çoğu zaten çalışmadığı için çay kahveye gidiyorlar
birbirilerine, yani muhabbetleri zaten var. Ben insanların yüzlerini bile
aklımda tutamıyorum. Allahtan ablamın ortaokul arkadaşı İnci var, Arca’nın
sınıf arkadaşının annesi, bir de kitap kulübünden Hümeyra, o kadar. Neyse biz
de etkinliklere katılım gösterdik, ben totomla balon patlattım, İlker dalgasını
geçti, o halat çekme ekibindeydi, bizim sınıf kazandı, filan…
31 Ekim 2015 Cumartesi
30 Ekim 2015 Cuma
Kitap yorumu: Bir Dönem İki Kadın
Bazı akşamlar Arca’ya
kitap okurken uyuyakalıyorum. Vücut bazen tempoya ayak uyduramıyor. Sabaha
kadar uyusam sorun değil, beni birkaç gün idare eder, ama bazen uyanıveriyorum.
Hadi tuvalete gideyim, hadi kapıya torba asayım, sabah Mehmet abi ekmek süt
getiriversin, derken uykum kaçıyor. İşte o sakat!
Yine bir gün uykum
kaçmışken kitap okuyayım bari dedim. Pavese’nin “Yalnız Kadınlar Arasında”
romanına o gün başlamıştım ama kitabı bir türlü bulamadım. Araya kitap
sokacaksan ya öykü, ya deneme olacak ki, bulduğunda diğerine devam edebilesin. Kitaplığı
karıştırırken “Bir dönem iki kadın”a rastladım. Bir sayfa bir sayfa daha derken
uykum iyice kaçtı ama kitaba da hayran kaldım. Hani öyle araya al, biraz oku, bırak
sonra tekrar alırsın eline tarzı bir kitap değil. Ben elimden bırakamadım ki,
tekrar elime alayım…
Ekim biterken...
“Uzun zamandır buralara
uğramamıştım…” cümlesiyle başlayan blog yazısı gördüm mü, tıklamıyorum, gönül
koyuyorum sitem ediyorum kendimce. Hani öylesine yazmakla başla işte diyorum,
gerisi gelir diyorum. O yüzden bir haftadır yazmadığımdan, hatta bir haftadır,
yazmadığımı bile yeni fark etmiş olduğumdan bahsetmeyeceğim (hayır hayır bak
bahsetmiyorum puhahahah)
Biz blogla eski dostlar
gibiyiz, hani senelerce görmezsin, haberleşemezsin ama bir araya geldiğinde
sanki dün ayrılmışçasına kaldığın yerden devam edersin - ki dostluk işte tam da
budur – benim blogla olayım da o hesap.
Neyse şükür kavuşturana…
Ekim tam da tahmin
ettiğim gibi yoğunluklarıyla geldi, geçti ve hiç tahmin etmediğim gibi üzüntüler
getirdi. Belki de bu yüzden ben çok içime kapandım. En azından sosyal medyaya
fazla bulaşmadım. Ve okudum, çok okudum. Ekim bitmeden beş kitap bitirmiş, bir
başucu kitabından da bölümler okumuştum bile. Edebiyat olmasa nasıl dayanırdık
yeryüzüne, değil mi Tezer’im:)
Şöyle bir dönüp baktım da
Ekim bana büyük üzüntülerle başa çıkmaya çalışan insanlara saygı duymayı,
kıyısından köşesinden empati kurmayı öğretti.
23 Ekim 2015 Cuma
21 Ekim 2015 Çarşamba
Bir kontrol manyağından ahkam kesme yazısı
Çalışırken bir arkadaşım telefon etti, bilmem ne projesi için özel fiyat almış mıydın diye sordu. Bir anda resetlendim ve hemen cevap veremedim. Halbuki ben o projeyi diğerleriyle birleştirmiş, daha iyi fiyat alabilmek için üreticiye ne diller dökmüştüm. Bunlar bir anda aklıma gelmedi, halbuki defterime bile tek tek not almıştım. Halbuki…
Konuya hakimiyet sıfır, otur! Aslında bunu da diyemem, çünkü konuya hakimim, notlarıma bir bakınca tüm çalışma film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden ama o ilk anda araba farı görmüş tavşan halimi üzerimden atamadım. Böyle oluyor. Aslında yapıyorum ama bitirince rafa kaldırıp unutuyorum. Her şey için notlarıma bakmam lazım. Bu kafa yorgunluğunun unutkanlığın çözümü ne? Bilmiyorum. B12 vitamini?
Sadece iş değil. Ben artık özel hayatımda da not almadan hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Hemen her gün öğlen yemeğinden sonra defterimi açıp başlıyorum yazmaya;
BUGÜN YAPILACAKLAR
19 Ekim 2015 Pazartesi
Kahkaha atmak ister misiniz?
Bu ara hafta sonları
acayip bir maraton halinde geçiyor.
Cumartesi sabah, piyano
dersine gidiyoruz. Arca, kavramada iyi, tekrar ve evde pekiştirmede kötü bir
öğrenci. Böyle giderse, yakında zorlanacak. Olsun, anın tadını çıkarıyor,
piyanoyu sevdiğini söylüyor, ne yapalım bir Fazıl Say da yetiştirmeyiverelim :)
Piyanodan çıkıp basketbol
kursuna gidiyoruz, gör dötüm yollar!
Benim vakti zamanında “ay
çocuklara boş zaman bırakın, bırakınız sıkılsınlar, ay o kurs senin bu kurs
benim gezdiriyor musunuz, bıyyy iğrençsiniz” çerçevesinde dönen sayıklamalarımı
(ne sayıklaması yav çarşaf çarşaf yazmışım, inkar edersem suratıma tükür:P)
hatırlayanlara, peşinen söyleyeyim, annelik macerasında yaladığım ilk tükürük bu
değil. Ben daha neler yaladım. Zaten artık yalama olduğum için hiç de
utanmıyorum, çocuk gideceğim diyor ayol ben n’apayım?
Laf aramızda Legoya da
gitmek istedi, artık çüş dedik. Basketbol için şikayet ettiğime bakma, - anaokulundaki
psikolog da bu yıl sınıf öğretmeni de çok ama çok hareketli olan Arca’nın
enerjisini atması gerektiğini vurgulamışlardı – benim de aslında seçmesi hoşuma
gitti. Zira Arca bu yaz aşırı kilo aldı, sonra lego, satranç, piyano, puzzle,
resim gibi umumiyetle fiziksel aktivitesi kısıtlı ilgi alanları var. Biraz
hareket, sınıftaki hareketliliğini de sönümler diye düşünüyordum.
Lafı dolandırmanın manası
yok, kurslara bıkbıklıyordum, şimdi kendim elimle götürüp getiriyorum,
bahaneler, kınamalar, tuh rezil kadın, bıkbıklayacağına önce kendi çocuğuna
serbest zaman ver diyenler, diyeceklerini dedilerse, dağılabiliriz.
Yok dur dağılmayalım,
daha anlatacaklarım var.
16 Ekim 2015 Cuma
Ev düzeni nasıl gidiyor? Merak edenlere…
Evi derleme toparlama
günleriydi. Taşınacaktık, yılların çöpü, kullanılmayanları, istifi evdeydi.
Taşınmak, arınmak ve sadeleşmek için iyi bir vesile. İlker’in her şeyi attığını,
benimse arkasından çöpleri eşeleyip geri tıktığımı anlattığım yazımı okuyunca,
Özlem bir mesaj attı ve hayatını değiştiren bir kitabı önerdi. Türkçesi var mı
bilmiyordu, neyse ki vardı. Bir kitabın, özellikle de kişisel gelişim vaat eden
bir kitabın bir insanın hayatını değiştirmesi fikri biraz iddialı gelmiş olsa
da kitabı hemen sipariş ettim. Çünkü ben kitap tavsiyelerine asla hayır
diyemem. İyi ki de görmezden gelmeyi seçmemişim. İyi ki de kitabı alıp hemen
okumuşum.
Zaten uzun uzun öncesini
sonrasını anlatmıştım. Kitabın en önemli kısmının “atmak” olduğundan ve tek tek neler yaptığımdan bahsetmiştim.
Peki sonra ne oldu? Artık
düzenli miyim? Marie Kondo’nun yöntemlerini uyguladıktan sonra devam
ettirebildim mi? Şimdi durum ne? … Diye merak edenler için gelsin bu yazı.
Merak etmeyenler ekranın sağ üst köşesindeki çarpı işaretini tıklamak suretiyle
aramızdan ayrılabilir, kalanlarla devam edelim:
15 Ekim 2015 Perşembe
Yorgunuz lan biz!
Geçen gün Arca’nın okulunda
bir veli öğretmen görüşmesi vardı. Randevu saati ne akşamüzeri ne sabah, günün
ofise git gel yapılmayacak kadar kötü bir zamanı. Sabahtan yarım gün yıllık
izin aldım. Arca’yı uğurladık. Yıllardır ilk defa sabah çayımı bitirebildim,
hatta ikinciyi içtim. Kahvaltıdan sonra giyinmek için kalkar, yanıma da çay
bardağımı alırım, bir odadan diğerine elimde çay bardağıyla dolanırım. O
bardaktaki o çay hiç bitmez. Genellikle de evin girişindeki sehpaya bırakır,
çıkarım. Her akşam eve geldiğimde o yarısı dolu çay bardağı karşılar beni ve
ben her sabah şu çayımı da bir keyifle içeyim de öyle çıkayım diye söz veririm
kendime, nafile bir çaba…
14 Ekim 2015 Çarşamba
Yeryüzüne dayanabilmek için
İnsan eli eteğini
dünyadan çekmek istiyor. İçine kapanmak ve içinde yaşamak. Kabuğundan bir koza
örmek ve küçük kozasına kimseleri davet etmemek istiyor. Bu zamanlar, işte o
zamanlar…
Dış etkenlerden korumak
istiyor insan kendini. Çünkü insan en çok kendini sever, sevmelidir de... En basitinden, twitter’da okuduğun bir şeyden, mesela
başbakanın ellerinde canlı bomba listesi olduğunu ve hiçbir şey yapmadıklarını
söylediğini okumaktan, ya da kafan dağılsın diye izlediğin bir maçın
seyircilerinin insanlık dışı saygısızlığından korunmak istiyorsun ama işte bir
şekilde gündem yine seni gelip buluyor, bir haberin satırlarında, televizyondan
gelen bir küçük seste buluyor.
Kaçacak delik yok.
Tezer Özlü’ye “neden
edebiyat?” diye sormuşlar, “yeryüzüne dayanabilmek için” demiş.
12 Ekim 2015 Pazartesi
Ters ışık
Fotoğrafçılıkta ters ışık
diye bir terim vardır. Işık konunun/kişinin arkasındadır ve sen onun fotoğrafını
çektiğinde bir gölgeyi fotoğraflamış olursun. Ne mimik görünür, ne detayları
profilin. Bugünler ters ışık gibi her şey. Ana hatlarıyla orada bir çocuk, bir
kayık, bir insan olduğunu görüyorsun ama detayları göremiyorsun, sır gibi…
Kayığın rengi, insanın gülümseyip gülümsemediği sır.
Günümüz, günlerimiz artık
tebessümden uzak.
Daha geçen
gülümseyebilecek şeylerin olmasına seviniyordum, pollyannanın izmir şubesiyim!
Bugün nereye dönüp baksam kalbim sıkışıyor.
Acıkıyorum, içim acıyor,
çocuğuma bakıyorum, gözlerim doluyor. Metroya binerken korkuyorum. Sabah
birimizin başına bir şey gelecekse, bari ikimizden biri çocuğumuz için sağ
kalalım diye dua ederken buldum kendimi. Korku, isyan, üzüntü her yerde, en çok
da içimizde.
Işık ne zaman günlerimizin
yüzüne vuracak?
9 Ekim 2015 Cuma
Dumur diyalog #149 : Ödev özel
Ödevlerin en sevmediği kısmı boyama. İllet oluyor.
Ödev kağıtlarının sonunda çocuğun kendini değerlendirmesi var. Bunu seviyorum.
İki kutucuk koyuyorlar, birinde "beğendim" diğerinde "daha iyisini yapabilirim" yazıyor. Çocuk ödevini yaptıktan sonra kendi kendisini değerlendiriyor.
(Arca daha ödevi yapmadan "beğendim" kutucuğunu seçiyor:P Özgüven tavan!)
8 Ekim 2015 Perşembe
Gülümsemek için güzel bir gün
Akşam çok erken yattım. Daha doğrusu Arca ile birlikte uyumuşum, sonra beni bekleyen ütüleri bildiğimden salona
gittim ama uyanamıyorum bir türlü. Kendime çektirdiğim işkencenin farkına varan
İlker, yatağıma yatmamı tavsiye etti. Demek ondan gelecek bir teşvike ihtiyacım
varmış, girdim yatağa, uyumuşum. Uyur uyumaz da bir rüya gördüm. Keçi sürüsü ve
dışkılayan, dışkılayınca mutlu mutlu gülümseyen keçiler. Derhal rüya tabirleri
sitelerini açtım, pek rahatlayacağıma delalet edermiş. Aman iyi… Uyumaya devam.
Sabahın altısında kalktım
tabii. Üzerimde üç gündür banyo yapmamış insanların pisliği var. Normal çünkü
üç gündür banyo yapmadım. Keçi pislikleri gece rüyama girerek bana bir mesaj mı
veriyordu acaba? Ütüler sorun değil de Arca’ya söz verdiğim keki de yapmadım, o
fena.
Kısa #9: Gülümsemek
Bazı günler kötü geçer.
İşler yolunda gitmez bazen. Dün mesela, sabah ofise gittiğimde hiç
keyfim yoktu. Hatta tüm gün kendimi çok gereksiz hissettim. Bir türlü motive
edemedim kendimi. Birkaç iş hallettim, bir tanesi süründü elimde. Diyorum ya
keyifsizdi! İnsan bir işe yaradığını, bir şeyleri hallettiğini, tamamladığını
hissettiğinde kendi de tamamlanmış gibi oluyor. Neyse ki evde tamamlanmayı
bekleyen işler vardı. Sabahtan ıslatılmış nohut ile çözdürülmüş etten ertesi
güne yemek yapılacaktı. Ütüler vardı, İlker’in ve Arca’nın t-shirtleri…
Dumur Diyalog #148
Okulda hafta sonu kurslarına kayıtlar başlar. Arca uzun bir süre basketbol ve lego arasında kararsız kalır. Fikir sürekli değişir, karar verme sürecinde bir gün:
A: Basketboldan vazgeçtim.
Y: Neden?
A: Basketboldan vazgeçtim.
Y: Neden?
7 Ekim 2015 Çarşamba
antikapitalist monologlar
Çok değil, bundan otuz yıl
önce hazır giyim bugünkü kadar yaygın değildi. Özellikle çocuklar için. Annem
dikerdi giysilerimizi, ablandan küçülenler zaten sana kalır… Hatta hiç unutmam,
anneannemlerin Akhisar’da Hashoca mahallesindeki müstakil evinin sokağında bir
komşuları vardı. Evinin bodrum katında örme tezgahı vardı ailenin ve hazır
triko gibi birer hırka ördürülmüştü bize orada. Belinin arkasında kuşak olan,
yakalı, kırmızı nefis bir hırka. O kadar şanslıydım ki, kendimize ait olanlar
küçülünce bir süre daha ablamdan kalanı da giymiştim. Annem yakasına üç tane
inci işlemişti, çok zarifti. O hırkalarda kimselerde yoktu, özeldi. Üniversite
yıllarına kadar annem bana elbiseler, bluzler dikmeye devam etti. Sonra
konfeksiyon git gide ucuzlamaya başladı, ulaşılabilir, erişilebilir oldu. Bugün
büyük mağaza zincirlerinin hemen hepsi çocuk koleksiyonu bile çıkarıyor. Ama ne
var ki, herkes birbirinin aynı giyinir oldu. Partilerde pişti olursun ya hani,
benim öyle birkaç entarim var, metroda bile pişti oluyorum.
Saçında Gün Işığı
... Vücudunu kıza göre
konumlandırdı. Başı hafif öne eğik, eli kızın yüzünü güneşten korumak için
aralarında bir gölgelik oluşturuyor. Nafile bir jest. Sadece sessizlik. Kızın
saçında gün ışığı...
Kitabın son satırları…
Bayılırım bir filmin ya da kitabın
sonunu söylemeye. Evet pisliğim biliyorum. Ya da şöyle kıvırayım; “mühim olan
süreç, sonucun önemi yok, okumanın tadına varmak için sonunu bilmemeye ihtiyaç
yok..”
Tamam, boş ver. Yukarıdaki
satırlar kitap hakkında hiçbir ön bilgi vermiyor. Cümleten sinirlerimiz
yatışabilir. Alıntılamaktan hoşlandığım birkaç cümleyi de yazmış olabilirdim. Ama
en hoşuma giden cümleyi yazar sona bırakmış, elden ne gelir:)
6 Ekim 2015 Salı
kısa #8 : İran'laşıyor muyuz?
Yıllar önce henüz Türkiye’nin İran’a
dönüşeceğine ihtimal vermediğimiz zamanlarda İran’lı bir arkadaşım vardı:
Salome. Öğrenci değişimi programı ile staj için İstanbul’a gelmişti, bizim
yurtta kalıyordu. Anneannesi azeriydi ve çok iyi bir Türkçesi vardı. İran’lıydı
fakat islami devrimden önce ailesi Avusturya’ya kaçmıştı, yani aslında Salome
orada doğmuştu ve Avusturya vatandaşıydı. Mimarlık okuyordu, stajı bitince
İran’a akrabalarını ziyarete gidecekti. Bize orada giyeceği çarşafı
göstermişti, tüylerim diken diken olmuştu. Bir de çok ince olduğunu
hatırlıyorum, içini gösterecek kadar ince. Işık vurdu mu içini gösteriyor zaten
demişti, ama bunu giymek şart.
2 Ekim 2015 Cuma
Ekim'de neler yapmalı?
Ekim bizim buralarda
sonbaharın yeni yeni hissedildiği ay. Geçen hafta denize girdik yav:) İlk defa
bu hafta sabah üzerime bir hırka aldım. Ekim tam da artık “sonbahar geldi”
dediğimiz ay…
Düzen kışa kayınca, ister
istemez yapılacaklar listesi de kabarıyor. Özellikle yazdan erteleneneler. Ekim’de
ne yapmalı diye liste çıkarırken bir de baktım, ucu bucağı görünmüyor. Önce
haftalara böldüm sonra da lokma lokma günlere, bitecek gibi değil!
1 Ekim 2015 Perşembe
Dizi
Akşam maç izlemeye
Zeyneplere gitmiştik, gitmişken pideleri üzerine mis gibi kahveleri götürdük,
İlkerle Tufan maç izler, Arca ile Poyraz oynarken biz de Zeyneple oturduk,
sohbet ediyoruz, televizyon da açık. Poyraz Karayel diye bir dizinin geçen
bölümünün özeti vardı. Hani Tutunamayanlar’a “Poyrazcığım Karayel” şeklinde,
bokunu çıkarırcasına gönderme yapan dizi. Merak ediyorum, kaç kişi anladı o
göndermeyi ve kaç kişi merak edip de Tutunamayanları okudu sonrasında? Yoksa
sadece dizi ekibinin “müthiş enteliz” mesajı mıydı göze sokulan? Sahi neydi?