Pazardayım.
Hava yağmur renginde. Garip bir renktir o, gri desen değil,
karanlık da değil. Yağmur, yağmazdan az evvel havaya sephia bir filtre takar.
İndirecek biliyorum zaten alacaklarımı da almışım ama son bir tur daha
atıyorum.
Ben yeliz, ben bir Pazarkoliğim… Çocukluğumdan kanıma işledi Pazar,
sevmediğim bir dönem oldu, yıllarca gitmedim – ergen zamanlarıma rastlar – ama sonra
sahalara bir dönmüşüm… O hafta pazara gitmediysem, çok kötü hissediyorum
kendimi. İki torba bir şey alacaksam bile gitmeliyim – ki hiç iki torba
olmuyor, pazarı alıp geliyorum – mutlaka… Bu hafta da yüklenmişim ama son bir
tur atıyorum…
Bir tezgaha rast geldim. Müşteri fiyatını soruyor çintarın,
satıcı abla, “sekizden açtık tezgahı ama ilk sana söylüyorum, altıya olur,
yağmur yağacak yoksa indirmezdim fiyatı” diyor. Hafiften yanaşıyorum. Gördüm
ben bunlardan, Sıla fotoğrafını paylaşmıştı, hatta kesin yedim evvelden ama tam
emin olamıyorum. Yanaştığımı gören satıcı, sohbete beni de katıyor. İrilerinden
seçerim sana diyor. Abi, abla, ben sohbeti koyultuyoruz. Abla kavur diyor, abi
tereyağını eksik etme nefis olur diyor. Heyecanlanıyorum. Bir başka müşteri
yanaşıyor, çok değerli diyor, protein deposu, bana da bir kilo. Ben ay diyorum
az olsun, ilk kez yapacağım, satıcı olmaz kardeşim, sen bir beş liralık al,
küçücük kalır bunlar diyor. Ona kalsa haşlamayayımmış. Çintar bahane ben
sohbete doyamıyorum.
Tezgah başı sohbet demişken, benim bir rokacım var, hani şu
içinden salyangoz çıkan, çıkınca da pek bir sevindiğimiz, hah işte o rokacının domatları
pek güzel olur. Eksik parmaklı amca ile kibar oğlu, arada hanımı da gelir. En
sevdiğim tezgahlardan biri. Urlalı bunlar aslında, bahçede ne varsa getirirler.
Tezgahlarını en çok sevmemin sebebi, hep çok beklemem. Torbalamalarını, bir
türlü para üstü bulamamalarını beklersin. Beklerken de başka müşteri gelir,
onun torbasını doldurur, tezgah başı sohbet süresi ortalama yedi sekiz dakikayı
bulur.
Bazen diyorum ki, tezgah kalabalık görünsün diye bilinçli
bir sosyal mecra mı oluşturuyorlar. Hani bir domat bir roka, bilemedin semiz
otu, yemek tarifi verecek bir şey de yok ama sohbet şahane. Yine o gün
sohbetine alışkın olduğum tezgahta domateslerden alacağım. Arkamda bir kadın “çakırlarından
ver” dedi. Neayyy ? Çakırlarından mı? Hemen döndüm, elimde rokayla, en sevimli ifademi
de yerleştiriyorum yüzüme, hani o tarif isteyen ses tonum var ya “ay ben hiç
bilmem, nasıl pişiriyorsunuz bunu?” derken hafif kırıtık çıkan ses tonum… Hah
işte o!
Hayır yani bilmediğimiz bir şey mi var. O çakır domatlarla
ne yapacaksın, bir anlat bakalım öyle bilmiş bilmiş çakırlardan istiyorum
demekle olmuyor o iş!
Ben tam ortamı hazırlamışım, ortayı yapmışım, çak doksana!
Yok, taca attı! Cevap vermek istemeyen ahbaplığa yanaşmayanlara özgü bir
tavırla “biz öyle seviyoruz” dedi omuz silkti. Bababaaba öyle seviyormuş.
Ahbaplık kurmayacaksan Urlalı abimin tezgahına niye yanaşıyorsun
rezil kadın! Bir anlat niye seviyorsun, daha mı lezzetli, bir yemekte bir
mezede mi kullanılıyor, n’oluyor? İki lafın belini kırmayacaksan pazarda işin
ne? Geldin madem bir kardeşine bir güler yüz göster, değil mi ama? O bana omuz
silkerse ben ona hıh derim lan!
Dedim nitekim. Döndüm, roka demeti seçiyorum güya. Bakma bu
tezgahı terk etsin diye bekliyorum. Yoksa rokanın seçilecek nesi var, hepsi
aynı. Aman gitti, neyse ki. Babaya da demiyorum ha, oğlan geldi, ona söyledim “ablacım
iki kilo birazını çakırlarından koy” hani biri de bana sorsa cevap veremem
(olmadı, biz öyle seviyoruz, derim puhahah) bir taraftan da ulen bu uyuz kadın
yüzünden bilmediğimizden iki kilo da almayalım…
Ama var ya o çakırlar ne güzelmiş beh! Erik gibi tamam mı,
sert böyle, dilimliyorsun, yemyeşil çekirdekleri kıvamlı, etli kısmı da sulu
haa… Bunun üzerine annemin saf zeytinyağından gezdir, öyle yemeklik hafiflerden filan
olmayacak, saf yemyeşil toprak kokacak o zeytinyağı, biraz da nar ekşisi…
Allahh bir somun ekmekle karnını doyurursun yeminle!
Sohbetinden nasiplenemedik ama çakırları iyiymiş. Yiyin gari!
Bu hafta bir biberci teyzeye rastlamışım, on numara! Bereket
tanrısı gibi kadın, bir kasa atmış, üzerine de bir minder koyuvermiş. Çökmüş
bir minderin üzerine, bir memesi sağ bir memesi sol dizine değiyor, yeleğin
düğmeleri kapanmıyor. Ağzında sigarası, tüttürüyor, gözler yeşil mavi, güneşin
çizgileri var yüzünde, güleç.
“Seçmece yok” kesinlikle onun tarzı değil. Malına güveniyor,
tezgaha yanaştın mı poşeti önüne fırlatıveriyor. Elle seç, gıkı çıkmaz, sohbet
edersen de seni kırmaz. Sen de çökersin bibere, bir kilo alacağım derken
bakmışın iki olmuş, eh özenle seçmişsin, evlatların gibi bırakmak istemezsin,
vedalaşamazsın hiçbiriyle, hadi iki olsun, közleyiveririm dersin.
Közledim, nitekim :)
Teyzemin tek pazarlama taktiği salatalığı. Biberi tartarken
bir poşet daha atar önüne, seç der, salatalığım kütür kütür… O sergilerin önü
hiç boş kalmaz zaten, ağzı sigaralı teyzeyi, biberlerini, yayla fasulyesini ve
kütür salatalığını başka kadınlarla paylaşırsın. Evvelden tanış ise biberci
teyzeyle müşteri, onların sohbetlerine dalarsın.
Yalnız var ya daldım Pazar anlatıyorum, ulen ben çintar
tarifi verecektim. Aslında tarifinde bir halt yok, ben sana onun lezzetini
anlatacağım. Hem bir anlatacağım ki, çoluğu çocuğu toplayıp yağmur sonrası çam
ormanlarının yolunu tutacaksın. Ama dur hele… Şimdi değil, sonra…
14 yorum:
Çakır domatesleri kabak yemeği gibi pişirebilirsiniz.İçine de biraz bulgur atınca çok lezzetli olur.Sarımsaklı yoğurtla beraber yemesi daha da bir güzel olur :))
Bir de turşusu güzel olur :)
hah işte bak ne güzel tarif. Hay allah razı olsun:)
karpuz kabuğundan bile yemek yapan annanemin tarifi bu.şimdiden afiyet olsun size.aslında biz öyle seviyoruz diye yorum bıraksam daha mı şık olurdu ki :))))
Kucukken pazarlarda oyle itip kaktilar ki, bir de ergenken beyendigimiz cocuklara torbalarla yakalanma korkusuyla pek sevmemistim pazari.
Ama ben de uzaktan seviyorum artik. Henuz duzenli icine girecek kadar yakinlasamadik.
Su Lays teyze de pazarda patates satardi mesela. Aklima geliverdi.
Çintar ve çakır kelimelerini bu yazı ile öğrendim!Çakır domates yeşil olanlar sanırım.Haha tam öğrenememişim ama bir tahminim var:)
Sevgiler.
Öykücü
http://kedilimutfaklar.blogspot.com.tr/2010/07/galle-gulle.html?m=1 yillarrr once Annoya'ya bir tarif vermistim ve yapmisti. Cok severim yesil domates yemegini.
Çakır sözcüğünü ben şuncacık bebe iken okuduğum bi Halikarnas Balıkçısı kitabında öğrenmiştim. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyle bir betimlemesi vardı:
(Ön bilgi: Toprak yoldan ilerlerken karşıdan gelen iki köylü kızını tarif ediyor. İlki iz bırakmamış, ikinciye gel): "Sanki gözlerinin olduğu yerde iki çatlak varmış da arkasından gökyüzü görünüyormuş gibi, öylesine çakır bakışlı." Bu nasıl bir tariftir! :)
Bilge
Çakır gözü bende duymuş idim sevgili Bilge. Çakır domates ilk kez duyduğum bir tanım. Sımışka ne demek bilir misiniz acaba?
Sevgiler
Simiska ruscada aycekirdegi demek.
Asmira Erzurum'da da ayçiçeğine sımışka deriz:) Rusça olduğunu tahmin ediyordum :)
Sevgiler
Hahaha karpuz kabuğundan koptum ya süper
Evet evet bence de karizma çiziyordu:)) ödemişi teyze:)
Evet yeşil sarı kırmızı arası bi renk
Yorum Gönder