Dün akşam ofisten çıkarken hala “gidiyorum ama hiç içim rahat değil, yapabilecek misiniz, size güvenebilir miyim” diyordum, arkadaşların içinden “gitse de kurtulsak” dediğine eminim.
Gerçi son gün kendime yüklenmeyi bırakmış, Burcu’nun mailiyle yalnız olmadığıma
şükretmiştim ama …
Hayır sanki hiç tatil moduna giremeyecek gibiydim.
Yine de…
Kendime, kendimi her şeyden soyutlama izni verdim. İşle ilgili hiçbir şeye bakmamaya, arkadaşlarıma güvenmeye karar verdim. her şeyin bensiz halledilebileceğine -hatta belki daha iyi- inanmaya söz verdim.
Ve sabah tatil moduna girmiş olarak uyandım. Tesadüf o ki, İdil ve Yiğitle aynı uçağa binecektik.
Günlerdir meşhur turkish expats in belgium facebook grubundan yapılan tüm o “havaalanına 5 saat önceden gidin, yok yok beş az altı saat evvel orada olun” bildirimleri , bizden önce memlekete konan Burçinlerin ve Ayşelerin uyarıları tabiri caizse ödümüzü koparmıştı ve 11 uçağı için 7:45’te alana damlamıştık.
El bagajlı şahsım için her şey kolaydı, hiç sıraya girmeden, freeshop , sandviç alışverişlerimi yapacak kadar, tatil sayesinde sosyal medya kelebeğine dönüşecek kadar, facebook grubunda güncelleme yapacak kadar… ve hatta kahve içip kitap okuyacak kadar.
Ve işte uçaktayım.
Bulutları seyrediyorum, sadece düşünüyorum.. Yalnız seyahatlerimde hep yaptığım gibi plan proje (ne gün nerede kalınacak şeklinde excel tablom yok mesela ya da alınacaklar-yapılacaklar listesi ya da tatil dönüşü yapılacaklar, günlük spor rutinimi Leslie ile mi devam edeyim, bıngıl kollarıma ağırlık kaldırmak mı iyi gelir, dur ben bir yoga planına başlayayım en iyisi …) peşinde değilim. İlk defa değilim.
Hani bir hikaye vardır, bilge biriyle sohbet eden usta hoca bilgeyi dinlerken sürekli sözünü keser, kendi anlatır da anlatır. Derken sıkılan bilge çay içmeyi teklif eder, elinde bardağı hala konuşmakta olan usta bir de ne görsün, bilge çayı bardaktan taşmasına rağmen doldurmaya devam etmekte. Bilge der ki; “sen de bu bardak gibisin o kadar dolusun ki başka bir şey almıyor kafa. Önce boşalt sonra gel”
(Yani muhtemelen bu kadar öküzce dememiştir bilgece söylemiştir)
Unlearn dedikleri bu. Hiç öğrenmemişçesine deneyimlerden, öğrenilmişliklerden azad olmak. Kırk yaşı geçtiğinde bu unlearn işi zorlaşıyor, ama imkansız değil. Biraz pratik yapmak lazım yargıları, bilgileri parçalamak ve sorgulamak.
Ya da türbülansa girmek :))) buraya kadar uçakta yazmıştım, yazıyı yüklemeden önce uçağın inişinde girdiğimiz türbülans yüzünden çığlıkları korkuları hatırladım, aklıma geldi, harbiden bir türbülabsa girdik çıktık bir anda bütün yargılar bütün öğrenilmişlikler uçtu gitti:))
3 yorum:
o hikaye çok güzel bir zen öyküsü yaa, zen eti zen kemiği kitabından :)
Kitabı aldım, ikinize de teşekkür ederim Yeliz ve Deeptone :)
eveet, peki, ne güzel kitap o yaa :)
Yorum Gönder