31 Aralık 2014 Çarşamba

Unutmadım tabii ki!

Unuttum sandınız değil mi? Hayır tabii ki unutmadım. Son on şükür vesilesi ile 2014'e veda 2015'e merhaba...

2015 bizi güzellikleriyle iyilikleriyle şaşırtsın;)

Kapanış

Ecnebilerin “closure” dedikleri bir şey var. Kapanış mı demeli? Nasıl çevrilir? Hesapları tamamen temizlemek, o işle, kişiyle alacağın vereceğin kalmaması, zihninden tamamen çıkması da denebilir sanırım. Denemiyorsa da ben bu anlamda kullanıyorum “closure”ı.

Wish list mi? O da ne? Bundan böyle mücadele, hedef vesaire...

Her yıl geçmiş yılın bir muhasebesi yapılır, gelecek yıla dair planlar, projeler sıralanır. Benim de oluyor öyle. Her yıl önce sağlık, afiyet sonra da kıldan tüyden listeler. Yani olsa da olur olmazsa da olur türden dilek listeleri. Zaten çoğu da olmuyor. 

Geçen yıl biterken baktım, liste bile yapmamışım. Sadece 50 kitap okuma mücadelesine girmişim, 46 adet ile seneyi bitireceğim. Hmm fena değil. Son 80 günde 80 şükür vesilesi ile hayatıma olumlama getireceğim demişim, bugün son on adetlik liste ile bunu da tamamlayacağım. Başka? Yok.

Sanırım "wish list" kavramını hayatımdan çıkarıp "challenge" kavramına yoğunlaşmalıyım. Demek ki mücadele hedefim olmadan dilek listeleri dilek olarak kalıyor...

30 Aralık 2014 Salı

Pazar şükürleri

Aylar olmuş AVM’ye girmeyeli. Pazar sabahı evde terör estirdim. Hemen hazırlanıp çıkmalıydım, şehir halkı uyanıp Agora’yı işgal etmeden işimi bitirmeliydim. Sonra trafiğinden park yerine, dükkanlarda kasa sırasından dönüş yolu çilesine kadar çekeceğim o kadar çok şey vardı ki…

AVM ziyaretim sırasında yeni ve gereksiz şeyler öğrendim, mesela Agora’nın İzmir’in en çok ciro yapan AVM’si olduğunu, mesela Jingle Bells şarkısının 87500 ayrı türde söylenebileceğini ki ben benim oğlanın yorumunu seviyorum…  

29 Aralık 2014 Pazartesi

şükür anları

Sürekli bir sümüklülük hali ve sürekli bir doktor ziyareti kısır döngüsü içindeyim. Baksan bir şeyciğim yok, anaokul çocukları gibi sümük sadece sümük. Ama içime sinmedi, Cuma izin aldım yine gittim. Sinüzit filan değil, sadece üşütme burun akıntısı, alerji bile denemiyor, eyvallah… Ameliyattan yırtmaya şükrederken şimdi bir de yoksa sinüzitten kurtulmaya mı şükretsek ne etsek:) 

25 Aralık 2014 Perşembe

Şükretmek için onyüzbinmilyon vesile

Şükretmek için İzmirde yaşayıp ara sıra İstanbula gelmeniz yeterli. Hani toplu taşımanın içine etti diye bizim başkana fena giydiriyorum ya, yok yok şimdi şükrediyorum. Rush hour dışında taşıtlara binebiliyorsun en azından. O metrobüs nedir abicim!?

24 Aralık 2014 Çarşamba

Ah be Deniz ah be çocuk!

Yakın tarihimiz hakkında ne biliyoruz, ne kadar biliyoruz? Kendi adıma konuşayım, hiç. Apolitik bir üniversite yaşamının ardından girilen hayat mücadelesinde siyasete hiç yer olmadı. Pedikür yaptırmaya utanmakla solculuğu bir tutan bir insandan bahsediyoruz:) Gözlerini faltaşı gibi açmış ekrana bakıyorsunuz şu anda, görür gibiyim. Hiç derin bir düşünce insanı olduğumu iddia etmedim, rahatlayabilirsiniz.

23 Aralık 2014 Salı

Çocuk Medyası medya okur yazarlığı kavramının altını çiziyor

Geçtiğimiz haftalarda Aylin (herkesin bildiği adıyla Aylin Anne), telefonda bir projesinden bahsetti. 

Cocukmedyasi.com adresiyle bir portal oluşturmaktaydı. Çocuk yayınları hakkında yazıların, uzman görüşlerinin ve yorumların olduğu faydalı bir platform için ben de çocuk kitapları hakkındaki yorumlarımı paylaşır mıydım acaba?

22 Aralık 2014 Pazartesi

Bir gün izin asla yetmez

Uzun zamandır izin kullanmamıştım. İzinlerim de epey var ve sizde nasıl oluyor bilmiyorum ama bizde kullanmazsan - belli bir tarihe kadar - siliniyor. Neyse sinüzit filmlerimi göstermek için doktor randevusu alacaktım, bari bir güne toplayayım dedim. Plan şu, Arca'yı servise bindirip Alsancak'a ineceğim. Yılbaşı tebrik kartları alıp Tea&Pot'a gideceğim, keyifle bir çay içeceğim (her zaman Arca ile gittiğim için iki çift laf bile edemiyoruz) kartlarımı yazacağım, Nihan ve Zeynp'le hoşbeş edip çekiliş hediyemi alacağım (kitap kulübü çekilişine de çay götürdüm, yaratıcılıkta sınır tanımıyorum değil mi:P) PTT'den kartlarımı postalayacağım. Sonra biraz vitrin bakacağım, belli mi olur indirimden Arca için bir kazak düşürürüm ya da sadece öylesine yürürüm. Doktor randevusunun ardından da kitap kulübü toplantısına giderim. Bir izin günü daha güzel geçirilebilir mi?

Bence de:) planımı seveyim. Ama hepimiz biliyoruz ki hayat planlar yapanlara nanik yapan çok affedersin dötün teki.

21 Aralık 2014 Pazar

And the winner is....

Asla tahmin edemeyeceğim kadar çok katılımın olduğu (şükür final count down 23) hediye çekilişinin sonucunu açıklayacağım ama önce bir şey anlatmam lazım.

Yorumlar üçer beşer geliyor, allaahhh nasıl seviniyorum. Güzel sözler, gülümseten cümleler. Derken Pelin'in yorumu geldi, koptum gülmekten. Hafiften fırça atıyordu bana, niye İlker'den bahsetmiyorsun diyordu. Aha işte yorum da burada:

18 Aralık 2014 Perşembe

Dumur diyalog #136

--- Çekilişle ilgili bir şeyler yazacağım ama sonra... Pazar günü de haber ederim, pazartesi günü bana kazanan arkadaş adresini gönderir. Hemen kargolamak istiyorum, Tea&Pot'un çaylarının yanında Arca'nın kurabiyelerini taze taze yiyebilirsiniz:) (Çaylar Tea&Pot'tan kurabiyeler Arca'dan, ne yapıyorsun Yeliz? Ben bu ara yüzümde salak bir gülümsemeyle dolanıyorum:P) 

Şimdilik sadece çok teşekkürler ... ----

Diyaloglar birikmiş aman yazayım İlker kızıyor (sadece diyalogları okuduğu için. Pis:P)

Piyano dersi sonrası yeni bir alışkanlık edindik, çıkartma alıyoruz. Bu ara sticker takıntısı var, odasındaki dolabın üzerine yapıştırıyor ve benim Arca'nın sanat anlayışına aklım ermiyor, henüz onun seviyesine erişemedim. Cumartesi Tea&Pot'a uğradık, malum hediye meselesini konuşacağız. Yanında da kırtasiye dükkanı var, Arca durmadı tabii sticker standının önündeyiz. İki taneden fazla alması yasak zira dükkanı satın alsan haftaya yine isteyecek. Zaten yanımda da ikisine yetecek kadar para var.
Y: Olmaz Arca bu üçü arasından ikisini seç bak bu 4 lira öbürü de 2,5 lira tamam işte. Bu 2,5 liralık iki tanesinden birini seçebilirsin mesela.

16 Aralık 2014 Salı

Varlığım varlığına armağan olsun:)

An itibariyle uçağımı öne alamamanın efkarını bira patates suçlusuyla dağıtıyorum.( suçlu tabii sen bu menü kaç kalori biliyor musun!) Ah ulen alırım diyordum olmadı. Neredeyse emindim. Neyse...

Yoğun ötesi iki gündü. Yo, hayır detaylara girmeyeceğim. Aklımda başka şeyler var. Mesela blog:) bugün işten başka bir arkadaşım tesadüfen blogumu bulduğunu ve çok beğendiğini söyledi, sevindirik oldum. Sonra instagramda Ahucum dört gündür yazmıyorsun, çok mu yoğunsun demiş, yerim:) hatta her ne kadar Arca "niye telefon etmiyorsunuz" dese de blog sayesinde yılbaşı kartı tebrikleşmesi yapacağım iki arkadaşım var... Yani işte bu blog kimine göre garipsenecek bir şey gibi görünebilir ama benim için önemli.

12 Aralık 2014 Cuma

Çocuklarla konuşarak iletişim

Öküz değiliz elbet, konuşuyoruz yavrularımızla. Ama kast ettiğim o değil. Örnek versem olur mu? 

Geçen hafta sonu güzel bir yağmur vardı. Arca'nın yağmur botlarını atmıştım sırt çantasına, bir kat da yedek aldım. Aslında yağmurlu bir günse en azında altlardan iki üç yedek olmalı. Bu çocuklu ev gezmelerinde arca için atleti ve t-shirt'ü iki üç yedeklemek gibi bir şey. Ama bot almayı akıl eden ben, onu düşünemedim. 

Bizim evin genel geçer kuralı "yağmur çizmesi giyildiyse şapşap yapılır"ın her daim geçerli olduğunu düşünen Arca, tabii ki şapşap yapmakta bir sakınca görmedi. Alsancak sokaklarında anırırcasına bağıran anne bendim, ne oldu diye sormadan söyleyeyim. Arca "n'oluyo ya" bakışı attı. Harbiden niye bağırıyordum, n'oldu ki şapşap yapıyor çocuk!

Seveceğimi herkesin bildiği bir romanın öyküsü

Süt kaynatıyordum. Süt sevmem hem de hiç. Annem hep “ah size bir süt içme alışkanlığı edindiremedim” diye üzülür, vallahi hala üzülüyor. N’olacak be gülüm. Hatta iyi bile yapmışsın, boş ver. Bugün süt için pek iyimser bir tablo çizilmiyor. Sen bize onun yerine üstü tarçınlı anne pudingleri (bak ne zaman tarçın koklasam o pudingler aklıma gelir) sonracığıma mis gibi yoğurtlar (patates kızartmasının üzerine bile dökerdik mis) yedirdi be yavrum, ötesi var mı? O gün sıcak çikolata içmek istedim. Çikolata krizini hafif atlatma çabaları bir-kii…

10 Aralık 2014 Çarşamba

Çavdar tarlasında çocuklar

Birkaç yıl önce bir roman yazmaya başlamıştım. -Güleni çok pis tepelerim- Aklımda yazıyordum. Arabayla otobanda giderken yüksek sesle hikayeyi kendime anlatıyor, gözümde canlandırıyordum. (trafik canavarını uzakta aramayın) Bir kısmını da bilgisayara aktardım, allah için tembellik etmedim. Yazmaya bir süre ara verip araya da birçok başka mesele girince, roman ikinci plana atıldı ve sonunda yazdıklarım, bilgisayardakiler yani silindi. Evet, salağım ben sildim. Şimdi gülmek serbest! Tepelemeyeceğim, söz!

9 Aralık 2014 Salı

Şuşu, Can ve Dörtteker

Arca çok soru sorar, her çocuk gibi. Çocukların bu kadar meraklı olması algılarımızı nasıl da açıyor, hiç fark ettin mi?

Mesela metroyla bir yerden bir yere giderken;
"o küçük sarı tırtıklar var?"
Ya da kaldırımda yürürken;
"kaldırımlardaki sarı şerit ne için?" ... "Rampaları neden yapmışlar?"
Veya karşıdan karşıya geçerken;
"neden trafik ışıklarında yeşil yanarken kronometre gibi ses çıkıyor?"
gibi sorularla karşılaşabilirsin.

(İzmir Belediyesi'ni son zamanlarda çok eleştirmeme rağmen engelli hemşerilerimizin sokağa çıkmasını, hayata karışmasını sağlamaya yönelik çabaları konusunda takdir ediyorum. Tabii bu benim mıntıkamda böyle, şehrin geneline yayılabildi mi, bilmiyorum, umarım)

Ve böylece düşünüyorsun... ve böylece anlatıyorsun, bu dünyada farklı gereksinimleri olan çok sayıda insan olduğunu...

8 Aralık 2014 Pazartesi

#dolapbuluşması : Bir dolap kitap, Dünyalı Dergi ve diğerleri...

Cumartesi sabahları Arca’nın piyano dersi var. Tamam, Arca piyano seviyor, bunda öğretmenini çok sevmesinin ve kurumun sahibinin halasının olmasının verdiği bir “buralar benim” havalarının etkisi var biliyorum ama seviyor mu seviyor arkadaş: ) Kimse ondan bir sanatçı çıkacağına inanmıyor (mütevazılık değil, hadi gerçekçi olalım, bu çocukta benim genlerim de var) ama piyano, beynin sağ sol bölümlerini kullanmasına müthiş faydalı. Ayrıca hey müzik aleti öğrenmek bence bir insanın kendisi için yapacağı en iyi yatırımlardan biri!

Cumartesileri Arca’nın sevmesinin başka bir sebebi de anne Arca günü olması. İlker’in bazı sabahlar bizi metro istasyonuna bırakmasına bile tahammülü yok, birlikte yürüyecekmişiz. Desrten çıkınca da hemen eve dönmüyoruz, Kemeraltı, Alsancak, bazen anneanneye, artık canımız nereyi çekerse gidiyoruz. Yoğun ama ağırlıklı olarak dışarıda geçirdiğimiz cumartesileri ikimiz de seviyoruz. (Bundan sebep Pazar günleri Arca’yı kapının önüne parka bile çıkaramıyorsun, babasıyla evde miskinlik yapmayı seviyormuş, eh bütün cumartesi it gibi dolaşırsan sokaklarda…)

Bu hafta cumartesi etkinliğimiz belliydi, birdolapkitap.com’un sevgili dolap kapakları Yıldıray ve Banu ile tanışacaktık. Dünyalı dergisi, çocuk kitapları ve hemen her şey hakkında konuşacaktık, ah işte tam benim sevdiğim konular.

5 Aralık 2014 Cuma

Tarihte dün

Arca bir sene evvel, okuma öğrenmek istediğini söylemişti. Okuyan arkadaşları filan varsa demek özendi dedik, üzerinde durmadık. Ama çok sıkıştırdı. Ben de öğretmenini aradım. Öğretmeyin, biz öğretmiyoruz ama tabu haline de getirmeyin, sorarsa söylersiniz, diye görüş bildirdi. Peki… Arca soru sordu. Hem de çok. Biz de cevap verdik. Bir ara kitapları heceleyerek okuttu, okuduk. Yani gel otur yanıma öğreteceğiz demedik, o da demedi. Süreç bir oyun gibi, soru cevap gibi gelişti. Hatta öyle yavaş gelişti ki nasıl bir anda kelimeleri okumaya başladığını anlamadık. Hatta bir ara ukalalık yapıyordu, kendi öğrenmişmiş.

Hiç böbürlenme Arca, her çocuk, her kafasına koyduğu, ilgi duyduğu alanda başarı gösterebilir, yeter ki, istesin, yeter ki sevsin ve üzerinde emek harcasın.

Yüz vermiyoruz ama hoşumuza da gitti ha, otu boku bize okutturuyordu, artık "a kendin okuyuver" diyorduk.

4 Aralık 2014 Perşembe

Barış Bıçakçı - Bizim büyük çaresizliğimiz

İlkokuldayken bayram tatilleri bahara denk gelirdi. Seyahat için güzel bir mevsim. Annemler o dönem bizler için, her bayram tatilinde bir şehrin tarihi ve turistik yerlerine gezi düzenlemeye karar verdiler. Hayatımın en güzel tatilleriydi. İlk İstanbul’u gezmiştik. Arabayla seyahat harikaydı. Üstelik yolu da epey uzatmıştık, Çanakkale üzerinden gitmiştik. O vakitler seyahat yazarı olmayı düşlüyordum. (ben zaten ne ara mühendis oldum hala anlamıyorum!) O seyahat için bir defter almıştım ve araba seyir halindeyken bile yazıyordum. Çok etkilenmiştim İstanbul’dan ama Ankara kadar değil.

Başka bir tatilde Ankara’daydık, üstelik 23 Nisan’a denk gelmişti. Hayal meyal hatırlıyorum ama bayılmıştım. Bir süre sonra detaylar silinir ama hisler baki kalır. Nezih insanları, düzenli planıyla ne güzel yaşanır bu şehirde demiştim. İzmir'den ne kadar farklıydı. Hatta üniversite seçerken birkaç tercih yapmak istemiştim. Ama babam kimimiz kimsemiz yok, yavrum sen İstanbul’u yaz boşver demişti. Ankara öylece kaldı…

6 yaşa doğru Arcatomi

6 yaşa doğru Arcatomik yapıdaki enerji patlaması dikkat çekicidir.
Akşam mercimek yemeği üzerine köfte makarna ve üzerine pasta yiyebilmekte, sabah kalktığında ilk lafı "acıktım" olabilmektedir. Biz de hiç pisboğaz değiliz kime çekti bilmem:)

6 yaşa doğru Arcatomi, sanat ile spor arasında gelgitler yaşamaktadır. Canhıraş çizmekte olduğu resmine ara verip koşar adımlarla ekran karşısındaki yerini alır, maç başlamıştır. Hangi maç mı? Fark etmez. GS, FB, BJK ve hatta Mersin İdman Yurdu maçları aynı şevkle izlenir. Hatta maçın futbol maçı olması bile gerekmez. Tenisten hentbole geniş bir yelpazede sporun her dalına ilgi duyar. Hatta "ilgi duymak" tam anlamını vermedi bak, Arca'nın spor müsabakalarına gösterdiği tepki ilgi duymak gibi sıradan bir şekilde tarif edilemez. Hatta hiç tarif edilemez.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Şükür vesilesi üçer üçer bebeyim!

Akşam yemek yiyoruz, “ben yemekten sonra bi’ manava gideyim” dedim, İlker “niye ki” der gibi baktı yüzüme. Diyete başlayan kocama destek olmak için pazara gidememişim zaten bir sebze alıvereyim çok mu? Hem yürümüş olurum, dedim ama işin aslı başka. Canı çekmesin diye söylemedim, ben bugün ofiste tam üç tabak kısır üstüne de koca bir dilim tiramisu götürdüm. Evet ben! Öğle yemeği yememiş olmam yediğim haltın ciddiyetini hafifletmiyor. Ama bir de güzel olmuş şerefsiz, bir de özlemişim o kısır denen Türk mutfağının on numara beş yıldız yemeğini, var ya kısır dolu bir küvete balıklama dalsam bu kadar yiyebilirdim. Öküzüm demiş miydim?

2 Aralık 2014 Salı

Mevsimi geçmeden Girit kabağı

Girit kabağı diyorlar değil mi?
O leziz koyu yeşil minik kabaklar, körpe.
Pazarda gördüm mü almadan geçemiyorum ki ben o pirinçli kabak yemeğini sevmem.
Dolmasını da pek sevmem. Ancak mücver olacak ya da acılı kavurma, yanına yoğurtla.

Bu körpe kabaklar ise en güzel salata oluyor. Aslında kolay ve bence herkes biliyor. E kadın ne demeye yazıyorsun diyebilirsin.

1 Aralık 2014 Pazartesi

Aralık olmuş 1, şükür kalmış 29.

İnanmıyorsan say ama bence üşenirsin boşver!

Kasım ayını kabus gibi bitirdikten sonra Aralık’ın ilaç gibi geleceğine inanmak istiyorum. Gelecek değil mi? Bizi şaşırtacak değil mi Aralık? Yeni yıla yeni umutlarla gireceğiz değil mi? İnanmak istiyorum.

Kağıt bebekler, bir Julia Donaldson klasiği olmaktan çok öte bir kitap

---- Kağıt bebekler, Julia Donaldson, İş Bankası Yayınları, 5+ yaş* ----

Bir çocuk kitabını satın almam için onu Julia Donaldson'ın yazmış olması oldukça geçerli bir sebep. Sanırım Mağara Bebeği isimli kitabı dışında bizde hepsi mevcut. Kendisine hayranlığımın boyutlarını anlatabilmenin bir yolu olsaydı, emin ol denerdim ama benim gibi bir gevezenin bile söyleyecek kelime bulamaması, evet hayal etmesi güç biliyorum, gibi korkunç bir gerçekle karışı karşıyayız sayın seyirciler. (ve o gevezenin söyleyecek kelime bulamamasını anlatmak için bile onlarca kelime tüketmiş olduğu da gözlerden kaçmadı)

Kağıt bebekler
Kağıt Bebekler, Julia Donaldson
Julia Donaldson'ın dilimize çevrilen son kitabı. Ve ben ilginçtir, hemen almadım. O her "kız çocuğu kitabı mıdır" tereddüdüne düştüm Halbuki Arca'nın hiç o taraklarda bezi yok. Henüz hiçbir kitaba "bu kız kitabı bıyyy" dediğini duymadım. Düşün yani ana karakteri kız çocuğu olan kitaplara bayılıyor, misal Kıpır Kıpır. Neyse oyalanmanın alemi yoktu, Julia Donaldson yazdıysa alınacak, küçük bir ihtimal de olsa, Arca beğenmese, tarafımdan bizzat keyifle okunacaktı.

29 Kasım 2014 Cumartesi

Şükürlerden bir demet..

Üzerimizden olumsuzluklar geçer, bazen teğet geçer bazen deler de geçer, değil mi Olric:))

Ağlamak güzeldir, birlikte ağlamak daha güzeldir...

İlker'in askerde olduğu dönemdi. Annem İstanbul'daydı, birlikte Carousel'e sinemaya gittik. Babam ve oğlum. Film bu. O zamanlar Çağan Irmak'ın seyirciyi ağlatma konusundaki üstün yeteneğinden filan haberdar değiliz, giyindik süslendik ana kız film izleyeceğiz.

Sonuç belli tabii, ağla ağla içimiz çıktı. Şimdi ben Cars filmindeki o Şimşek Mcqueen'in kazadan sonra Kral'ı iterek yarışı bitirmesini sağladığı sahnede böğüre böğüre ağlamış bir insanım, "babam ve oğlum" filminin üzerimdeki etkisini düşün, düşün yav o kadar hayal gücünün sınırlarına dayanmasına gerek yok.

27 Kasım 2014 Perşembe

Zamansızlık mı o da ne?

İki çiziktirip gideceğim.
Şimdi bizim genel merkez bir yarışma düzenliyor.
Yenilik kategorisinde de bizim ekip yarışmaya giriyor.

25 Kasım 2014 Salı

Dumanı üstünde şükürler hmmm misss

İlker, dün sabah 10:00 uçağı ile İstanbul’a gitti. Arkadaşı ile birlikte birkaç işi vardı, biraz da gezdi, rakı balık, derken gece 23:55 uçağı ile döndü. Sabah tabii kendisiyle görüşmedim, uyuyordu, saatini kurdum, çıktım. Sonradan beni aradı ve "TAKDİR EDİYORUM" dedi. Eder, kocam diye demiyorum, beni her zaman takdir eder. Niye lan, dedim. (hayır yani bileyim, bu defa niye)

24 Kasım 2014 Pazartesi

İlk öğretmenim

Benim ilk öğretmenim, Leman Hanım’dı.

Kulak hizasında aynı boy kesimli dümdüz simsiyah saçlarını hatırlıyorum, zarif bir hanımefendiydi.

Aslında kendisi annemin ilkokul öğretmeniydi. Emekli olduktan sonra İzmir’e taşınmıştı, oğlu, gelini ve torunlarıyla yaşıyordu. Akhisar’da hemen herkesler birbirinin akrabası olduğundan sanırım onlar da bizimkilerin çok uzaktan akrabasıydı. Sık sık akşam gezmelerine gider gelirdik. Arca kadar olduğumu tahmin ediyorum zira ilkokula başlamamış olduğuma eminim.

21 Kasım 2014 Cuma

Mazhar

Küçüktüm, Arca kadardım sanırım… “Mazhar’la evleneceğim” diyordum. Büyüyünce Mazhar’la evlenecektim. Evli çoluklu çocuklu babam yaşında koca adam olmasının benim nazarımda bir ehemmiyeti yoktu. Özkan ve Uğur da bize akşam oturmasına gelebilirlerdi. Ama ben Mazhar’la evlenecektim. O yaşta kız çocukları babalarıyla evlenmek isterler ya benimki de o psikoloji herhalde. Oyuncak gitarım vardı ve aynı onlarınki gibi bol kesim bir pantolonum, tüm gün didaydidaydayyy şarkısını ezberlemiştim, MFÖ’nün dördüncü üyesi bendim ama onlar bile bilmiyordu bunu.

Arafta mısın?

O gün erken gittim derse. Matın üzerinde bağdaş kurdum, Deniz’i seyrediyorum, yoga eğitmenimizi. Tütsüleri yakmış zaten, mumları yakıyor, oradan oraya süzülüyor. Birden iyice keyiflendi ve “ah insanın sevdiği işi yapması ne güzel ya” deyiverdi. Karşımda, bu hayatta ne yapmaktan zevk aldığını bilen ve yaptığı işi çok seven biri vardı. Senin için çok seviniyorum, dedim, ne güzel ne şanslısın. O yo, kolay olmadı dedi, ne yapmak istediğimi bulmak on yılımı aldı dedi. Peygamber değiliz ki vahiy insin…

18 Kasım 2014 Salı

Birikmiş şükürlerim var!

Bu bloğa bir kere daha teşekkür edebilir miyim? Edebilirim tabii ki, burası benim bloğum ne istersem yaparım! Bugünkü blog şükürümüz adsız okuyucuya gelsin. Arkadaş siz benim içimi mi okuyorsunuz?

Arca üzerini çok açıyor. Gecenin belli bir saatine kadar terlemesin diye hala ince pike örtüyorum, sabaha karşı da yorgan. Ama işte bazen dün gece olduğu gibi uyanamıyorum gece ve Arca döt baş açık yatıyor saatlerce. Tamam ev sıcak ama “yatanın üzerine kar yağar” şeklinde çok mühim bir anneanne sözü var bizim evde. O üst örtülecek! Neyse sabah bunu görünce sinirim zıpladı tabii. Ne yapsam da çare bulsam derken mail kutuma bir blog yorumu düşmüş sabah okudum, yeminle elim ayağım titredi. Yok ben artık inandım, biz bu blogda birbirimize fazlaca dokunuyoruz, artık telepatik anlaşmaya başladık. Sevgili adsız okuyucunun yorumu için tıklayınız efem, son yorum:)

Kişisel mim

Jardzy mimlemişti. Aslında soruların pek çoğunu daha önce yanıtlamıştım ama yine de pas geçmek istemedim.

Blog açma hikayeniz nedir?
Sene 2005. İlker askere gitmişti. Canım sıkılıyordu. İnternette gezinirken yemek bloglarına rastladım. Herkes blog yazabiliyordu, ben de başladım yazmaya. Yaptığım yemekler üzerine hikayeler anlattığım bir bloğum vardı. Sonra bir konu başlığında kısıtlanmak istemedim, tamamen kişiselleştirdim yazılarımı ve blogspot’a geçtim.

İzmir Gourmet Guide Blog yazarları buluşması

Telefon ettiğimde, İlker balıktaydı. Haftaya Cuma işimiz var mı, ben İzmir Gourmet Guide’ın Bonjour Restaurant’taki tadım etkinliğine davet edildim, gitmek istiyorum, dedim. Köpürdü. Niye onu çağırmıyorlarmış, niye? Yavrum bu tadım etkinliği, doyum etkinliği değil ki seni çağırsınlar, yapma etme eyleme… Hem sen blog mu yazıyorsun? Yazmıyormuş ama yiyormuş, o yesinmiş, ben yazarmışım. Peki…

17 Kasım 2014 Pazartesi

Tanıştırayım: Suna

Bu elimde görmüş olduğunuz arkadaşın adı Suna. Bu ismi ona ben verdim. Bir ay birlikteymişiz, ayrılmayacakmışız. Doktor civanım öyle buyurdular, ayrılmayasınız dediler, günde 3-4 defa sıkınız, drenajınızı artırınız şeklinde rica ettiler. Eyvallah... Eh madem münasebetimizin derecesi pek yakın pek samimi olacak, arkadaş belledim kendisini ve hatta bir kimliğe kavuşturdum. SUNA.

An itibariyle

İnsan okumayı özler mi? ya yazmayı? Özlüyor vallaha... Hatta yatağını bile...

Pazar günlerinin farklı bir büyüsü var. Hele ki bu saatlerin... 

Akşam yedi buçuk civarıydı, İlknurla Deniz henüz gitmişlerdi. Yemek yenecek miydi? hemen yensindi, zira mutfağı toplayacak, Arca'yı yıkayacak, uyutacak, sonra nevresimleri değiştirip kendim de yıkanacak (evet o paçanga böreğinin ter kokusuna sirayet edişini tasvirle vakit kaybetmeyeceğim, gözlerinizi kapatın ve burun deliklerinizi açın, tamam şimdi oldu:) ) ve kahvemi kupama dolduracaktım. Dinlenecektim yav... İlker, eh iyi işte şimdi dinlen dedi, sonra yermişiz, aç değilmişiz.

13 Kasım 2014 Perşembe

Ödev meselesi- ne kadar dahil olacağız?

Bir uzman ya da tecrübeli ana baba fikrine ihtiyacım var.

Arca'nın proje ödevi konusu "muz". 
Muzun 6 adet faydasını yazacak.

Dumur diyalog #135

Instagram özel seri...
Orada da anlık diyaloglar paylaşmışım, bloga koymazsam olmaz:)

12 Kasım 2014 Çarşamba

Bunu da mı görecektik? #80şükürvesilesi'nde flaş flaş!!

----Düzeltme ve özür: allahtan uzman kesilip ukalalık etmiyorum ha, vallaha adamın boyunun ölçüsünü verirler. Evet saçların buklelerini bozmadan kurutmasını sağlayan aparatın adı benim (artık neremden uydurduysam, herhalde kuaför vigo dedi, ben sağırım ya uydurdum biguli anladım) yazdığım gibi biguli değil vigo imiş. Tüm blog camiasından verdiğim bu yanlış bilgi için özür diliyor, utancımla yerin dibine geçiyorum...-----

---------------

Bunu söylediğime inanamıyorum ama saçlarım, saçlarıma şükürler olsun.(31)

İnanamıyorum çünkü çok değil birkaç sene evvel “saçlarımdan nefret ettiğimi söylemiş miydim?” diye sormuş, bonus kafamdan şikayet etmiştim. 

Orada yazılanlar doğru, envai çeşit saç şekillendiricisine ciddi bir yatırım yaptım ben. Komik hallerim var, bakınız aşağıda:)

11 Kasım 2014 Salı

#80şükürvesilesi 30 numero İstanbul Kitap Fuarı'na gelsin!!

Benim yılın bu zamanları en çok şükrettiğim şey, İstanbul Kitap Fuarı. Gittin mi hiç dersen, evet ama en son üniversitedeyken gitmiştim. O vakitler Beyoğlu’nda olurdu fuar. Dünyanın en popülasyonu yüksek fuarıydı, ondan mı dünyanın bir ucuna aldılar acaba fuarı? Hiç bilmiyorum. İnsanlar nasıl ulaşıyor acaba? Fuar oraya taşındıktan sonra, İstanbul’da yaşadığım dönemde bile gitmedim. O halde neyine şükrediyorsun, diyebilirsin, hayır dalmayacağım, bugün sükunetim üzerimde.

Sinüzit, burun estetiği, tesadüfler ve daha niceleri

Akşam yemeği yedikten sonra bana bir üşüme gel, bir uyku çök! Sarındım şalıma uyuyakalmışım. En az bir saat. Arca öptü beni, sonra sıcaksın dedi ateşölçeri getirdi. Harbiden ateşim çıkmış.

10 Kasım 2014 Pazartesi

Burada buracıkta dursun fotoğrafları

Sabahlarım yoğun olur benim. Özellikle ofise erkenden gelmeyi tercih ediyorum. Çin'deki kontaklarımla meseleleri öğleye kadar çözdük çözdük, çözemedik saat farkı sebebi ile ertesi güne kalıyor. Yoğunluğun içinde saate ilişti gözüm, 09:03. İşi bıraktım. Ofisin caddeye bakan penceresine ilerledim. Diğer şirketlerin sigara molası vermiş personeli, karşı benzincide çalışanlar, karşı kahvede bir poğaça bir çaydan ibaret kahvaltısını edenler, kalabalık caddede bir yerlere yetişmeye çalışan arabalar.. Hepsi kendi derdinde, kendi halinde. İçim burkuldu. Her yıl daha mı az hatırlıyor olduk, daha mı uzaklaştık Atatürk'ten? Derken bir siren patladı bir yerlerden ve anında durdu hayat. Burası şehir merkezi değil ha, neredeyse sanayi bölgesi, iş merkezi. Arabalar dörtlülerini yaktılar, kornalarına bastılar, sigara içenler sigaralarını söndürdüler. Son lokma poğaça yutkunuldu, bir yudum çay içildi, ayağa kalkıldı. Pompacı, müşterisi ile yan yana hizaya geçti. Herkes kendine çeki düzen verdi. Herkes... Dakikalarca onu düşündük. Bazılarının "sap gibi" tabirine inat, gözlerimiz dolarcasına onu düşündük, bizim için yaptıklarını, bu ülke için, kadınlar için...

Gözlerimiz doldu, hatta utanmasam işte olmasam hıçkıra hıçkıra ağlardım. 
Ama o ağlamamızı istemezdi, gülmemizi ve onu sevgiyle hatırlamamızı isterdi.
Ben de onu, en sevdiğim fotoğraflarıyla anmak istiyorum. Burada buracıkta dursun fotoğrafları, umutsuzluğa kapıldığımda bakıp umutla dolayım. 

9 Kasım 2014 Pazar

Fotokitap

Birkaç hafta önceydi. Zeynep'lere gitmiştik. Hani o çilingir sofrası hazırlayıp rakıyı soğutup şarabı karafta havalandırdığı gece. Sofranın fotoğrafını çekmiştim yav, eziklenmenin bu kadarı olur (bize gelince biz bunlara pide söylüyoruz da:P)

8 Kasım 2014 Cumartesi

Beddua sevmem ama "allah belanızı versin!" Net!

Beddua sevmem ama küfür severim, gün yüzü görmemiş küfürlerim var benim ben o küfürleri içimden söylüyorum, buradan sadece bela okuyabiliyorum! Şerefsizler!

#80şükürvesilesi : kefir

Haftalar önce sinüzit başlamıştı, antibiyotiğe gerek kalmasın diye, sinüs rinse ile kanalları açayım derken kulağa kaçırdıydım hani İsmet İnönü'ye bağlayınca doktora gitmek şart olmuştu.

Korkunçtu, detaya girmeyeceğim. Daha korkuncu doktorun bana uçak seyahatinin sakıncalı olduğunu söylememiş olmasıydı. İkinci randevuda "ya ben hiç düzelmedim hele İstanbul sonrası daha bi fena oldum" deyince doktora ayyy sana uçak yasaktı demez mi? Sorsaymışım. Haydaa ne bileyim arkadaş müneccim miyim! Sen söyleseydin. Hatta rapor yazsaydın ben de o zaman sorardım seyahatim var toplantım var derdim. Ay neyse hiçbir iyileşme yok tabii, ikinci kutu antibiyotik. Bir de ağırmış şerefsiz. Doktor kanlı ishal olursa hemen ara dedi ya bir tırsmışım ki sorma.

Sabahları yarım limon sıkılmış sular içiyorum vitamin olsun. Meyveme sebzeme etime dikkat ediyorum. Bu antibiyotikler şimdi karaciğerimi ne etti acaba, bağırsak mukozasının içine etti mi, diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

Çare drogba değil çare kefir:)

7 Kasım 2014 Cuma

Kavanoz ve iki fincan kahve

Yoga derslerine devam ediyorum ben!! yeayyy... (#80şükürvesilesi ;) 24 galiba ay yok sayacağım ben böyle olmuyor)

Eh sen yapıyordun, diyeceksin, doğru yapıyorum, çok da iyi geliyor ama benimkiler kültür fizik hareketlerine dönüyor artık. Özellikle nefes egzersizlerine ihtiyacım var, onu da kendim yapamıyorum. Neyse işte iki derse katıldım bile. 


Gerçi bu üçüncü hafta ve ben iki istanbul seyahati bir Arca bir de bizzat kendi hastalığım yüzünden dersleri kaçırıyorum ama olsun, harika bir hocam var. Ondan daha sonra bahsedeceğim, çünkü bence hikayesi yazılası bir kadın, Deniz.


Deniz tüm öğrencileriyle bir whatsapp grubu kurdu, bize yoga ve hayata dair hemen her konuda bilgilendirme mesajları gönderiyor. Geçenlerde çok insanın bildiği ama benim ilk defa okuduğum bir hikayeyi paylaştı. Benim gibi bilmeyenler vardır diye ve sonra tekrar tekrar okuyayım diye buraya koyuyorum. Evet dönüp dönüp eski yazılarımı okuyorum ben, hiç dalganı geçme, dalarım!


Buyurunuz hikaye:

6 Kasım 2014 Perşembe

Yemek mimi takdimimdir!

Canım arkadaşım Gülçin mimi yapıştırmış, hay allah razı olsun. Ben de milleti okuyorum ağzımın suyu akıyor bir üstüme almadıydım mimi. Görev insanıyım işte :) Peşinen mimliyorum, yasemin :) 

En sevdiğiniz yemek:
MAKARNA!! Öyle vallaha… Ama sade değil, üzerinde mutlaka sos olacak. O sos hakkında araştırma yapılacak, olası malzemeler hakkında sohbet edilecek, istişarelerde bulunulacak, tabii muhteremle… İtalya’ya gittiğimde kendimden geçmiştim. Sırf makarna için bile İtalya’da yaşayabilirim.

#80şükürvesilesi : Bisiklet

Hangi gündü hatırlamıyorum, işten erken çıkmam gerekti ve yolda erken çıkmış olmamın gereksiz olduğunu öğrendim. Yani eve gitmeden önce bir saatten fazla boş zamanım vardı.

Ben de Konak’ta metrodan indim ve Konak-Göztepe sahil yolunu keşfedeyim dedim. Doğma büyüme bir İzmirlisin kadın hiç mi bilmiyorsun, diyebilirsin, haklısın. Ama bisikletle ilk defa çıkıyorum o yola. Hayatta bazı yerleri bisikletle yeniden keşfetmek ilk kez keşfetmek gibidir. Kafanı kaldırdığında baktığın gökyüzü yine gökyüzüdür ama pedallarken farklı görürsün her şeyi. O gün de öyle oldu. Beş kilometreye yakın pedal çevirmişim, hava da bir rüzgarlı ki sorma. Güneşin bir yarık bulup da sızdığı bulutlar, yağmuru müjdeliyor ama yağmayacak belli. Güneş karanlık ve dalgalı denizde ebruli desenler çiziyor, kimi yer aydınlık kimi karanlık. Sahilde hemen hiç kimse yok. Dalgalar vurdukça serpintisi yüzüne geliyor, yarabbi şükür diyorsun… Şükür anlarından biri daha… (#80şükürvesilesi : 23 müydü neydi:)) yok bir gün sayacağım tek tek!)

5 Kasım 2014 Çarşamba

Çocuklara okuma alışkanlığı nasıl kazandırılır? Uyku öncesi kitap okuma ve diğerleri

Benim sıklıkla karşılaştığım sorulardan biri; “çocuğuna okuma alışkanlığını nasıl kazandırdın?”
Daha detaya inersek, “akşam uyumadan önce kitap okuma rutinini nasıl oturttun?” ya da “kaç yaşında kitap almaya başladın?” gibi sorularla da karşılaşıyorum.(*)

Biri bana “çocuğuna okuma alışkanlığını nasıl kazandırdın?” diye sorunca, hiç sevmem ama, soruya soruyla karşılık vermek istiyorum, “sen kitap okuyor musun? Kitap evin içinde, hayatınızın içinde ne kadar var?”

4 Kasım 2014 Salı

Şükür vesilesinde on numero beş yıldız bir vesile : Yeşim the sister!

Annemle babama müteşekkir olduğum çok şey var tabii ki ama en başında ablam. İyi ki benden önce ablamı yapmışlar. Tabii ben sonra geldiğim için o öyle düşünüyor mudur bilmem puahahha ama bir çocuğun ablası olması kadar müthiş başka bir şans bilmiyorum ben.

Tamam, itiraf ediyorum, çocukken birbirimize kıl olurduk, kavga dövüş eksik olmazdı.
Küçükken annemle babamın ilgisini sürekli kendi üzerimde ister, hep ön planda olmaya çalışırdım. Bir de hiç hoşlanmamasına rağmen sürekli onu öpmeye çalışırdım. Elmayra vardı hani, “bütün sevgimi sana vericemmm” diye hayvanlara sarılır, zavallıların cıcığını çıkarırdı. Hah işte o benim, Elmayra ve bütün sevgimi ablama vermek günlük rutinlerimden biriydi. Kitaplarına salça olurdum, bütün oyuncaklarına konardım. O evden gider gitmez odasına da kondum. Okula gittiğinde odasının her yerini karıştırırdım.

Zor çocuk yoktur, çocuğunu iyi tanımayan anne baba vardır.

Çocukların temel ihtiyacı nedir? Sınırsız sevgi dışında tabii ki:)
Gıda, temizlik, barınma, eğitim ve uyku değil mi? Yani anne babalar olarak çocuklarımıza sevgimizden sonra bunları vermeliyiz. Hele bebekken uykusu gıdası, tek derdimiz bunlar.

Kimi çocuk uykuda kimi çocuk gıdada, kimi ikisinde de zordur derler ya, bunun aslında tamamen anne babayla ilgisi var. 

Zor çocuk yoktur, çocuğunu iyi tanımayan anne baba vardır.

Benim velet altı yaşına girecek ya, oh rahat rahat ahkam kesebilirim.

Hatta dur bir tane daha attırayım; "yeni anneler üçe ayrılır, uykusuzluktan çekenler, iştahsızlıktan çekenler ve ikisinden de çekenler"

3 Kasım 2014 Pazartesi

Yaşasın kendi kendine uyuyan çocuk!!

Bugünkü şükür vesilesi Arca ve “kendi kendine uyuma talebi” olsun. Zira bu şükür bu gece itibariyle tedavülden kalkabilir. (#80şükürvesilesi Nr 18)

Dün tüm gün çok hareketliydi, maç izlemek dışında hemen hiç oturmadı. Gündüz de uyumadı.
Dedik ki akşam köfte makarna ve patates kızartması üçlüsünü mideye indirir, üzerine de bir duş yaparsa tumba yatak! Akşamüzeri saatleriydi. Pazardan dönmüşüz. Evin oğlanları içeride takılırken ben de sebzeleri yerleştiriyorum, bir taraftan da çintarları yıkıyorum. İşim bitti, çintarları ocağa, salata malzemesini ve parmak patatesleri de suya koydum. Kahve içerken kitaptan birkaç sayfa okudum, sonra kenara bıraktım. Sokağı, bir Pazar akşamını evinde geçirmeye niyetli insanların gün batarken evlerine yetişme çabalarını izledim. Üst mahalleden son alışverişlerini yapmış, elinde torbalarla hanım teyzelere baktım. Akşam serini çıktığı için eve çağrılan çocukları ve sokak köpeklerini seyrettim.


2 Kasım 2014 Pazar

#80şükürvesilesi nr17

Kitap kulübü ile ilgili şükredecek bir 80 vesile daha bulabilirim. Ama bugün "Tutunamayanlar"ı okuma hevesini ve cesaretini verdiği için şükrediyorum. Allah biliyor ya yıllardır kaçıyordum ama saklanamadım işte...


Bazen kopuyorum bazen önünde saygıyla eğiliyorum. Hala duygularım karışık ama eminim ki daha çok ertelerdim bu kitabı. Ne iyi oldu da son toplantıda Oğuz Atay çktı ne iyi oldu da gaza gelip bu kitabı seçtik... 



30 Ekim 2014 Perşembe

Kurabiye

Yarım gün çalışmak için kötü bir gündü. Sabah metro arızalandı, 25 dakikada gittiğim yolu, bir saate yakın bir zamanda gidemedim. Aktarma otobüsü sırası desen kuyruk olmuş, bari pastanede oturayım dedim. Yok orası da kalabalık. Otobüs en az yirmi dakika geç kaldı ve gün yüzü görmemiş küfürler telaffuz eden güruhu alıp korkunç bir trafiğe doğru yoluna devam etti.

29 Ekim 2014 Çarşamba

Anneleri ağlatma garantili 5 kitap

Siz ağlar mısınız bilmem ama ben garanti ağlıyorum!

Sondan başlayalım geri sayalım:

28 Ekim 2014 Salı

Çıntar (çintar, melki)

Çintar ya da çıntar ya da Balıkesir’deki adıyla melki…

Adı çok ama lezzeti eşsiz…

Bu mantarlar, Ege ve Akdeniz bölgesindeki çam ormanlarında sonbahar yağmurları sonrası ağaçların dibinde yetişirmiş. Pek çok hastalığın tedavisinde kullanılan protein deposu değerli bir tür imiş.
Önceki yazıda dediğim gibi ben bunlardan bir kilo kadar kaptım geldim. Çocuklar gibi şenim. İlker, zehirlenmeyelim dedi. Yok yav dedim ama ben de anlamam mantardan, kültür mantarı dışında da mantar filan almam. Ama aldım işte, pişireceğim ve yiyeceğim, benim başıma bir şey gelmezse, akşam etin yanında muhtereme de ikram edeceğim.
Çintar - çıntar- melki

27 Ekim 2014 Pazartesi

Tezgah sohbetleri

Pazardayım.

Hava yağmur renginde. Garip bir renktir o, gri desen değil, karanlık da değil. Yağmur, yağmazdan az evvel havaya sephia bir filtre takar. İndirecek biliyorum zaten alacaklarımı da almışım ama son bir tur daha atıyorum. 

Ben yeliz, ben bir Pazarkoliğim… Çocukluğumdan kanıma işledi Pazar, sevmediğim bir dönem oldu, yıllarca gitmedim – ergen zamanlarıma rastlar – ama sonra sahalara bir dönmüşüm… O hafta pazara gitmediysem, çok kötü hissediyorum kendimi. İki torba bir şey alacaksam bile gitmeliyim – ki hiç iki torba olmuyor, pazarı alıp geliyorum – mutlaka… Bu hafta da yüklenmişim ama son bir tur atıyorum…

Şükredecek ne kaldıysa artık

Kimdi o şom? Ciddi soruyorum, kimdi o “sinüs rinse yapıyorum, sümüklerimden kurtuluyorum” temalı şükür vesileme “kulağına kaçırmayasın haa..” diyen? Bulamadım, bulsam fena çemkireceğim. Bu kadar sosyal medya hesabın olursa karıştırırsın hepsini birbirine. Şu reklam gelirinden bisiklet parasını çıkarayım, kendime sosyal medya asistanı tutacağım. Hangi hesaptan hangi şom ağızlı hangi kehanette bulunmuş, tespit edeceğim!

26 Ekim 2014 Pazar

Ömrümün yarısı

Kitaplara aşığım ama o hiç sevmez, on sekiz senedir tanırım, elinde tek kitap görmedim.

Balerin olmak isterdim, bale gösterileri izlerken kendimden geçerim, gözlerim bile dolar, ama o nefret hatta alay eder. Kuğu Gölü balesini puhahaha şeklinde terk etmek zorunda kalmışlığımız var.


Benim öz evladım bana ninni söyletmezken, onun sesini dinlemek için çocukken düğünlere orgunu taşırlarmış.


Futboldan hiç anlamam ama o müthiş oynar (öyle diyor, izleyenler)


Atletizm takımına ite kaka girmiş, koşturmuyorlar yüksek atlama yaptırıyorlar diye kaçmıştım takımdan. O milli atletmiş lisedeyken.

Beden dersinde arkadaşlarım turnikeyi benim atmamı isterlerdi, - dalga geçmek için - , o lise basketbol takım kaptanıydı.


Sporun hiçbir dalına ilgim yok ama o Eurosporttaki ne idüğü belirsiz karşılaşmaları, GS’ın 1984 yılı maçlarını izler.


Benim kitaplığım var, onun film koleksiyonu.

24 Ekim 2014 Cuma

#80şükürvesilesi Nr 12-13

Arabayla işe gelirken dar kısa etekler, elbiseler, altına yüksek topuklu pabuçlar giyerdim. Hanım hanımcık gelelim ofise değil mi ya? Toplu taşımaya döndüğümde önce bir süre afalladım. Lan benim kısa topuklu pabucum yok! İlk zamanlar yaza denk geldi de ne giysem altına terliği geçiriyor, ayakkabıları da yanıma alıyordum. Ama o hamaliye öyle gitmiyor tabii. Zamanla tarz değişti.

Lookbook’ların “ofis şıklığı” şeklinde kategorize ettikleri kostümler yerini birer birer spor tarza bıraktı, benim gardıropta. Topuklar iyice alçaldı, çanta boyutları içine kitap, şemsiye, atıştırmalık gibi ıvır zıvırı da alacak şekilde iyice büyüdü. Bilgisayar çantamı bile kolay taşımak için sırt çantasıyla değiştirdim.

Tutumlu ol canımı ye! tutumluanne.com

Çocukken gözüm hep ablamın kıyafetlerindeydi, büyüse de kıyafet buna küçük gelse, ben de konsam diye kuş gibi beklerdim. Hep de severek kullandım ablamın eskilerini. Zaten yeni kıyafet pek alınmazdı. Gerekirse annem dikerdi. Aklımdan çıkmayan bugün bile burnumda tüten nefis kıyafetler dikerdi bize. Yav şu kadının dikiş maharetinin onda biri bana geçseydi bugün Nur Yerlitaş bendim!

Şimdi bir nostalji havasında anlatıyorum ama bakma aslında biz bu geleneği kendi içimizde devam ettiriyoruz. Arca’nın bütün küçülmüşleri, eskileri Deniz’de şu anda. Ve çocuklar buna bayılıyorlar.
Deniz geçenlerde Arca’nın eski bir montunu giymiş, “bu Arca’nındı” diye anlatıyor, Arca da bununla gururlanıyordu. Sonra baktım Arca kıyafetlerine eskisine göre daha fazla dikkat ediyor. Yıpranmasınlarmış, sonra Deniz giyermiş. Üzerine küçük geleni hemen ayırıyor ya da halasına gösteriyor, bak bu Deniz’in olacak diyor.

Annemin bir sözü vardır: Çocukların yediği helal, giydiği haram der. Ne kadar doğru. Giysinler tabii ama o kadar kısa bir süre giyiyorlar ki eskimiyor bile… Geçenlerde Arca’nın ilk süt dişi düştü, ben de ilk dişi çıktığında bloga koymuş olduğum çok eski bir fotoğrafı instagramda paylaştım, Arca işte o zamanlar 4,5 aylık filandı. İlknur’un arkadaşı Merve bir  yorum yazmış “Yeliz ablacım Arca’nın üzerindeki tulum şimdi bizde” diye… Yani o tulum şimdi üçüncü bebekte… Çok mutlu oldum. Önce bir "vay çocuğum büyüdü" hissi, sonra "bir anneye katkım olmuş ne güzel" hissi arkasından da geri dönüştürmüş olmanın verdiği tatminkarlık hissi…

Şimdi ne diye anlatıyorsun diyorsan… Diyor musun cidden? Yav arkadaş israf etmeyin, diyorum, tutumlu olun diyorum, hatta tutumluanne.com diye bir site var, gidin oradan alışveriş edin diyorum. Sadece satın almayın aynı zamanda satın da eskilerinizi, eski değil onlar zaten kısa süre kullanılmış, artık işinize yaramayan şeyler…

Tutumluanne.com’un kurucusu Özden hn benimle irtibata geçtiğinde ve artık işimize yaramayan ama kullanılabilir durumda olan eski bebek çocuk eşyalarımızı değerlendirebileceğimi anlattığında çok hoşuma gitti. Dediğim gibi bizim arkamızdan gelenimiz olduğu için tutumlu anne’nin sosyal medya hesaplarını takip etmeme rağmen hiç alışveriş yapmamıştım. Sonra daha da güzeli, istersek satışlarımızın gelirini KAÇUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı)’a bağışlayabileceğimizi öğrendim. Ve Arca ile o hafta sonu evde satacak bir şeyler aradık. E hiçbir şey yok! Her şeyi vermişiz:) Hatta bir ara Hülya’dan bir sling satın alayım da onu satayım, dedim. Sağ olsun o hatırlattı bebek tartısını. A sahiii oldum bir an. Hemen İlknur’a sordum. Tabii ya, o da artık onun işine yaramayanları (ve arkadaşının) annesinin evindeki depoya bırakmıştı. Tamam işte! Cillop gibi tartı!

Derhal babaanneye gidildi, tartı alındı, kontrol edildi ve karar verildi. 

Tez satıla, geliri KAÇUV’a aktarıla!

Satacak bir şey bulunca, tutumluanne.com’a hemen üye oldum, bilgilerimi girdim, ve dükkan bile yaptım kendime. Özden hn, hep yardıma ihtiyacım olursa arayabileceğimi söyledi ama hiç gerek kalmadı. Her şey son derece hızlı ve kolay şekilde halloldu.

Evet, benim dükkan burada gençler, bebek tartısı da satışta…

Ne demiş büyüklerimiz : Tutumlu ol!  canımı ye!


23 Ekim 2014 Perşembe

“Beni asla bırakma”

Baştan uyarayım, ağır spoiler içeren bir yazı olacak. Sonra ne ettin, niye sonunu tartıştın, bıkbık istemiyorum. Hem zaten bunu yapan ben değilim ki, yazar da maşallah daha kitabın başından sermiş malını ortalığa… Yani bacım/abicim bu postu ister oku ister okuma, canın sağ olsun ama kitabı oku. Bak filmi izle demiyorum, hatta izleme diyorum ama kitabı oku.
...............................

Evet şimdi etik bir davranış sergileyerek terbiyeli bir giriş paragrafı zikrettikten sonra kitaba direkt dalabiliriz.

#80şükürvesilesi Nr 11: SÜMÜK

Günün şükür vesilesini takdimimdir. Vallahi hiç romantik takılacağımı vaat etmedim. Aforizmalar uçuracağımı da söylemedim. Ama hadi bir tane patlatalım; “Hayat nefes alınca güzel”


Spritüel anlamdaki nefesten bahsetmiyorum, açık ve net olarak fiziksel nefes almaktan bahsediyorum. Bak şimdi beynime kadar tüm sümüklerimi akıttım da oh be nefes aldım. Allah seni inandırsın benim burnum tıkalıyken aklım çalışmıyor, aklım çalışmayınca motivasyonum düşüyor, mutsuz oluyorum lan var mı ötesi.

22 Ekim 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #134 ve #80şükürvesilesi Nr 10

Yürüyüş yaparken sıcaktan bayılacaktık.
Y: Arca işte bunlar hep küresel ısınma, bu mevsimde böyle sıcak olur mu ya?
A: Biliyorum babam yüzünden
Y: Nasıl?
A: Babam hep ışıkları açık unutuyor
..................

21 Ekim 2014 Salı

#80şükürvesilesi Nr 9: ARMUT

Yürürken dönüp bir daha bakma ihtiyacı hissettiğiniz şeyler çıkıyor mu karşınıza? Benim çok çıkıyor.

Çoğu ilginç şeyler değil. Pusetinde uyuyan bir çocuk, el ele tutuşmuş yaşlı bir çift, farklı dövmesi olan bir kimse, bakışlarını üzerimde hissettiğim ve aniden dönüp ürkütmek istediğim annesinin elinden tutan küçük çocuk… Yanımdan geçip gittiklerini sanırlar ama dönüp tekrar bakarım onlara ve bir fotoğraf karesi alırım, çaktırmadan klik! Sonra hafıza denen albümün sayfaları arasına katarım o anı, bazen unutulur gider bazen de yazılarda servis edilir.

Fotoğrafçı olsaydım, ki Allah biliyor çok isterdim olmayı, sokak fotoğrafçısı olurdum.

Sokak fotoğrafçısı = an hırsızı.

O “an”ı çalıveriyor, bir fotoğraf karesine hapsediyor ve sanatçının çektiği her karede en azından bir öykü gizleniyor. Belki bir portre çekiminde de hikayeler yakalayabilirsin ama sokakta yaşam var, sokaktaki öykü başka.

Ben de işte o öyküleri fotoğraflayabilmek isterdim. Hayali bir deklanjör refleksim var ama her zaman gerçek anlamda çekemiyorum, üşeniyorum, galiba biraz da çekiniyorum. Oradan öküz göründüğüme bakmayın, naif, utangaç bir yönü var karakterimin, lütfen gülmeyelim …

Üşenmeyeceğim/utanmayacağım da tutuyor bazen ve cebimden telefonu çıkarıp çekiveriyorum. Bu genelde Arca yanımdayken oluyor. Çünkü Arca ile aheste hareket ediyoruz ve yolda gördüğümüz ilginç her şeyi birbirimize anlatıyoruz. Ve ilginçtir, birlikteyken daha fazla ilginç şeyle karşılaşıyorum, Arca o iflah olmaz merakıyla etraftaki en sıradan şeyleri bile ilginçleştirebiliyor. “Dur bir fotoğrafını çekelim, babaya gösteririz” de oldukça cesaretlendirici bir cümle oluyor. Ve eğer yanında küçük bir çocuk varsa kendini hiç de korunmasız hissetmiyorsun.  Etraf senin yaptığın o “yetişkinler yapınca yadırganacak” hareketlerini, yanındaki çocuğun hatırına anlayışla karşılıyor.

O armutları çektiğimiz gün olduğu gibi… Arca olmasaydı da muhtemelen görürdüm armutları, fark edilmeyecek gibi değil. Haşmetleriyle incecik dalın ucundan sarkıyorlar, düşmeleri an meselesi, berelenmeleri ve ermeden çürümeleri… Ama biri, içinde her canlıya verecek kadar sevgi ve iyi yürek taşıyan biri armutlara derme çatma bir destek vermişti. Keşke dallarımıza ağır geldiğimizde düşmeyelim diye kollarımızdan tutan destekleyicilerimiz olsa, koruyucu meleklerimiz… keşke... Belki de vardır, kim bilir? Ama şimdilik en azından bu haşmetli armutların koruyucu meleğine, bize koruyucu meleklerin varlığına dair umut verdiği için şükredebiliriz…

#80şükürvesilesi Nr 9…

20 Ekim 2014 Pazartesi

Nokta

Resim yapamadığını düşünen Vashti, bir resim dersinin sonunda boş resim kağıdıyla sırada otururken, öğretmeni onu neşelendirmeye çalışıyor. Vashti’nin cidden çok üzgün olduğunu fark edince de “bir nokta yap bakalım, seni nereye götürecek” diyor. Vashti noktayı yapıyor ve öğretmen resmi inceleyip Vashti’den imzalamasını rica ediyor. Vashti, şaşırıyor ama yine de imzalıyor, "resmini". 

Ertesi hafta ise resmin çerçevelenip öğretmen masasının üzerine konması Vashti için büyük sürpriz oluyor.

Kendine ait bir balkon:)

Pazar çok sıcaktı, bir de kendimi kaybetmişim ki… Hani pazarı mı aldın derler ya… Birkaç hafta üst üste gitmeyip sebzeyi mahalle manavından alınca böyle oluyor. Bir de bazı sebze meyvelerle vedalaşma bazılarıyla hasret giderme vakti, ondan da alayım bundan da derken boku çıkıyor... Bir tarafta mandalinayı ortadan ikiye bölmüş amca, mis gibi kokusu geliyor, onun kokusu geçmeden sarımsaklar, yeni çıkmış taze soğanlar… Akşam makarnanın yanına yeşil salata yapayım diyorum, sonra bir tane mor lahana, biraz da kırmızı biber tam mevsimi, salata yeşillikten çıkıverdi. Halbuki iki çeşit marul, soğan, semizotu ve rokayla halledecektim…
Neyse… Salatayı boşver de ben şimdi tam da anı anlatacaktım. An itibariyle diye başlayacaktım…

19 Ekim 2014 Pazar

#80şükürvesilesi Nr 8

Akşam maç izlerken bizim Arzu pideden pide söylemiş, ayranlarımızla dıkınmıştık. Üstüne mis gibi türk kahvesi, üstüne çay tatlı... Buraya kadar her şey ortalama bir aile toplantısı şeklinde seyretti. Altı yetişkin üç de çocuk, yaş araları 18'er ay ve hepsi erkek. 
Maç bitti, biz sevinen taraftık. 
Bu arada...
Arca arkadaşlarıyla oyunu dozu artırdı ve beşinci uyarıyı müteakip odasına yollanmış, diğerleri de evin muhtelif köşelerinde uyuklamaya başlamıştı. 

Gece 23:00 suları... Aramızdan biri bir türlü iyileşemediğinden bahsediyordu, bir viski iç iyileşirsin demiş bulundum....

İlker de arkadaşına bir shot verdi.... Aa güzelmiş. Sonra diğerine, eh o da attı bi' tane. Derken bir tane de gül içti. Ben de bir bira açtım. 

Sohbet de sohbeti açtı. Sonra bi bira daha bir viski daha biralar bitti birer kola bacardi... 

Balkona ve klozete yaşan sohbetler... 

Ve evlerine dönemeyeceklerine kanaat getirip "hadi bizde kalın"lar ... Sabah sarhoşların inkarları kalanların kahkahaları...

Lazım arada lazım:) 



Çocuklar sabah bir arada uyandıklarına inanamadıkar onlara tam bir sürpriz oldu. Biz dersen, kimimizin başı ağrıyor kimimizin midesi amann kafalar iyi olsun... ama var ya dediğim oldu mu oldu! Orçun'un bir haftadır geçmeyen gribi geçti sağ ol Jack abi yaaa. 

Yok lan Jack abiye şükretmeyeceğim, çocukluk arkadaşlarına ve yirmi beş senelik dostluklara şükredeceğim:) şerefe ...



Kitap? Ha evet yarın hayırlısıyla "tutunamayanlar"a başlayacağım önden biraz Tezer iyi gider dedim... Geceye cila... 

18 Ekim 2014 Cumartesi

Cumartesi : #80şükürvesilesi Nr 7

Tüm hafta boyunca İlker, Arca’yı okuldan alabilmek içingünlük işlerini çoğu zaman yarım bırakmak zorunda kalıyor. Bu yüzden cumartesigünleri tam gün çalışıyor. Arca ile baş başa kalıyoruz ve cumartesi günleribizim için Anne-Arca günü.
Arca küçük bir bebekken ve sonrasında yürümeye başladığıdönemlerde cumartesi günleri kabustu, daha doğrusu Arca ile baş başa kaldığımızher gün korkunçtu. Çünkü benim çocuk oyalama becerim yok. Oyun kurmayı vebirlikte oynamayı pek sevmiyorum. Belki kız çocuğum olsaydı, durum farklıolabilirdi, çünkü içimde bir yerlerde hala bebeklerle evcilik oynamak ve kağıtbebeklere elbiseler tasarlamak gibi heyecanlar var. Ama arabalarla oynamayısevmiyorum, zorla mı yav! Oğlan çocuklarının hemen hiçbir oyununu sevmiyorum,hiç sevmedim!
İnsan çocuğuyla büyüyor, değişiyor. Hayır hala arabalarısevmiyorum ama puzzle gibi, kutu oyunları gibi, boyama yapmak gibi sevebileceğimve birlikte zaman geçirebileceğimiz pek çok farklı alternatif yarattıkbirlikte. Yemek yapmak, etraf toplamak, birlikte film seyretmek, sohbet etmek...Kitaplar ise hep vardı…
Bu cumartesi saat kulesi
Ve tabii ki birlikte daha çok vakit geçiriyoruz dışarıda. Oöğle uykusu saati meselesi, yok efendim yemek konusu filan hep gerilerde kaldı.Koca adam yav! Giyiniyoruz, kent kartımızı da atıyoruz cebimize oh mis gibigeziyoruz. Arca zaten metro ve otobüs delisi hiç öyle arabasız gitmem demiyor.Hem daha uzun süreler yürüyebiliyor hem de ne bulsa yiyor… Arca büyüdükçe vetabii ben de büyüdükçe cumartesiler muhteşem olmaya başladı.
Geçen cumartesi, hızlıca giyindik, kahvaltıdan sonra apartopar çıktık, piyano dersine yetişeceğiz. Her hafta da geç kalıyoruz aksi gibi.Metro istasyonuna yürürken Arca "en çok ne yapmayı seviyorum biliyor musun"dedi. Birkaç tahmin yürüttüm, hiçbirini tutturamadım. "En çok seninle piyanodersine gitmeyi seviyorum, birlikte yürüyoruz ve konuşuyoruz" allahım geçkalmamış olsak onu oracıkta yiyip bitirecektim. Ama bitmedi cücenin çenesidüşük (kime çekmiş bilmiyorum ki:P) "sonra en çok anne-arca gününü seviyorum.Sonra anne-baba-arca gününü (birinin bu çocuğa haftanın günlerini öğretmesigerek) sonra ipad oynamayı, sonra bir de pide yemeyi…" ve tabii ki o ilkcümlenin büyüsü bozuldu ama ilk onu saydığına göre hala şükredebiliriz:Anne-Arca günlerine pardon cumartesi günlerine şükür…


17 Ekim 2014 Cuma

Mehmet Pişkin

Mehmet Pişkin’in bir veda videosu yayınladıktan sonra intihar ettiğini öğrenmiştim ama videoyu izlememiştim, çok da bilgim yoktu açıkçası…

Akşam servis Arca’yı annemlere bıraktı, İlker de beni aldı ve oraya gittik, gitmişken yemek de yedik birlikte. Konuyu açtım, İlker videoyu izlemiş, biraz anlattı. Kullandığı kelimeler “gayet sakin, ne yaptığını bilen ve tükenmiş..” sanırım böyleydi.

Sordum, neden video ve neden facebook? Yani ailesine bir intihar mektubu bırakır ve gidersin, selametle… Neden viral bir yayılım? Bir mesajı mı var? Bir mesajı olmalı, illa “çocuklarınızı uyuşturucudan uzak tutun” ya da “örselenmiş bir çocukluk geçirdim, çocuklarınıza daha sıkı sarılın” şeklinde gözüne sokulan cinsinden olmasa da… Olmalı!

Yok, dedi…

Mevsiminde

Sizin yaşadığınız şehri bilmem ama biz burada İzmir’de hala son yaz yaşıyoruz. Yapraklar kurudu, ayaklarımızın dibine düştü, sabahları ise, insan üzerine ince bir mont olsun, almak istiyor. Gel gör ki hala gün içinde ve hatta akşamları hala sıcak. Dilim sonbahar geldi demeye varmıyor. İnsan bir ürperti, bir battaniye sıcaklığı arıyor önce…

Mevsim güze dönerken sebze-meyveler de dönüşüyor. Sevenler tezgahlarda kereviz görünce gülümsüyorlardır, eminim. Aman söyleyeyim henüz soğuk yemedi kerevizler, kış aylarındaki gibi olmaz. Bugünlerde coşkuyla aramıza katılanlar olduğu kadar sessizce aramızdan ayrılanlar da var… Semizotu, taze fasulye, bamya…

Geçen fark ettim ki, bu devir teslim törenleri sırasında ben geçmiş ayların gıdalarıyla ilgili derin bir muhasebeye giriyorum. Hayır, tabii ki, kendimle ilgili değil. Arca ile ilgili…

16 Ekim 2014 Perşembe

#80şükürvesilesi Nr 4 ve Nr 5

Hiçbir şeyi planlamamıştım. Sadece bir poğaça alıp, otobüse binecek ve erkenden ofise gidecektim. Saate baktım, yedi buçuk. Sadece on dakikalık yolum var ve mesainin başlamasına bir saat. Hayır manyak değilim sadece bundan bir yarım saat kadar geç çıktığımda resmen yollarda sefil oluyorum ve küfrede küfrede işe gidiyorum. Belediyeye gönderdiğim ağır tahrik ve taciz içeren dilekçelerimden de artık bıktıklarını düşünüyorum. Pes ettim. Onlar bana yarım saat erken kalk kadın, demeden ben yarım saat erken kalkıyorum. Sabah yogamı da yapamıyorum ama sorun değil, düşünsene sen güneşi selamlıyorsun sonra tıkış tepiş metroda o meditasyonun hükmü kalmıyor ettiğin küfürlerden!

15 Ekim 2014 Çarşamba

Koku: #80şükürvesilesi Nr 3

Beş günlük tatilin ardından ofise döndüm ve masamda bir şeyler ararken en alt çekmeceyi açmış bulundum. Bitki çaylarımın, kuru meyvelerimin ve ara öğün bisküvilerin durduğu çekmece. Birden bir kokuyla irkildim. Zira burnum beni önceki güne uzanan bir zaman yolculuğuna çıkarmıştı.

Tatilin son günüydü. Arca da dahil olmak üzere çok dikkat etmemize rağmen sabah kahvaltısında yine alerjinin nüksettiğini görmüş, çok sıkılmıştım. İlker, balıktaydı. Fotoğraflarını çekip gönderince o da, doktor da alerji konusunda hemfikir oldular. Şurup içti, biraz geçer gibi olasıya kadar benim canım hiçbir şey yapmak istemedi. Tatilin son gününe has o “yarın iş/okul var böhüü” psikolojisinden Arca da ben de nasibimizi almıştık, tahammülsüzdük. Bir de alerji tuz biber ekti. Ama kitap okuyarak çizgi film izleyerek gün geçmiyor. Bisiklet alıştırmalarına ise hiçbirimizin sabrı yok. 

14 Ekim 2014 Salı

Dumur diyalog #133

Poyraz ve Arca sohbet ediyorlar.
A: Poyraz, babamın telefonunda oyun oynayalım mı?
P: Ben artık ipad’de oyun oynuyorum.
A: hıh ben de! Ama etrafta ipad yoksa babamın telefonuna dadanıyorum.
…..

Julie ve Julia : #80şükürvesilesi Nr 2

Aslında bu şükür nesnesini zor zamanlar için saklıyordum. Ama sonra dedim ki aynı nesne farklı sebeplerle ve farklı zamanlarda şükür vesilesi olabilir. Neden olmasın? (bu etiketi “arzu nesnesi”nden devşirdim, nesne yerine vesile mi diyeydim, daha mı iyi olurdu yav? – tam da şu anda aklıma geldi ve hop 3 günlük bir anket koydum sağ tarafa)

Mesela önümüzdeki seksen gün içerisinde sizi kusasıya kadar Arca denen şükür nesnesiyle muhatap edeceğim. Şükretmek için çocuktan daha ala bir vesile olabilir mi? Mutsuz toplumların nüfus yoğunluğunun bu kadar çok olmasının sebebi bu mu acaba? Hmmm…

Ama bugünkü çıkış noktamız bir film. Adı Julie ve Julia. Konusunu pek bilmiyordum, tamam Julia Child denen bir kadın varmış ve yemek denince hazır gıdadan başka bir şey anlamayan Amerikalılara Fransız mutfağını ve yemek yapmayı öğretmiş, bunu biliyordum. Bildiğim diğer şey ise bu karakteri Meryl Streep oynamış. Evet tüm bildiklerim bunlar. Ve sizi bilmem ama, bazı filmleri izlemek için bu kadının rol alıyor olması bence yeterli.

13 Ekim 2014 Pazartesi

"Hepimiz tatil için çalışıyoruz"

Annemle babam Ekim ayının ve bayram sonrasının sakinliğinde küçük bir tatil yapmak istediler. Bayramda bir aradayken  de otel araştıralım dediler. Tam onların isteyeceği gibi bir otel bulduk, odayı satın aldık, rezervasyon bilgilerini de benim e-mail adresine gönderttik.

Buraya kadar her şey güzel…

#80şükürvesilesi Nr 1

Az önce balkona çıktım, saçlarım ıslak, ama kocaman bir şalım var benim. Elvan’ın annesi örmüştü, beni iki tur sarabiliyor, başıma örttüm ve bedenimi, ayaklarımı altıma topladığımda bacaklarımı bile örtüyor, nefis bir şey! Bir sigara yaktım, İlkerin o bir dünya para bayıldığı sigaralarından bir tanesini paketten çektim ve ucunu yaktım. On yıldır ilk defa diyerek demogoji yapmak isterdim ama yapmayacağım, zira on senedir pek çok kereler yaktım. Çok tepem attığında, çok alkol aldığımda, çok düşündüğümde… Nikotinin zihni açan bir tarafı var ve ağlamayı durduruyor. Tekrar başlamıyorum başlar mıyım, salak mıyım bırakmışım o kadar! İçine çekmeyip dumanını atmosfere püfledin mi bir şeycik olmuyor. Püflediğim duman gökyüzünde belli belirsiz bir iz bırakırken ay ilişti gözüme, yarım yamalaktı, hiç sevmem! Karaktersiz bir manzara. Bir hilal değil, bir dolunay hiç değil, bir adı bile yok.

Her kadın kendi döngüsü içinde “hayat – ölüm – hayat”ı yaşar. Menstrual siklus diye bir şey var. Çektiğin sancıların akabinde, yitirdiğin döllenmemiş yumurtalarının yerine yenilerinin gelmesi, yeniden doğmak ve yeni bir hayat döngüsüne girmek değil de ne?

10 Ekim 2014 Cuma

Bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi

Kitap kulübü toplantılarından birindeyiz… Henüz Virginia Woolf tartışmaya başlamamışız, trafik malum, herkes aynı saatte gelemiyor. Pidelerimizi götürürken birbirimize verdiğimiz ödünç kitaplardan konuşuyoruz. Tartışmayı gerekli görmediğimiz ama okunsa iyi olur dediğimiz kitapları aramızda döndürüyoruz. Deliduman, Dublörün Dilemması gibi… Tam da benim Sırça Fanus’u isteyen olur belki diye yanımda götürdüğüm gündü, hatta sohbet Virginia üzerine Sylvia bir de üstüne Kafka okumamın sorgulatıcı etkilerine kadar geldi. Evet bu ara sorgulamanın boku çıktı biliyorum…

“Oh yo”, dedim, “önlemimi aldım. Bunların üzerine kafayı dağıtacak bir kitap okuyorum, hem öyle dağıtıyor ki parçalarını toparlayacakken bir daha dağıtıyor.” Kitabın adı öyle uzun ki telaffuz edeceğime çıkardım koydum masaya. Selda hemen “o nefis bir kitap ve karnavalesk türünün ülkemizde ilk örneği” dedi. Ayfer Tunç’u önceden okumuşluğumuz vardı, elbette ki başka yazarlarla devam edecektik okumalarımıza ama Selda’nın verdiği bilgiler herkeste merak uyandırdı. Ama özellikle bende… Boş durmadım – Allah boş duranı sevmez – araştırdım.

9 Ekim 2014 Perşembe

Dumur diyalog #132

Arca dil çıkarma alışkanlığı ile anasını sinir eder; Y: “Ay Arca lütfen dilini çıkarma, çok ayıp”
A: Aa annem dil bizim özel yerimiz mi?
……………………….

8 Ekim 2014 Çarşamba

Kader benim oyuncağım

Başımı göğe kaldırdım. Ekim rüzgarının bir yandan öte yana usulca savurduğu beyaz bulutları aradım. Görmek ne mümkün. Tam orada, karşımda dikiliyor, dalları ve yapraklarıyla… Mağrur ve umursamaz göğe yükseliyor. Heybetinden nefesi kesilirken insanın, bulutları görmeye çalışmak nafile bir çabadan öteye gidemiyor.

2 Ekim 2014 Perşembe

Bilim adamlığından taksiciliğe…

Arca ile akşam yemeğinde sohbet ediyoruz. Okulda yüzme dersi olmayabilirmiş. Ama olsa keşke kollukları çıkarsan… diyorum. Evet teknenin altından babam gibi dalarak geçebilirim diyor. Ne güzel işte motivasyonun da var be evladım gir şu yüzme derslerine… Yok geçen sene çocuğun bir su sıçratmışmış, o veledi bi yakalasam kafasını suyun dibine dibine sokacam bak bakalım bi daha benim evladımı yüzme dersinden soğutuyor mu!

1 Ekim 2014 Çarşamba

Dumur diyalog #131

A: Baykuş erkek mi? hiç kız yok mu?
Y: Nasıl yani? erkeği dişisi var.
A: onu demiyorum... kız baykuşa "bayankuş" mu diyeceğiz ne diyeceğiz?
-------------------------------

30 Eylül 2014 Salı

Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü : "Dönüşüm"

Bu yaşıma kadar hakkında o kadar çok şey duydum okudum ki kitabı hiç okumadan da hakkında birkaç kelam edecek birikimi edinmiştim. Daha doğrusu öyle sanıyordum. Ama bir halt edinmemişim, okuyunca anladım.

Die Verwandlung… Kafka’nın meşhur böcekli uzun öyküsü. Değişim, metamorfoz gibi isimlerle çevrilmiş dilimize. Ama sanırım en doğrusu “Dönüşüm” olmuş. Almanca öğrenmeyi niçin bıraktım, Allah beni n’apsın dedirten başka bir “Almanca okunursa daha iyi olur” hissiyatı veren eser.

“ Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini yatağında ev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”

29 Eylül 2014 Pazartesi

Domates

Daha az düşünenlerin neden mutlu olduğunu anlayabiliyorum.Az düşünce, az kuruntu, az yorgunluk (çünkü kafa yorgunluğu hiçbir şeye benzemez…)
Korkunç bir Cuma günüydü. Akşam son yılların en şiddetli mide ağrısı geçmek bilmedi, ben diyeyim reflü sen de gastirit. Ama Cumartesi Arca ile çok keyifli bir gün geçirdik. Piyano dersinden sonra gezdik, alışveriş yaptık, yemek hazırladık, Atlas Çocuk dergisinin verdiği çıkartmalı Türkiye haritasıyla uzun vakit geçirdik. Hangi yörenin nesi meşhurmuş, sor Arca’ya anlatsın. Truva atının hikayesini defalarca anlattırdı. Digiturk’ü tamire gelen abiler de Arca’nın sorularından nasibini aldı, biri Karslıymış, sınır köyünde yaşarlarmış, Ermenistan’ın dibi, iki halk birbirine el sallarmış, düşün o kadar yakın. Arca’nın çok ilgisini çekti.Önünde harita elinde yer küre, hiç bitmeyen sorular, meraklar meraklar… Gezgin mi olacak acaba, ne olacak çok merak ediyorum.
Boktan bir düzende, boktan bir memlekette yaşıyoruz ama insan çocuğu oldu mu, iyi ki doğurmuşum lan diyor! İyi ki…
Çocuk deyince...

26 Eylül 2014 Cuma

Sırça Fanus, Sylvia Plath

Cüretkar? Kışkırtıcı? Düşündürücü? Yalın?

Hayır, hiçbiri, evet hepsi.

“Sırça Fanus”u tek kelime ifade etmek mümkün olsaydı, bu kelime ZAMANSIZ olurdu. Moda için kullanılan en moda tabirlerden biridir aslında zamansız. Hani gardırobuna bir trençkot, küçük siyah elbise eklemelisindir, zamansız parçalardır, yıllarca giyersin. Sylvia Plath’ın “Sırça Fanus”unu da basımının 50. Yılında hala günceli yakalayabiliyor, zamansız bir parça.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Ne kadar adaletsiz değil mi? BİR BİRA DAHA LÜTFEN!

Bugün bir takside kahverengi (burada siyah daha havalı dururdu ama gözlüklerim kahverengi) kalın camlı gözlüklerimin ardında ağladım. Öylesine boş boş ağladım. O anda ne düşünmekte olduğumu gayet iyi hatırlıyorum. Hayatıma dokunan kadınların lafları dönüp duruyordu kafamda.

23 Eylül 2014 Salı

Alerji

Basmane’de metrodan inip doktorun muayenehanesine koşar adım yürüdüm. Aklım hep Arca’da. İçeri girdiğimde, arkadaki odayı gösterdiler, teklifsizce daldım. İlker kahve içiyor, Arca konuşuyordu: “pervaneli olanları istiyorum, helikopterleri değil. Puzzle gerek yok, parçaları kaybolur hastanede”

Neayyy! N’oluyo lan!?

22 Eylül 2014 Pazartesi

Bana bir kadınlık geldi hemşire!

Bak işte şimdi sonbaharın anlam ve önemini konuşabiliriz, zira takvimlerimiz 21 eylül’ü gösterdi ve iş resmiyete bindi. Gerçi İzmir hala otuz derece ve üstü sıcaklıklarda seyrediyor ama ufaktan balkona veda etmeye başladığımıza göre sonbaharı karşılayabilirim.

20 Eylül 2014 Cumartesi

An itibariyle...

Uzun bir günün akşamı. Ayaklarım trampet çalıyor.

Sabah arcanın piyano dersine yetiştik. İlknur bir müzik okulu açtı, yer cücesi piyanoyu tecrübe ediyor. Sevdiğini söylüyor gerisi boş zaten. Dönüşte evde bizi bekleyen babaanneyi aldık kuaföre götürdük. Ameliyat sonrası henüz araba kullanacak durumda değil. Biz de Arca ile pazara gittik. Pazarda fiyatlar semtin gelir düzeyiyle paralel, net! Şöyle söyleyeyim Alaçatı pazarı bizim sosyete manavının fiyatlarını yakalarken Yeşilyurt pazarı benim pazarlarım arasında fiyatta mütevaziliğin zirvesine oynar. Kalitede fark yok. Bugün eylül sonu itibariyle kış hazırlıklarına iyi denk geldi Yeşilyurt:) daha dün üç kilosu on liraya barbunya bulan muhteremi tebrik etmiştim ben bugün dört kilosunu on liraya alarak sezonun en ciddi avantajını yakaladım:) domates ise on iki kilo on lira.

19 Eylül 2014 Cuma

Daha çok belgesel izlemeliyim

Geçen akşam erkenden sızmışım, daha doğrusu İlker bir ara balkona çıktı, bir kanepede ben bir kanepede Arca güya sohbet ediyorduk, sonra ne oldu anlamadım, uyuyakalmışız. İlker'in balkondan içeri girdiği ve her ikimizi uyur halde gördüğü andaki surat ifadesini görebilmek için o an orada bir kamera olmasını nasıl da isterdim. İlker Arca’yı yatağına yatırmış, beni dürtmüş, bir iki silkinmeye çalışmışım yok olmamış, gitmiş yatağıma yatmışım. Artık nasıl yorulduysam.

18 Eylül 2014 Perşembe

Bir evi sevmek için insan neye gereksinim duyar?

Bilinmeyen yanım dedim bıraktım, devam...
Pinterest'te gizli panolar oluşturmak.
Sapıkça değil de utanıyorum yav...
Bak anlatayım.

17 Eylül 2014 Çarşamba

Şükür

O an orada bulunmak istemediğiniz bir yerde bulunduğunuz oldu mu hiç? Benim çok oldu. Ofiste sıkıcı bir işi yapmakta iken aslında evde çay içip kitap okumak istediğim çok oldu. Ya da… sohbetinden hoşlanmadığım biri ile konuşurken kendimi bahçe sularken hayal ettiğim anların sayısı azımsanmayacak kadar çok… “Ben burada ne yapıyorum, ben aslında…” şeklinde çok cümlem var benim. Ama o gün o an olmak istediğim başka bir yer yoktu, olamazdı.

Sosyal medya camiasından haller haberler

Efendim gelelim son günlerdeki sosyal medya camiasından hallere haberlere...

Bilmeyen de beni sosyal medya gurusu sanacak:)

Aklımdakileri paylaşayım, bilmeyen de bilsin öğrensin, yegane amacım topluma faydalı bir birey olmak...

Başlıyorum 1:

16 Eylül 2014 Salı

Dumur diyalog #130

Dumur diyalog serisine "Anne, baba, Arca" sayfasından veya buradan ulaşabilirsiniz:)

Y: Arca öğretmenin değişmiş değil mi?
A: Ya evet gelmedi bugün, niye gelmedi ki?
Y: Bebeği olacakmış, ayrılmış. Yeni öğretmen nasıldı?
A: Ya işte adı özge mi özgü mü ne? Öyle bir şey… A özgü diye isim olur mu?
Y: Olur ikisi de olur, sen yarın tam öğrenirsin tamam mı? Nasıl biriydi yeni öğretmen?
A: Güzeldi hihihi

......................................

A: Bak annem?
 – parmağına bant yapıştırmış, tam bir maymun dötünü görmüş yara sanmış hadisesi – 
Y: Geçmiş olsun, yaralanmışsın, nasıl oldu?

15 Eylül 2014 Pazartesi

Gelmiş geçmiş en iyi 10 uyku öncesi kitabı

Çocukların uyku saatinin bir rutini olması gerekir. Bu rutine alışkın olan çocuklar için uykuya geçiş daha rahat olur çünkü aslında çocuklar rutinleri, bir sonraki adımın ne olacağını bilmeyi çok severler, böylece kendilerini güvende hissederler. Ben demiyorum, uzmanlar diyor.

Uyku öncesi rutini, aileden aileye değişebilir. Bizim mahalde 20:30-21:00 arası uyku saatinin yaklaşmakta olduğu yer cücesine bildiriliyor. Sonrasında; diş fırçalama, çiş, yazın odasındaki klimayı çalıştırma, kışın pijamaları giyme, Papyonu arayıp bulma, okunacak kitapları seçme… şeklinde devam ediyor. Kitap mühim, diş fırçalamayı unutabiliriz, kitabı asla!

Yatakta yan yana uzanınca Arca’ya “rahat mısın, başlayalım mı” diye soruyorum, yani dikkatini iyice veriyor mu diye kontrol etmeden okumaya başlamadığımı fark ettim. Ben de kendime rutin yapmışım. Kitap adedi konusunda ön anlaşma yapıyoruz. Çok yorgunsam bir kitapla bile geceyi bitirdiğimiz oluyor.

Kaç kitap okursak okuyalım, son kitap mutlaka ama mutlaka bir uyku öncesi kitabı oluyor.

13 Eylül 2014 Cumartesi

Bu yaz hangi kitapları okudum?

Özlem tatilde okuduğu kitapları yazmış, vayyy süper dedim ama sonra düşündüm, ben de tatil kitabı olarak belirlediğim hemen tüm kitapları ve hatta biraz fazlasını okudum bile.

“Kahperengi” ile başladı yaz.

Sonra Tezer Özlü’nün iki kitabı, ikisi de dostlarıyla mektuplaşmaları. Öyle iyi geldi ki o mektuplar bana. Mektuplaşmanın çok kişisel olduğunu düşünürdüm, iki kişi arasındaki mektuplaşmayı niye merak edeyim derdim, değilmiş.

10 Eylül 2014 Çarşamba

Instagram'da takipçi kaçıran hareketler, aman diyim:P

Şimdi en yeni en sevilen en bir kolay sosyal mecra instagram.

Aslına bakarsan hiyeroglife geri döndük. Artık kelime oyunlarına, edebiyat patlatmalarına, tasvirlere filan hiç gerek yok. Ne uğraşacaksın, çek halini, koy instagrama. Hem bir de filtre filan, sanırsın herkesler fotoğraf sanatçısı. Ama nerden baksan bunun da boku çıkıyor. Yok o "sayfama beklerim" "takipleşelim" leri filan demiyorum, onların iyice suyu çıktı, benim dediğim o fotoğraflarına altına yazdıklarımız ve tekrarlanan klişelerle "ay içim şişti, bırakacağım takibi" diye canhıraş kaçırdıklarımız. "mız" diyorum zira bende o klişelerden ne çok varmış tahmin bile edemezsin.

Buyur yavrum, üstüne alınmıyorsan tadını çıkar, alınıyorsan aman diyeyim, dikkat et :)

9 Eylül 2014 Salı

Çocukla en ideal tatil

Uzatmayacağım ve sadede geleceğim; yazlık.
Eskiden olsa ay hiç uğraşamam, otele gidiverelim zaten bir hafta tatilim var derdim.
Evet maalesef biz kapitalist kölelerin sadece bir hafta tatili var ve o bir hafta tatiline de bilgisayarınla akıllı telefonunla gitmen lazım. Mütemadiyen online olmadın mı, aman işler sensiz halloluveremez filan, dünyayı kurtaramadığınla kalırsın. Sanki o mesele o gün hallolmazsa tüm kurumsal hayat duracaktır... Kapitalizmin çarklarına çomak sokulmasın aman diyeyim...
Bu sene bir haftalık tatil yerine her cumayı tatil yapmayı denedim. En geç çarşambadan gidecekti Arca, ya anneannesiyle Özdereye ya babaannesiyle Çeşmeye. Ben de Perşembe akşamından arazi olacak, hem çocuğumla dolu dolu üç gün geçirecektim, hem işlerden tam anlamıyla kopacaktım (ben daha bir haftalığına tatil çıkıp da tatilde çalışmadığım gün bilmiyorum, en azından derler ki yeliz pazartesi gelecek ilişmeyiverelim…) hem de o hafta sonu göçebeliğini zaten yapıyordum bari üç günlüğüne yapacaktım, değecekti. Oldu da, yaptım da… Sadece annemin ayağı kırılıp ameliyat olunca işin Özdere ayağı salıdan çarşambadan değil Perşembe akşamından başlamış oldu. Olsun...
Yazlıkçılık iyidir, keşke tüm yazını yazlıkta geçirebilme imkanı olsa... Öğretmenliğe hiç bu kadar özenmemiştim :)