29 Haziran 2015 Pazartesi

Sadeleşmek mi? Sanata, sanatçıya ihanet mi?

“Hobisini işe dönüştürmek” diye bir tabir var ya, gerçek anlamda yapmak istediği şeyi değil de başka işleri meslek edinmiş kimselerin hayalidir, etrafımızda pek çok örneğini görürüz. Peki ya “işini hobiye dönüştürmek”? Sizi bilmem ama benim aklıma bu sınıflandırmaya giren tek kişi geliyor: babam. Emekliliğini ilan ettiğinden beri işi tamamen hobiye dönüşmüş durumda. Yıllardır atmadan biriktirdiği her parça malzeme, eşya da bu hobi öyküsünde birer karakter. 

Bu kış projesi, atölye ve depo olarak da kullandığı yazlığın bahçesindeki kulübeyi genişletmekti. Böylece bisikletlerimiz için daha uygun bir yer açılmış, raflar eklenmiş, kulübe (yeni boyutlarıyla artık müştemilat diyebiliriz) iyice ferahlamıştı. Tam orada köşede en üste bir dolap koymuş babam. Gözüm bir yerden ısırıyor. Ahşap kapaklar kare ızgara şeklinde, uzandım kulpuna boyum yetmedi, o ızgaralardaki boşluklara parmaklarımı geçirerek kapağını açtım. Tabii ya! Bizim otuz senelik banyo dolabının kapağı! Boyum o zaman da yetmezdi kulpa ve yine parmaklarımı o ızgaralardan geçirerek kapağı açardım. Bizimkiler o dolabın durduğu evden taşınalı on sene oldu neredeyse, dolabı ne yaptı bilmiyorum ama kapaklarını ne yaptığını artık biliyorum!

Yarattıklarının “eldeki malzemeler”le yapılmasına son derece önem veren babamın geri dönüşümcü akımın öncüsü, “do it yourself” çılgınlığının babası olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim.

Dün akşam itibariyle muhteremle birlikte start verdiğimiz sadeleşme girişiminde anladık ki istifçilik konusunda babamın kızıyım! Her şeyin bir hatırası, her parçanın bir “değerlendirilebilirliği” var benim gözümde. Sorun şu ki bende babamdaki geri dönüşümcülük yeteneği olmadığı için yaşadığım ortamları sadece çöp eve dönüştürüyorum.

Sadeleşme girişiminin amacı belli. Çıkmaz ayın son çarşambası taşınacağımız evimize yerleşirken gereksiz yüklerden arınmış olmak. Nasıl olsa vakit bol, nasıl olsa evin planı bizimki ile aynı, yani sığardık sığamazdık gibi soru işaretleri yok diyerekten planlarımızı yaptık, temizleyelim, düzenleyelim, yeni evde bir tek yerleştirmek kalsın, dedik.

En bela oda dolap odası, diğer bir deyişle “tıkıştırma odası”. O odayı evimizin her şeyi IKEA’dan aldığımız dolaplarla, daha fazla saklama alanı yaratarak düzenli hale getireceğimiz düşüncesi tatlı bir rüyaydı. Zira saklama alanı büyüdükçe sakladıkların artıyor. Misal mail kotamı artırsın diye IT uzmanımızdan ricada bulunmuştum, sağ olsun artırdı, peki ne oldu? Yine kotam yetmiyor. Bizim dolap odası da o hesap.

Dün Arca’yı anneanne ve dedeye bırakıp erkenden İzmir’e döndük. Derhal odaya daldık. Vakumlu torbalara konacaklar, yazlığa sepetlenecekler, atılacaklar… Ooopps orada dur bakalım, atılacaklar mı? OOO YOO!... Sevmiyorum atmayı, attırmayın bana!

Bu işe tek başıma girişseydim çöp dahi atmaz sadece dolapları temizleyip düzelttiğimle kalırdım. İlker bu işe tek başına girişseydi, bugün kıçımıza giyecek don bulamazdık. Onun atılacaklar diye ayırdıklarını didikliyorum, yok onu kullanırım, yok bunun hatırası, berikinin değeri derken birkaç parçayı muhterem görmeden dolaplara gerisin geri tıkıyorum. Ben telefonla konuşurken bakıyorum tıktıklarımı çıkarmış, hesap soruyor bana. Düşün yani nasıl eğlenceli bir akşamdı. Yok yav latife etmiyorum, harbi çok eğlenceliydi. Ne zamandır bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum.

En çok takıştığımız kısım, Arca’nın sanat eserleriydi. Eli kalem tutmaya başladığından beri çocuğumun yaratımlarının bir sayfasını atmamışım. Hangi kutuyu açsam, hangi çekmeceye baksam hep Arca’nın faaliyetleri, resimleri, elişleri… Önce direndim, “Bunları ayıracağız, Arca gelince onun rızasını alıp öyle atacağız” dedim, ama İlker Nuh dedi peygamber demedi. “Tabii ki atmayalım diyecek, saklayalım diyecek, ama bundan beş sene sonra sakladım bunları dediğinde sana deli gözüyle bakacak!” şeklindeki sağlam argumanıyla mantık hücrelerime dokundu allahsız! Direnecek oldum, “Susan Stricker” dedim, o bana “saçmalama” dedi. Ben “pedagoji” dedim, o “yürü git” dedi. "Sanat" dedim, “hadi len”, dedi. 

Tahmin edileceği üzere, her evlilikte olması gerektiği üzere asgaride anlaştık. Ben kocaman bir kutu en özel çalışmalarını ayırdım (Yok artık anneler günü, babalar günü resimlerini de atacak değildim!), İlker de direnmedi. (yani aslında direnecekti de baktı, kendimi o kutuya bağlayıp "beni de kutuyla birlikte atarsın!" diyeceğimi anlayıp bıyık altından güldü, deliliğime verdi kanımca) 

O gözüm gibi baktığım kutuyu sakladım ama aklımın ruhumun bir köşesi hala Susan Stricker’a, Arca’nın sanatına, sanata ve sanatçıya ihanetimizi affedemiyor. Ah ulen İlker bizim oğlan sanatçı filan olamazsa yeminle senin yüzünden olamayacak!

15 yorum:

Adsız dedi ki...

Aynı senin gibiyim ya. Abartmıyorum kilo aldığım için üzerime olmayan kıyafetlerimi bile saklayıp zayıflayınca giyerim diyorum. Çocuk geldi 9 yaşına ben hala zayıflayacağım da onları giyeceğim. Peh peh peh... Ama atamıyorum işte. Bir de bazı eşyalarn güzel kutularını atmayıp sakladığım da doğrudur. Durumum vahim anlayacağın.

Ahu

sonra ayarlarız dedi ki...

:)

Sittirella dedi ki...

Ne varsa atarım! :) Acımam! :)))
Her 2-3 ayda bi' evden 2-3 koli eşya çıkarırım :)
Tek bi' tişörtü bile, eğer bi' sezonda giymemişsem veya 1-2 defa giymişsem, yok kilo almışsam dar geliyorsa veya kilo vermişsem, bol geliyorsa: heeemmen yardım kutusunu boylar! :)
Elimin altında her zaman kullandığım, her daim kullanacağımdan emin olduğum şeyler durur.
Bu kuralın istisnası kitaplarım, defterlerim ve de fotoğraflardır. Tavsiye ederim, ferah ferah yaşıyor insan... eheh :)))

Duygu dedi ki...

Vallahi saygı duydum:)

K.T dedi ki...

Bakarım ve sorarım "gecen sene kaç defa giydim?" " benim giydiğimden daha çok giyebilecek var mı?" "giydiğinde benden daha mutlu olacak var mı?" diye verilecekler arasına karışır kıyafetler.

Adsız dedi ki...

Her 2-3 ayda bir 2-3 koli esya cikarabiliyosan belki de atmayi degil almamayi denemeye baslamalisin :))

serpil dedi ki...

Beni etkileyen bir belgesel var, Temizlik Hastaları adı, trt-hd kanalında, izlemediysen internet üzerinde de izleyebilirsin, onu izledikçe evdeki eşyayı azaltmaya başladım, alışveriş yaparken de iyice düşünüyorum.

yeliz dedi ki...

ben de bazılarından ayrılamıyorum.. bir defa bile giyeceğimi bilsem veremiyorum:( ah evet aynen koca bir kutu, hediye kutusuymuş, atmamışız ilker kafama geçirecekti boş kutuyu:))

yeliz dedi ki...

evet sittirellam ben de o ferahlığı seviyorum, bir süre sonra hop başa dönülüyor ama olsun o his güxzel:) takdir ettim.

Adsızcığım yorumuna güldüm, katıldım ama şu var ki kıyafet için konuşuyorum eski kalite ve dayanıklılık yok kıyafetlerde. on yıldır atmadığım giysilerim de var ama bazıları bir sezonda giyilemeyecek hale geliyor. Üstelik ben trend moda şeyler almam zamansız parçaları severim yani sıkılmaktan ya da modası geçtiğinden değil de gerçekten giyilemeyecek hale gelince atmak zorunda kalıyorsun:(

yeliz dedi ki...

evet ben de aynı düsturu benimsiyorum. Uzmanlar da bunu yapıyor.

yeliz dedi ki...

teşekkürler serpil, bakacağım. eşyayı en aza indirip sadeleşmek en büyük ferahlık. Yaz geldi diye halıları kaldırdık o bile rahatlattı:)

Öykücü dedi ki...

Asla biriktirmem.Hiç bir eşyaya bağlanmam.Evde lazım olur diye de saklamam çünkü lazım olduğunda gidip alıyoruz:) O eşya yığını arasında ölürüm ben sıkıntıdan.

Çocuk sanat eserlerini saklamak için ise : https://www.artkiveapp.com/

Sevgiler.

Gulcin dedi ki...

Hep atacagim diyorum ama sonra bir bakiyorum birikmis de birikmis.
Ama tasinirken nasil dert oluyor o esyalar anlatamam Yeliz. At arkadasim at atabildigin kadar

iştemutluluk dedi ki...

Bende de öyle bir oda var işin içinden çıkamadığım . Duru nun eserlerinin hepsini saklamam mümkün değil çünkü her gün onlarca şey yazıp çiziyor. Bu işe şöyle bir çözüm buldum. Fotograflarını çekip pinterestte oluşturduğum gizli klasöre kopyalıyorum. Şimdilik çok çok özel olanlarını ise kağıtolarak saklamaya devam ediyorum.

Sittirella dedi ki...

"Adsız" gibi, anında teşhisi koyanlara gelsin...
Manyağım ben. Her gün gidip poşetler dolusu eşya alıp sonra da her 2-3 ayda bi' oturup 2-3 koli eşya eliyorum.
Çünkü para bok... Çünkü alışveriş benim için bi' çeşit spor...
Bende o beyin yok çünkü; "almazsam, atmak zorunda da kalmam" düşünemiyorum. İyi ki benden zeki insanlar var da böyle aydınlatıyorlar beni, sağ olsunlar.
Teallam yareppim.
Dur, sonuna gülücük de koyayım da çok sempatik-pek sevimli dursun :))

Yeliz'e...
Yelizcim, eşimin annesi tam bi' stokçu. Psikolojik rahatsızlığından ve her ay kendine almakla kalmayıp bize de koli koli gönderdiği eşyalardan aylar önce blogda bahsetmiştim. Evine gittiğimizde açtığım her kapaklı mobilyadan üzerime devrilen eşya yığınlarını gördükçe boğulacak gibi hissediyorum. Belki de bu tetiklemiştir bendeki "tutma, at!" durumunu.
Evde halı bile -kedi kızlarımdan dolayı- kullanmıyorum. Eşime ve bana gelen promosyon malzemeler bile daha elimize ulaştığı an "şurada kullanılacak" veya "hemen atılacak" diye etiketleniyor kafamızda.
Senden daha çok ihtiyaç duyan insanlar varken hiçbi' şeyi evde tutmamanı ısrarla tavsiye ederim. Kullanılmayan eşyalar dolap beklediğinde bu ihtiyaç duyanlara da biraz haksızlık oluyor. (tamamen şahsi görüşüm,uzmanlar da böyle düşünüyorsa negzel)
Hafifleyeceksin... Madden, manen...
Arca daha nice sanat eserleri döktürecek nasılsa. Dokuz odalı saray yavrusunda yaşasanız yetmez... Her şeyi kayda almanın imkânı var artık; dijital arşiv meselesini düşünmelisin. Bi' tarayıcı, bi' de 2 teralık saklama alanı yeter tüm resim, video ve diğer fotoğraflara...
Yani... teknoloji sağ olsun.