31 Ağustos 2010 Salı

bakış açısı değerlendirme testi

Günün çorbası ailesi hakkında sorular sorduk.
Çocuklu bir ailenin yaşadıkları üzerinden bakış açınızı sınamak için bulunmaz fırsat!!
Tadını çıkarın!

Soru 1 : Gün boyu ofiste filtre kahvenin yanına bayatlamış etiformlar yerken akşam arca yattıktan sonra fındıkla bira yuvarlamanın ya da bir magnumu lüpletmenin mantığı nedir?
a. Diyet her sabah başlar ve akşama doğru yarına ertelenir
b. Arca ile didişmenin ödülü alınmalıdır, bedeli ekstra birkaç kilo olsa da?
c. Zararın neresinden dönersen kardır

Soru 2 : Neden söylediğin şey bir sonrakinde tam tersi olur? (ör: akşam hiç uyanmadan uyudu, ertesi gece, gece kuşu)
a. Nazar değer! Hatta nazarın babasını analar kendi kendine değdirir. Anneler çocukları hakkında iyi şeyler söylememelidir.
b. Murphy kanunu mu ne işte o yüzden
c. Ya çocuk bu ne kasıyorsun bigün uyur bi gün uyumaz, takma!!

Soru 3 : Arca bebesi söyleyebildiği kelimeleri annesi talep ettiğinde neden söylemez?
a. Bu velet inadın önde gidenidir
b. Sirk maymunu olmayı reddetmektedir.
c. Üzme kendini başka zaman söyler

Soru 4 : Aynı kitap neden bir gecede 3 defa okutturulur?
a. Annenin vakti olmadığını anlaşılmış ve gizliden gizliye pislik yapılmaktadır.
b. Ömr-ü hayatında kitap okumamış baba kültür sahibi olsun diye
c. Kitabı çok sevmiştir yavrucak, oku annesi!!

Soru 5 : evdeki her şey neden hep ertelenir?
Örnek 1: halılar 1 hafta kapıda durabilir, yıkanmaya gönderilmez
Örnek 2 : çamaşırlar yıkanır fakat ütülenmez
Örnek 3 : taze fasulyenin bir kısmı ayıklanır, bişey olur unutulur, öylece kalır. Örnek 4 : balkon ışığı değiştirilmez, karanlıkta oturulur
Örnek 5 : mutfak dolapları temizlenmez, koltuk kılıfları yıkanmaz, perdeler yıkanmaz, çarşaflar değiştirilmez, çiçekler sulanmaz, ilkerin küllüğü boşaltılmaz…

a. Arca çok yorucu bir bebektir, onun totosunu toplamaktan vakit kalmaz
b. Yeliz & İlker çok tembel bir çifttir, dahası erken bunama teşhisine ramak kalmıştır.
c. Çok gereksiz işlerdir bunlar, elbet birileri yapar (örnek sırası ile … Yelizin annesi, Ümit abla, Ümit abla, Yelizin babası, Ümit abla)


Soru 6 : Bütün yaz oturulup neden eylül ortası tatile çıkılır?
a. Arca ile baş edebilir miyiz, birileri de bizimle gelsin mi şeklindeki sorunsallar bi türlü çözülmemiştir. Kısaca ailenin el kadar bebe ile otele gitmeyi totosu yememiştir, bunlar bildiğin tırsık tiplerdir.
b. Ramazan beklenmiş ancak bi akıllı bu günün çorbası ailesi olmadığı için fiyatlar düşmemiştir.
c. Fena mı oldu çok sıcaklarda Arca için daha zor olurdu

Soru 7 : Arca bezi istemez, çıkarırız tamam, çişi lazımlığa yapar, o da tamam. Peki niye sonrasında külotu giymemek için diretir?
a. Annesine inat yapmak istemiştir
b. Kakasını halıya yapmayı uygun görmüştür
c. Totosu rahat etsin diye

Soru 8 : Arca öğle uykusuna yatar, etraf toplanır, yemek ocağa, kahve de fincana konur, az buçuk kitap gazete internet olayına dalmak istenir (bu arada vakit dar hangisine karar vermek için fazla vakit harcanmamalıdır) ve Arca uyanır erkenden uyanmasının sebebi nedir, Arca içinden neler geçirmektedir?
a. Benden habersiz dinlenmek mi!!! Hadi hop kalk bakalım köle, uyandım ben!
b. Kahve kokusu geliyor, bensiz keyif ha!!!
c. Annemi rüyamda gördüm çoook özledim

Soru 9 : Ömrü hayatında tutku bisküvisi yememiş Arca nasıl inatla ve karnı tokken bu yiyeceğe saldırır?
a. Arca bir pisboğazdır boğazından ne geçtiği umrunda değildir, obeziteye aday bir bünyesi vardır.
b. Tembihlenmiş olmasına rağmen birileri tattırmıştır, tadını bilir.
c. Arca bir gurmedir, uzaktan bu yiyeceğin lezzetinin farkına varmıştır.

Soru 10 : Yeliz neden söylene söylene kuaföre gider ve saçlarına yine röfle yaptırır?
a. Başta İlker olmak üzere mahalle baskısına dayanamaz
b. İçten içe kendisi de sarışınlığı sevmekte ancak çok tembel olduğu için 4 ayda bir bile kuaföre gitmek zor gelmektedir.
c. İçten içe kendisi de sarışınlığı sevmekte ancak kendine itiraf edememektedir.

Cevap anahtarı:
a'lar fazla ise:
o-ha demek istiyorum izninizle! size göre bu bebek milleti, anneyi muma çeviren, her daim bizim arkamızdan strateji düşünen, bize hayatı zindan etmeye çalışan yaratıklar!! evet zekiler filan ama o kadar da değil:) onlar sadece bebek! relax dear!!

b'ler fazla ise:
Siz bu aileyi tanıyorsunuz!!

c'ler fazla ise:
yok anam sen bildiğin pollyannasın!! Bu kadar pozitif düşünsem kanatlarım çıkardı şerefsizim:P

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Gelelim Köle Isauranın onbeşmilyonyüzüncü bölümüne...

Kendimi bir türlü hazır hissetmediğim tuvalet mevzusuna mehter takımı ritmi hakimdi. Birşeylerin bu kadar uzun sürmesi, sürüncemede kalması çok rahatsız edici. Açıkçası geçtiğimiz aylarda tamamen önümüzdeki yaza bırakma kararı almış, en kötü karar karasızlıktan iyidir, diyerek ferahlamıştım. Ama Arca işaretlerini gözüme sokunca, Ümit abla tilki gibi beynimin kıvrımlarına sokulunca yine rahat edemedim. Hazırmış gibi görünen çocuğu görmezden gelmek de içime sinmedi. Hani ben de geçtiğimiz aylar boyunca boş durmadım, yani Arcaya vahiy inmedi, inceden çalışma yapıldı, şimdi “benim bebem her bişileri kendi yapıyor” havalarına girecek değilim.
Ne yaptım?
En şahanesinden uzay mekiği gibi bi lazımlık aldım. Yanlarına dergisini, tuvalet kağıdını koyuyorsun. Sonra her tuvalete girdiğimde Arca da benimle geldi. Zaten paçamı bırakmadığı için pek gönüllü bir aktivite oldu. Her seferinde ne yaptığımı tek tek anlattım, en son sifonu çekerken bay bay dedim. Bi de Arcaya anlatır gibi değil, zaten her seferinde aynı şekilde yapan biri gibi.
Peki Arca ne yaptı son günlerde? Bir süre sonra aylar önce lazımlığa oluşan tepki kayboldu, ancak bu defa da kokoş lazımlık pek alengirli geldi, dikkat dağıldı, şimdi lavaboya basamak oldu, 60 küsür liralık basamak:) Gün içinde sürekli bezini çekiştirir hatta çıkarır oldu. Bu arada geçen kitap siparişinde “bay bay bezim” diye bir kitap eklemiştik. Ali var bu kitapta. Bence pek güzel değil ama Arca kitabı sevdi. O kitaptaki lazımlık bizim ikea lazımlığa benziyor. Bi kitaptaki alinin lazımlığı gösteriliyor bi arca kendininkini gösteriyor. Derken gelsin çişler gitsin kakalar. Beraberce klozete atılıp sifon çekiliyor, kaka ve çişe el sallanıyor, uğurlanıyor, eller yıkanıyor.

Ümit abla alıştırma kilodu alın dedi, zaten gün içinde sadece şortla dolaştırmaya başlamış. Üçü ofisteki arkadaşın oğlundan yadigar 5 alıştırma kilodu var Arcanın şimdi. Evde yazlıkta sürekli kilotla. Hafiften rahat etsin, bu yaz bi donla dolaşsın rahatlığı da üzerimizde. Erken biliyorum, belki de değil. Ama kendimi kasma durumları yok şükür ki. Geçen hafta izinliyken 1 gün hemen hiçbir çişini yakalayamadım, hepsi kaçtı, ama tepki yok. Zaten el kadar bebeye ne diceksin, pipini yakarım mı:) ama düşünce hali hazırda Arcaya tuvaletini henüz haber vermesini söylemek olmadığı için, anne kişisi kendisini sürekli bu kilotları bu sıcakta rahat etsin diye giydiriyoruz, arada çişi de yakalar, lazımlığa oturursa ne ala olmazsa da olmaz motivasyonu ile eğittiği için (bu iş çocuğu değil anababayı eğitmek bu arada kesinlikle yaşayınca anladım) ertesi günü de devam ettik. Ama sokağa çıkınca bez giydi, hatta ben konsantre olabileceğime güvenmediğim için elfana ve hülyaların geldiği gün de birkaç saat bez giydi arca. bunun haricinde bez yoktu, çiş ve kaka "gaga" şeklinde haber verildi, verilmediği uyandıktan hemen sonra, kakasının geldiğini tahmin ettiğim zamanlar ve yemekten yaklaşık yarım saat sonra lazımlığa oturup icraat ile devam etti. Sevindirici mi demeli, tesadüf mü? Hepsi mümkün. Olur mu olur!! Sorsan çok değil, 4 ay önce bir gaza gelmişliğim, yol kat edip tepki görünce tırsmışlığım, 2 ay önce de, yok daha çok erken yanlış bişey yapmayalım demişliğim, geri adım atmışlığım var da şimdi içgüdülerim, hem de en sağlamından, neden olmasın diyor.
Araya dip not:
Doktorumuz hemen her düşüncemizin paralel gittiği doktorumuz pek çok doktor gibi 27. aydan önce tuvalet eğitimini önermiyor. Kendisinin kemikleşmiş düşüncesinin dışına çıkarmak zor ya da ben beceremiyorum. Pek tabii ki çocukların tuvaletini tutmaya yarayan kaslarını kullanmayı öğrenmeleri için belli bir yaşta olmaları gerektiği tıbben kabul görmüştür, saygımız vardır. Ancak bizim yapmak istediğimiz farklı birşey. Tuvaletin bezden başka bir yere yapılacağının çocuğun kafasında yer bulmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Beni tanıyanlar az çok bilir, ben "daha sonra daha zor olur" düşüncesi ile pek çok şeyi ertelemeden hatta belki erkenden halletme taraftarıyım. Bu belki de benim şu 2 yaş olayından gözümün çok korkması ile alakalıdır, belki biraz tembelliğimdendir, zira sonradan daha meşakatli bir süreç geçireceğime şimdiden halledeyim düşüncesi... Bu emzikte böyle oldu ve işe yaradı. Tuvalet için de aynı şeyleri düşündüm. 2 yaş sendromu kapısında iken pek çok annenin tuvalet bilinci var olduğu halde inadına veya başka bir sebepten tuvaletini bezine yapmayı uygun gören çocuklarından yakındıklarına şahit oluyorum. Haa şimdi bu işi seviyor, yarın sevmez, inat yapar, şimdiden öngörmek imkansız, ben kısaca şansımı deniyorum diyelim. İlker ara sıra bezli ara sıra bezsiz olayına takmış durumda. Doktor da bezi çıkardınız mı bir daha giydirmek yok düşüncesinde. Ama işte öyle değil, biz Arcaya "bundan sonra sen büyüdün artık bezine işemek yok, lazımlığa yapacaksın" mesajı hiç vermiyoruz ki... Bu yine de küçük de olsa bir soru işareti, doğru mu yanlış mı?
Diğer konu, bu süreç meselesi. Bilinen tuvalet eğitimi kısa sürdüğü için beni çok cezbediyor aslında, bu sebepten erteleme kararı almıştım. Şu an yaşadığımız iletişim tamamen uzun bir süreçten oluşuyor. Bu süreçte şimdilik lazımlığa tepki oluşmamışken, ve hatta klozet adaptörüne kendisi oturma denemesi yapmışken doğru yoldayız galiba diyorum. Sadece benim gibi sabrı sınırlarda bir insan için epey uzun bir yol hikayesi bizi bekliyor!!
Bir benzetme ile konuya virgül koyalım, zira bu pembe dizi mutlu sona henüz çok uzak..
Uyku konusu Arcanın tüm bebekliği boyunca beni geren bir hadise oldu. Daha doğrusu ben hadise yaptım. Aman saatli uyusun, aman iyi uysun, aman kendi kendine uyusun, gece mi uyandı ,amanın alışkanlık yaptı… Uzar gider. Hala da uyku söz konusu olduğunda diken diken olan tüylerimi hissederim. Çünkü ben uykumu alamamışsam terörist gibi oluyorum. Çocukken böyle değildim, pıt diye kalkar az uyur, uyumadığı zamanlar neşe içinde bir çocuktum. Yaş ilerledikçe bu yeteneğimi kaybettim, yetenek diyorum çünkü herkese nasip olmaz. Git gide sabah şekerliğinden gece kuşluğuna dönüştüm. Dolayısı ile sabahları sirke satan bi kadın oldum. Arcanın mutlu olması için => benim mutlu olmam lazım => benim mutlu olmam için uyumam dolayısı ile Arcanın uyuması lazım. Denklem bu!! Ben kastıkça hep bişeyler ters gitti. Ne zaman üzerime bi adamsendecelik bir aymazlık çöktü, işler bir şekilde çözüldü. Aynı süreci tuvalet konusunda yaşamak istemiyorum, şimdiden bir rahatlığa bir aymazlığa bürüneyim istiyorum, kendimi telkin ediyorum. O yüzden zamanı geldiydi, geçtiydi, geç kaldık, erken başladık tantanalarını paketledim rafa kaldırdım, içgüdülerime göre hareket ediyorum, bakalım bu defa beni doğru mu yönlendiriyorlar, yanlış mı?

27 Ağustos 2010 Cuma

Sen kiiim “kişisel gelişim” kitabı kim!!

Ben kişisel gelişim kitabı okumam. Neden? Çok gelişmiş bir kişiliğim var ihtiyacım yok ondan mı? Yok ya bildiğin kafam almıyor ayrıca “şunu yap bunu yap” tarzı şeylere gelemiyorum. Sonra bu Arca yaşına girdiğinden beri pek çok çocuk eğitim vs kitabı okudum ya bünye “şunu yap bunu yap” tarzı şeylere bağışıklık kazandı. Bir de araya bir “es” koymak istedim.
Mekan : Sabiha Gökçen havalimanı
Zaman : geçen haftaki İstanbul seyahati dönüşü uçağa şöyle bir 2 saat kala.
Moral : sıfırın altında seyretmekte zira iğrenç bir toplantıdan yeni çıkmışım.
Ömr-ü hayatımın ilk kişisel gelişim kitabını aldım elime. Yeniden düşün, hadi bakalım yeniden düşünüyoruz.
Bir sardı bir sardı, elimde kara kaplı ajanda, bir yandan okuyorum, bir yandan not düşüyorum. Kitap genel olarak zaten çokça üzerinde düşündüğümüz konulara nasıl farklı açılardan bakarız özeti etrafında dönüyor. Güzel öneriler var. Ben gaza geldim, ya kendi işimi filan kurucam ya da asla aklıma gelmemiş bir fikir ile acayip şeyler yaratıcam.
Önerilerden biri her zamanki rutininizin dışına çıkın, mesela farklı yoldan evinize gidin. Algılarınız her zamankinden farklı şeylere açılsın, falan filan…
Güzeeelll… gelelim hadiseye. Geçen hafta Arcanın doktor kontrolü var, plan şu: erken çıkıp eve gideceğim, üzerime rahat bişeyler giyeceğim, sonra beraber doktora gideceğiz, doktor çıkışı Alsancakta gezeceğiz adet olduğu üzere. Tam yola çıktım aklıma geldi, başka yoldan gideyim dedim, Yeşildere yolunu seçeyim dedim. İyii.. Bornovaya kadar 10 dakikada geldim, oh diyorum ne güzel otoban otoban bi yere kadar, olmadı yolu uzatayım kordondan sahile ineyim laylaylom… dememe kalmadı BAM!! Trafik sıkıştı, ucu bucağı görünmüyor. İlkeri aradım, bi süre "ya niye bildiğin yoldan gelmiyorsun" nasihatlerine maruz kaldım. hele kişisel gelişim filan şeetsem garanti uzayacak hiç sesimi çıkarmadım. hemen koordinatları aldım hedef alsancak doktorun orası. onlar da Arca ile taksi tutup gelecekler. Geldiler benimle hemen hemen aynı saatte. bi güzel puseti de unutmuşlar.
İlginç bir doktor seansı oldu, 18 aylık karma aşısının bu kadar kızaracağı uyarılmadığından sonraki 2 gün epey telaş yaptım hatta doktoru aradım. Meğer aşı tutmuşmuş.
Arcanın gelişim kısaca güzel... bu ay için ne denebilir ki. olması gerekenler olması gerektiği kadar var. son köpek dişinin çıktığını teyidini de alınca güzel bi oh çektik. Ancak tuvalet eğitimi konusu yine 27 aya takıldı, benim de o trafiğin üzerine "iletişim eğitim farklı şeylerdir" açıklaması yapmaya mecalim olmadığından konu kapandı. bizim doktorun naçizane çocuk eğtimindeki tavsiyesi "geri adım yok" olduğundan bez çıktı mı çıkar tekrar takılmaz takıntısı var... bunu burada uzatmayacağım...
Akşam İlknurlar ile buluşuldu, Arca çok sevdiği üzere dışarıda yemek yedi, Kıbrıs Şehitlerindeki sokak çalgıcılarına daldı (adamları zengin edeceğiz bozukluklarımızla) arabayı park ettiğim yere gidesiye kadar babasının kucağında uyuyakaldı. Bense geceyi, eve gidemediğimden iş kıyafetlerim ve yüksek topuklularımla Alsancak sokaklarını pıtı pıtı arşınlayıp bana yol değiştirme aklı veren pek muhterem kitaba saydırarak tamamladım.
dip not: bu kötü tesadüf bir yana kitap gerçekten güzel, hakkını yememek lazım. Hiç sıkılmadan keyifle okudum, şiddetle tavsiye...

Artık vimeo şeysi öğrendim ya b.kunu çıkarırım. Bakalım buraya da ekleniyor mu, deneyelim:
tatatammm makarnadan mest olmuş Arca cücesi...
Yeliz: ne yiyorsun Arca?
Arca: MAKKAA

makarna güzeli arca from yeliz minareci on Vimeo.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Küçük notlarla küçük tatil…


Cuma … İşyerinde bunalım. Babam izmire gelmiş, hadi dedi Cuma akşamından yazlığa gidelim. Hemen Ümit abla organize edildi, bavul hazırlatıldı gündüzden. İlkeri evde bırakıp yazlığa yollandık. Yolda bütün kitaplar okundu, Arca uyutulmamaya çalışıldı zira henüz akşam yemeği yememişti. Yazlığa gelince Arca kudurdu, uyku açıldı, bütün ev tavaf edildi.

Cumartesi… Sabah erkenden BİM!! Meşhur puzzlelar, ışıklı kepçe, ahşap bulmaca araba … Annem İzmirde ananeme bakıyor diye sadece dede vardı. Dede&anane kafasında bir kalıp oluşturmuş olacak Arca belli rutinlerle ananeyi sordu. Sahil arkadaşı Mert ile buluşma. Çocuğun oyuncağına musallat olmalar. Bu yılın en uzun yüzme rekorunu kırdım, öyle ki sudan kendim çıktım, Arcanın yaygarası ile değil. Arca simit olayına karşı, bıraksak kendi mi yüzecek sanki?

(Arcanın domates aşkında son nokta!!)

Pazar… yazlık rutini… köydeki fırından gevrek alıp yolda bir kısmını yemek… Arca öğleden önce uykusu uyudu, deniz sefasını akşamüstüne bıraktık, iyi de ettik. Arca bu defa arkadaş bulamadı ama en azından denize kendi girmek istedi, elimizden tutup denize götürdü bizi. Şap şap yaptı, alışma turları… Akşam Menderes dolaylarında yangın çıktı, elektrikler kesildi. Akşam kalmayı gözümüz yemedi, babamı ertesi gün gelecek ablamlara bırakarak eve döndük.

Pazartesi… Arcanın odasındaki balkon püfür püfür eser. Ne hikmetse bu yıl sadece çamaşır için kullanmıştık. Olaya el attım masayı kurdum. Şahane bir kahvaltı yaptık. Arca da bizim sandalyelerde oturdu. Anane sabahtan aradı, Arca burnunda tütmüş, koş gel dedik. Arcaya uzun uzadıya koklaştılar. Ben de o arada işleri bitirdim. Aynı balkonda kahve içtik, Arca ananeyi görmenin huzuru ile uzun uykular uyudu, biz annemle dertleştik. Akşama doğru İlker aradı, arabasının direksiyonu 3. Kez kilitlenmiş ve yolda kalmış, benimkini almaya geldi eve, keyfimizi görünce dayanamadı kaldı, hep beraber Güzelyalıya indik, Arca sokakta oynayan çocuklara katıldı, hatta gitti aralarına oturdu “ee napıyoruz, hadi oynayalım” gibilerinden, peşlerinden koştu. Kurabiyecinin dolap vitrinine burnunu yapıştırdı, sonunda dayanamadı, aradaki boşluktan elini soktu, kurabiye kaptı.

Salı… Alpi & Tuna bize gelecekti, çok geciktiler, merak ettik. Arca Alpinin peşini bırakmadı. Büyük çocuk sendromu var. Tuna çok şahaneydi, sakin sakin oynadı. Giderayak o çok meşhur çöp kamyonunu Arcaya verip otobüsü gözüne kestirdi. Arca “bauv bauv” diye mızıldayınca Hülyanın içine sinmedi, fazla arıza çıkarmadan değiş tokuş yapıldı. Akşam evi öylece bırakıp Zeyneplere gittik, Arca bir posta da orada kudurdu. Bir gece önce hiç uyanmadan sabahı eden Arca bu gece defalarca uyandı. Çok mu aktive oldu ne:)




Çarşamba … Sabahtan Agoraya gitmeye karar verdik, evden çıkmak = 3. Dünya savaşı!!! Babane de Bodrumdan gelmiş bize takıldı. Boş AVM’de oynadık, koştuk, çay içtik, Arca bizim kurabiyeleri kaptı, yoğurdun üstüne. Remzi kitapevinde ben eğitim kitaplarını kurcalarken (Çocuğunuza sınır koyma yı aldım, biri beni durdursun!) Arca ile babane koltuklarda kitap karıştırdılar. Sabah ve haftaiçi sakinliğinde AVM ne kadar dinlendirici ve keyifli oluyor… Tam eve döneceğiz, İlker aradı, yemek yiyelim diye. Sonra bizi eve geri getirdi, Arca yolda dayanamadı sızdı. Ablam ve Duru geldi. Arca uyandı. Duruya defalarca cici yaptı, öptü, etrafında pervane oldu. Büyük çocuk sendromu vol.2!! Kargodan kitapları geldi… (“bitap” = kitap – yeni sözcük.) Atakan ve Tübitak serilerinden birkaç örnek daha, sonra arkadaşların tam destek verdiği “rüzgarlı bir gün” ve “gölde”, “Aya yolculuk”, 1001 hayvanı bulun…

son söz...
Arca tatili gibi bişey oldu bu. Telaşsız, baş başa… Tespitlerim var. Çalışmasaydım, belki Arca ile başa çıkmak daha kolay olurdu. Arca muhtemelen bütün gün beni gördüğü için sürekli tepemde olmazdı, ben –Hülyanın dediği gibi – sabahtan akşama ne yaptı, ne yedi, ne kadar uydu gibi kanıtlar elimde olduğundan bir sonraki krizi bu bilgilerle henüz oluşmadan atlatmam daha kolay olabilirdi. Ama çalışmayan anne için yükü paylaşılmıyorsa gerçekten zor, çok zor! Uzun lafın kısası, bu tatil Arca ile 100% geçirilmiş – ve çoğu zaman tek başıma – bir tatil olmasına rağmen kesinlikle yorulmadım. Demek ki beni görmediği zamanların acısını çıkarmak istercesine bana yapışıyormuş, naz yapıyormuş. Napalım o naz yapacak biz çekeceğiz.
Bu sabah fena oldu, onu erkenden hazırlamama rağmen yaklaşık yarım saat beni bırakmadı. Tokamı vermek, hadi saklayalım, gelince birlikte bulalım bile sökmedi. Üstelik Ümit teyzesini o kadar özlemiş ki sıkı sıkı boynuna yapışmıştı. Yeni kitaplarını göstermek bahanesiyle ilgisi dağıldı. Ben çıktıktan sonra İlker eve girdi tekrar, “annim annim??” diye beni soruyormuş. Bu tatil birbirimize çok alıştık.

12 Ağustos 2010 Perşembe

kadir abi koş!! motive edilesim var!!

Cuma akşamı, Çeşme otobanına bağlanan güzergâhım zaten haftasonu sebebi ile yoğun olur, bir de devrilen kamyon ile çok sayıda aracın karıştığı zincirleme kaza olunca eve varışım bir buçuk saati buldu. Üstelik daha çantalar hazır değildi, arcanın uyku saatine kadar bi tarafıma motor takmışçasına dolandım evin içinde, Arca da peşimde. Yolculuk telaşesini çok seviyor bu küçük adam. Hareket olsun neşe olsun.
İzmir nefes alınmaz bir haldeydi. Arca arabaya binişinin 3. Dakikasında uyumuştu.
Sabahtan itibaren yazlık rutini başladı. Kahvaltı, köye yürüyüş, taze gevrek alıp yarısını eve dönerken bitirmek, büyüklerin kahvaltısına devam. Kamyonu evde unutmuşuz, BİM’de çok ucuza şahane bi kamyon bulduk, kocaman. Dede & babanın ortak yapımı kum havuzu günde 4-5 defa ziyaret ediliyor. Bu arada anne çay kahve molası veriyor.

Nazlı ona eskilerin kaynana zırıltısı dediği bastonlu tekerlek vermiş, zırıl zırıl hiç durmuyor. Bu haftanın favori oyuncağı bu! Bütün bahçe defalarca zırıl zırıl turlandı.
Deniz konusunda hala tereddütlü ama bıraksan kendi başına girecek. Deniz kıyısında hafriyat devam. Yeni arkadaşlar edinip çete kurdular.
Bizim yazlık 25 senelik, hatta öncesinden ev kiralar gelirdik. eskiden bu kadar ev yoktu, sokağa çıktın mı herkesi tanırdın, her evin terasına selam vermekten yarım saatte eve gidemezdin. Sahilde oynarken hemen her şemsiyenin sahibini tanırdık, falanca teyzeydi, filancanın annesi. Annelerin kimi salatalık getirir, kimi meyva, kimi börek, hangi şemsiyenin altına gitsen nasiplenirdin. Annemin bi tencere domatesli makarna getirmişliğini bilirim. Hala ne zaman domatesli makarna yapsam bizim sahil gelir aklıma. Biz annelerimizin yanında denize girmezdik, küçükkenden ayrı takılırdık. Kaktüs diye bi mekan vardı, disco gibi bar gibi bi yer, hafta sonları dans yarışmaları yapılırdı, gençler oraya takılırdı, biz kimi zaman kapısından bakardık, bi orası aynen durur. Bisiklet çetelerimiz vardı. Burnumun üstü, yanaklarım her yıl mutlaka güneşten yanar, soyulurdu, minik çillerim o günlerden kalma. Hepimiz büyüdük, oralar gelişti büyüdü. Şimdi tüm arkadaşların çocukları var, hemen hepsi akran. Filancanın annesi biz olduk. Ama sahile gittiğimde tanıdığım o kadar azalmış ki. Her gördüğüme selam veremez olmuşum, tanımaz olmuşum.
Nerdeyse 5 yaşından beri tanıdığım arkadaşın oğlu tam 2 yaşında, Arcanın arkadaşı. Ve tam 2 yaş sendromunda. Sahilde çocuklara haşlanmış mısır aldık, ben rahat tutsun diye Arcanınkini kırdım, verdim, Elif de kırdı, ama oğlu bastı yaygarayı, bi süre kimse anlamadı, hem iki eli ile birer parça mısır tutmak istiyor, hem ikisini birleştirmeye çalışıyor. Tüm sahil seferber olduk, İlker babam koştu bi mısır daha aldı. Yok susturmaya imkan yok. Bi anda sustu, neden ağladı neden sustu. Kimse bilmiyor. 2 yaş zor azizim, Allah tüm anababalara sabır versin.
Güzel uykular uyudu(K). Loğusa gibiydim bu hafta, Arcanın öğle uykularının bir kısmına eşlik ettim. Nasıl iyi geldi. Uyuyarak kafa boşalttım. Üniversite sınavından sonra 2 gün sadece yemek yemeye kalkmıştım, arta kalan zamanlarda sürekli uyumuştum. 2 gün sonra yeni bir ben olarak hayata devam etmiştim. Ben de böyle garip bi karakterim işte. Köye ve denize gitmek haricinde totomu evden dışarı çıkarmadım.
Arca özgürlüğün zirvesindeydi, çıpıl çıpıl koştu, çimlerde ve kumlarda elektriğini atarak rahatladı, uzun öğle uykularına rağmen erken yattı, erken kalktı. Fazla arıza çıkarmadı. Tek sıkıntı uzun uzadıya yüzmeme izin vermedi, ne zaman açılsam, antenleri ile yerimi tespit etti ve yaygarayı basmak sureti ile kölesini görüş alanına hapsetti.
Dönüş yolu rte nin uçağına kurban gitti. Kontak kapattık, topluca sövdük, İstanbul ve Ankarada yaşayanlarla empati kurduk.
İş mevzusu sıkıcı, can sıkıcı, yeni kararlar arifesindeyim. Yazık ki ceketimi alırım çıkarım benim bünyeme ters, sadece bu haftaki İstanbul toplantısında motive edilmeyi bekliyordum, motive eden ben oldum durumları yaşadık. Dönüş yolu havaalanında 2,5 saati boş geçirmedim. "Yeniden Düşün" diye bir kitaba başladım, ilk 100 sayfasındaki görüşüm "okuyun!" şeklinde özetlenebilir. Notlar aldım, kararlar aldım. Uygularsam anlatıcam söz! uygulayamazsam güzel bir roman okudum diyeceğim. Haftaya bi istanbul daha var, mail cevaplamaya vakit bulamayan zatlar toplantı yapmaya vakit buluyorlar ya ne diyeyim. Maksat vakit geçsin:) Kadir abiye ihtiyacım var, biri beni motive etsin yav!!

6 Ağustos 2010 Cuma

ertesi

Arcayı babaneye bıraktığımız gece baş başa yemeğe çıktık. Açık hava iyi geldi. Arca yoktu ama onunla ilgili her şey bizimleydi. Konu oydu. Benim için bir nevi terapiydi. Motivasyona ihtiyacım varmış, onu anladım. İlk yıl boyunca Arca, İlker ve ben bir takımdık. İyi bir takımdık. İlker destekleyicimdi, her konuda arkamda, yanımdaydı. Saçmaladığım zamanların mantıklı ve sakin iç sesiydi. “Hop dur bir nefes al” diyenimdi. Son zamanlar kendimi arca ile yuvarlanır halde hissediyorum, İlker yine orda ama daha az dahil gibime geliyor, beni Arca ile baş başa bırakmış değil ama eskisi kadar da işin içinde değil gibi. (dip not: İlker her konuda akıl danıştığım arkadaşımdır, kocam olmasının ötesinde bir kimliği vardır, kısacası ilkerin sakinliği, fikirleri manyak zamanlarımın tedavisidir.) Bunu konuştuk. Arca anne delisi, belki de bunu ben böyle yaptım, biliyorum. Her kucak istediğinde aldım, özellikle diş çıkarma huysuzluk dönemlerinde kucağımda iken yemek yaptık, etraf topladık. 12 kiloyu aşmış bir adamı sürekli taşımaktan fiziksel bir takım arızalar çıkmaya başladı. Sol elle taşıdığım için sol elimle artık 1 bardak suyu kaldırıp içemiyorum, bel ağrısından geceleri uyuyamıyorum. Bunu yakınmak için değil durumun boyutunu somutlaştırmak için söylüyorum. Bir de çalışıyorum düşün artık, çalışmasam çürüğe çıkacakmışım. Diğer taraftan ilkerle çok güzel bi ilişkisi olmasına rağmen ortamda ben varsam dünya yanmış umru değil ve İlker de buna dahil. İlkeri kesinlikle yaklaştırmıyor. bunu konuştuk, geçici bir dönem olduğunu bir defa daha tekrarladık, sabır, dayanacağız, geçecek, değişecek… Diğer taraftan “bu dünyaya sadece bir tohum atmadık, bir insanı şekillendiriyoruz” mottosu ile üzerime bir baskı oluşturduğumu konuştukça çözdük. Biraz daha rahat olmak, biraz daha oluruna bırakmak, anahtar olmalı halbuki. Ana baba olarak sorumluluğun boyutunu küçümsememeli ama bu sorumluluğun altında da ezilmemeli. Mükemmel anababa diye bişey yok, hoş böyle bir yolda da değilim ama “aman hata yapmayalım” düşüncesi bi zaman sonra mükemmeliyetçiliğe dönüştürebilir. Dikkat etmek lazım, ince bir çizgi. Bi taraftan da Arca ile birlikte iken doğru bir şeyler yaptığımda eskiden olduğu gibi sırtımın sıvazlanmasına ihtiyaç duyduğumu anladım. Herhalde kişiliğimdeki çürük bu benim! Ara sıra “evet doğru yapıyosun, aslansın, kaplansın” denmesine ihtiyaç duyuyorum. Alkış düşkünüyüm demek ki:(
Ve.. kendime vakit ayırmak. Misal İlker balığa çıkıyor, arkadaşlar ile toplanıp PS oynuyor, tekne işi ile ilgileniyor. Kısaca iş ve arca haricinde pek çok başka şeyle meşgul. Bense malum… Çalışan kadın ve anne kimlikleri arasına sıkışmış kalmış …
Sonuç? Öyle radikal kararlar çıkmadı, bir nevi durum değerlendirmesi, içindekileri dökme seansıydı. Zaten yapmamız gerekenler konuşuldu. Arcayı bırakıp yakınlarda bir kaçamak, çocuk eğitimi kitaplarına bir süre ara verip sadece kendi keyfim için softirik romanlar okumak, arcayı, kendimi, her şeyi biraz daha oluruna bırakmak, rahat olmaya çalışmak, sıkmamak sıkılmamak
Terapinin ikinci seansı kendimle baş başa kalmak olacak gibi görünüyor. Akşam yazlığa gidiyoruz, İlker yok. Umudum, Arcanın öğle uykusunda, denize dalmak, zihnimi dalgalara teslim etmek, belki yeni kararlar çıkar, kim bilir?

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Hissiyat böyle! Sıkıldım!

Sıkıldım!! İtiraf etmek ne kadar ağır olsa da, vicdan beni dürtse de… boğazıma gelmiş ve yumru yapmışken haykırmasam olmaz. O loğusa cinleri vardı ya, hemen herkesin başına musallat olan, hani o cinler geldiğinde… aylar önce o yağmurlu günde… İlker beni bir fino köpeği gibi arabaya atmıştı da 1 kafeinsiz mochaya tedavi olmuştum ya… işte onların şekil değiştirmişinin pençeleri omuzlarımda… imiş…
Silkindim! Bunun için eski bir dostla karşılaşmam gerekiyormuş.
Günlerden dün. Aylardır katılmak istediğim, organizasyonu için destek olmaya çalıştığım Montessori Eğitimi semineri için güç bela 1 gün izin almışım, havalardayım. Sabahtan Nazlı ile gittik. Kimler yoktu ki… Abuk sabuk sorularıma maruz kalan Elfanam, yıllar sonra tekrar görüştüğüm liseden sınıf arkadaşım Zelal (kirazımın meşhur canı ciğeri, Dorukun kankisi Loranın annesi), Nurturiadan ve İzmirli anneler mail grubundan tanıdığım ama hiç tanışmadığım nedense bana çok çok tanıdık gelen simalar… Montessori, teorik anlamda çok haşır neşir olduğum okuduğum fakat pratikte bilgi sahibi olmadığım bir felsefe idi. Değerli eğitmenlerle çok pratik uygulamalara tanık oldum. İyi ki gitmişim… de…
Erken çıkmak durumunda kaldım, malum bakıcı gidecek, Arca… Para çekmek için Kıbrıs şehitleri caddesinin sonuna yürüdüm, bankanın önünde dururken, bir ses “yeliz!” dedi. Döndüm. Rana!! Ortaokula ilk başladığımda sıra arkadaşım, o zamanların tabiri ile “en iyi arkadaşım” kankim yediğim içtiğimin ayrı gitmediği Rana. O çocuk zamanlarımın çok özel insanı. Yine çocukluğun getirdiği bir takım koşullarla ayrı düştük, önce sınıflar, sonra dünyalar ayrıldı ama bir araya geldiğimizde yine kahkahaları paylaşabildiğim dostlardandı, kırgınlık kızgınlık yok, sadece ayrı düşmüşlük var. Yıllar sonra feysbık sayesinde yollarımız kesişti, o, ben ve yine ortaokuldan gizem, dostluğumuzun temellerini sağlamlaştırdık. İzmire dönüş yaptığımız yıl ve sonrasında nerdeyse doğuma kadar sık sık görüştük. Doğumdan sonra hiç görüşmedik, hatta neden diye ufaktan, kırılmıştım, sanki o bekar gecelerini yapabilecek miydim? Hayır, ama aranmak gelinmek istemişim demek ki… neyse konu o değil, böyle şeyleri çok da takmayacak kadar törpüledim kendimi, ve sohbetin o ufaktan mahcubiyet kısmına takılmadım.
Sadece…
Rana benim “Arcadan önce”mdi. Fotoğrafını görmek istedi, makinadan birkaç poz gösterirken bile asıl konuşmak istediğimin Arca olmadığını fark ediverdim. Onu sordum, 17 ay önce yüreği kıpır kıpır, yine ortaokuldan bir arkadaşımızla birlikteydi, geçen yaz nişanları olmuş ama ayrılmışlar. Hadi bi kahve içelim, hadi oturalım konuşalım, eski günlerdeki gibi, iş çıkışı buluşmuşuz gibi laflayalım demek istedim. Şimdiki hayatımdan çok farklı birkaç saat yaşamak istedim. Ama olmadı, olamazdı. Çocuksuz olduğumuz günlerdeki gibi değildi yaşamım, bi telefon edip İlkere, ben geç gelicem, arkadaşımla buluştum diyemezdim, Arcanın bana ihtiyacı vardı. Onun için gittiğim seminerden onun için erkenden çıkmıştım, eski dostla hoşbeş etmek için değil. Sonuçta… Alsancak trafiğine daldım, eve yollandım. Gerisi malum… cüceyle yıllardır görüşmemişiz gibi kucaklaşma, hatta yerlerde yuvarlanma, yatıncaya kadar bir beden halleri…
Sonuç şu ki… epeydir sinyallerini alıp geçici bu günler diye ertelediğim cinlerim var benim. İyi değilim. Çalışan anne olmanın farklı bir vicdan muhasebesi var. Bütün gün ayrı kalmanın verdiği bir ağırlık ve sorumluluk çöküyor üzerime. Tam zamanlı annelik ile karşılaştırma yapamam, çünkü öyle bir anne olmadım hiç. Kendi adıma durumum şöyle … benim için sadece iş ve Arca var. Araya sıkıştırılmış bir İlker var. Hatta çoğu zaman işten kafamı kaldırdığımda yine Arca var. Gün içinde boş anımda, anne blogları okumak, nurturiaya göz gezdirmek, kitap sipariş ederken önceliği ona vermek, araştırmak, bilgi sahibi olmak… nurturiadaki kitap kurdu grubunda sayfa sayfa çocuk gelişim kitabı önerisi yazabiliyorum da 1 tane farklı konuda kitap ismi telaffuz edemiyorum. Özellikle 1 yaşını geçti beridir başkasını düşünemiyorum. Öncesi iyiydi, daha onu dünyaya bir birey olarak hazırlamak gibi bir derdin içinde değildim. Şimdi sürekli ayrı geçirdiğimiz zamanların muhasebesindeyim. Güç bela izin aldığım günde bile Arca için bişeyleri yapma peşindeyim. Üstelik etrafımda Arcaya bakmak için can atan insanlar dolu. Bi telefonumla 1-2 saat ilgilenebilirler ve ben canımın çektiğini yapabilirim. Yazlıkta mesela.. ben 2 lokma yiyeyim veya en azından tuvalet-duş gibi insani ihtiyaçlarımı karşılayayım diye, Arcaya bakmaya gönüllüler çokken, Arca paçama yapışıyor, 10 dakika duşta kalsam “annih, annih” diye kapılar yumruklanıyor, kısacası ben etraftayken Arca için sadece ben varım, dünya umrunda değil, babası bile. Zaten benim de içim almıyor, zaten az geçirdiğimiz zamanı daha da azaltmamak için her dakikamızı ten tene geçirelim istiyorum, daha doğrusu dum!
Duma duma dum!! Ani bi kararla İlkerin annesini aradım, akşam işin var mı yemekten sonra 1-2 saat işimiz var, Arcaya bakar mısın dedim, çok sevindi. İlkeri aradım, aslında… Biliyorum olsun, belki daha iyiye gider. Önce yemeğe mi gidicez, arcayı da alalım dedi, yok dedim, arca yok, şaşırdı. Her yere onu da götürmeye öyle alışmışız ki.. garip bir durum. Özel bir gün değil, sadece arınma günü koyalım adını, bir nevi uzaklaşma…
Sıkılmışım çok sıkılmışım… vicdanıma ters, bana ve belki pek çoğuna ters belki… ama doğru ama yanlış.. sadece gerçek bu! Hissiyat böyle!