Ben bu “ne yapıyorum” “ne okuyorum” “ne izliyorum” üçlemesini okuyanlar için mi yoksa kendim için mi yazıyorum bilmiyorum. Ara sıra dönüp de o vakitler hayatı nasıl geçiriyormuşum diye bakmak hoşuma gidiyor.
Neler yapıyorsun Yeliz diye soracak olursan, sabah Zeynep’e verdiğim cevabı vereyim; “biz aynı, her gün evin inşaatına gidip kaç tuğla koymuşlar diye sayıyoruz”.
Altı ay kadar önce oturduğumuz dairenin satılığa çıktığını söylemişimdir. Her hafta gelen giden oluyor, artık kanka olduğumuz emlakçıdan İlkerin öğrendiğine göre teklifler de varmış, ama henüz satıldığı bilgisi gelmedi. Aman gelmesin, ben ziyaretlerden önce tütsüler, büyüler yapıyorum, evi biraz kötülüyorum filan. Ne kadar geç satılırsa o kadar iyi, ki burdan direkt kendi evimize geçebilelim. Bana sorarsan iki ay daha satılmazsa yırtarız. Zira bizim evin inşaatı devam.
Bu evlerin satılması, yapılması vesaire gibi uzun süreçler bize garip geliyor. Mesela işte verilen tekliflere 1 ay içinde cevap verilmesi, anlaşılırsa işlemlerin 3 ay kadar sürmesi, evi boşaltma zorunluluğunun 6 aydan başlaması filan. Türkiye’de git tapuya yarın taşın filan…
Yavaş süreçlere alışmak … hala yapabildiğim bir şey değil.
Başka ne yapıyorsun diye soracak olursan, her gün ofise gidiyorum çünkü yeni bir arkadaş başladı ekipte, yalnız bırakmak istemiyorum. Nasıl genç bir bilsen. 25 yaşında daha. Bu kuşağın 25’i bizim kuşağın 15’i gibi. Ben 25 yaşında evliydim bile. Bu daha anasının evinden Polonya’dan kalmış gelmiş. Bazen karşımda Arca varmış gibi geliyor. Yakında evladım demeye başlayacağım :)) Ki pratikte erkenden çocuk yapaydım pek ala benim çocuğum da bu yaşta olabilirdi.
Yok yok bu yazıyı “yaşlandığını nasıl anlarsın” serisine dönüştürmeyeceğim, korkmayın.
Bu hafta sonu Belçika’da hava sıcaklıklarının yirmi derecenin üzerine çıkacağı haberi haftanın başından beri en önemli gündem maddesi. Brüksel’de güneşe yüzünü verirken içkini yudumlayacağın teraslar önerisi, en iyi açık hava aktivite listesi ve daha niceleri sosyal medyayı meşgul ediyor.
Bense hava koşullarından bağımsız hemen her gün yaptığım gibi, sabah yürüyüşü bahanesiyle fırına gittim. Tüm kiraz ağaçları açmış, çiçeklerin renkleri güneş ışığıyla daha da parlamış. Van Gogh için Hollanda’dan Fransa’ya sırf güneşin ışığını yakalamak için taşındığını söylerler, haksız sayılmaz. Güneş ışığıyla yıkadığı her şeyi muhteşem bir renge dönüştürüyor.
Hiç içimden Brüksel’in hınca hınç olacağını tahmin ettiğim cafelerinde oturmak gelmiyor. Geçtiğimiz hafta resmen üzerimden geçti. Bizim terası elden geçirip öğleden sonramı terasta okuyarak ya da Flamanca çalışarak geçirmeyi planlıyorum.
Demişken … Neler okuyorum?
Bitmeyecek Öykü.
Masalsı bir fantastik. Okumadıysanız, hiç öyle çocuk kitabıdır demeyin okuyun, içine alıp götüren nefis bir kitap.
Yürürken ya da araba kullanırken dinlediğim “Japonların kadim beslenme sırrı” da ilginç. Tek öğün yemenin, tam doymadan sofradan kalkmanın, aç kalmanın ne kadar sağlıklı olduğunu anlatıyor. Tıbbi araştırmalar ne kadar doğru olduğunu kanıtlasa da uygulanabilirliğine katkı sağlamıyor maalesef. Bakalım belki kitap bittiğinde fikirlerim değişir.
Bundan evvel, Sinem Sal’ın “bizim zamanımız” kitabını dinlemiştim. Eğlenceli bir kitaptı. İncelikli espiriler, hızlıca akıp giden bir hikaye. Sinem Sal’ı Behice’nin Yarım kalan işleri ile tanımıştım, bu kitabını da çok sevdim. Yaz gelirken iyi gider, önermeden geçmeyeyim.
Neler izliyorum?
Netflix’ten üç cisim problemini son bölümünde dün akşam uyuyakalmam pek iyiye alamet değil. Hani güzel dizi de beni öyle deliler gibi merak ettirmedi.
Çarşamba gelse de, çayımı koyup izlesem dediğim Bahar tabii ki şahane. (Benim için Çarşamba zira youtube’tan izliyorum)
Gibi’nin yeni sezonu gelmiş, hafta sonu ona saralım bari.
İşte benden bu kadar … E siz neler yapıyorsunuz bakalım? Bayram telaşları tatiller? Haftaya hayat memleketimde başka türlü akacak hadi bakalım.
(Bu yazıyı yazarken öyle uzatmışım ki, içinden iki yazı daha çıktı. Önümüzdeki günlerde düşer bloga hadi bana eyvallah)