15 Haziran 2024 Cumartesi

Kalimera cınım

 Aldığınız en güzel doğum günü hediyesi hangisiydi?

Benim için en güzeli miydi belki çok daha güzelleri vardı bilmiyorum ama en anlamlısıydı. Zira ilk defa üniversiteden kızlarla kocasız çocuksuz tatile çıkmak hem de en çok ihtiyaç duyduğum bugünlerde.


“Çok kısa bir tatil için çok masraf olacak bütçemiz zaten gıdım gıdım hiç zamanı değil”, dediğimde ve evet arkadaşlarımın düşünmeksizin bu paraları ödeyebildiğine şaşırdığımı söylediğimde, muhterem kocam uçak biletimi satın aldı. Doğum günü hediyesi, dedi, bitti. (Galiba çok bıkbıkladım )



Ama şarkılarını bildiğimden bile emin olmadığım grubun konserine gitmemem konusunda hemfikir olduk. İşte böyle… sonra Elvanın vizesi çıkmadı, konser bileti o kadar pahalıydı ve ben gitmeme niyetinde o kadar nettim ki, Elvanın biletini almak aklıma bile gelmedi. Gerçi o, bileti gönderdi, sen git dedi. Bütçe ayırmamışım, hediye kabul etmek için çok yüksek bir fiyat yani nerden baksan içime sinmedi. 


Sonra ne oldu söyleyeyim. 


Cuma günü denize girdik. Benim karpuzları denize düşürdük nitekim. (Yazar burada şyşce semirmiş totosunun iki lobuna gönderme yapıyor) Cumartesi de Acropolis’e çıktık. Allah biliyor ya, keçi gibiyimdir, dağ taş demem tırmanırım. Çıktık, indik derken yemek yedik, yemekten sonra çarşıda gezerken ve de bir dükkanın önünde pipili gazoz kapağı açacaklarına gülerken dükkanın basamağında bileğim döndü, düştüm. 


E kocanı bırakıp pipili gazoz açacaklarına dalar gidersen Allah çarpar. 



Benim bileğim çok burkulur, yolda dönüverir düzelir, düşsem bile iki adım sonra yürümeye devam ederim. Alışkınım. Ve biraz da bundan sebep bu defakinin çok ciddi olduğunu anladım. Kendimi, kırık çatlak var mı diye düştüğüm basamakta yoklarken kızlara “durum ciddi acil buz bulun” diyebildim.  Karşı lokantadan buz koşturan garson ne kadar iyi bir insansın, gönlüne göre versin. Ben eve yollandıktan sonra da kızlara sormuş sağ olsun. 


Bir on beş dakika kaldırımda buz tedavisi sonrası Emelle eve döndük, diğerleri daha fazla buz bulmak için arkada kaldılar. Az sonra kırık olmadığından emin - malum kırık olsa duramazsın :)) - olunca kızlarla olayın istişaresine girdik. 


Nazar mıydı? 

Başkasının nazarı mıydı yoksa o kadar sevinmiştik de kendi kendimize mi nazar değdirmiştik? 

Hem zaten ben o konsere gitmeye hiç niyet etmemiştim acaba bilinçaltında bir yerlerde kendimi mi sabote etmiştim? 

Bana oldu daha mı iyi oldu acaba - tövbeler olsun iyi ne ya - zira kızlar deli paralar vermişlerdi konsere, ya o niyetle gelmiş olanlardan birinin başına geleydi?

Yok yok verilmiş sadakamız vardı da daha beter olmadı


İstişareler tüm gece sürdü. Bir kısım nazara enerjiye yorarken bir kısım “çağırmaya” başka bir kısımsa “anlam yüklemenin yanlışlığına” dikkat çekti. Ne olduysa oldu nihayetinde pazar fazla sokaklarda gezmeden eve konuşlandım, kızlar konsere gitti, ben de zaten planladığım üzere açtım dizileri filmleri, açtım yunan birasını terasta yaz akşamının tadını çıkardım.


Bu yazıyı buz koymadıkça şişmeye devam eden bileğimle ben uçaktayken yazdım. O günden beri buz jel tedavisi ve az yürümekle bileği beterinden kurtardık.


Her şeye rağmen şahane bir üç gündü. Kız arkadaşlarımla uzun uzun sohbet ettim, yüksek sesli kahkahalarla Atina sokaklarını şenlendirdim. “İyi geldi” demek hafif kalır. Seneye nerede ve ne zaman buluşacağımızı şimdiden konuşmaya başladık. Tabii bu defa Elvan da.. 


4 Haziran 2024 Salı

Macera dolu Amerika

 Nankörlük yapmış gibi olmayayım ama bu yılki müşteri ödül gezisine katılacağım netleştiğinde, “tüh ya keşke Japonya’ya gidilen geziye denk gelseydim” dedim, yalan yok. Bu yılki Amerika’ydı. San Francisco Silicon vadisindeki ofiste seminer gününü müteakip müşteri gezdirmece ve dolayısıyla kendin de gezmece. En iyi iş seyahati biçimi lakin Amerika’nın bir cazibesi yok. 

Filmlerde gördüğümüzden farklı ne gördün dersen, az buçuk Mission District turunu sevdim, gerisi aynı. Biz San Francisco Sokakları dizisiyle büyümüş nesiliz, Pretty Woman’ın alışveriş yaptığı caddeye hakimiz, Beverly Hills desen malumunuz. 



Kültür desen yok, tarih desen yok, mutfak desen büyük porsiyonlar işte o kadar. Ha bir de insanlarının hepsi mi high olur kardeşim? Bir dükkana giriyorsun, başlıyorlar “günün nasıl geçiyor?” Hem de büyük volumda… sana ne kardeşim benim günümden. Hayır yani ben enerjisi yüksek, pozitif, gülümseyen bir tip olarak tanınırım, bunların yanında nemrutun önde gideni oldum. 


Her yanda evsizler, ama bir o kadar da gösteriş, ışıltı öte yanda… Bir yanda deli gibi spor yapan tıfıl tipler, öte yanda obez çocuklar… Ülkece bipolar vaziyetler…


Bir de bir şey satın alayım diyorsun, vergisi bahşişi bilmem nesi hop etiketin üzerinden 20-30% giriyor. Ne ara nasıl? Zaten bahşiş vermezsen dayak yemediğin kalıyor, öyle acayip bir durum. Uzun lafın kısası, iş için olmasa o kadar yolu çekmeye değmez. Hani jet lagdan muzdarip olmaya meraklıysan bari Meksika, Şili efendime söyleyeyim Brezilya’ya, öte yandan Japonya’ya git de değsin bari. 


Gerçi Santa Monica bizim İzmir’e benziyordu, palmiyeleri, yaseminleri, begonvilleri filan sıcacık keyifli bir sayfiye gibi. Büyük yolları ve büyük arabaları ile karbon salınımını zerre sallamayan bu koca ülke Avrupa’dan gelen biz zavallı sürdürülebilirlik neferlerini üzdü. Bir de nasıl cahiliz, yolda gördüğümüz Coco’nun videolarını çekeceğiz diye yemeğin sahibini muhtemelen çileden çıkardık. Getir’in yerini Coco almış, insansız kurye aracı. İnsansız pek çok şeyden biri de taksilerdi. Uber’den bile ucuzmuş. Uber deyince, tabii ki Türk şoförlü bir tanesine denk geldik. Türk’ün olmadığı yer var mı? Her yerdeyiz.


Bizim üniversite öğrenciliğimiz zamanında Amerika’ya kapağı atmak gibi trend vardı. Fakülteden pek çok arkadaş master dil okulu vs için Amerika’ya gitmişti. Bizim vizyonsuzluğumuzdan mıdır nedir, hiç aklıma bile gelmemişti. Gidenler de hep kaldı, demek ki, benim hala görmediğim iyi bir şeyler var Amerika’da. Şimdi bakıyorum da, gençler daha çok Avrupa’yı tercih ediyor, ya da bendeki algı o şekilde, nitekim Duru seneye Hollanda’ya mastera gelecek.


Belçika’ya inice kendimi evimde hissettim. Avrupalının o gösterişten uzak hatta mesafeli duruşunu özlemişim, kimse bana günümün nasıl geçtiğini sormaması ne iyi!